PEYGAMBERLER TARİHİ Muhammed Ali Sabuni AYETLER IŞIĞINDA PEYGAMBERLER TARİHÎ Yazarın Önsözü Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salât ve selâm; Peygamberlerin imamı, yaratılmışların en seçkini ve Yüce A1lah'm alemlere rahmet olarak gönderdiği efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) 'e, aile bireylerine, gecenin karanlığını a y-dmlatan yıldızlar ve ilim ile irfan güneşleri olan sahabeler ine ve din günü olan Kıyamete kadar samimiyetle onların yoluna uyanlara olsun. İşte elinizdeki bu kitap, Me kke-i Mükerreme'deki Ümmü'1-Kura Üniversitesi Şeriat Fakültesi "Tarih Bölümünde İslami Araştırmalar yapmakta olan öğrencilere "Peygamberler Tarihi" hakkında anlattığım konferansların bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir çalışmadır. Bu kitapta, öz ve kısa ifadeler ile rivayetleri esas aldım. Zayıf, değersiz ve uydurma rivayetleri bırakıp tarihçiler ve tef-sircilerce güvenilir rivayetleri aldım. Bu riv ayetleri alırken ilk önce; kaynakların en güvenilir olanı, Allah'ın kelamı Kur'an'a başvurdum. Çünkü Yüce Allah, kendi kitabıyla ilgili olarak, öyle buyurmaktadır: "Ne Önünden ve ne de ardından hiçbir batıl Kur'an'a yaklaşamaz. " (Fussilet: 41/42) Delilleri çokça getirmeye çalıştım... Daha sonra da gönderilmiş Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'den gelen sağlam rivayetleri aldım... Güvenilir Tefsircilerin görüşlerine yer verdim... Daha so n-ra ise, tarih kitaplarına başvurdum. Çünkü bunlardan; Kur'an ve Sünnette bildirilene uygun düşen ile akla ters düşmeyen rivayetleri seçtim ve akıl ile din söylevinden uzak olan Israiliyatlara da yer vermedim. Müslüman çocukların; insanları eğitmek için, ümme tler ile milletleri cehalet ve sapıklık karanlıklarından hid ayet ve iman ışığına götürmek için, hiç şüphesiz Peyga mberlerin hayatını, davetini ve siretini tanımaya ihtiyaçları vardır. İşte yararlı olan şeyleri genel hale getirmede ve ilmi ya y-mada Peygamberlerin hayatlarına dair bu rivayetle rden doğru olanlarını bir araya getirmeyi uygun buldum. Çünkü Allah, Peygamberleri, sadece her mümin için değil, dosdoğru yol cilan İslam'a tutunmakla yüce ve şerefli bir hayata yönelmek isteyen her fert için bir örnek kılmıştır... Yüce Allah'tan, bu kitabı; Müslüman kardeşlerimize faydalı kılmasını ve onları, kendisine karşı samimi kılmasını diliyorum..Çünkü Yüce Allah, duaları iş iten ve kabul edendir. Duamızın sonu; Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsu s-tur, sözüdür... Muhammet! Alî Sâbûnî Mekke-i Mükerreme Ümmü'l Kura Üniversitesi Öğretim Üyesi Receb H. 1390.1[1] 1[1]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 9-10.

Çevirenin Önsözü Büyük alim Muhammed Ali Sâbûnî 'nin "en-Nübüvvet ve'l Enbiyâ" adlı kitabı, 'Peygamberlik ve Peygamberler Tarihi' üzerine yazılmış ender kitaplardan birisidir. Kitabın isminden de anlaşıldığı üzere kitap, iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm: Peygamberlik ile ilgili bölümler... Bu bölüm, on konu halinde işlenmiştir. Özellikle de Peygamberlerin masumiyeti konusu, ilmi bir çerçevede ele alınmıştır. Yazar, ehli kitabın bazı Peygamberler hakkında ileri sürdükleri suçlamalara güzel cevaplar vermiştir. İkinci Bölüm: Peygamberlerin hayatı... İlk önce "Ulu'l-Azm" Peygamberlerin hayatı, daha sonrada diğer Peygamberlerin hayatı işlenmiştir. Yazar, Peygamberlerin hayatını; önce Kur'an ayetlerinden, daha sonra sahîh hadislerden, burada da bulamadığım sahîh tarihi rivayetlerden alıntılar yaparak anlatmıştır. Yazarın İslam dünyasındaki kariyeri, bellidir. Bir çok değerli eserleri vardır. Eserlerinin bir çoğu, Türkçe'ye çevrilmiştir. Eserlerini, ilmi bir çerçevede hazırlamıştır. Yazar, her hangi bir Peygamberin hayatını; genellikle, Kur'an'ın değişik yerlerinde o Peygamberle ilgili kıssaları belirli bir sıraya koyarak anlatmıştır. Kitap, Üniversite'de okuyan öğrencilere yapılan konuşmalardan derlendiği için, gerek Kur'an ve Sünnet'ten naklettiği bilgiler ve gerekse de naklettiği tarihi rivayetlerin kaynaklarını, çoğunlukla, belirtme ihtiyacı duymamıştır. Bu tür kaynaklar, genellikle, tarafımdan bulunup gösterilmiştir. Yazar tarafından belirtilmeyen ayet numaralan ve hadislerin kaynakları gösterilmiş, okuyucuya daha yararlı olabilmek için ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir... Tarafımdan yapılan eklemeler için (ç) simgesi kullanılmıştır. Kitap, anlaşılır bir dil ile Türkçe'ye çevrilmiştir. Özet çevirilerden ve atlamalardan kaçınılmıştır. Kitabın çevirisinde; Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin değerli hocalarından Prof. Dr. Ahmet Önkal, Prof. Dr. Süleyman Toprak ile Doç. Dr. İ. Hakkı Sezer'in büyük katkıları olmuştur. Tercüme edilen nüshaların incelenmesi ve değerlendirilmesi hususunda büyük katkısı olan Osman Gencay'a ve her zaman manevi destek olan eşim Hanife'ye, ayrıca değerli arkadaşlarım Feridun Karasoy ile Mehmet Sever'e de teşekkürü bir borç bilirim. Başarı, elbette Allah'tandır... Hanifî Akın. 2[2]

2[2]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 11-12.

BIİ RIİ NCIİ BOÖ LUÖ M Giriş

"Peygamberlik ve Peygamberler Tarihi" adlı kitabımızın konularına başlamadan önce; Peygamberliğin; anlamını, özelliklerini, niteliklerini, Peygamberlerin vasıflarını, getirdikleri davetin özelliklerini, Peygamberlerin içerisinde doğup büyüdükleri toplumların yapısını, gönderildikleri ümmetlerin durumunu, insanlar üzerinde oluşturdukları etkileri, ümmetlerin anlayışlarında ve doğuştan sahip oldukları inançlarını değiştirme de peygamberin bıraktığı büyük rolün bizim için açıklanması gerekmektedir. Peygamberler gönderildikleri toplumları; şirk ve küfrün karanlıklarından İslam Dininin nurlu aydınlığına, sapıklıktan hidayete götürmüşlerdir... Peygamberlerin daveti; şirk ve putçuluğun pençelerinden milletleri kurtarmaktır. Çözülme, fesad, anarşi ve bozulmanın getirdiği çöküntüleri ve çirkefleri temizlemek ve düzeltmek olmuştur... Nitekim Kur'an-ı Kerim, bu durumu şöyle anlatmaktadır: "İnsanlar tek bir ümmet idi. Binaenaleyh Allah, Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye o Peygamberlerle beraber gerçekleri içinde taşıyan bir kitap indirdi. Oysa kendilerine kitab verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o (kitap hakk)ında anlaşmazlığa düştüler. İşte Allah (böylece), İman edenleri kendi izniyle, hakkında ihtilafa düştükleri gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini dosdoğru yola iletir. 1[1] Bu ayeti kerime; "İnsanların, önceden hidayet ve Hakk din üzere olduklarına, fakat insanların birbirleriyle ihtilaflara düştüklerine, birbirleriyle çekişip durduklarına ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardıklarına; sağlam ve güçlü olan Allah'ın yolundan saptıklarına, bunun üzerine Yüce Allah'ın bu topluluklara Peygamberler, uyarıcılar ve müjdeciler gönderdiğine işaret etmektedir. Abdullah ibn Abbas (r.anhüma)'nın da bu konuyla ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Adem ile Nuh arasında on asır vardı. Bu ikisi arasında yaşayan Adem oğulları hak üzereydiler.Ne zamanki ihtilaflara düşünce, Allah, onlara; Nuh'u ve ondan sonra gelecek olan Peygamberleri göndermiştir ." 2[2] Şanı Yüce Allah -sözlerin en doğrusunu söylediği halde-insanlara, Peygamberler göndermesinin sebebini şöyle a-çıklamaktadır: "(Bunları,) müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki, Peygamberler geldikten sonra insanlarn Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmasın." 3[3] Nitekim Yüce Allah, bütün Peygamberleri; gönderildikleri toplulukları, cehalet ve sapıklık karanlıklarından kurtarması için, göndermiştir. Yüce Allah, bu durumu ise şöyle anlatmaktadır: "Biz Mûsâ 'yi, 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah 'in günlerini4[4] anlat' diye mucizelerle (İsrail oğullarına Peygamber olarak) gönderdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çokça şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır. 5[5] Peygamberliğin Rabbani Bir Hediye Oluşu Peygamberlik, ilahi bir fazilet ve insanlığa verilmiş Rabbani bir hediyedir. Yüce Allah, 1[1]

Bakara: 2/213. Hakim. Müstedrek, 2/ 546-547 (ç). 3[3] Nisa: 4/165. 4[4] Geçmiş milletlerin başlarına gelen olaylar kastedlmektedir. (ç) 5[5] İbrahim: 14/5. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 15-16. 2[2]

peygamberliği, kullarından dilediğine ve yarattıklarından istediğine verir... Peygamberlik; gayret etmekle, çalışmakla, her türlü güçlüklere ve zorluklara katlanmakla ulaşılmaz... İtaatin ve ibadetin çokluğuyla da elde edilemez. Ancak Yüce Allah'ın özel ilahi seçmesiyle olur.Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Deki: 'Fazilet 6[6], doğrusu Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, rahmeti bol olan ve her şeyi hakkıyla bilendir. Allah, rahmeti ni dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir." 7[7] Buna göre Peygamberlik, "seçilene" ve "tercih edilene" göredir. Yüce Allah, peygamberliği, kullarından taşıyabilecek kimselere verir. Çünkü Peygamberlik, ağır bir yük ve büyük bir tekliftir. Ona ancak insanlardan Ulu'1-azm (azim sahibi büyük kimseîer)in gücü yeter. Nitekim Yüce Allah, bununla ilgili olarak nebilerin ve resullerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v) 'e hitaben şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu biz,sana, taşıması ağır bir söz indireceğiz" 8[8] Peygamberlik; veraset, galebe ve üstün gelme yoluyla da elde edilemez. Ancak "seçme" yoluyla elde edilir. Bu da, Şanı Yüce Allah'ın, yarattıklarının en faziletlisi ve kullarının en seçkin olanlarından risalet yükünü taşıyabilecek kimseleri seçmesiyle gerçekleşir. Çünkü Allah, bu yüce iş için, onları, insanlar arasından seçer. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır: "Allah, Meleklerden de ve insanlardan da "Peygamberler" seçer. Doğrusu Allah, işitendir ve görendir." 9[9] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır "Doğrusu Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrâhîm ailesini ve İrnrân ailesini, bütün alemlerin üzerine üstün kılmıştır. " 10[10] Yine Yüce Allah, bazı Peygamberlerin hayatını anlatma hususunda şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu Peygamberler, katımızdaki seçkinlerden ve hayırlılardandır." 11[11] Mekkeli Müşriklerin, Hz.Muhammed(s.a.s)'in Peygamberliğine İtirazları: Mekkeli müşrikler, Peygamberliğin; güç, kuvvet ile zenginlik alametlerinden ve kendi yanlarında büyük bir yeri ve değeri bulunan hükümranlık ile meliklik görüntülerinden hiçbirisine sahip olmayan bir fakire ve yetime inmesini garipsediklerinden dolayı, Abdullah'ın oğlu Hz. Muhammed'in -Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun- peygamberliğine itiraz etmişlerdir. Zira böyle bir şey,onların hoşlarına gitmemişti. Çünkü onlar, peygamberliğin; böyle yetim ve fakir bir kimseye değil de, Kureyş'in ileri gelenleri ile büyüklerinden veya Kureyş'in eşrafı ile liderlerinden ya da şerefli ve büyük bir yere sahip zengin kimselerden birisine gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. Fakat ardından onların bu isteklerini azarlayan ilahi cevap gelmiş ve Şam Yüce Allah -bu ilahi cevapta- onların şüphelerini anlatmış ve onların bu isteklerine, keskin ve anlaşılır bir yöntemle şöyle cevap vermiştir: "(Mekkeli müşrikler: 'Muhammed'e inen) bu Kur'an, iki şehirden 12[12] büyük bir adama 13[13] Burada 'fazilet' kelimesinden kasıt, Peygamberliktir. B.k.z: Falıreddîn eFRâzî, Tefsin Kebîr, 6/403 Ank.1987 (ç). 7[7] AJi İmrân: 3/73-74. 8[8] Müzcmmii: 73/5. 9[9] Hacc: 22/75. 10[10] Âl-i İmrân: 3/33. 11[11] Sâd: 38/47. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 17-18. 12[12] Mekkeli müşrikler, Kur'anm, Hz. Muhammed (s.a.v)'e inmesine itiraz ederek onun, iki şehirden büyük bir adama indirilmesi gerektiğini iddia ediyorlardı. Onl-nn "'İki Şehir" diye kastettikleri, Mekke ve Taiftir. 13[13] Büyük Bir Adam" İle kastettikleri de; Mekke'den, Muğire b. Şube ve (tercih edilen görüşe göre de) Taif ten, Urve b. Mes'ud es-Sakafî'dir. Fakat Taifli bu şahıs daha sonra Müslüman olmuş ve 6[6]

indirilmeli değil miydi ?' Yoksa Rabb'inin rahmetini (peygamberliğini), onlar mı paylaştırıyorlar? Halbuki dünya hayatında onların geçimliklerini, aralarında, Biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık Rabb 'inin rahmeti, onların toplaya geldiklerinden daha hayırlıdır. 14[14] Görüldüğü üzere ayeti kerime; Mekkeli müşriklerin "Peygamberlik, ancak Mekke'nin(veya Taifin) zenginlerinden veya büyük kimselerden birisine inmeli, Ebu Talib'in yetimi gibi fakir ve yetim birisine inmemeliydi" şeklindeki iddialarını, onların zayıflıklarına ve ahlaksızlıklarını dile getirerek Yüce Allah'ın onların bu isteklerine karşı, Peygamberliğin (rahmetin) ancak kendisinin yarattıklarından ve kullan arasından dilediğini seçmesiyle ve tercih etmesiyle olabileceğini anlatmaktadır. Yine Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Allah, Peygamberlik işini nereye vereceğini çok iyi bilendir."15 15[15] Peygamberlik; mal, mevki ve meliklikten konum itibariyle daha yücedir. Buna göre Allah'ın, Yüce hikmeti gereği, mal ve rızıktan her insana rızkını ve her yarattığına bundan hissesini belirlemiş olmaktadır. Üstelik mal, peygamberliğe nispetle daha küçük bir iştir. Dolayısıyla maldan daha yüce ve daha büyük bir konuma sahip olan Peygamberlik, insanların arzularına ve isteklerine nasıl bırakılabilir? Halbuki Yüce Allah, rızkı dağıtma işini bile yeryüzünde bulunan insanlara bırakmayıp aksine herkese düşen hisseyi, kendisi paylaştırmış, belirlemiş ve ayırmıştır. Buna göre rızkı dağıtma işini bile insanlara vermeyen Yüce Allah, Peygamberlik gibi Önemli bir meseleyi insanların arzularına ve isteklerine nasıl bırakılabilir? Şanı yüce Allah'ın şu ayetinde de belirtildiği üzere, Peygamberlik meselesi (nin kime verileceği konusu) gizli ve çok önemli bir konudur: "Yoksa Rabb'inin rahmetini (peygamberliğini) onlar mı paylaştırıyorlar? Halbuki dünya hayatında onların geçimliklerini Biz paylaştırdık" 16[16] Buna göre insanlara verilen rızık, Peygamberliktir. 17[17] Peygamberlik İle Meliklık Arasındaki Fark Peygamberlik, şanı yüce Allah'ın; yarattıklarından ve kullarından dilediğine verdiği bir lütfü ve hediyesidir. Bundan dolayıdır ki, Peygamberlik, özü itibariyle meliMikten ve sultanlıktan farklıdır. Bu farklılıkların en önemli noktaları da şunlardır: 1. Peygamberlik, veraset yolu ile olmaz. Dolayısıyla peygamberin çocuğu, babasından mirasla Peygamber olamaz. Aksine Peygamberlik, özel ilahi bir üstünlük ve Rabbani bir seçilmeyle olur. Yüce AÜah bu hususu şöyle anlatmaktadır: "Biz onları (İsrail oğullarını) alemler üzerinde seçkin kıldik 18[18] Yine Yüce Allah, konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini, bütün alemlerin üzerine üstün kılmıştır. " 19[19] 2. Peygamberlik, sultanlığın ve melikliğin aksine hiçbir zaman kesinlikle kafir bir kimseye verilmez. Peygamberlik sadece mümin kimselere verilir. Fakat sultanlık ile meliklik ise, mümin kimselerin dışındaki

Allah yolunda da şehit dmuştur. Onların "büyük" ile kastettikleri ise, mal ve mevki sahibi birisidir. Fakat asıl "büyük" olann Allah katında "büyük" olduğunu bilmiyorlardı. (Said ei-Havva, el-Esas-i fî't-Tefsir, 13/201)(ç) 14[14] Zuhruf: 43/31-32 15[15] En'âm: 6/124 16[16] Zuhruf: 43/32. 17[17] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 18-20. 18[18] Duban: 44/32. 19[19] ÂI-i İmrân: 3/33.

herkese verilebilir. Yüce Allah, Sultanlığın ve melikliğin, 20[20] mümin kimselerin dışındakilere de verildiğine dair, Firavundan naklen şöyle buyurmaktadır: "Firavun, kavmi arasında seslendi ve: 'Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akan şu ırmaklar, benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?' dedi " 21[21] Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s) zamanında "İlah-lık" iddiasında bulunan Nemrut'tan naklen de şöyle buyurmaktadır: "Allah, kendisine mülk (hakimiyet ya da hükümranlık) verdiği için ibrahim 'le Rabbi hakkında çekişeni görmedin mi? Hani Ibrâhîm: 'Benim Rabbim; hem diriltir ve hem de Öldürür' deyince, O: 'Bende diriltir ve öldürürüm' demişti. Ibrâhîm: 'Allah, güneşi doğudan getiriyor. Haydi sende onu batıdan getir' deyince ise, o kafir şaşırıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez. " 22[22] 3. Peygamberlik, erkeklere özel bir durumdur. 23[23] Kadınlar için ise kesinlikle böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü bir teklif olmasından dolayıdır. Buna göre tabiatı gereği zayıf olan kadın, ağır ve zor olan Peygamberlik görevini yüklenemez. Çünkü Peygamberlik görevini yüklenen kimsenin, cihad etmeye ve sabretmeye ihtiyacı vardır. Bundan dolayıdır ki, bütün Peygamberler, iman etmiş topluluklarıyla birlikte zor ve güç mihnetler içerisinde kalmışlar ve Allah'ın davasını tebliğ etme yolunda şiddetli belalara, musibetlere ve sıkıntılara maruz kalmışlardır. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

20[20]

a- Meliklik: Dünyevi devlet başkanlarına verilen bir isimdir. Bu çeşit yönetim biçimine, ilk müslümanlar, "Kisralar Düzeni" ve "Kayserler Düzeni" terimlerini kullanırlardı. Bu biçim siyasal düzenler, "kuvvet" temeli üzerinde yükseltmekteydi. Bu düzenlerin politikaları da; üstünlük kurmak, baskı altında tutmak ve Tahakküm altında bulundurmak vb. ilkelere dayanmaktaydı. Böyle bir devfeti yöneten kimseler, ülkeyi, kişisel arzu ve heveslerine göre yönetir ve iradesinin üstünde herhangi bir kanun ya da otorite kabul etmez ve tanımazdı. Ayrıca bu konuyla ilgili şu ayetlere de bakabilirsiniz: Bakara: 2/247. Mâide: 5/20, Kehf: 18/79, Nemi: 27/34, Sâd: 38/35 b- Sultanlık: Devlet başkanlığının veraset yoluyla babadan oğnla geçmesi şeklindeki bir yönetim biçimidir. İbn Hazm, hilafetin verasete dayanamayacağını söyler ve İslam'ın, soya dayanan "Saltanatı" tanımadığını belirtir. (İbn Hazm, eî-Fisâl, 4/166). c- Peygamberlik: Allah'ın seçmesiyle olmaktadır. Bunda kulun bir yetkisi ydctur. Fakat Hz. Ibrâhîm (a.s) ve onun oğulları ile torunlarına bakıldığında sanki Peygamberliğin veraset yoluyla geçtiği zannedilmektedir. Halbuki yüce Allah -Ankebut: /27 de de geçtiği üzere- Hz. İbrahim (a.s) 'in soyuna "Peygamberlik" ve "kitap" verdiğini söylemektedir. Görüldüğü üzere bu ikisi, Allah tarafından Hz. İbrahim (a.s) 'm soyuna verilmiştir. Yoksa Hz. Ibrâhîm {a.s) 'm dilemesiyle değil. Çünkü Allah peygamberliği nereye vereceğini en iyi bilendir, (ç). 21[21] Bakara: 2/258. 22[22] Zuhruf: 43/51. 23[23] Bazıları bu konuda; "Biz Musa'nın annesine onu (Musa'yı) anzirmesini vahyettik." (Kasas: 28/7) ayetini delil getirerek; peygamberliğin bazen kadınlar için dahi geçerli olabileceğini söylemektedirler. Bu, hatalı ve yanlış bir delil getirmedir. Çünkü- bu ayetteki vahyden kasıt ancak ilham yoluyla olan vahiydir. Buna göre yüce Allah, bal ansına vahyettiğini şöyle haber vermededir: "Rabbin, bal arısına: 'Dağlarda, ağaçlarda ve hazırladıkları kovanlarda yuva edinrresini' vahyetmİştir." Nahl: /68). Buna göre Yüce Allah'ın bal ansına gerçek manada vahyettiğini söytmemiz doğru olur mu? İşte Yüce Allah'ın; "Biz, Musa'nın annesine vahyettik" (Kasas: 28/7) sözü de böyledir. Çünkü buradaki vahy ile, ilham olan vahy kastedil mistir. Peygamberlik vahyi değil. Bunun arasındaki farkı inceden inceye düşülmek gerekir!!

"(Ey Muhammedi) Peygamberlerden Ulu'l-azm (azim sahibi) 24[24] olanların sabrettiği gibi sende sabret!" 25[25] Peygamberliğin, erkeklere özgü bir görev olduğuna dair delil,Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Biz, senden önce, kendilerine ancak vahyeder olduğumuz erkekleri (Peygamber olarak) gönderdik." 26[26] El Lukkani"Cevhere" konu ile ilgili olarak şöyle der: "Hiçbir zarnan kadın, 'Peygamber' olmadığı gibi; çirkin davranışları olan bir erkekte, 'Peygamber' olamaz." 4. Peygamberliğin alanı geniş, gayesi yüce ve hedefi, hedeflerin en üstünüdür. Zira davet, Peygamberliğin temelidir... Peygamberler, Allah'a ve Ahiret gününe iman etmeye ve Ahireti, insanlardan bir çoğunun arzu ettiği geçici dünya hayatına tercih etmeye davet etmektedirler. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir." 27[27] Meliklik ise bu Peygamberlik davasıyla çelişmektedir. Çünkü meliklik; Peygamberlerin -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- dünyevi şeylere Önem vermemeye (Zühde) çağırdığı, dünyevi büyüklenmelerin görüntülerinden ortaya çıkmıştır... Eğer Peygamberler; melikler, krallar, emirler ve sultanlar olsa, sonrada insanları, dünyadaki şeylere önem vermemeye çağırsalardı, insanlara yaptıkları davetlerinin, insanlar üzerinde hiçbir tesiri olmazdı. Çünkü kendileri melikler gibi saraylarda konfor ve lüks içinde yaşarlarken, insanlardan, dünya hayatına önem vermemelerini isterlerdi. Bundan dolayıdır ki insanları bir şeylere çağıran davetçi bir kimse, yaşantısıyla insanlara örnek olmadıkça, insanlara dair yaptıkları konuşmalarında da bir etkileme ve tesir gücü olmaz... Bunun anlamı; bir insanda, hem peygamberliğin ve hem de melikliğin bir arada bulunması imkansız demek değildir. Çünkü Hz. Süleyman (a.s) 'm şahsında da meydana geldiği gibi, bir kimsede, Peygamberlik ve meliklik, bir arada bulunabilir. Fakat böyle bir şey, hem az ve hem de pek nadir olan bir şeydir, Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Süleyman (a.s) 'm, hem Peygamber ve hem de melik oluşunu şöyle anlatmaktadır; "(Süleyman:) Rabbim! Beni bağışla ve benden sonra hiçbir kimsenin sahip olamayacağı bir mülk (meliklik) bağışla! Doğrusu bolca bağışlayan Sensin Sen" dedi. Bunun üzerine Bizde, rüzgarı (onun) emrine verdik. Emri ile (rüzgarla) istediği yere kolayca giderdi Bina yapan ve dalgıçlık yapan şeytanlar ile demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları, (onun emrine verdik). Bu, bizim hesapsızca (dilediğimiz kimselere verdiğimiz bir) bağışımızdır (ona dedik ki: ) 'Artık ister ver, ister tut!" 28[28] Nebi Ve Resul Ne Demektir? Nebi: Yüce Allah'ın, kendisine bir şeriat vermediği, fakat insanlara, Allah'ın, kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir. Resul: Yüce Allah'ın, kendisine bir şeriat verdiği ve insanlara, Allah'ın, kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir. Risalet: Peygamberlik mertebesinin en büyüğüne ve en yücesine denir. Çünkü (yaygın olan görüşe göre;) "her Resul Nebidir, fakat her Nebi Resul değildir." Söz konusu Ulu'1-Azm, Peygamberler şunlardır: Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. îsâ, Hz. Muhammed (s.a.v) (ç). 25[25] Ahkâf: 46/35. 26[26] "Nahl: 16/43. 27[27] ÂÎ-İİmrân:3/185. 28[28] Sâd: 38/35-39. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 21-24. 24[24]

Nebilerin sayısına gelince; onların sayılan, -bazı rivayetlerde belirtildiği üzere- 120.000'in 29[29] üzerine çıkarılsa bile, sayıları, kesin olarak bilinmemektedir... Resullerin sayısına gelince; onların sayıları, azdır... Kur'ân-ı Kerîm'de geçen Peygamberlerin sayısı, 25 olup kendilerine ayrı ayrı iman edilmesi gerekmektedir. Bunların hepsi, Peygamber olup sıralanışları ise şu şekildedir: "Adem, Nûh, İbrahim, İsmâîl, İshâk, Ya'k'ûb, Davûd, Süleyman, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ, Yahya, İdris, Yûnus, Hûd, Şuayb, Salih, Lût, îlyâs, Elyesa', Zülkifl, İsâ, Hz. Muhammed (s.a.v) . Allah'ın salât ve selâmı, onlarının hepsinin üzerine olsun. Onların Peygamberliklerini, kişiliklerini ve isimlerini tasdik etmeyi belirtir anlamda 'onlara ayrı ayrı iman edilmesi' gerekmektedir. Çünkü onlar, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde anılmaktadırlar... Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve hadiste toplam sayıları belirtilen Peygamberlere gelince 30[30]; Yüce Kitap'ta anılanların dışında kalanlara, s anki onlar, orada varmışçasına tasdik etmemiz anlamında 'onlara, topluca iman edilmesi'nin vacip olduğu belirtilmektedir. Çünkü Yüce Allah, isimleri, Kur'an'da geçen veya geçmeyen Peygamberler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Öyle Peygamberler (gönderdik ki,) onların kıssalarını sana anlattık.Yine Öyle Peygamberler (yolladık ki,)onların kıssalarını sana haber veıınedik. Allah, Musa'ya da konuştu. 31[31] Bu Peygamberlerden, Kur'ân-ı Kerîm'deki ayeti kerimelerin peş peşe getirilmesiyle 18 tanesi, bir arada anılmıştır.Geriye kalan 7 tanesi ise; Yüce Allah'ın, Kitabının çeşitli ayetlerinde zikredilmiştir. Az önce bahsi geçen ayeti kerimelere gelince; bunlar, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir: "İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerdi. Biz, kimi dilersek, onu, derece derece yükseltiriz. Şüphe yok ki, Rabb'in; tam hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir...Biz,İbrahim'e; İshâk ile Ya'k'ûb'u ihsan ettik. Ve her birini hidayete erdirdik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davûd 'u, Süleyman 'ı, Eyyûb 'u, Yûsuf'u, Mûsâ 'yi ve Harun'u hidayete kavuşturduk,Biz,iyi hareket edenleri, işte böyle mükafatlandırırız.. Zekeriyyâ 'ya, Yahya 'ya, İsâ 'ya, İlyâs 'a da (hidayet verdik). Onların hepsi, salihlerdendir. İsmail'i, Elyesa'yı, Yûnusu, Lût'u da (hidayete ilettik). Her birini, kendi zamanlarında yaşayan insanlara üstün kıldık. Onların babalarından, soylarından, kardeşlerinden kimini de (yine üstün imtiyazlara mazhar ettik). Onları, (insanlar arasından seçtik ve onları bir yola ilettik... " 32[32] Geriye kalan Peygamberler ise, ezberlenmesini kolaylaştırmak maksadıyla bir şiirin şu iki beyitin de şu şekilde bir araya getirilmiştir: "Bizim bu konuda Peygamberlerden bir kısmına dair delilimiz, (Kur'an'm bir yerinde toplu halde) 18'dir. Bu Peygamberlerden geriye kalanlar ise; İdrîs, Hûd, Şuayb, Salih, Zülkifl, Adem, Hz. Muhammed (s.a.v) ." Resullerin, risalet (elçilik) görevlerini, tebliğ etmekle emr olunduklarına dair delile gelince, -onlar, bu noktadaki konumları itibariyle Nebilerden farklı olup- o da, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Allah'tan aldıkları asaletleri, (insanlara) tebliğ edenler; O'ndan korkarlar ve Allah'tan başka hiçbir İmam Ahmed, Ebu Zcrr cl-Gıtari'den şöyle rivayet etmiştir: "Ey AJIah'ın Resulü! Nebilerin ilki hangisidir?" diye sordum. O da: "Adem'dir" diye cevap verdi. (Ben:) "Ey Allah'ın Resulü! O, Nebi midir?" diye tekrar sordum. Oda: "Evet. O, Allah ile konuşan bir Nebi'dir" buyurdu. (Ben:) "Ey Allah'ın Resulü! Resullerin sayısı, ne kadardır?" diye tekrar sordum. Oda: "315 kişilik bir grup" buyurdu. Ebu Ümame'nin, başka bir rivayetinde İse. Ebu Zerr: "Ey Allah'ın Resulü! Nebilerin sayısı, ne kadardır?'" diye sordum. O da: "120.000'dir. Bunlardan 315 kişiİk bir gurubu. Resuldür" buyurdu. (Müsned, 5/178, 266; Beyhaki, Sünen, 9/4; Heysemi, MecmauVZevaid. 8/210). 30[30] Kur'an'ı Kcrim'de. bu 25 Peygamberin dışında Peygamber olup ohmdıkları tartışmalı olan 7 kişinin ismi daha gcçmektedir.Bunlann, 3 tanesinin İsmi, açıktan geçmektedir. Bunlar: Hızır (Kehf: 18/65-82), Zülkameyn (Kchf: 18/83-95), Lokman (Lukman: 31/12-19)dır. 4 tanesinin ismi ise açıktan değil de, dolaylı olarak bahsedilmektedir. Bunlar ise; Hızkil (Bakara: 2/243). Samuel (Bakara: 2/246), îrmiya ya da Uzeyr (Bakara: 2/259), Yuşa h. Nun (Kehf: 18/60-64) dur. (ç). 31[31] Nisa': 4/167. 32[32] Enam: 6/83-87. 29[29]

kimseden korkmazlar. Allah, hesap gören olarak yeter.' 33[33] Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi Hz.Muhammed (s.a.v) 'e hitaben konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et. E-ğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risaletini (elçilik) görevini tebliğ etmiş olmazsın. Allah, seni, insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz. 34[34] Peygamberlerin, İnsanların Seçkinleri Oluşu Şanı Yüce Allah; mükemmelliğe örnek olabilecek, üstünlüğe ad olabilecek, Nur ile îşık meşalesini yüklenebilecek ve geçip gitmekte olan zamana ve asırlara damgasını vurabilecek ve insanlık medeniyeti içerisinde yer alanları yönetebilecek olanları insanlık alemi içerisinde bulunan yarattıkları arasından bir topluluğu Peygamber olarak seçmiştir. Yüce Allah, hikmeti gereği onları, insanlığa bir hidayet yani rehber ve düzelticiler yani ıslahatçılar olmaları itibariyle peygamberliğe seçmiş, za-tıyla onları kötülüklerden korumuş, en güzel bir şekilde arıtarak yetiştirmiş, vasıfların en güzeliyle onları şereflendirmiş ve onları, din ile dünya önderleri yapmıştır. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Onları (Peygamberleri), buyruğumuz altında insanlara doğru yolu gösteren önderler kıldık ve onlara; iyi şeyler yapmalarını, namaz kılmalarım, zekat vermelerini vahyettik. Onlar, Biz e kulluk eden kimselerdir. 35[35] İşte bu nebiler ve resuller, Allah'ın kullan arasından seçilmiş seçkin kimselerdir. Allah, onları; Peygamberlikle şereflendirmiş, onlara hikmeti vermiş, doğru olanı bulabilmeleri için de onlara akü gücü vermiştir. Ayrıca yüce Allah, onları; kendisi ile yarattıkları arasında arabulucular olmaları, Allah'ın emirlerini ve yasaklanın insanlara tebliğ; etmeleri, Allah'ın gazabından ve azabından insanları sakındırmaları ve dünya ile Ahirette bulunan mutluluğa erişebilmelerini sağlayabilmek suretiyle insanları irşat etmeleri için seçmiştir . Dolayısıyla Peygamberler, yaratıkların en hayırlıları ve insanlığın en seçkinleridir... İşte onlar için olan bu ikram, Peygamberliktir. Ancak bu ikram, özel ilahi bir üstünlük ile Rabbani bir hikmet sebebiyle olup insanlardan hiçbirisinin nefsi arzularını terk edip ibadete dalarak ruhunu yüceltme veya itaat ile ibadette gayret etmekle Peygamberlik mertebesine nail olması mümkün değildir. Çünkü Peygamberlik çalışmakla elde edilemez ve daha önce de belirttiğimiz gibi, hayr ile itaat işlemek suretiyle gayret etmek ve ısrarlı olmakla da meydana gelmez. Peygamberlik ancak Allah'tan, kuluna verilmiş bir hediye ve Allah'ın seçmesi ve tercih etmesiyle olur. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah, risalet (elçilik) görevini nereye vereceğini çok iyi bilendir" 36[36] Peygamberler Arasında Üstünlük: Peygamberler; üstünlük, yer ve makam yönünden aynı derece olmayıp aksine bazıları, bazılarından daha üstündür. Çünkü Yüce Allah onlara çeşitli dereceler vermiştir. Bu konu da Yüce Allah, Kur'ânı Kerîm'inde şöyle buyurmaktadır: "Biz, bu Peygamberlerden bazısını, bazısına üstün kıldik." 37[37] 33[33]

Ahzâb: 33/39. Mâide: 5/6. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 25-27. 35[35] Enbiyâ: 21/73. 36[36] Enam: 6/124 35. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 28-29. 37[37] Bakara: 2/253 37. 34[34]

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu Biz, Peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık. Davud'a da Zebur'u verdik " 38[38] Ayeti kerimelerde üstünlüklerinden bahsedilenler, Kur'ân-ı Kerîm'in "Ulu'1-azm" diye isimlendirdiği Resullerdir. Ulu'l-azm olan bu Peygamberler, Peygamberlerin ileri gelenlerinden ve büyükler indendir. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde onları, güzel övgülerle zikretmiş ve Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) 'e de; Müşriklerle olan mücadelesinde onların mücadelesi gibi mücadele etme ve sabır konusunda da onlara uyma konusunda şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Peygamberlerden Ulu'l-azm (azim sahibi) olanların sabrettiği gibi, sen de sabret. Onlar için acele, etme."' 39[39] Ayette kendilerinden bahsedilen Peygamberler, "Ulu'l-azm"Peygamberler" diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü onların büyükleri, güçlü, kuvvetli olmaları yönünden olup maruz kaldıkları musibetler ise, şiddetli ve kavimleriyle olan mücadeleleri de zor ve acılarla doluydu. Bundan dolayı Ulu'l-azm Peygamberler, uzun zamanlar sıkıntılara, zorluklara ve yalanlamalara karşı sabretmiş ve bu Peygamberlerin hayatları boyunca peşi sıra sayısız nesiller ve milletler gelip geçmiştir. Çünkü bu Peygamberler, uzun bir ömür sürmüşlerdir. Fakat hayatlarının tamamı,mihnetlerle ve zorluklarla geçmiştir. Örneğin; Hz. Nûh (a.s) gibi... O da, kavmi içerisinde bin seneye yakın bir zaman kalmış, fakat onunla birlikte iman edenlerin sayısı çok az olmuştur. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu Biz, Nûh 'u kavmine gönderdik. (Bunun üzerine O) kavminin içerisinde elli yılı müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan yakalayıverdi. 40[40] Yine Yüce Allah, Hz. Nûh ile birlikte iman eden kimseler hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Onunla birlikte iman eden kimseler çok azdı." 41[41] Bu Ulu'l-azm Peygamberlerinden bazısına da, üzüntüler ve zorluklar gelmiş; kavminden, kendisinin ateşte yakılmasına dair hüküm vermeleri gibi korkunç musibetler ve belalar ile karşılaşan da olmuştur. Örneğin; Hz. İbrâhîm Halilurrahman (a.s) gibi... Onun, Allah'ın davasını tebliğ etme yolunda karşılaşmış olduğu musibeti ise, ateşte yakılmak olmuştur. Fakat Şanı Yüce Allah, ateşe; Hz. İbrâhîm için serin ve zararsız olmasını emrederek ateşin alevinden onu kurtarmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Bizde: 'Ey Ateş! İbrahim 'e karşı serin ve zararsız ol.' dedik. Onlar O'na hile kurmak istemişlerdi, ama Biz onları en büyük hüsrana uğrattık." 42[42] Hz. Mûsâ, Hz.İsâ ve Hz. Muhammed -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- gibi geriye kalan Ulu'l-azm Peygamberlerinin hayatları da, öncekilerden az veya çok aynı şekilde hepside her türlü eziyete uğramışlar, yurtlarından ve evlerinden kovulmuşlar. İşkencelere ve zulümlere maruz kalmışlar, bununla beraber her türlü eziyetlere ve sıkıntılara katlanmışlar, belalara ve zorluklara karşı -Allah'ın zaferinin yakınlığına olan imanlarından dolayı- sabretmişlerdir. Şanı Yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Peygamberler) Allah yolunda başlarına gelen (belalardan) dolayı ne gevşeklik; ne zayıflık ve ne de düşmana boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever." 43[43] Ulu'l-azm Peygamberleri, Peygamberlerin ileri gelenlerinden ve büyüklerinden olmaları itibariyle, insanlığı kurtuluşa ve şirk ile sapıklığın pençesinden kurtarıp tevhid ve iman nuruna ulaştırma yolundaki "Tevhid sancağını" yüklenmelerine müstahak olmalarının sebebi işte budur. 44[44]

İsrâ : 17/55. Ahkâf: 46/35. 40[40] Ankehut: 29/144. 41[41] Hûcl: H/40. 42[42] enbiyâ: 21/69-70. 43[43] Ali İmrân: 3/146. 44[44] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 29-31. 38[38] 39[39]

Hz. Muhammed (sav) ın, Nebilerin Ve Resullerin Efendisi Oluşu Resullerin en üstünü -aynı zamanda bu üstünlük, yaratıkların en seçkinliğini de beraberinde getirirve Nebilerin sonuncusu, Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v) 'dir. Bundan dolayı Hz. Muhammed (s.a.v) Peygamber olarak gönderilişinde Peygamberlerin sonuncusu ve makam, yer ve rütbe konusunda da onların en şereflisi ve en üstünüdür. Yüce Allah, Peygamberlik kapısını Hz. Muhammed (s.a.v) ile kapattığı gibi Peygamberlerine indirdiği vahyi de Kur'ân-ı Kerîm ile kapatmıştır. Buna göre Hz.Muhammed (s.a.v) , Peygamberlerin sonuncusu ve ümmetlerin ortanca olanıdır. Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değil. Fakat O, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. 45[45] İşte bu ayeti kerime; Hz. Muhammed (s.a.v) 'in, Peygamberlerin efendisi ve Nebiler ile Resullerin en üstünü olduğunu göstermektedir. Zira yüce Allah, bir Peygamber gönderdiğinde eğer Muhammed 'in zamanına yetişirse O'na mutlaka iman edeceğine, O'nun mutlak yardımcılarından olacağına ve O'na tabi olanlardan olacağına dair o gönderdiği peygamberden mutlaka ahit ve misâk almıştır. İşte bu, Hz.. Muhammed (s.a.v) 'in yüce kadri kıymetine ve üstünlüğüne delalet eden delillerin ve hüccetlerin en büyüklerindendir. Bu konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Allah, Peygamberlerden, "And olsun ki size,kitap ve hikmet verdim. Sonrada size yanımızdaki (o kitap ve hikmeti) tasdik eden bir Peygamber gelecektir. O'na mutlaka iman ve yardım edeceksiniz" diye misâk (ahit) 46[46] aldığı zaman, "İkrar ettiniz-mi ve uhdenize 47[47] bu ağır yükümü alıp kabul eylediniz mi?" dedi. Onlar, "İkrar ettik" dediler. (Allah'ta): "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim" dedi. 48[48] Hz.Muhammed (s.a.v) ; ahirette ki ve dünyadaki önderliğine dair, Allah'ın yalnızca kendisine bahşettiği bu mevki ve makamının yüceliğine işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde Adem oğullarının efendisi benim, bunu övünmek için söylemiyorum. Hamd sancağı benim elimdedir ve o gün Adem ve diğerleri (de dahil olmak üzere) bütün Peygamberler benim sancağımın altında olacaktır. Bunu övünmek için söylemiyorum. (Kıyamet gününde) ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen benim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Cennetin kapı halkalarını ilk açacak olan benim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Bunun sonucu olarak Allah, cennet kapısını bana açacak ve beraberimde müminlerin fakirleri olduğu halde beni cennete girdirecektir. Bunu övünmek için söylemiyorum. Allah katında, öncekilerin (geçmiştekilerin) ve sonrakilerin (gelecektekilerin) en değerli olanı benim. Bunu da övünmek için söylemiyorum." 49[49] Allame Kadı İyaz, "eş-Şifa" adlı kitabında; Resulullah (s.a.v) 'in diğer Peygamberlerin en değerlisi ve en üstünü olduğunu açıklarken Kur'ân-ı Kerîm'den güzel bir konuya temas etmiştir. İşte bu güzel konu şu şekildedir: "Yüce Allah Peygamberlere hitap etmiş ve onları kendi i-simleriyle nida etmiştir. Bundan dolayı Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) 'm durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz, ona: 'Ey İbrâhîm! diye seslendik. Sen (İsmail'i kurban ettiğine dair gördüğün) rüyayı gerçekleştirdin. Doğrusu Biz, ihsan edenleri böyle mükafatlandırırız." 50[50] Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) hakkında ise şöyle buyurmaktadır: 45[45]

Ahzab: 33/40. Misak: Yemin ve benzen bir şeyle desteklenmiş ahittir. 47[47] Yüce AİIah, bütün Peygamberlerden; Eğer Hz. Muhammed (s.a.v)'in zamanına ulaştıkları taktirde, O'na iman etmelerine, O'na yardım etmelerini, O'nun sancağı altında bulunmalarına ve O'na tabi olmalarına dair ahit almıştır. Bu da O'na verilen değerin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. 48[48] Ali İmrân: 3/81. 49[49] Tirmizi, Menakıb (3855). Tirmizî.bu hadisin, "Hasen" olduğunu söylemiştir. 50[50] Saffât: 37/105. 46[46]

"Ey Nûh! 'Sana ve beraberinde bulunan ümmetlere, biz-den bir selâmla ve bereketle in' denildi..." 51[51] Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) 'ı çağırışı hakkında şöyle haber vermektedir: "Buyurdu ki: Ey Mûsâ! Ben, seni, risâletlerimle, kelamımla bütün insanlardan mümtaz kıldım;' Şimdi şu sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. " 52[52] Yüce Allah, Hz. İsâ b. Meryem (a.s) 'a hitap ederek şöyle haber vermektedir: "Allah: 'Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara Allah'dan başka beni ve annemi iki ilah edininiz diyen sen misin?' dediği zaman, O, (şöyle) söyledi: 'Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemem bana yakışmaz." 53[53] Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Mu-hammed (s.a.v) 'in dışında geriye kalan bütün Peygamberleri (s.a.v) isimlendirilmiş oldukları kendi özel isimleriyle nida etmiş. Fakat Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in kadr-ü kıymetinin büyüklüğünü ve üstünlüğünün yüceliğini ortaya çıkarmak için ise, ona; Peygamberlik veya risalet vasfiyla hitap etmiştir. Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Biz, seni, (insanlara) hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik." 54[54] Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Sana da, mü'minlerden senin izince gidenlere de Allah yeter. Ey Peygamber! Müzminleri savaşa teşvik et..." 55[55] Yine hikmeti yüce olan Allah bu konuda şöyle buyunnaktadır: "Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et. E-ğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risalet (elçilik) görevini tebliğ etmiş olmazsın. Allah, seni, insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz. " 56[56] Yine şanı yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Kalpleriyle sana inanmadıkları halde a-ğızlanyla 'inandık' diyen (münafık) lar ile Yahudilerden, küfürde koşuşup yarışanlar seni üzmesin." 57[57] Şanı Yüce Allah'ın kendi kitabında, diğer Peygamberlere yaptığı hitap hususunda gelen ayetlerin bir benzerini (yanı onlara kendi özel isimleriyle hitap etme hususunda) açık bir isimle; Hz. Peygamber (s.a.v) 'e de aynı şekilde yaptığı bir hitabı (Kur'an'da) bulamıyoruz. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber (s.a.v) 'e işaret eden her ayeti kerime; ona, sadece Peygamberlik vasfıyla hitap etmekte olup Hz Peygamber (s.a.v) 'in isminin geçtiği ayeti kerimelerdeki herhangi bir a-yet: "Ey Muhammedi" şeklinde gelmemektedir. İşte bu durum, Hz. Peygamber (s.a.v) 'in kadr-ü kıymetinin büyüklüğüne ve Peygamberlerin en üstünü olduğuna işaret eden delillerin en güzel ve en hoş olanlarından birisidir." 58[58] Bundan dolayı Rabb'imin selâmı; kendi zamanında- hiçbir kimsenin, ona, sahabesi dışında değer vermediği, fakat Şanı Yüce Allah'ın büyük kıymet ve değer verdiği, öncekiler ile sonrakilerin efendisi kıldığı ve alemlere rahmet olarak gönderdiği, yaratıkların en seçkini olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in üzerine olsun... Hz. Peygamber (s.a.v) ile ilgili şu sözü söyleyen, ne güzel söylemiştir: "Muhammed; Allah'ın en seçkini, en merhametlisi ve A-rap olan ile olmayanın en hayırhsıdır." Şair Tayyibe ise Hz. Peygamber ile ilgili olarak şöyle der: "Rabb'in, kainatta rahmetini tecelli ettirmek istedi. Bundan dolayı da Hz. Muhammed (s.a.v) 'i, 51[51]

Hûd: 1/48. A'râf: 7/144. 53[53] Mâide: 5/116. 54[54] Ahzâb: 33/45. 55[55] Enfal: 8/64. 56[56] Mâide: 5/67. 57[57] Mâide: 5/41. 58[58] İmam Kadı İyaz, eş-Şifa. 52[52]

peygamberliğe seçti. Böylece onu, övülmüş vasıflarla süsledi. Bunun üzerine, bütün yaratılmışların üzerine efendi olmuştur." 59[59] Peygamberler Arasında Üstünlük Caiz Midir? Birisi, Kur'ân-ı Kerîm'de; "O'nun Peygamberlerinden hiçbirini, diğerlerinden ayırmayız (hepsine inanırız). " (Bakara: 2/285) buyrulduğu halde, Nebiler ile Resuller arasında nasıl üstünlük olur?" diye soru sorabilir. Buna şöyle cevap verilir: Ayeti kerimedeki Peygamberlerin arasını ayırmaktan kasıt; insanoğlunun, Peygamberlerden bir kısmına iman etmesi ve diğer kısmını da inkar etmesi demektir. Nitekim Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerden bir kısmının risâletine iman etmişler ve diğer kısmının risaletini ise inkar etmişlerdir. Buna göre onlar, Peygamberlerin arasını böylece ayırmış olmaktadırlar. 60[60] Şam Yüce Allah, bu manayı, Kur'ân-ı Kerîm'deki birçok ayctleriyle desteklemiştir. Bunlardan birisi de şudur: "Allah'ı ve Peygamberlerini inkar edenler ve 'Allah ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen, (Bunlardan) bir kısmına inanırız, diğer kısmını da inkar ederiz' diyen ve böylece (küfür ile iman) arasında bir yol tutmayı isteyen kimseler (yok mu?), işte onlar, gerçek kafirlerin ta kendileridir.Biz, o kafirlere, hor ve hakir edici bir azab hazırladık. 61[61] Peygamberlerin arasını ayırmaktan (bir kısmını diğe rlerine üstün tutmaktan) kasıt; Yüce Allah'ın açık Kur'an nassıyla, Peygamberlerin bir kısmını diğer bir kısmına üstün tutmasıyla ilgili değildir. Çünkü Şanı Yüce Allah, bu konuda şöyîe b u-yurmaktadır: "Biz, bu Peygamberlerin bir kısmını, diğer bir kısmından üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmım da çok üstün derecelere yükseltmiştir. Meryem oğlu İsâ 'ya, apaçık deliller Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 32-36. Yahudilerle Hıristiyanların batıl yollarından birincisi; Peygamberlerin bir kBmına İnanıp, bir kısmına inanmama lan dır. İşle bundan dolayı Cenab-ı Hak, "Allah'ı ve Peygamberlerini İnkar edenler." (Nisa: 4/150) buyurmuştur. Çünkü Yahudiler. Hz. Mûsâ ile Tevrat'a inanır. Hz.İsâ ile İncil'i inkar ederler. Hıristiyanlar ise, Hz.İsâ ve İncil'e inanır, Hz. Mubammed ile Kur'an-ı inkar ederler. Böylece onlar "Allah ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isterler" (Nisa: 4/50).Görüldüğü üzere onlar, Allah'a iman ile Peygamberlerine imanı birbirinden ayırmak isterler ve böylece (küfür ile iman) arasında bir yol lutmayı isterler. O yolda Peygamberlerin bir kısmına iman edip,'bir kısmını inkar etmektir.

59[59]

60[60]

Yahudiler ile Hıristiyanlar iki sebeplen dolayı gerçekten kafirler idiler: 1. Bir insanın Peygamber olduğunu gösteren delil, ancak mucizedir. Peygamberlik hususlarında bir delil olduğu zaman o delil nerede varsa, orada peygamberliğinde olduğuna kesin inanmak gerekir. Eğer biz, bazı yerlerde bir Peygamberlik iddiasında doğruluk olmaksızın mucizenin bulunabileceğini söylersek, Mucize ile bir peygamberin doğruluğuna delil getirmek güçleşir ve o zaman bütün Peygamberleri ınicar etmek gerekir. Binaenaleyh Peygamberlerden birinin peygamberliğini kabul etmeyen kimsenin, hepsini inkar etmiş olacağı sabit olmaktadır... 2. Peygamberlerden birini kabul, eğer Allah'a itaat ve hükmüne boyuiı eğmek için bütün Peygamberleri kabulü gerektirir. Fakat bu, riyaset elde etmek arzusu ile olursa o taktirde bütün Peygamberleri İnkar manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 8/391-392. Ank. 1988). (ç) 61[61] Nisa: 4/150- 151 (Bununla ilgili ayetler için bakınız: Bakara: 2/136, 251; Âli İmrân: 3/84; Nisa: 4/152).

verdik ve Onu Ruhu'I- Kudüs (Cebrail)'le destekledik..." 62[62] Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır; "And olsun ki, Biz, Peygamberlerden bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Davud'a da, Zebur'u verdik." 63[63] Buna göre Peygamberlerin bir kısmım diğer bir ki smma üstün kılma, ayeti kerimeden anlaşılmak! adır... Nitekim îmam Müslim'in, "Sahîh" adlı hadis kitabında geçtiği üzere bu ifadeyi, Resuîullah (s.a.v) 'in şu sözü de desteklemektedir: "Muhammed'in nefsini elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten olan bir Yahudi veya Hıristiyan, beni işitirde sonra benimle gönderilen (Kur'an)'a iman etmeden Ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." 64[64] Peygamberlerin Gönderiliş Sebebi: Hidayete ışık tutacak, üstünlüğü haber verecek, insanlık asında parıayan yıldızları ve alem için hay ir yollarını aydınlatacak kimseler olması için; İnsanları ebedi mutluluğa götürmedeki dosdoğru yolu gösterecek, İnsanları şirkin ve pu t-culuğun pencerelerinden kurtarıp izzet ve kemal dereceler ine yükseltecek nebiler, resuller, müjdeciler ve uyarıcıları İnsani a-ra göndermesi Şanı Yüce Allah'ın kullarına olan nimetinden... kullarına olan lüttunün güzelliklerinden... ve kullarına olan ihsanmdandır... Allah'ın yarattıkları hususundaki sünneti; bir toplul uğu hayra ve iyiliğe çağıracak, onları şer'den ve kötülükten nehyedecek bir Peygamber göndermeden önce o topluluğa azab etmeme şeklindedir. 65[65] İşte Allah'ın sünnetinin bu şekilde olmasının sebebi; ins a-noğlundan hiçbiri için bir mazeret kabul edilmemesi için "Biz, Peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edici değiliz. (İsra: 17/15) ve kıyamet gününde de insanların "Bize bir müj-deleyici ve uyarıcı gelmedi." (Maide: 5/19) dememeleri için veya insanların iman etmemelerinden ötürü, Allah'ın bu sününetini bir vesile edinmemeleri için yahut ta azabı hakketmedi k-lerini ileri sürerek yüce Allah'a bir delil getirmelerini

62[62]

Bakara: 2/253. İsrâ: 17/55. 64[64] Müslim. îman 70 (240). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 37-38. 65[65] Bu, Kur'an tarafından zihinlere farklı şekillerde işlenen diğer bir ilkedir. Burada Dahi adaletin uygulanmasında Elçinin önemi vurgulanmaktadır. Çünkü ceza veya mükafat, Elçinin getirdiği mesaja göre belirlenmektedir. Bu mesaj, ilgili kişilerin lehinde veya aleyhinde bir delil olarak kullanılacaktır. Aksi taktirde insanların cezalandırılması adil olmaz. Çünkü bu durumda insanlar, doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı, bu nedenle de cezalandırılmamaları gerektiği özrünü öne sürebilirler. Fakat Elçinin daveti belirli bir topluluğa ulaştıktan ve onlar bu daveti ret ettikten sonra onlar için hiçbir özür imkanı kalmayacaktır. Bazıları kendilerine sunulan daveti kabul etmek yerine, bu gibi ayetleri okuyarak sapıtırlar ve şöyle saçma sorular öne sürerler: 63[63]

"Hiçbir peygamberin tebliğini duymamış olanlar ne yapacaklar?" Bu tür insanlara verilecek en akıllıca cevap. Kıyamet gününde kendilerinin ne halde olacağı sorusudur. Çünkü onlara Elçinin tebliği ulaşmıştır. Diğer insanlara gelince, kimin daveti duyduğunu ve belirli bir kişinin ona karşı ne zaman, nasıl, ne dereceye kadar hangi tutumu takındığını en iyi Allah bilir. Kısacası, bir kimsenin cezalandırılması için gerekli şartlan hazırlayacak şekilde bir tebliğden haberdar olup olmadığını ancak Allah bilebilir. (Mevdudi. Tefhiımf 1-Kur' an: 3/89, İstanbul, 1986). (ç)

engellemek 66[66] içindir. . "Eğer Biz, daha önce (Kur'ân-ı Kerîm veya Resülullah 'dan önce) onları helak etseydik, muhakkak ki onlar; "Ya Rabbi! Bize bir bir Peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerine uysaydıkl diyeceklerdi" 67[67] Peygamberlerin İnsanoğluna Gönderiliş Nedeni? Peygamberlerin (Allah'ın salât ve selâmının en üstünü o n-larm üzerine olsun) gönderilmesinden maksat; Yüce Allah'ın emirlerini ve yasaklarını insanlara tebliğ etmeleri ile yine insanları, Şanı Yüce Allah'ın istediği dosdoğru yola götürmeleri ve istemediği yola götürmeme konusu nda Yüce Allah ile onun kullan arasında Elçiler olmaları; gidişatlarında, ahlaklarında ve tasarruflarında insanlara örnek olmaları içindir... Elçinin insanları ile bir araya gelmesi ve yine onların elç i-den, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını almasının mümkün olması gerekmektedir... İşte Şanı Yüce Allah'ın, kendisinin emirlerini ve nehiylerini tebliğ edecek ve i nsanlan, ahiret ile dünya mutluluğuna çağıracak Peygamberleri insanoğlundan göndermesinin işte sebebi budur. Eğer Peygamberler meleklerden olsaydı, insanların onla r-dan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini almaları veya onlarla bir araya gelmeleri güçleşirdi. Onların, Peygamberlere tabi olmama konusu, insanlar için bir delil olurdu. Bu da, onların şöyle demelerine sebep olurdu: "Onlar; Allah'ın bize gönderdiği, kimselerdir ve biz onlara tabi olmakla emrolunduk. Fakat onlar, bizim cinsimizden değildirler." Üstelik bir insan bile değiller. Onlar ancak meleklerdir. Bizim yaratılışımız, onl annkinden farklıdır. Bundan dolayı iki cins arasında uyuşma sağlanması mümkün değildir. Buna göre onlar, ahlak bakımından bizden daha üstün, amel bakımından bizden daha temiz ve makam bakımından bizden daha değerlidirler..." Çünkü melekler, tertemiz varlıklardır. Nitekim Şanı Yüce Allah, onlardan şöyle bahsetmektedir: "Allah 'in, kendilerine olan buyruğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır." 68[68] Melekler, Allah'a ibadet etme konusunda devamlı olup hiçbir şekilde ibadet etmekten geri kalmazlar. Yüce Allah k onuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Melekler, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) teşbih ederler." 69[69] Ayrıca melekler,insanların yediği gibi yemezler, 70[70] içtiği gibi içmezler ve onların içerisinde günah işlemeye istek ve a r-zulan yoktur. Çünkü onlar, çok değerli varlıklardır. Eğer insanlara gönderilen Elçi, melek olsaydı, insanlar ondan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini almada ve onunla bir araya gelmede zorluk çekerlerdi. Çünkü Elçi, insanlara, bu durumda insan şeklinde d eğil de, bir melek şeklinde gelmiş olacaktır. Buna göre m eleğin asli şeklini gören insanlar, korkuya kapılacak, yıldırım çarpmışa dönecekler ve ondan korkmuş olarak arkalarına doğru g eri dönüp kaçacaklardı. Çünkü bu duruma düşen insanlar, meleğin bu asli şeklini daha önceden bilmiyorlardı. Üstelik bu yüce varlığın bir benzerini de daha önceden görmemişlerdi. Bu yalanlayıcı kafirleri, Allah'ın kendilerine şu şerefli Resulü göndermeden önce ve üzerlerine bu Yüce Kur'an'ı indirmeden önce helak etmiş olsaydı, yüce Allah'a karşı, kendilerine bir resul göndermedi diye delil getirmeye ve itiraz etmeye kalkışırlardı. İşte Resul onlara gönderilmiş bulunuyor ve işte ayetler onların üzerine indirilmiş durumdadır. Yine de İman etmiyorlar ve O'na tabi olmuyorlar. Dolayısıyla onlar, kendileriyle uyarıldıkları her cezayı hak ettiler. (Said Havva, elEsas-ı fi't-Tefsir: 9/121, İstanbul, 1991). (ç) 67[67] Tahâ: 20/134. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 39-40. 68[68] Tahrîm: 66/6. 69[69] Enbiyâ: 21/20 70[70] Hûd: 11/69-70 66[66]

Rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) bir gün (Hıra mağarasına doğnı) yürürken birdenbire gökyüzünden bir ses işitmiş, başını kaldırmış ki; Hıra mağarasında kendisine gelen meleği (Cebrail'i), asli şekliyle gökyüzü ile yeryüzünü do 1-durmuş ve bir kürsü üzerinde oturur bir halde görmüş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) korkmuş ve titremeye başlamış, peşi sıra evine dönüp: 'Beni örtün, Beni örtün...' demiş." 71[71] Başka bir rivayette ise; Resulullah (s.a.v) başka bir sefer, Hz. Cebrail (a.s) 'ı; iki kanadı, doğu ile batı arasına doğru y a-yümış ve ufku kaplamış bir şekilde görmüştü. Eğer melek, onlara, insan şeklinde gelse, onlar bu d efada meleğin bu durumu hususunda şüpheye düşecekler ve bu d urum ise, onları, içerisinden çıkamayacakları bir duruma getir e-cek ve "Bize vahyi getiren o varlık, melek midir? Yoksa insan mıdır?" diye kuşkuya kapılacaklardır. Müşrikler, gönderilen elçinin insandan değil de meleklerden olmasını istediklerinde, Kur'ân-ı Kerîm, onların bu isteklerini ret etme mahiyetinde (bu manayı destekleyici seki 1-de) şöyle buyurmaktadır: "Müşrikler, (Muhammed'e, bizimde görebileceğimiz) 'Bir melek gönderilmeliydi' dediler Eğer Biz, (onların istedikleri şekilde) bir melek gönderseydik, elbette (onların helak olma) işi bitirilmiş olur, sonra da (tevbe etmeleri için) kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer Elçiyi bir melek kılsaydık herhalde onu bir insan suretinde gönderirdik ve onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük. (Bu sefer, 'Bu İnsan mı! Melek mi?' diye münakaşaya düşerlerdi)." 72[72] Bu ayeti kerimenin anlamı şu şekildedir: Eğer Biz, Elçiyi, inkarcıların önerdikleri gibi, melek küsak 73[73] bile, onların bir araya gelebilmeleri ve ondan Allah'ın emirl erini ve nehiylerini Buharı, Babu'l Vahy 3. Bu hadis talik olarak rivayet edilmiştir. Ayrıca İbn Hacer el-Askalani, FethiTl-Bari, 1/21. Resulullah (s.a.v), Hz. Cebrail (a.s) 'ı bir de, miraç gecesinde asli şeklinde görmüştür. (Ç) 72[72] En'âm: 6/8-9 73[73] a. İnsanlara, Peygamber olarak melek göndermek, apaçık ve ezici bir mucizedir. Meleğin o kafirlere (Peygamber olarak) indirilmesi halinde, Cenab-ı Hak'ında: "Eğer hakikaten Biz, onlara, melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı, her şeyi de onlara karşı kefiller olmak 71[71]

üzere bir araya getirip toplasaydık Onlar, Allah dilemedikçe yine iman edecek değillerdi... "(En'âm: 6/ 111) ayetinde de buyurduğu gibi. Onlar çoğu kez iman etmezler. Onlar iman etmeyince de, köklerinin kazınması suretinde tecelli eden bir azab ile helak edilmeleri vaciptir . Çünkü Allah'ın kanunu; apaçık ve ezici bir mucize zuhur ettiğinde, eğer onlar (buna rağmen) iman etmezlerse, onlara köklerinin kazınması şeklindeki azabın gelmesi cereyan eder. İşte onlar, o azaba müstahak olmasınlar diye Allah onlara melek olan bir Peygamber göndermemiştir . .. b. Onlar meleği görüp müşahede ettiklerinde, gördükleri şeyin dehşetinden onların canları çıkar, helak olurlar... Bunu şu şekilde açabiliriz: İnsanoğlu meleği gördüğünde, onu ya asli suretinde veyahut ta insan suretinde görecektir...Eğer asli suretinde görürse, insanoğlu sağlam kalamaz. Resulullah {s.a.v), Hz.Cebrail (a.s) :i asli suretinde görünce, kendinden geçmiş ve baygınlık geçirmiştir. Eğer insan suretinde görürse, bu durumda görülen şey, insan suretinde bir şahıs olmuş olur. Bu ise, aslında o ister melek olsun ve isterse insan olsundurumu değiştirmez. Bütün Peygamberler, melekleri, mesela; Hz. İbrâhîm (a.s) 'm ve Hz. Lût (a.s) 'm misafirleriyle ve Hz.Dâvud (a.s) 'a duvardan mescide tırmanan melekler (Sad: 38/ 21) ve Hz.Meryem'e kusursuz bir insan

alabilmelerini mümkün kılabilmek için Biz o meleği, insan oğlundan bir adam şeklinde kılardık. O zamanda bu iş yani meleğin bir adam şeklinde gelmesi durumu onları şüpheli bir duruma sokar. Bunun üzerine onlar, "O melek midir? Yoksa insan mıdır?'1 diye melek konusunda şüphe etmeye başlarlar ve Elçinin meleklerden olmasına dair istedikleri ilk andaki gid i-şatlarına ve görüşlerine dönerler. AUame Kurtubî, "el-Camiu-Ii Ahkami'l-Kur'an" adlı tefsirinde, Yüce Allah'ın "Eğer Biz, Elçiyi, bir melek takaydık, herhalde onu bir insan suretinde gönderirdik." (Enam: 6/9) ayetini açıklama mahiyetinde şöyle der: "insanlar, meleği asli suretinde görmeye güç yetir emezler, ancak çeşitli şekillere büründükten sonra onu g örebilirler. Çünkü her cins, kendi cinsinden olan varlığı sever ve kendi emsinin dışındaki varlıktan nefret duyar. Buna göre eğer Yüce Allah, elçiyi, insanlara bir melek olarak gönderseydi, insanlar onunla karşılaşmaktan nefret duyarlar ve onunla birlikte o 1-maktan kaçınırlar ve meleğin, kendilerine Allah'ın emir ve yasaklarına dair söylediği sözlerden dolayı korkuya kapılıp birbirlerine girerlerdi veya onun sözlerinden vazgeçip ondan sakınırlar ve ona soru sormaktan da kendilerini akkorlardı. Buna göre Yüce Allah'ın, Elçiyi, melek olarak göndermesi insanlara bir fayda ve menfaat sağlamayacaktı. Eğer Yüce A1lah, onlara gönderdiği meleği, melek suretinden siy irip çıkarıp onların suretine benzer bir suretle gö nderse, bu defada onlar, onunla arkadaşlık kurarlar ve onun haline alışıp: "Sen! Melek değilsin, sen ancak bir insansın. Bundan dolayı biz sana iman etmeyiz" derler ve Hz. Muhammed (s.a.v) 'e dair: "O, bir insandır. Onunla melekler arasında bir fark yoktur" dedikleri zaman ki hallerine ve görüşlerine dönerler. Buna göre onlar, bu fikirleriyle insanların kafasını karıştırırlar ve insanları şü p-heye düşürürler. İşte Şanı Yüce Allah daha iyi bilir ya, eğer onlara insan şeklinde bir melek indirseydi (onların da y aptıkla-n gibi) yine de ondan şüphe etmeye dair bir yol bulurlardı." 74[74] Şanı Yüce Allah ayeti kerimede, Elçinin, meleklerden d e-ğil de insanlardan olmasının başka bir hikmetini de a nlatmıştır ki, o da şudur: "Gönderilen Elçinin kendilerine gönderilenin cinsinden olması gereğidir. "Buna göre yeryüzünde ikamet etmekte olanlar (insanlar değil de) melekler olsaydı, Yüce A1lah, onlara, melek olan bir Elçiyi" gönderirdi. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Zaten onlara (Allah 'tan bir) hidayet (elçi) geldiğinde, insanların çoğunu ona inanmaktan alıkoyan sadece: 'Allah, Elçi olarak bir insanı mı göndermiştir?' demeleri olmuştur. (Ey Muhammed! onlara) Eğer yeryüzünde yerleşip dolaşmakta olan melekler olsaydı, Bizde onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik de." 75[75]

şeklinde görünen Cebrail gibi, daima bir insan suretinde görmüşlerdir.. . c. Peygamber olarak melek göndermek, inanmaya mecbur eden ve irade ve iradeyi ortadan kaldıran apaçık ve ezici bir mucizedir. Bu ise, teklifin sıhhatini zedeler. d. Peygamber olarak melek göndermek, her ne kadar zikredilen şüpheyi ortadan kaldırsa bile, ancak ne var ki bir başka yönden de şüpheleri kuvvetlendirir. Bu böyledir, zira o meleğin elinde zuhur edecek olan her mucize hakkında onlar; "Bu, senin kendi isteğin ve gücünle) yaptığın bir iştir. Eğer, senin eîinde olan kudret, kuvvet ve İlim bizim elimizde olsaydı senin yaptığının aynısını bizde yapardık..." derlerdi. Böylece biz, Peygamber olarak melek göndermenin, her ne kadar daha Önce zikredilmiş gerekçeler bakımından şüpheleri giderici olsa bile, bunun bu bakımlardan da var oian şüpheleri güçlendirici olduğunu anlamış olduk. (Bazı değiştirmeler ve eklemelerie B.k.z: Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 9/336, Ankara 1988). (ç) 74[74] İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'İ-Kur'ân, 2/394. 75[75] İsrâ: 17/94-95. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 41-45.

Müşriklerin, Hz.Muhammed (s.a.s)'in Peygamber Olarak Gönderilişine İtirazları: Müşrikler, Hz.Muhammed (s.a.s)'in Peygamber olarak gönderilişine itiraz ederek, "Peygamberlik iddiasında bulunan o zat, nasıl insanoğlundan olur? O da bizim gibi yiyen, içen, gece olduğunda uyuyan, çarşılarda ve sokaklarda gezip dolaşan bir insandır!!" dediler. Onlar, Resulullah (s.a.v) 'i yalanlamak ve onun risâletine itiraz etmek için bu çareye başvurdular. Zira onlar, Resulullah (s,a.v) 'in, Peygamberliğe uygun olduğuna dair onunla birlikte bir delil, bir destekçi ve bir melek; bol mal, büyük hazineler, zengin bahçeler ve krallar ile büyük kimselerin adeti olan bütün dünya güzelliklerinin ve nimetlerinin olmasını istediler. Bu isteklerinden sonra Resulullah (s.a.v) 'i fakir ve yetim olarak gördüklerinde, böyle bir şeyi yani peygamberi bu şekilde göndermesini Allah'a yakıştıramadılar. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v) 'in asaletini kabul etmediler ve bununla da kalmayıp: "Muhammed, bir sihirbazdır. Dilinin tatlılığı ve konuşmasının güzelliğiyle insanları büyülemektedir. Onun getirdiği de ancak öncekilerin hikayelerinden ibarettir" diyorlardı. Yüce Allah, Furkan Sûresinde bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Onlar (bir de): 'Bu ne biçim Peygamber ki, (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda geziyor dolaşıyor! Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olarak bir melek indirilmeli değil miydi? yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (zorluk çek-meksizin geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalı değil miydi?' dediler. O zalimler (müminlere), 'siz olsa olsa büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!' dediler. (Resulüm)! Senin hakkında bak,ne biçim misâller getirdiler. Onlar böyle sapmışlardır ve artık (hidayete) hiçbir yol bulamazlar. Allah'ın Şanı yücedir ki O, dilerse sana bunlardan daha iyisi olan; alt. tara-fından ırmaklar akan bahçeleri verir ve sana sarayları da ihsan eder. Onlar üstelik o (kıyamet) saatini de yalan saydılar. Biz ise, o vakti yalan sayanlar için alevli bir ateş hazırladık. " 76[76] Böylece her asır ve zamanda az da olsa değişmeyen ve aynı zamanda bir düşünce sistemi olarak, şirk ve sapıklık düşüncesini bulmaktayız. Kendini üstün gören ve inatçı müşriklerin, Allah'ın, kendilerine gönderdiği Peygamberin asli şeklinin (insandan mı? yoksa melekten mi? olması gerektiği) konusunda birbirlerine: "O (Muhammed) de bizim gibi bir insandır. Zira O da, bizim yediğimiz gibi yiyor, bizim içtiğimiz gibi içiyor ve bizim geceleyin uyuduğumuz gibi uyuyor! Buna göre Allah, peygamberi, niçin meleklerden göndermiyor ? veya büyük ve ileri gelen kimselerden yahut ta zengin, hükümran ve servet sahibi kimselerden göndermiyor?" şeklindeki şüphelerinden dolayı, onlara, insan şeklinde peygamberini göndermiştir. Yüce Allah Hz. Nuh (a.s) 'm kıssasmdaki küfrün ve inadın durumunu şöyle anlatmaktadır: "Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik. (O da): 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilahınız yoktur. Hala sakınmaz mısınız?' dedi. Bunun üzerine, kavminin içinden kafir olan liderler topluluğu, "Bu (Nûh)! tıpkı sizin gibi bir insan olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (Peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle (Allah'a kulluk etme gibi) bir şey duymadık Bu (Nûh)! yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyleyse, bir süreye kadar ona katlanıp (durumu) gözetleyin bakalım' dediler. " 77[77] Yine Yüce Allah, Hz. Hûd (a.s) 'm kıssasmdaki Ad kavminin durumunu şöyle anlatmaktadır: "0 (Hûd) 'un kavminden, kafir olup ahirete ulaşmayı inkar eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler, "Bu (Hûd)! Sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer. Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz. Size, öldüğünüz toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (tekrar) meydana çıkarılacağınızı mı va 'd ediyor? Bu size vad edilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!' dediler." 78[78] Yine Yüce Allah, Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn (Allah'ın salât ve selâmı ikisinin üzerine olsun) 76[76]

Furkân: 25/7-11. Mü'minÛn: 23/23-25. 78[78] Mü'minûn: 23/33-36. 77[77]

Peygamberlerin doğruluğu hususunda, ileri gelenleriyle birlikte zalim Firavun'un temsil ettiği "azgınlığı""şöyle anlatmaktadır: "Mucizelerimiz ve apaçık bir delille (veya fermanla) Mûsâ ve kardeşi Hârûn Firavuna ve ileri gelenlerine gönderdik. Bunun üzerine onlar, kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim, oldular. Bu yüzden onlar: 'Kavimleri bize kölelik ederken, bizim benzerimiz (gibi insan) olan bu iki adama inanacak mıyız?' dediler. Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular." 79[79] Yüce Allah, daha sonrada Peygamberlerin efendisi olan Hz.Muhammed b. Abdullah'ın (s.a.v) daveti karşısında Kureyşli kafirlerin durumunu şöyle anlatmaktadır: "Onlar, seni gördükleri zaman, 'Bu mu Allah 'in Peygamber olarak gönderdiği!' diye hep seni alaya alıyorlar. Üstelik onlar, İlahlarımıza inanmakta sebat gösteımeseydik, gerçekten O bizi neredeyse ilahlarımızdan saptıracaktı' diyorlar. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler!" 80[80] Gerçekten de bu durum, azda olsa değişmeyen bir durum ve Allah'ın, kafirlere azgınlık, inat ve kendini üstün görme konusunda mühlet verdiği bir durumdur... Çünkü müşrikler, insanlara gönderilen peygamberin, insanoğlundan olup da meleklerden olmayışı konusundaki Allah'ın ezeli hikmetinde, azgınlaşarak doğruyu göremediler. Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Senden Önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden (veya insanlardan) başkasını (Peygamber olarak) göndermedik. Eğer: bilmiyorsanız, zikir (ilim) ehline sorun." 81[81] Peygamberlerin Önemli Oluşu İnsan aklı, iyilik ile kötülüğü birbirinden ayırt etmeye tek başına yeterli değildir, çünkü birtakım yerlerde insanın ancak vahy ve şeriat yoluyla bilmesi mümkün olan bazı büyük gaybi işler söz konusudur. Örneğin; Yüce Allah'a iman, yüce sıfatlarına iman, meleklere iman, öldükten sonra dirilmeye iman, kıyamet gününde olacak olan dirilmeye vb. gaybi işler gibi. Şanı Yüce Allah, kafirlerin mazeretlerini boşa çıkarmak ve kıyamet gününde Allah katında onların bahanelerinin kalmaması için insanlara uyarıcılar göndermiştir. Peygamberler göndermesinin hikmeti işte budur. Nitekim Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Peygamber (geldikten) sonra, insanların Allah'a karşı i-leri sürebilecekleri bir bahaneleri olmaması için (Biz), Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderdik). Allah, aziz ve hakimdir." 82[82] Peygamberler, insanlar için bir örnektir; sözlerinde, davranışlarında ve övülmüş özelliklerinde insanlara örnek olurlar. Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberler), Allah 'in hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammedi) sen de, onların hidayet yoluna uy..." 83[83] İnsanlarm,kendilerini hayra çağıran davetçinin ve hidayet nuru ile irfana götüren yol göstericinin gösterdiği dosdoğru yolu tutması gerekmektedir. İşte bundan dolayı Allah, hidayete ışık tutmaları ve üstünlüğü haber vermeleri; İslam'ın nur 'unu ve ışığını, dünyanın her tarafında kurulmuş devletlerin içlerine kadar yaymaları için Peygamberler göndermiştir... Peygamberler, görevleri, yüce ve önemli olan kimselerdir. Peygamberlerin bu durumunu birazdan açıklamaya çalışacağız. 84[84]

79[79]

Mü'minûn : 23/45-48. Furkân: 25/41-42. 81[81] NahI: 16/43. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 45-49. 82[82] Nisa: 4/165. 83[83] En'âm:6/90. 84[84] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 50. 80[80]

Peygamberlerin Görevleri Peygamberlerin görevleri şunlardır: 1. İnsanları, Kahhar ve tek Allah'a ibadet etmeye davet etmek: Bu, hakikatte temel bir görevdir. Zira gönderilen Peygamberlerin bu görevleri, büyük bir öneme sahiptir. Bu görev, insanlara; Şanı Yüce Allah'ın birliğine iman etme ve ibadeti, Allah'ın dışında kalan ilahlara değil de sadece O'na mahsus kılmayı bildirmektir. Nitekim Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Senden önce gönderdiğimiz her peygambere mutlaka 'Benden başka hiçbir ilah yoktur, yalnızca Bana ibadet edin diye vahy etmişizdir." 85[85] Yine Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, Biz, her ümmete, 'Allah'a kulluk edin, Tağutlardan kaçının' diye tebliğde bulunması için bir Peygamber gönderdik. Sonra Allah (bu ümmetlerin) içlerinden, kimini hidayete erdirmiş ve kiminin üzerine de sapıklık hak olmuştur." 86[86] 2. Şanı Yüce Allah'ın emirlerim ve yasaklarını, insanlara tebliğ etmek: İlahi emirleri insanlara tebliğ edecek bir tebliğci gerekmektedir. Bu tebliğcinin de, emirleri ve yasakları Allah"tan alabilmesi için insanoğhmdan olması gerekmektedir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce Allah (daha öncede anlattığımız üzere) ezeli hikmeti gereği,bunun, böyle olmasının daha iyi olacağını bildiğinden dolayı Peygamberleri, insanoğlundan seçmiştir. Peygamberler, Allah'ın, kendilerine verdiği bu görevi en güzel bir şekilde yerine getirdiler. Buna göre Peygamberlerden hiçbirisi Allah'ın, kendilerine verdiği bu görevi yani insanları Allah'a davet etme görevini yerine getirmekten geri kalmadılar. Kur'ân-ı Kerim bu Peygamberler hakkında şöyle demektedir: "O Peygamberler ki Allah'ın, kendilerine göndermiş olduklarını tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka hiçbir kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah herkese yeter." 87[87] Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) 'e hitaben, risalet görevini tebliğ etmesini şöyle açıklamaktadır: "Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et, Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risaletini (elçiliğini) tebliğ etmiş olmazsın. (Bu görevini yerine getirmek istediğinde) Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz." 88[88] 3. İnsanları hidayete erdirmeye çalışmak ve onları, dosdoğru yol olan İslam'a götürmek: Bu görev bütün Peygamberler için çok önemli bir görevdir. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) 'm durumu hakkında şöyle buyurmaktadır: "Biz, Mûsâ 'yi, 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah'ın günlerini hatırlat diye onu mucizelerle gönderdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır." 89[89] Nitekim Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in durumu hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Yine Allah 'in izniyle bir davetçi ve nur saçan bir lamba olarak gönderdik." 90[90] 4. Peygamberlerin, insanlığa güzel bir örnek ve iyi bir model olması: Buna göre Peygamberler, (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) bütün insanlığa güzel bir Örnek ve iyi bir modeldirler. Bundan dolayıdır ki Şanı Yüce Allah, bize, Peygamberlere uymayı ve onların bulundukları yol üzere yürümemizi emretmiştir. Aynı zamanda Allah, onları, mükemmel olma hususunda bir örnek ve üstünlüğe de bir ad kılmıştır. Çünkü onlar, akıl yönünden insanların en 85[85]

Enbiyâ: 21/25. Nahl: 16/36. 87[87] Ahzâb: 33/9. 88[88] Mâide: 5/6. 89[89] İbrahim: 14/5. 90[90] Ahzâb: 33/45-46. 86[86]

uygun olanı, gidişat yönünden insanların en temiz olanı ve derece ve mevki yönünden de insanların en değerli olanıdır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, Resulullah'da, sizin için, Allah'a ve ahir et aününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için en mükemmel bir örneklik vardır. " 91[91] Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberler), Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidayet yoluna uy." 92[92] 5. İnsanlara; öldükten sonra dirileceklerim, sonlarının ne olacağını hatırlatmak ve ölümden sonraki halleri bildirmek: Bu konuya bir çok ayetler işaret etmektedir. Bunlardan birisi de Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağını bildirerek sizi uyaran Peygamberler gelmedi mi? (der onlarda) 'Ey Rabbimiz! Kendimiz aleyhine olarak (buna) şahidlik ederiz' diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece gerçek kafir kimseler olduklarına, kendileri de, kendi aleyhlerinde şahid oldular. Bunun sebebi şudur: 'Rabb'in, halkı habersiz bulunurken (yaptıkları) zulüm sebebiyle, memleketleri helak edici değildir." 93[93] 6. İnsanları; geçici dünya hayatından, ebedi olan ahiret hayatına önem vermeye yöneltmek: Buna göre Yüce Allah Peygamberleri, insanların bakışlarını geçici dünya hayatından ebedi ve kalıcı olan ahiret hayatına yöneltmek için göndermiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı." 94[94] Yine Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma isteğinden ibarettir." 95[95] 7. insanlara, Allah katında ileri sürebilecekleri bir bahane bırakmamak: Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Peygamberler (geldikten) sonra, insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri (hüccetleri ve delilleri) olmaması için (Biz), Peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik." 96[96] Yani Allah, yarattıklarından birisi; (Peygamber geldikten sonra) "Eğer Allah bana bir Peygamber göndermiş olsaydı, (gönderilen o peygambere) iman eder ve itaat ederdim" demesi şeklindeki mazeretlerini boşa çıkarmak için insanlara, müjde-leyici ve uyarıcı olarak peygamberlerini göndermiştir. Böylece Allah, Peygamber göndermek ve kitap indirmekle, insanoğlunun yapabileceği bu gibi itirazların önünü almıştır. Nitekim Yüce Allah Tâhâ Sûresinde bunu şöyle haber vermektedir: "Eğer Biz, bundan Önce onları helak etseydik, muhakkak ki onlar: 'Ya Rabbi! Bize bir Peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden Önce ayetlerine uysaydık' diyeceklerdi." 97[97] İşte kısaca naklettiğimiz bu başlıklar, Peygamberlerin, (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) en önemli görevleridir. Başarıya ulaştıran ve dosdoğru yola ileten, şüphesiz ki Allah'tır. 98[98]

91[91]

Ahzâb: 33/21. En'âm: 6/90. 93[93] En'am: 6/130-131. 94[94] Ankebut: 29/64. 95[95] Hadîd: 57/20. 96[96] Nisa: 4/165. 97[97] Tâhâ: 20/134. 98[98] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 51-55. 92[92]

Iİ KIİNCIİ BOÖ LUÖ M

PEYGAMBERLERİN DAVETLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Davetin Şekilleri Ve Özellikleri Peygamberlerin Davetlerinin Özellikleri Nelerdir? Peygamberlerin (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) davetlerinde bulunan en önemli özellikleri ve şekilleri kısaca şöyle Özetleyebiliriz: 1. Peygamberlerin daveti Rabbanidir. Yani onların daveti, Şanı Yüce Allah'tan gelen teklif ve vahiy iledir. 2. Peygamberler, Peygamberlik görevini yaparken insanlardan bir ücret istemeyip aksine ücretlerini yalnızca Allah'tan istemeleri, 3. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için uğraşmaları ve ibadeti, yalnızca Şanı Yüce Allah'a yapmaya çağırmaları 4. Davette kolaylık göstermeleri, zorluk göstermemeleri veya sözü anlaşılır bir şekilde söylemeleri. 5. Peygamberlerin, davetinde mevcut olan hedefi ve amacı insanlara açıklamaları. 6. Dünyada zühd hayatı yaşamaları ve ahireti, dünya haya-tma tercih etmeleri. 7. Tevhid akidesini insanların arasına yerleştirmeleri ve gayba iman konusunu sağlamlaştırmaları. İşte bunlar, Peygamberlerin davetinde bulunan özelliklerin £n önemlileridir. Bu Özelliklerden her birini izah ederek açıklamaya çalışacağız. Allah, kendisinden yardım istenilendir. 1[1] Birinci Özellik: Peygamberlerin davetinin Rabbani oluşuna gelince, bununla anlatılmak istenilen şudur: "Peygamberlerin daveti, Şanı Yüce Allah'tan gelen teklif ve vahiy iledir. Zira Peygamberlerin bu daveti, insanların yaşadığı üzüntü verici halleri araştırma veya onların düşüncelerinin incelenmesi sonucu olmadığı gibi insanların yaşadıkları zamanda ortaya çıkmış zulüm, bağy, sapma ve zorbalığın sosyal unsurlarında bir sonucu da değildir... Bunların aksine Peygamberlerin daveti, Allah'tan gelen bir vahy ve Şanı Yüce Allah'tan gelen bir teklif iledir. Buna göre Peygamberlerin getirdiklerinin hepsinin kaynağı vahiydir. Çünkü Yüce Allah'ın insanlara gönderdiği her Peygamber şöyle soy temekteydi: "Ben ancak bana vahyolunan şeye uyarım." 2[2] Bu ayeti kerimeden 3[3] de anlaşıldığı üzere; Peygamberler i-çin, Şanı Yüce Allah'tan kendilerine vahyolunan emirleri ve yasakları insanlara tebliğ etme vardır. Üstad Ebu'I-Hasen en-Nedvi (Allah onu her türlü kötülüklerden korusun) "en-Nübüvvet ve'1Enbiyâ" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Seçkin kimselerin en önemlileri ve ilkleri, Peygamberler topluluğudur. Zira onların, insanların arasına yaydıkları ilim, davet ettikleri akide, insanların arasına yerleştirmeye çalıştıkları dava; Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 59. Enam: 6/50, Ahkâf: 46/9. 3[3] Fahrcddin er-Râzî. bu ayet ile ilgili olarak şöyle der: "Bu ayetin dış görmüşü, Hz. Peygamber (s.a.v)'İn ve diğer Peygamberlerin, ancak vahiy ile hareket ettiğini gösterir. Bu ayet, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ve diğer Peyganberlerin- kendiliğinden hiçbir hüküm vermediğine ve ietihad etmediğine aksine bütün hükümlerin vahiyden sadır olduğunu göstirir. Bu husus, "O, kendi nevasından söz söylemez. O. kendisine ilka edilen bir vahiyden başkası değildir." (Necm: 53/3-4) ayetleriyle de kuvvet kazanmaktadır." (Fahreddin er-Râzî, age. 9/442. Ankara, 1988) (ç). 1[1] 2[2]

onların, zekalarından, izzet-i nefislerinden veya i-cinde yaşadıkları hayatın, ihmal ettiklerini araştırmalarından yahut önemli hissi duygularından ve feyizli kalplerinden veya hikmet dolu geniş tecrübelerinden kaynaklanmaktadır. Kısacası bunların hiçbirisi değildir. Bunların aksine onların davet ettikleri akide ve insanların arasına yerleştirmeye çalıştıktan davanın kaynağı, vahiy ve rİsâlettir. Çünkü Peygamberler, bunun için seçilmiş ve bununla değer kazanmışlardır... Bundan dolayıdır ki Peygamberler; filozoflarla, liderlerle, ıslahatçılarla ve insanlığın, düzgün tarihi ile uzun savaşları sonucu yetiştirilen ileri gelenlerinin oluşturduğu sınıfların hiç biriyle ölçülemezler. Çünkü filozof, lider ve ıslahatçıların yaptıkları; içinde bulundukları konumlarının bir sonucu, hikmetlerinin bir fidanı, çevrelerinin bir yankısı ve yaşadıkları toplumlardaki anarşi, bozgunculuk vb. hareketlere karşı koyma şeklinde ortaya çıkan bir harekettir... Bu iki topluluk arasındaki ayırıcı sözü, Kur'ân-ı Kerîm, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'in lisanıyla şöyle açıklamaktadır: "(Ey Muhammed!) Deki: 'Eğer Allah dileseydi, Kur'an-ı size okumazdım. Hiçbir suretle de size onu bildirmezdi.' Ben, bundan Önce içinizde bir ömür boyu yaşamıştım. Siz hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" 4[4] Yine Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'inde konuyla ilgili olarak şöyle bu vurmaktadır: "işte böylece (senden Önceki Peygamberlere veya sana nitelediğimiz şekliyle vahiy halleriyle) sana da buyruğumuzdan bir ruh 5[5] vahyettik Sen, kitap nedir? İman nedir? (vahiyden önce) bilmezdin. Fakat Biz, onu (Kur'ân-ı Kerîm'i), kullarımızdan dilediğimizi doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sende dosdoğru bir yol (olan İslam)a davet etmektesin." 6[6] Yine Kur'ân-ı Kerîm, risalet için seçilmiş Peygamberlerin asaletinin tabiatı, başlangıcı ve kaynağı hakkında şöyle açıklamada bulunmaktadır: "O (Allah), kendi emriyle kullarından kimi dilerse ona ruhfvahiy) ile 'Benden başka hiçbir ilah olmadığım inzar edin, benden sakının' diye melekleri indirir." 7[7] İşte bundan dolayı Peygamberler, dahili kişisel unsurlara veya harici-tarihseF olaylara boyun eğmezler. Zira şartlar, durumlar, şekiller ve toplumsal olaylar değiştiği halde Peygamberlerin risâletinde bir değişme söz konusu değildir. Yüce Allah, Resulullah (s.a.v)'e dair şöyle buyurmaktadır: "(0), kendi arzu ve isteğine göre söz söylemez. Onun konuşması ancak kendisine vahyolunan bir vahiy iledir." 8[8] Bu ayette de görüldüğü üzere; Hz. Peygamber (s.a.v), (ve diğer Peygamberler,) risâletinde ve Allah'ın hükümlerinde bir değiştirme, tahrif etme, eksiltme ve bunları düzeltip daha iyi bir şekli koymaya güç yetiremez. Sadece kendisine vahyolunana tabi olmakla mükelleftir. Yüce Allah, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)'e bu konuda hüccet olması sebebiyle telkin ederek şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi Senden, Kur'an-ı değiştirmeni ve onun yerine başkasını getirmeni isteyenlere: 'Onu kendiliğinden değiştirmem, benim için olmayacak şeydir. Ben, bana vahyolunandan başkasına tabi olmam. Eğer Rabb'ime isyan edersem şüphesiz büyük gün (olan Jayametjin azabından korkarım ' de.' İşte buraya kadar anlatılanlar; Peygamberler ile filozoflar ve büyük kimseler arasında ortaya çıkan temel farklılıkları göstermektedir. Zira Peygamberlerin risâleti, mücadeleleri, savaşları, çevreleriyle olan durumları, kültürleri ve sünnetleri vardır. Filozof ve büyük kimseler ise devamlı olarak çevreyi, toplumu, şartları ve durumları gözden geçirip menfaati ve politikayı gözetirler. Politika ve menfaati 4[4]

Yûnus: 10/16. Saki Havva, ayette geçen "ruh" kelimesiyle ilgili olarak şöyle der: "Bundan maksat. Kuran-ı Kerim'dir. Ncsetî de derki: "Yüce Allah "ruh ile, Rcsulullah (s.av);a vahyettİği Kur'ân-ı Kcrîm'İ kas (çimektedir. Çünkü ceset, ruh ile hayat bulduğu gibi insanların dini de, Kur'ân-ı Kerîm ile hayat bulur". (Said Havva, el-fcsası ti't- Tefsir. 13/171, İstanbul. 1992) <ç>. 6[6] Şura: 42/52. 7[7] Nahl: 16/2. 8[8] Necm: 53/3-4. 5[5]

ilgilendiren durumların ve şartların çoğuna da boyun eğerler. Bundan dolayı çıkarları ve menfaatleri için bir çok konularda mücadele ederler, gruplarla pazarlık ederler ve bir çok şeyi menfaat sağlayacak şeylerle değiştirirler ve çoğunun sarıldığı temel prensip ise: "Zaman nasıl dönerse sen de Öyle dön" yani zamana göre hareket et." 9[9] Buna göre Ebu'I-Hasen en-Nedvi'den aldığımız bu alıntı; filozofların, büyük kimselerin ve ıslahatçıların davasının aksine para, mevki, makam, yöneticilik gibi önemli olan konularda, davasından vazgeçmesi şartıyla pazarlığı kabul bile etmeyen peygamberin gidişatnıdaki ve metodundaki net ve açık farkı bize açıklamaktadır... Müşrikler de, Resulullah (s.a.v)'a, cömert tekliflerde bulunmuşlardı ki bunlardan bazıları şunlardır: 1. Müşrikler, davasını terk etmesi karşılığında Resulullah (s.a.vye; kendilerinin üzerine hükümdar olmasını, 10[10] 2. Mekkeli kadınlardan dilediği ve istediğiyle evlendireceklerini, 11[11] 3. Kendilerine ait değerli mallarını ona vereceklerini, 12[12] 9[9]

Yûnus: 10/15. Faziletli Üstad Hasan en-Nedvi, en-Nübüvvet ve'1-Enbiyâ, s. 35 Rivayetlere göre; Mekkeii müşrikler ilk önceleri, Resulullah (s.a, v. )'ı, amcası olan Ebu Talib'e şikayet ediyorlardı. Ebu Talib ise onları güzel bir şekilde saviydu. Bu sefer müşrikler, Ebu Talib'e, Hz. Muhammed (s.a.v)'e karşılık kendsiiıe, Velid b. Muğire'nin oğiu Âmmare'yi verme teklifinde bulundular. Ebu Talib ise onların bu tekliflerini de kabuî etmedi- Zira Ebu Talib, ne yeğeninden vazgeçebil-yor ve ne de müşrikleri kızdırmak istiyordu. Sonunda, yeğeni Hz. Mu hammed (s.a.v)1! yanma çağırtıp ona, davasından vazgeçmesini yada eğer bunu yapmak istemezse, davetini biraz hafifletmesini istedi. Hz. Hamza'nın da Müslüman olm-sından sonra Mekke'de yaşayan Müslümanlar biraz olsun güçlenmişlerdi. Bunu gören müşrikler taktik değiştirerek Resulullah (s.a.v)'a başka teklifferle geldiler. İlk teklif de bulunan, Kureyş içerisinde önemli bir yere sahip ve İleri gelen kimselerinden olan Utbe b. Rebia'dır. Utbe, Resulullah (s.a.v)'a giderek ona: "Senin şu getirdiğin ve üzerinde direnip durduğun işle, eğer mal ve servet istiyorsan; sana bizimkinden daha çok malın oluncaya kadar mallarımız dan toplayıp \erelim. Eğer bununla aramızda, daha büyük şan ve şeref kazanmak istiyorsan seni kendimize büyük ve ulu yapalım ve senden başkası ile bütün ilgmizi keselim. Eğer bu işinle hükümdar olmak istiyorsan, seni kendimize hükümdar yapalım." şeklinde bir teklifte bulundu.Resuhıllah (s.a.v) ise onun bu tekliflerini kabul etmedi, (ç) 10[10]

İkinci olarak İse aralarında Velid b, Muğire, As b. Vail olmak üzere müşriklerden bir grup Resulullah (s. a.v.)'in yanma gelip ona: ''En zengideri olacak kadar mal vermeyi, kızlarının en güzeli ile evlendirmeyi, buna karşılık onun; putlara dil uzatmaktan veya yaptıkları şe>le ri akılsızlıkla suçlamaktan vazgeçmesini teklif ettiler. Resulullah (s a.v.)'İn, getirdiği hak davetten dönmediğini gören Mekkeli müşrikler bu seferde ona: "Bir gün sen bizim putlarımıza tap, bir günde biz senin ilahlarına taparız" dediler. Resulullah (s.a.v), bu teklifi de kabul etmedi. Bunun üzerine bunu açıklar vaziyette "Kalîrun Sûresi" indi. (ç). 12[12] Üçüncü olarak ise: Kureyş'in ileri gelenleri, toplu halde Resulullah (s.a.v);in yanına giderek ona; başkanlık ve mal teklifinde bulundular. 11[11]

Resulullah (s.a.v) ise onların bu teklifini de kabul etmedi. Resulullah (s.a.v)'in, bu teklifleri de kabul etmediğini gören müşrikler, bu seferde ondan; Mekke'deki dar vadileri; kıtlık ve sıkıntı veren Mekke'deki dallan kaldırması için Rabbine dua etmesini ve onların yerine, Şam ve Irak'ta olduğu gibi ırmaklar akıtmasını, ovalar yapmasını ve ayrıca geçmiş baba ve ataların] özellikle de Kusay b. Kilab'ı dirilre-sini ve kendisinin Peygamber olduğunu tasdik etmesi gibi şeyler istediler. Resulullah

4. Mal ve kıymetli ticaret eşyalarından dilediğini kendisine vereceklerini söylüyorlardı. Bunun karşılığında ondan; ilahlarını kötülemekten ve taş ile bakırdan yapılmış putlarıyla da alay etmekten vazgeçmesini istiyorlardı. Resulullah (s.a.v)'in onlara cevabı ne oldu? Ve Resulullah (s.a.v)'in doğruluk payı neydi? Doğrusu Resulullah (s.a.v), onların bu tekliflerine karşı zamanı durduracak şu sözleri söylemiştir: "Allah'a yemin ederim ki, bu davayı bırakmam için güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koyacak olsalar bile, Allah bu davayı tastamam ortaya çıkarmadıkça bu davadan vazgeçmem yada bu davanın yolunda helak olur giderim!!" 13[13] İkinci Özellik: Hz. Peygamber (s.a.v)'in davetlerinin ikinci özelliğine gelince ise o da; Onların, hiç bir kimseden bir ücret istememeleri ve Peygamberlik görevini tebliğ etmede insanlardan bir değer ve para kabul etmemeleridir. Zira onlar, mükafatı ve sevabı yalnızca şanı yüce olan Allah'tan isterler. Peygamberlerden her biri aleni ve açık olarak kavmine ve kavminin ileri gelenlerine, davetine karşılık kendilerinden bir ücret istemediğini ilan etmekte ve davetinin dünyalık bir istek veya mal isteğinde olmadığını bütün açıklığıyla ve netliğiyle açıklamaktaydılar. Kur'ân-ı Kerîm, bu konuda, Hz. Hûd (a.s)'m, kavmine şöyle hitap ettiğini açıklamaktadır: "Ey kavmim! Ben (Allah'ın emirlerini ve yasaklarını tebliğ etmek için) bu tebliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?" 14[14] Yüce Allah, bu hakikati, Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v)'e de, açık ve net bir şekilde şöyle bildirmektedir: "(Ey Muhammedi Onlara:) 'Bu (tebliğime ve uyanlarıma) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Sadece Rabbine doğru bir yol isteyen kimseler olmanızı istiyorum' de." 15[15] Yine Şanı Yüce Allah, Kur'an'm bir başka yerinde, Resulullah (s.a.v)'e, davetiyle ilgili olarak şöyle demektedir: "(Ey Muhammedi Onlara:) 'Bu (tebliğime ve uyarılarıma) karşılık sizden bir ücret istemiyorum Ve ben, kendiliğimden bir şey teklif edenlerden de değilim." 16[16] Böylece Peygamberlerin hiçbir kimseye maddi kazanç veya dünyevi kazanç maksadıyla davette bulunmadıklarını görmekteyiz. Zira Onlar, kavimlerindeki hiçbir kimseden bir ücret istemediklerini, ücretlerini ancak Allah'tan istediklerini ilan etmektedirler. Davetlerinde, işi ihlasla yapmaktalar. Nasihatlerinde ve irşatlarında ise övgü ve methiye istememektedirler. Sadece Ahiret sevabını ve Allah'ın rızasını arzulamaktadırlar. Yüce Allah bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle buyurmaktadır: "Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette, hiçbir şeyi ortak koşmasın. 17[17] Üçüncü Özellik: Peygamberlerin davetlerinin üçüncü özelliğine gelince o da; Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için uğraşmak ve ibadeti yalnızca Şanı Yüce Allah'a yapmadır. İşte bu, bütün Peygamberlerin her asır ile her zamanda ve her durum ile her mekanda davet ettikleri en önemli gayedir, Çünkü (s.a.v) ise onların bu isteklerini de yerine getirmekten kaçındı. (B.k.z:İhsan Süreyya Sırma Mekke Dönemi ve İşkence, s. 45-58; Ramazan el-Buti, Fikhu's Siyre, s, 114-117) (c). 13[13] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 60-65. 14[14] Hûd: 11/51. 15[15] Furkân : 25/ 57. 16[16] Sâd : 38/ 86. 17[17] Kehf: 18/110. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 65-66.

Peygamberlerin gayesi; zayıf olarak yaratılan mahluku, kendisini yaratana döndürmeleri ve insanların yönünü, kullara kulluktan kurtarıp Şanı Yüce Rab'lerine ibadet etmeye yöneltmekti. Yüce Allah'ın şu sözü de bunu doğrulamaktadır: "Halbuki kendilerine kitap verilmiş olanlar, doğruya yönelerek dini yalnız Allah'a mahsus kılarak O'na kulluk etmek, namaz kılmak ve zekat vermekle -Müslüman olmaları-emrolunmuşlardı. İşte bu, en doğru dindir." 18[18] Allah bütün Peygamberleri, bu yüce ve kutsal olan "Tevhid davası" ile ibadet yoluyla niyeti ve ameli yalnızca yüce olan Allah'a mahsus kılmak için göndermiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki ona, 'Benden başka ilah yoktur; şu halde bana ibadet edin' diye vahyetmiş olmayalım.". 19[19] Büyük Üstad Ahmed Şah Veliyullah ed-Dihlevî, "Hüccetullah Baliğa" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Her zaman ve her şartta Peygamberlerin davetlerinin ilki ve en büyük amaçlan; Yüce Allah konusunda "akideyi düzeltmek ve "kul ile Rab arasındaki bağı sağlamlaştırmak" ve "din ile ibadeti", bir olan Allah'a mahsus kılmaya çağırmak olmuştur. Bu da zararlı olanı faydalı kılmak, ibadeti, duayı, sığınmayı ve kurban kesmeyi bir olan Allah'a tahsis etmektir... Onların hamleleri; kendi zamanlarında mevcut olan taş ile bakırlardan yapılmış putlara, diri yada ölü kimselerden Salih ve kutsanan zatlara tapmada bütün açıklığıyla çeşitli şekillere bürünmüş putçuluğa yönelmiş olanları durdurmaktı. Çünkü cahiliyyet dönemi halkı; Yüce Allah'ın, bu gibi kimselere, şeref ve şan elbisesi verdiğine, onları bazı özel işlerde tasarruf sahibi yaptığına, her bölgeye bir hükümdar gönderen ve o ülkeyi yönetme hususunda ona görev verdiği hükümdarlar hükümdarı derecesinde kayıtsız-şartsız, onların, kendileri hakkındaki şefaatlerini kabul ettiğine inanmaktaydılar." 20[20] Dördüncü Özellik: Peygamberlerin davetlerinin dördüncü özelliğine gelince ise oda: Davette kolaylık göstermeleri, zorluk göstermemeleri ve sözü anlaşılır bir şekilde söylemeleridir. Bu özellik, bütün Peygamberlerin davetinde açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü onlar, davetlerini, insanların tabiatına uygun bir şekilde yürütürler. İnsanlara, akılları miktarınca hitap ederler. Bazı büyük kimseler ile ıslahatçıların yaptığı gibi davetlerini zorlaştırmayıp insanların anlayamadıkları veya idrak edemedikleri şeyle insanlara hitap etmezler. Yahut sözleri, insanların anlayabilecekleri bir şekilde söylerler... Peygamberler, büyük kimseler ile ıslahatçıların aksine davet ve tebliğlerinde "Hikmet" yolunu tutarlar. İşte bundan dolayı Kur'an, bunu, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'in diliyle şöyle haber vermektedir: "Ben, kendiliğimden bir şey iddia eden kimselerden değilim." 21[21] Nitekim Rabbi, ona, "Hikmet" ile insanları, Allah'a davet etmesini emretmektedir. Şanı Yüce Allah bu konuda ise şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, 'Hikmet'le 22[22], güzel öğütle 23[23] davet et. Onlarla en güzel 18[18]

Beyyine: 9S/5. Enbiyâ: 21/25. 20[20] Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Hüccetullah Baliğa, 1/363. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 66-68. 21[21] Sad: 38/86. 22[22] Fahreddin er-Râzî, bu kelimeyle İlgili olarak şöyle der: "Buradaki hikmet, kesin inancı ifade eden kafi deli!. Ki, işte bu, ayeti kerimede de, 'hikmet' adıyla adlandırılmıştır. Bu, derecelerin en kıymetlisi ve makamlarında en yücesidir. İşte bu, Allah'ın, 'Kİme de hikmet verilirse, muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir.' (Bakara: 269) ayetinde bahsettiği delildir." (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 14/377) (ç). 19[19]

şekilde mücadele et; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da iyi bilir." 24[24] Davetin başarılı olabilmesi için; 1. Zanaat ve meslek yöntemlerinden sakınmak, 2. İnsanları davet etmede yahut onlara hitap etmede zorluk çıkartmamak, 3. Büyük-küçük, bilen-bilmeyen her türden insanın anlayabileceği mantık ve akli delil ile hüccetin getirilmesi gerekmektedir... Hz. İbrahim (a.s), keskin delillerini; yolların en kolayıyla, yolunu keserek ve delilleri beynine vururcasma ortaya koyarak azgın ve zalim düşmanına karşı şöyle getirmektedir: "İbrâhîm, 'Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor, sende batıdan getirsene' dedi. (İbrahim'in, meydan okurcasına ileri sürdüğü bu delil karşısında) inkar eden, şaşırıp dona kaldı. Allah, zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez." 25[25] Böylece zanaat ve meslek yöntemlerinden, kelamı metodlardan ve zor işlerden uzak olarak yaratılışa hitap eden "Yaratılış Yöntemi"nin, davet yolunda daha başarılı olduğunu görmekteyiz. Hüccetü'l-îslam İmam Gazâlî (rh.a), bu konuda, şu çok güzel sözü söylemiştir: "Kur'ani deliller, her insanın faydalandığı gıdaların misâli gibidir. Kelamcılarm delilleri ise birçok insanın faydalandığı ve çoklarının zarar gördüğü ilaçların misâli gibidir. Kelamcılarm delillerinin aksine Kur'ani deliller, bebek ve kuvvetli adamın faydalandığı suyun misâli gibidir. Diğer deliller ise kuvvetli kimselerin bir defasında faydalandığı, başka bir defada ise hastalandığı ve bebeklere kesinlikle fayda sağlamayan yiyeceklerin misâli gibidir." 26[26] İmam Fahreddin er-Râzî de (rh.a) bu konuda şöyle der: "Kelami yöntemleri ve felsefi metodlan araştırdığında, hastaya şifa vermediğini ve çoğu kimseyi sulamadığmı yani derdine çare olmadığını görürsün. Fakat Kur'an metodunun, Allah'a en yakın yol olduğunu gördüm. Benim gibi (böyle) tecrübe eden, benim bildiğimi bilir." 27[27] Beşinci Özellik: Beşinci özellik de Peygamberlerin daveti hakkındadır. Bu da; davet hakkındaki gaye ve amacı açıklamaktadır. Bundan dolayı bütün Peygamberler, insanları açık bir amaca ve apaçık bir düşünceye çağırmakta olup davetlerinde şüphe ve gizlilik söz konusu değildir... Yüce Allah, bu konuda, nebilerin ve Resullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammed! Onlara:) İşte bu, benim yolumdur. Ben, bir delil ve hüccete dayanarak (sizleri), Allah 'a davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlarda (benim sünnetime, slretime ve yoluma) davet ederler. Allah'ı tenzih ederim. Ben, müşriklerden değilim' de." 28[28] Burada da görüldüğü üzere Peygamberlerin metodu açıktır ve onların davetleri, gündüzîeym öğle vaktindeki güneş gibi ortadadır. İşte bundan dolayı Yüce Peygamber (s.a.v), konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Ben, sizleri, gecesi, gündüz gibi aydınlık olan dosdoğru bir yol (olan İslam) üzere bıraktım. Benden sonra hiçbir kimse ondan sapmaz, sapan ise helak olur." 29[29] Böylece Peygamberlerin, insanları açık bir amaç ve şerefli bir gaye olan rabbani risâlete davet ettiklerini görmekteyiz. Zira Peygamberler, davetlerinde; maksatlarını ve amaçlarını gerçek ve Güzel öğüt ise zanni ipuçları ve iknai deİİİlerdir ki, bunlarda ayeti kerimede "Güzel Öğüt" olarak belirtilmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 14/378) (ç). 24[24] Nahl: 16/125. 25[25] Bakara: 2/258. 26[26] îmanı Gazâlî'nin bu sözü için b.k.z: Gazâlî, Îlcamü'1-Avam an Dmi'I-Kelam, s. 20 (c). 27[27] İbn Teymiyye, en-Nübüvvat, s. 147-148. 28[28] Yûsuf: 12/108. 29[29] Ahmed b. Hanbel. Müsned. 1\ 26; îbn Mâce, Mukaddime, 6 (43). 23[23]

hakiki şekliyle bilmeyen bazı büyük kimseler ile filozofların durumu gibi, davetin arkasına gizlenmiş amaç ve gaye ile eğrilmiş yolları tutmazlar. 30[30] Altıncı Özellik: Altıncı özellik de: dünyada züht yaşantısı ve Ahireti, dünya hayatına tercih etmektir... Bu özellik, Peygamberlerin daveti için gerekli olan bir Ö-zelliktir. Buna göre Peygamberlerin gayesi; dünyanın süsü ve ziynetiyle mal kazanmak değildir. İşte bundan dolayıdır ki bütün Peygamberler, dünyada nimetlenmeye ve orada büyük kimselerin yaşayışı şeklindeki bir yaşamaya güçleri yettiği halde, zor şartlar ve sıkıntı içerisinde yaşamışlardır... Buna rağmen onlar, devamlı olanı (yani Ahiret hayatını), geçici olana (yani dünya hayatına) tercih etmişlerdir. Çünkü onlar, "Allah katında olan daha iyi ve devamlı "Kasas: 28/60) ve "Allah katında olan şeyler, iyi kimseler için daha hayırlıdır" (Ali İmrân: 3/198)' de geçenlere şüphesiz yekinen inanırlar ve bilirler. İşte bundan dolayı onlar dünyada zühd hayatı yaşamışlar ve Ahirette de makbul kimselerdendirler. Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v)'e şöyle hitap etmektedir: "Kendilerini imtihan etmek için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme! Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır." 31[31] Resulullah (s.a.y)'in hanımları, Resulullah'tan, nafakalarını genişletmesini ve geçimlerini artırmasını istemekle; dünyada bolluk, rahatlık ve güzel nimetler içerisinde yaşamakta olan diğer kadınlar gibi hareket etmek istemişlerdir... 32[32] Ayrıca onlar Resulullah (s.a.v)'den, -bu, onların hayata göğüs germeleri için bir ders olması gerekirken- kendileri için gökten bir serbestlik indirmesini 33[33] istediklerinden dolayı Yüce Allah, Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 68-70. 30[30] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 70-71. 31[31] Tâha: 20/131. 32[32] Hz. Peygamber (s.a.v), hem kendisi ve hem de Ehli beyti için pek sade bir hayat sürmeyi tercih etmişti. Fakat bu tercih, geçimi temin hususunda acizlikten kaynaklanmamaktaydı, Çünkü Resulullah (s. a,v), henüz hayattayken fetihler yapılmış, ganimet malan elde edilmiş, daha Önce malı mülkü olmayan,ekmek parasına muhtaç kimseler zengin olmuşlardı. Buna rağmen bir ay geçer, onun evinde ateş yan-madtğı olurdu. Resulullah (s.a.v), eline geçen zekat, bağış ve hediyeleri cömertçe dağıtıyordu. Onun, sade ve mütevazı hayatı seçmesinin sebebi şuydu: Dünya haja-tının geçici süsüne aldanmayıp, Yüce Allah'ın katındaki ebedi nimetlere rağoet etmek... Mal ve servete sahip olduğu halde iffet ve kanaatle )aşayış maddiyatın üstünde yücelen kişinin rağbeti... Yoksa Allah'ın Resulü,kendisi ve Ehli beyti için seçtiği böyle bir hayatı yaşamaya akide ve şeriatı jönünden mecbur değildi. Çünkü onun akide ve şeriatında, helal ve temiz olan şeyler yasaklanrmmışti... Onun böyle yaşaması, fani dünyanın geçici zevk ve süsüne kapılmadan, onun ağırlığından kurtulup nefsin heves ve arzularından tam bir hürriyete kavuşmak İçindi. Lakin P^gamber (s.a-v)'in hanımları, diğer kadınlardan çok üstün, değerli ve peygamberliğin feyizli kaynağında bulunmalanyla birlikte nihayet birer insandı. Onlarında herkes gibi, beşeri his ve istekleri vardı. Bu itibarla hayatın geçicizevkine karşı olan tabii arzu, onlarında gönlünde canh olarak yaşıyordu. Ne zamanki, Yüce Allah'ın, peygamberine ve ümmetine bolluk ve genişlik ihsan ettiğini görünce, nafakalarını artırması için Resulullah (s.a.v)'e müracaat ettiler. O ise bu vaziyeti hoş karşılamadı Üzüntü ve hoşnutsuzluk gösterdi. Zira onun İdeali, böyle önemsiz şeyleri hiç mühİmsemeden, bunlarla meşgul olmadan kendisi içüı seçtiği yüce ve hoş hayatı yı-şamak ve kendisine inanmış olan sahabe (r anh) ile birlikte bu debdebeli dünyanın her türlü olumsuz tesirinden uzak olarak yüce, parlak ve nurani ufukta kalmak ve böylece hayatının sonuna kadar devam ettirmekti." (Seyyid Kutub, Fİzilali'l-Kur'an, 12/11-12 (ç). 33[33] ''Muhayyerlik" (yani serbest bırakma) hakkındaki bu iki ayet hedefi şöyle sıralandırıyor: ilYa dünya hayatı ve süsü,yahut Allah, peygamberi ve ahiret yurdu... Bir kalp. hayatı iki türlü tasavvur

peygamberine, hanımları serbest bırakmasını şu sözüyle emretmiştir: "Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: "Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, peygamberini ve ahiret yurdunu İstiyorsanız bilin ki, Allah, içinizden iyi davrananlara büyük bir mü kafat hazırlamıştır." 34[34] Bir adam Nebi (s.a.v)'e geldi ve o'na: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yemin.ederim ki, ben seni, gerçekten seviyorum", dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), o adama: - 'Ne söylediğine iyice bir bak!' buyurdu. Adam sözünü Resulullah (s.a.v)'e üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) o adama: 'Gerçekten beni'seviyorsan, korunmak üzere fakirliğe hazırlan. Şüphesiz ki fakirlik, beni sevene (dağdan ve tepeden) selin akması gibi varacağı yere süratle gelir.' buyurdu." 35[35] Üstad Ebu'I-Hasen en-Nedvî, "en-Nübüvvet ve'î-Enbiyâ" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Peygamberlerin daveti, yalnıza dil ile ve yalnızca kendi ümmetlerine olmayıp aynı zamanda sadece ahirete, ahireti dünyaya tercih etmeye ve dünyanın mal ve mülkü ile kıymetinin değersizliğine de değildi. Onların daveti, hem kendileri için ve hem de ümmetlerinin yaşantıları için, bir başlangıç ve bir yöntem idi. Ayrıca onlar, ahirete iman edenlerin ve yaşantılarında davet üzere yürüyenlerin ilkleriydiler. Bundan dolayı onlar dünyada önem vermeyen ve yalnızca ahirete yönelen kimselerdi. Gerçekten de onlar, büyük makamlara ve (yaptıkları daveti) tehlikeye sokacak yerlere de önem vermemişlerdi. Üstelik onlar, kendilerini, davetleri yolunda adamışlardı.... Acaip konuları ortaya çıkaran, nefisleri büyüleyen, kalpleri; büyüklük ve heyecan ile dolduran, davet ve Peygamberlik yolunda yürüyenlere ışıklardan yüce bir ışık saçan Hz. Peygamber (s.a.v)'in geçimi, kendi ve Ehli beytinin hayatı, tarih kitaplarında ve nebevi siyerde bilinmektedir. Davetçinin şiarı ve devamlı olanı şöyle demesidir: "Ey Allahım! Benim için sadece ahiret hayatı vardır, (dünya hayatı yoktur)." 36[36] Yedinci özellik: Peygamberlerin davetlerinin yedinci özelliği ise, "İnsanların araşma Tevhid akidesini 37[37] edemez. Yüce Allah, hiçbir insanın içinde iki kalp yaratmamıştır. Peygamberlerin hanımları: "Vallahi, bu meclisten sonra Allah'ın Resuiü'nden elinde olmayan bir şeyi İstemeyeceğiz" dye yemin etmişlerdi. Kur'an. davanın esasını ve sebeplerini tespit için İndi. Haddizatında mesele, talep edilen şeyin peygamberin elinde bulunup bulunmanızı değildi. Mesele; Allah'ı, peygamberi ve ahiret yurdunu bütünüyle tercih, yahut dünyanın süsü ve metaını tercih etmekte idi. İster yeryüzünün bütün hazineleri ellerinin allında olsun, isterse evlerinde yiyecek ekmek bulunmasın, eşit idi. Onlar kesin olarak serbest kılındıktan sonrıı Allah'ı, peygamberi ve ahireti tercih ederek Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanındaki yüce mevkilerini, o ''Büyük Elçinin" evine layık, şerefli ve yüce ufukta korumasını bilmişlerdir. Peygamberimizin bu tercihe memnun ûldjğuna dair rivayetler vardır. (Seyyid Kutub, Fizilalrl-Kur'an, 12/14-15). 34[34] Ahzâb: 33/28-29. 35[35] Tirmizî, Zühd 36. Tirmizî, bu hadis hakkında, "Hasen-Garib" demiştir. 36[36] EbuT-Hasen en-Ncdvi. en-Nübüvvet ve'1-Enbiyâ. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 71-74. 37[37] Tevhid: Allah'ı; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eşsiz olduğunu bilmeye ve Öylece inanmaya, ortağı ve benzeri olmadığına, doğmadığına ve doğrulmadıgınave itikaden inanılmasına; aynı şekilde niyet ve amel olarak ibadeti ve itaati yalnızca Allah için yapmaya, O'na boyun eğmeye, O'na yönelmeye, O'na tevekkül etmeye- O'ndan korkmaya, O'ndan beklemeye Tevhid denir. Bu tanıma göre Tevhid, ikiye ayrılır: a- Rububiyyet (itikadi) Tevhidi: Bu tevhidin anlamı; Allah (c.c), göklerin ve verin

yerleştirme ve gayba iman konusunu sağlarnlaştırmasıdır." Bu, bütün Peygamberlerin davetinde -gören gözler için-bütün açıklığıyla ve genişliğiyle ortaya çıkan apaçık özelli k-lerdetı biridir. Zira onların hepsinin mücadeleler inin temel noktası; insanların arasına "Tevhid akidesini" yerleşti rme, gayba iman konusunu sağlamlaştırma, Allah'ın vahdaniy etini yani birliğini ispat etmeye ve yaratıcının varlığım ortaya koymaya çalışmak olmuştur. Bundan RabbUçindekilerinin yaratıcısı olduğuna, tasarrufunda bir ortağı bulunmadığına, bu alemin bütününün egemenliğinin O'nun olduğuna, hükmünde hesap vermediğine, her şeyin Rabbinin O olduğuna, her canlıya O'nun rızık verdiğine, bütün işleri O'nun evirip çevirdiğine, yalnızca O'nun yükselttiğine ve alçalttığma, yalnızca O'nun verdiğine ve engel olduğuna, zarar ve yarar verdiğine, sadece O'nu izzetli ve zelil kıldığına. O'nun dışındaki her şeyin ne kendisi için ne de başkası için. ne bir hayra ne de bir şerre ancak Allah'ın dilemesi ve izniyle gücü yettiğine inanmaktır. b. Ulııhiyyet (Ameli) Tevhidi: Bu tevhidin anlamı; ibadette, boyun eğmede, kesin itaatle, ne yerde, ne gökte tek ve ortağı olmayan Allah' ı birlemektir Tevhid; rububiyyet tevhidine, uluhiyyet tevhidi katılmadan kesiniikle gerçekleşmez. Bu tek basma yeterli değildir. Müşrik Araplarda, Rububİyyeü, kabul ediyorlardı. Bununla birlikte putlara tapmak suretiyle Allah'a ortak koştuklarından dolayı bu onları, İslam'a sokmadı. Allah*ile birlikte başka ilahlar edindiler. Bunların, kendilerini Allah'a daha fazla yaklaştıracağım, Allah katında onlara şefaat edeceğini sanıyorlardı. (Yûsuf Kardavi. Tevhidin Hakikati, s. 20-23) Tevhid, Allah'ın sıfatlarının bazılarını kabul edip sadece bunlara inanmakla gerçekleşmez. Ve böylesi, Tevhidi parçalayan, tavırlarla bütün peygamberler mücadele etmiştir. Peygamberimizin de gayesi tevhidi yaymaktır. O Tevhide davet etmiş, putçulukfa hep mücadele içinde olmuştur. "La ilahe illallah diyen cennete girer." (Buharî, Iman:l; Müslim. İman 43-45; Tirmizî, İman 2775) müjdesinin muhatabı olamaz. Ayrıca insanlara bu biçimiyle anlam kazanan bir Tevhid inancı içinde Peygamberler gönderilmemiştir; "insanlarla 'La ilahi illallah' deyinceye kadar savaşmakla, emrolundum." (Buharı, Zekat 689; Müslim, İman 32-38; İbn Mâce, Fiten 3927; Nesai, îman 4970; Tirmizî, 2733) ifadesinde anlam bulan Tevhid de, Alları'ı sadece yaratıcı, İlah, Rab veya Melik olarak tanımak değildir. Zira bunların hepsi Tevhidin büyük bir kısmını ifade eder, fakat tamamım değil Dolayısıyla parçacı düşüncelerin hiçbirini, Peygamberlerin tebliğlerinin esasim oluşturan "'La ilahe illallah"ı kabui anlamına gelmez. "La ilahe Ülallah"m sadece benimsenen bir söz olarak ifade edilmesinin ise, Tevhid ile hiçbir İlgisi yoktur. Elbette ki "La ilahe İllallah" bir sözdür. Rcsulullah (s.a.v), insanların, bu sözü söylemelerinin cennete vesile olacağım açıklar. Ancak bu, onu hiçbir anlam ifade etmeyen veya anlamı tam olarak bilinmeyen bir söz ola-rak ta söyleseniz olur anlamına gelmez. Eğer böyle olsaydı, onun, Mekke müşriklerinin hiç tereddüt etmeden söyleyecekleri bir söz olacağı kesindi. Konuyla ilgili bir çok örnekler vardır... Onlar, muhtevasını çok iyi anladıkları bu sözün, kendilerinin kabul ellikleri Tevhidi unsurların eksik olduğunu, kabul etmekten kaçındıkları ulııhiyyet konusunu da Tevhid 'in kapsamına aldığım bilirler. Bunun ise sadece bir söz olarak söylenmekle bîr anlam ifade etmeyeceğini, O'nun Öncelikle bireysel ve sosyal yaşantıda açığa çıkması gereken hayat tarzı olduğunu anlarlar. Bu yönüyle de Tevhidin bir defa değil, on defa dahi söyleseler, bir söz olarak kaldığı sürece bir anlam ifade etmediğini. Resulullah {s.a.v)4n de bir söz söylemekle sadece söylemeyi kastetmediğini iyi bilirler. (Ceİalcttin Vatandaş. Tevhid ve Değişim, s. 54-55).

dolayı Peygamberlerden her biri, Peygamber olarak gönderildiği kavmini putçuluk ve şirk tehlikelerinden sakındırmaya çalıştıklar mı görmekteyiz. Onlar, gönderildikleri toplulukları, Allah birlemeye davet etmekte ve ibadeti, putlara vb. şeylere değil de ya lnızca O'na mahsus kılmaya çalışmaktadırlar. Sana Pe ygamberlerden her birinin kıssalarını haber veren Kur'ân-ı Kerîm ayetlerini bir dinleyin!... Tevhidin, onların davetlerinin nasıl temel noktası ve mücadelelerinin nasıl gayesi olduğuna iyi bir bak?.. Buna göre Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz. Nuh (a.s) hakkında şöyle haber verdiğini bulursunuz: "And olsun ki Nuh'u kavmine gönderdik. (Bunun üzerine Nuh onlara): 'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Zira sizin, O'ndan başka ilahınız yoktur' dedi. " 38[38] Yine Kur'ân-ı Kerîm'in, bu konuda Hz. Hûd (a.s) hakkında şöyle haber verdiğini bulursunuz: "Ad milletine de, kardeşleri Hûd'u (Peygamber) olarak gönderdik. (Hûd, onlara:) 'Ey Kavmim! Allah'a ibadet, e-din.Zira sizin O'ndan başka ilahınız yoktur' dedi" 39[39] Yine Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz. Salih (a.s) ile ilgili şöyle haber verdiğini görürsünüz: "Semûd milletine de, kardeşleri Salih 'i (Peygamber olarak) gönderdik. (Salih, onlara): 'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Zira sizin, O'ndan başka ilahınız yoktur' dedi." 40[40] îşte Kur'ân-ı Kerîm, bütün Peygamberlere dair bilgiyi, b i-ze, bu şekilde haber vermektedir. Zira Peygamberlerin birle ş-tikleri temel nokta; insanları, Tevhide davet e tmeleriydi. Hz. İbrahim (a.s)'a gelince ise en anlaşılır ve en açık bir şekilde onun daveti, Tevhid ve mücadelesi ise putçuluk olmuştur. Böylece onun, kavmi içerisindeki kimselerin akıllarını ve putlara tapanları akılsızlıkla suçlamadaki sert çıkışı nın sebebi ortaya çıkmaktadır. Nihayetin de ise onu, ateşin içerisinde yakmaya karar verdiler. Fakat Yüce Allah, onu, kavminin tuzağından kurtarmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Biz: 'Ey ateş! İbrahim 'e karşı serin ve zararsız ol' dedik. Kavmi ise O'na, tuzak kurmak istedi. Fakat Biz, onları, hüsrana uğrayanlardan kıldık." 41[41] İşte böylece Peygamberler ile kavimleri arasında ge rçek risalet ve Tevhid daveti etrafında şiddetlenen mücadeleyi gÖ r-mekteyiz. Ama sonuç ise, Hakk'm zaferiyle, Peygamberlerin galibiyetiyle ve yalancıların helak olmasıyla sonuçlanacaktır... Yüce Allah bu konuda şöyle b uyurmaktadır: "Andolsun ki, Peygamber olan kullarımıza; 'Onlar (dün-yada ve ahirette) şüphesiz (Allah tarafından) yardım göreceklerine dair ve Bizim (tarafınıızdaki) ordumuzun şüphesiz galib geleceklerine dair' söz vermişizdir." 42[42] Bu beşeri üstünlük, 43[43] kıyamete kadar gönderilecek olan e1çiler olan Allah'ın kullan ve hak davetçileri için geçerlidir. Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurma ktadır: 38[38]

Mü'minun: 23/23. Hûd: 11/50. 40[40] Hûd: 11/61. 41[41] Enbiyâ: 21/69-70. 42[42] Saffât: 37/171-173. 43[43] Yüce Allah, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v):i ve Ashabını, O'na muhalefet edenlere. Dine karşı çıkıp yalanlayan, O'na düşmanlık edenlere karşı muzaffer kılmıştır. O'nun sözünü en üstün söz haline getirmiş, dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmıştır... 39[39]

insanlar aynı şekilde alışageldikleri ve gözleriyle görebilecek muayyen bir şekilden ibaret zannettikleri zaferin, yardımın manasım gereği gibi kavramakta kusur göstermektedirler. Oysa zafer ve yardımın şekilleri çeşitlidir. Kimi şekiller kısa mesafeli bakış halinde zafer, bozgun ile karışık bir görünüm arz edebilir. İşte ateşe atılırken Hz. İbrahim (a.s)'ın durumu... Acaba Hz. İbrahim (a.s), bu konumda zafer kazanmış birisi miydi? Yoksa bozguna uğramış bir durumda mıydı? Akide mantığına göre. onun ateşe atılırken daha zaferin ve yardımın zirvesinde olduğunda bir şüphe yoktur. Nitekim o, ateşten kurtarılırken bile ikinci bir defa daha zafer kazanmıştı. (Said Havva, el-Esas-i fı'tTefsir. 12/514-515) (ç).

Doğrusu Biz, Peygamberlerimize ve müminlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri (kıyamet) gününde de yardım ederiz. O gün zalimlere, Özür beyan etmeleri (kend i-lerine) fayda sağlamaz. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onIaradrr." 44[44] Peygamberlerin Sıfatları Yüce Allah, Peygamberleri; kendisiyle kullan arasında elçiler olmaları ve onları, büyük emanet olan vahiy emanetini yüklenmeleri ile risâleti, kullarına tebliğ etmeleri için diğer mahlukatı arasından seçmiştir... Allah'ın, yüce hikmeti, onları; ahlak bakımından insanların en mükemmeli, ilim bakımından insanların en üstünü, soy bakımından insanların en şereflisi ve güvenirlilik bakımından insanların en yücesi kılmıştır. Ayrıca onları, kendi yardımıyla korumuş, 45[45] gözetimiyle gözetmiş, 46[46] bizzat Şanı Yüce Allah onları terbiye etmiştir. Nitekim Şanı Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a. v.)'e hitaben şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammed!) Rabbinin hükmü, (yerine gelinceye kadar) sabret Doğrusu sen, gözetimimiz altındasın." 47[47] Nitekim Şanı Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a hi taben de şöyle buyurmaktadır: "(Ey Mûsâ!) gözümün önünde yetişesin diye." 48[48] Biz Kur'ân-ı Kerîm'e tabi olduğumuzda, onu inceden inceye düşündüğümüzde ve anlayacak bir şekilde okuduğumuzda ve Peygamberlik müessesesi ile Peygamberlerden haber veren Kur'an'm ayetlerine yöneldiğimizde onda; Allah'ın, kendilerine Peygamberlik verdiği ve risâleti yüklemek için seçtiği Allah'ın salih kullarından seçilmiş kimseler için gü; övgüler bulmaktayız. Allah, Peygamberleri; "hidayet" ve "düzeltme" meş alesini yüklenmeleri ve insanlık yoluna girenleri; mutlul uğa, emniyet ile selâmete götüren kimseler olmaları için onları diğer mahlukatı arasından seçmiştir. Biz, övülmüş olan bu kitaba yönelmekteyiz. Bundan dolayi Allah bu kitabı, kainatta ondan daha güzelini y aratmadığı bir örnek ve şekil ile -içindekileri bilsinler diye-bize göndermistir...Peygamberlerin sözleri ile ilgili Kur'an'm yöntemini; hayat fışkıran, güler yüzle dolup taşan ve sevgiyle, teşvikle büyüyüp gelişmekte olan bir yöntem olduğunu görmekteyiz... Bundan dolayı Kur'an, onlan; güzel övgülerle anlatmış, onları, aklı ve yaratılış sıfatları ile vasıflarının ismiyle nitelendirmi ş-tir. Bütün bunların hepsi; Peygamberlerin, Allah'ın mahlukatı arasından seçilmiş tertemiz kimseler ve insanlık alemi için çıkarılmış mükemmel "yüce bir örnek" olduklarına delalet etmektedir.. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmakt adır: "O (Peygamberleri), emrimiz altındaki insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat veimeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendir." 49[49] Yüce Allah, Hz. İbrâhîm Halil (a.s) ile ilgili ise şöyle b u-yurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Kitab da İbrâhîm ile ilgili anlattıklarımızı da (müşriklere) an. Şüphesiz O,

44[44]

Gâfir (Mü'min): 40/ 51-52. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:74-78. 45[45] Mesela Yüce Allah. Hz. İbrahim (a.s)'m, Nemrut'un zulmünden ve ateşten kurtarılmasında O'na yardım etmiş. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hicreti sırasında sığındığı mağarada Allah'ın yardımıyla Mekkeli müşriklerden kurtulmuştur, (ç). 46[46] Mesela Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın gözetimi altında firavunun sarayında kalmış. Yine Hz. Yûsuf (a.s), Allah'ın gözetimi altında olduğu halde azizin hanımının teklifini kabul etmemiştir, (ç). 47[47] Tur: 52/48. 48[48] Tahâ: 20/39. 49[49] Enbiyâ: 21/73.

dosdoğru bir peygamberdir." 50[50] Yine Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: 'Başlı başına) bir ümmet olan İbrâhîm, şüphesiz Allah'a eğen ve O'na yönelen (yada önderdi) puta tapanlardan dğ- Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Rabbi de onu (Peygamber olarak) seçmiş ve kendisini dosdoğru bir yola ilePnişti. 51[51] Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) ile ilgili ise şöyle buyurmaktadır: "(Allah) 'Ey Mûsâ! Ben, seni, risâletim (i tebliğ etmek için sana indirmiş olduğum Tevrat gibi mesajlarım) ve (Benim seninle) konuşmam ile,) seni, (çağdaşın olan)insanlara üstün kıldım. Şimdi sana verdiğim (Peygamberlik şerefin)i al! ve (sana vermiş olduğum nimetlerden dolayı da) şükredenlerden ol' buyurdu. 52[52] Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in başka yerlerinde peygamberi ve kendisiyle konuştuğu Hz. M ûsâ (a.s) hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Kitap !da Mûsâ 'ya dair (anlattıklarımızı da) an! (Zira o, Allah'ın göndermiş olduğu müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberlerinden ve kendileriyle birlikte insanlar arasında anlaşmazlıkları konusunda hükmetmek üzere beraberinde hak kitabı indirdiği kimselerdendir). Çünkü o, ihlasa er-ditilmiş ve tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdir." 53[53] Şanı Yüce Allah, peygamberi Hz. İsmâîl (a.s) ile ilg ili ise şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Kitab 'da İsmâîl 'e dair (anlattıklarımızı da) an! Çünkü o, sözüne sadık ve tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdir." 54[54] Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, kerem sahibi Peygamberle rden bir topluluğu da, güzel övgülerle şöyle nitelemektedir: "(Ey Muhammedi dinde) kuvvetli ve basiretli kullarımız olan İbrahim, İshâk ve Ya'k'ûb'u da hatırla. Doğrusu Biz, onları, (sahip oldukları bu Özellikle,) ahiret yurdunu hatırda tutmak için (güzel) bir hasletle mahsus kıldık. 55[55] İşte böylece Kur'ân-ı Kerîm'i; Peygamberleri, yüce sıfatlarla donatılmış isimlerle vasıflandırır, niteliklerin en mükemmeliyle nitelendirir; 56[56] sevgi, ikram, seçme vb. öğretilerin, onun satırları arasında ortaya çıktığını görmekt eyiz. Buna göre Kur'an, Peygamberleri; bazen itaat ve yönelme (veya tevbeyle) vasıflandırır; bazen de o nlan, kendilerini, Allah'ın yoluna adamakla ve ahireti, dünyaya tercih etmekle nitelendirir; bazı yerlerde ise onları, doğrulukla veya kötülükle r-den uzak olmakla anlatır. Kısacası bu anlatılanların hepsi, o n-ların durumlarının yüceliğine, mekanlarının yüks ekliğine ve risâletlerinin yüceliğine işaret etmektedir. İşte bundan dolay ı-dır ki Peygamberler, aleme yol gösteren ve insanlığın Önderi eridirler." 57[57] 50[50]

Meryem: 19/41. Nahl: 16/120-121. 52[52] Araf: 7/144. 53[53] Meryem: 19/51-52. 54[54] Meryem: 19/54-55. 55[55] Sa'd: 38/4546. 56[56] Mesela: Kur'an. Enbiyâ: 21/73'de geçen ayette: Peygamberleri; insanları doğru 3 yola götüren önderler olmakla, iyi İşler yapmakla, namaz kılmakla, zekat vermekle i ve ibadet etmekle vasıflandırmaktadır. Meryem: 19/41'de ise Hz. İbrahim (a.s)'i, > dosdoğru olmakia; Nahl; 1 6/12(M23'de ise başlı başına bir ümmet olmakla, Allah'a ] boyun eğmekle, O;na yönelmekle, müşriklerden olmamakla, Allah'ın nimetlerine \ şükredici olmakia, Yüce Allah'ın onu peygamberliği için seçmiş olmakla, onu dos- j doğru bir yola iletmiş olmakla, dünyada ona bir güzellik verilmesiyle, ahirette salihlerden olmakla; Hûd: 11 /75'de ise yumuşak huylu olmakla, yüreği yanık olmakla, kendisini tamamen Allah'a vermiş olmakla nitelendirmektedir. Tevbe: | 9/128'de ise; Hz. Muhammed (a.s)'İ, İnsanlardan olmakla, sıkıntıya maruz kalmanız ona ağır gelmesiyle, size çok düşkün olmakla, raui've rallim olmakla vasıflan-' dırmaktadır. (ç) 57[57] Ebu'I-Hascn en-Nedvî. en-Nübüvvet vc'1-Enbiyâ, s. 25-30. 51[51]

Peygamberlerin Vasıfları Peygamberler -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine o 1-sun-insan olmaları itibariyle; yerler, içerler, sağlıklı olurlar, hastalanırlar, kadınlarla evlenirler, çarşı ve sokaklarda gezip dolaşırlar; insanlara gelen zayıflık, ihtiyarlık ve ölüm gibi ar ı-zalar onlara da gelir... Fakat onlar, hususi özelliklerden dolayı insanlar üzerine üstün kılınmışlar ve insanlarda olmayan b ü-yük ve yüce niteliklerle vasıflandırılmışlardır. Bu da ancak onlar için gerekli olan levazımlara ve önemli olan şeylere ni s-petle olur. Peygamberler ile ilgili olan bu vasıflan kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1. Sıdk (Doğruluk) 2. Emanet (Güvenilir olma) 3. Tebliğ 4. Fetanet (Zeki ve akıllı olma) 5. Nefret verici kusurlardan uzak olma 6. İsmet (masumiyet veya masiyet ile günahtan k orunmuş olma). Peygamberler için gerekli olan vasıflardan her birini geniş bir şekilde açıklayacağız 58[58] 1. Sıdk (Doğruluk): Bu Özellik, Peygamberlik müessesesi için gerekli olan bir özelliktir. Çünkü bu özellik, Peygamberlerin davetine nispetle msanhk içinde zaruridir. Ama bu özellik, Peygamberlerde, yaatihştan var olan özelliklerdendir. Bundan dolayı herhangi bir peygamberden yalan, hainlik, insanların mallarım batıl yol ile yeme ve daha bir çok çirkin vasıflar gibi kişiliğini zedeleyecek olan bu tür şeylerin meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü bu çirkin vasıflar, normal bir kimse içi n bile uygun olmadığına göre, nasıl bir nebi ve resul için uygun olabilir? Peygamberlerden birinde yalan gibi herhangi bir çirkin vasıf meydana gelmesi caiz olsaydı, Şanı Yüce Allah'tan nakle t-tiği yahut vahiy haberlerinden aktardığı k onularda insanların kendisine dair bir güvenilirliliği kalmazdı... Eğer böyle bir şey olsaydı bunun, Peygamberlerin getirdikleriyle bizzat kendil e-rinin karşılaşması yahut daha önceden kafalarında oluşmuş fikirler ile bu yeni getirmiş olduklarına karşı hainlik etme i h-timali olup bunları da -Peygamberlerin böyle bir şey yapacağını onlardan uzak görüp- Allah'a karşı bir yalan ve iftira olarak nispet edebilirler. Bu ise daha öncede belirtildiği üzere- mümkün değildir. İşte böylece Kur'ân-ı Kerîm'i, Allah'a iftira eden veya diliyle Allah'ı yalanlayan herkes hakkında aşağıda gelen bu ayırt edici hükümle hükmediyor. Bundan dolayı Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi olan Hz.Muhammed (s.a.v) hakkında şöyle buyurmaktadır: "Eğer Bize karşı, kendisine vahyettikîerîmize bazı sözler katmış olsaydı, Biz, onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şahdamarını koparındık. Hiçbirinizde onu koruyamazdınız. Doğrusu Kur'an, mûttakiler için bir öğüttür." 59[59] İslam Şehidi Seyyid Kutub (rh.a), "FizHali'l-Kur'an" adlı tefsir kitabında konuyla ilgi li olarak şöyle der: "Sonuçta o korkunç tehdit, akide konusunda Allah'a iftira edenlere gelip çatıyor. Halbuki akide konusu boş boğazhğ^.yer vermeyen ciddi bir konudur. Daha önce geçen ayeti kerime, başka hiçbir ihtimal olmayan biricik ihtimali belirtiyo r. Bu biricik ihtimal ise Resulullah (s.a.v)'in tebliğ ettiği hususlarda 'Emin' ve 'sıdk' (doğru) olduğudur. Yüce Allah'ın, onu, katiyen cezalandırmaması da bunu göstermektedir. Halbuki tebliğ görevinden en ufak bir sapma söz konusu olsaydı, Allah onu muhakkak şiddetli bir biçimde cezalandırırdı. Bu sözün ifade ettiği mana, Hz. Muhammed (s.a.v)'in tebliğ ettiği şeylerde "sıdk" (doğru) olduğu yönündedir. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:79-82. 58[58] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 83. 59[59] Vakıa: 69/44-48.

Eğer Hz. Muhammed (s.a.v) kendisine vahyolunmamış birtakım sözleri Kur'an'a karıştırmış o lsaydı, Yüce Allah Onu cezalandırır ve ayetlerin belirttiği şekilde, peygamberini öldürürdü. Hz. Peygamber (s.a.v)'in cezalandırılmasına veya öldürülmesine dair bir şey meydana gelmediğine göre, elbette ki Hz. Muhammed (s.a.v), 'Sıdk' (doğru)dur." (İslam Şehidi Seyyid Kutub'un sözü burada bitmektedir.) Resulullah (s.a.v), küçüklüğünden itibaren Kureyş kabil e-sinin içerisinde "Sıdk"ı (Doğruluğu) ve "Emin"liği (Güveniriiligi) ile meşhur olmuştu. Hatta Mekkeli müşrikler, Onu, "doğru" ve "emin" diye isimlendirerek; "Doğru" ve "emin" (olan Muhammed) geldi ve "doğru" ve "emin" (olan Muhammed) gitti... derlerdi, İşte Hz. Peygamber (s.a.v) böylece Peygamber olarak gönderilişinden önce Kureyşliler arası nda doğruluğu, eminliği ve makamının yüceliğiyle bilinme kteydi. Rivayet edildiğine göre; Kureyş'in ileri gelenlerinden birisi, 60[60] Mekke sokaklarından birinde Ebu Cehil ile karş ılaşır. Onu durdurarak: "Ey Ebu'l-Hakem! Şu anda burada senden ve benden başka hiçbir kimse yok. Muhammed 'in doğru mu? Yoksa yalancı mı? olduğunu bana Allah'ın adıyla söyle" der. Ebu Cehil ise ona bütün açıklığıyla şöyle cevap verir: - "Allah'a yemin ederim ki, Muhammed gerçekten 'doğru' sözlüdür. O hiç yalan söylememiştir." Ebu Cehil'in bu sözü üzerine o adam: - "Sizi, Ona uymaktan alıkoyan şey nedir?" diye s orar. Bunun üzerine Ebu Cehil, o adama: - "Şimdiye kadar biz ve Haşim oğullan şan ve şeref hus u-sun da yarışır ve malm çokluğu ile övülmede de çekişip dur u-ruz. Onlar hacılara yemek yedirdiklerinde, biz de yedirdik, i Onlar hacılara su dağıttıklarında, biz de su dağıttık. Onlari va, Kabe'yi örtme vb.) çeşitli görevler üstlendiler, biz de 1\ üstlendik. Onlar insanlara bir şeyler verd iler ve iyilik ettiler, ;j biz de verdik ve iyilik ettik. Develer üzerinde, karşılıklı diz ; çöküp yarış atları gibi yarıştık durduk. Daha sonra onlar bize, { şu eklemeyi yaptılar: 'Bizden (kendisine gökten vahiy gelen) bir Peygamber gönderildi' dediler. Biz onlara nereden bir Peygamber getirelim? Allah'a yemin ederim ki, bundan dolayı biz, Ona, asla inanmayız ve Ona tabi olmayız" cevabını v erdi. Bunun üzerine Şanı Yüce Allah, peygamberi Hz. M uhammed (s.a.v)'i teselli etmek için şu ayeti indirmiştir: "(Ey Muhammedi) Onların söylediklerinin, seni üzeceğini elbette biliyoruz. Doğrusu onlar, seni yalancı saymıyorlar. Fakat zalimler, Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar." (En 'anı: 6/33)." İşte bundan dolayıdır ki, Allah'ın düşmanı olan Ebu Cehil, Resulullah (s.a.v)'in doğruluğunu kabul ediyor ve ayın z a-manda itiraf da ediyor. Fakat onu, Resulullah (s.a.v)'e tabi olmaktan alıkoyan şey; kavmi arasındaki liderliği, şan ve şerefidir. Şöyle söyleyen gerçekten de doğru söylemiştir: "Üstün kimse; düşmanlarının, kendisinin doğruluğuna ş a-hitlik ettiği kimsedir." Rum kralı Herakliyüs, Müslüman olmayışından önce Ebu Süfyan'a; Muhammed'in, Peygamber olduğunu söylemesi hakkında şöyle soru sormuştu: - "Siz, Onu bu iddiasından önce hiç yalan ile itham ettiniz mi?" Ebu Süfyan'da, ona: " - "Biz, Onda, kesinlikle bir yalan görmedik"!! der. Ebu Süryan'm bu sözü üzerine Herakliyüs, ona, şöyle çok muht e-şem bir cevap vermiştir: - "O, ne insanlara ve ne de Allah'a yalan söyleyecek biri değildir." 61[61] İşte bu, büyük kimselerin, bir Peygamber hakkındaki d üşüncesi ve gerçek ile yanlışı ayırıcı bir sözüdür. 62[62] 63[63]

Rivayetlere göre. bu adamın adı; Ahnes b.Şureyk'tir. (ç). Bu hadis, BuharTnin 'BedVİ-vahy' bölümünde rivayet ettiği hadisin bir kısm-dır. Hadisin tamamı için bakınız: Ayni, Umdetü'l Kari, 1/ 77 (Ayrıca bu hadis için B.k.z: Buharı", Şahadet 28, Cihad İL 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsirü Âi-i İmrân 4, Edeb 8, İsti'zan24; Müslim, Cihad 73 (1773); Tirmizî, İsti'zan 24 (2718). (Bu olay, Hudeybiye barış anlaşmasından sonra ICııreyş kalleşinin Rum diyarına ticaret için gitmesi sebebiyle gerçekleşmişti. Bu sırada Ebu Süfyan, daha hala müslüman olmamıştı. Ebu Süfyan, Mekke'nin fethi sırasında müslüman dmuştu). (ç). 62[62] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 63[63] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 83-87. 60[60] 61[61]

2. Emanet (Güvenirlilik): Bu, yüce Allah'ın insanlara gönderdiği herhangi bir pe y-gamberin vahiy konusunda emin olması ve Allah'ın aşağıda gelecek olan sözüne sarılarak Yüce Allah'tan a ldığı emirleri ve yasakları; ziyadesiz, noksansız, tahrif etmeksizin ve değişti r-meksizin Allah'ın yarattığı kullarına tebliğ etmesiyle ilgilidir. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın göndermiş olduğu (vahiyleri) tebliğ eden (Peygamberler; Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka (hiçbir kimseden) korkmazlar. Allah hesap görücü olarak yeter." 64[64] Bundan dolayı Peygamberlerin hepsi, vahiy konusunda güvenilir kimseler ve kendilerine nazil olduğu şekilde Allah'ın emirlerini ve yasaklarını tebliğ eden kimselerdir. Bundan dolayı Yüce Allah'ın, kendilerine yapmakla emrettiği şeyleri gizlemeleri ve bunlara hainlik etmeleri mümkün değildir. Çünkü hainlik, emanet ile birlikte bulunmaz. Buna göre peygamberin, kendisine emanet edilene hainlik etmesi, Peygamberlik olarak gönderildiği ümmetine nasihat etme ve Allah'ın kendisine gönderdiği vahiyleri tebliğ etmemesi" bir Peygamber için hiç uygun olur mu? Buna binaen bütün Peygamberler, en mükemmel şekilde emaneti yerine getirirler. Zira Yüce Allah'ın gönderdiği her Peygamber, kavmine şöyle demekteydi: "Ben sizin için güvenilir ve sizin iyiliğinizi isteyen bir kişiyim." 65[65] Bu konuda Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Peygamber, görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü töhmet altında tutulamaz." 66[66] Yani Peygamber, vahiy ve gayb hakkında söylediklerinden ötürü töhmet altında tutulamaz demektir. Eğer Peygamberler de emanet (güvenirlilik) vasfı olmasaydı, kendilerine, Allah tarafîndan gelen risâletin ortaya çıkmasında değişmeler vuku bulurdu. Ama müminler, inmekte olan vahye inandılar... İşte bundan dolayı Hz. Aişe (r. anha) şöyle demektedir: "Eğer Hz. Muhammed (s.a.v), kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi: "Allah 'm (yakında) açığa vuracağı (Zeynep Ve evlenmeye dair) şeyi içinde saklıyordun. İnsanlar (a bunu söylemek) ten çekmiyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundur. " (Ahzab: 33/37) ayetini gizlerdi." 67[67] Aynı şekilde Yüce Allah'ın, Hz. Muhammed (s.a.v)'in bizzat kendisini azarlayan şu ayetleri gizlerdi: "Yanına kör bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü astı ve geri çevirdi." 68[68] Yine aynı şekilde şu ayeti de gizlerdi: "Hiçbir Peygamber, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadan esirler alması yaraşmaz. (Sizler) geçici dünya malını istiyorsunuz. Allah ise ahireti istiyor. Allah, Aziz'dir. Hakim'dir. Eğer daha önceden (Bedir savaşma katılanlar günah işledikleri takdirde bile) Allah'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı aldıklarımızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu." 69[69] Emanet vasfının, vahyin selâmeti ve peygamberin getirdiği -o da yalnızca Yüce ve Hakim Allah'ın katmdandır- her şey de, nefsin mutmain olarak gölgelendirilmesi için her nebi ve resulde çokça bulunması gerekmektedir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: "0, kendi istek ve arzusuna göre söz söylemez-Onun konuşması ancak kendisine vahyolunan bir vahiy iledir." 70[70] 3. Tebliğ:

64[64]

Ahzâb: 33/39. A'râf: 7/68. 66[66] Tekvir: 81/24. 67[67] Tirmizâ, Tefsirü Sure-i Ahzâb (3206); Müslim, İman 287; Buharî, Tevhid 22; İbnü'1-Esîr, Camiul-Usul, 2/ 308. Tirmizî, bu hadisin, "Hasen-Sahîh" olduğunu söylemiştir. 68[68] Abese: 80/1-2. 69[69] Enfal: 8/67-68. 70[70] Necm: 53/3-4. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 87-89. 65[65]

Bu, Peygamberlere -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- mahsus bir özelliktir. Bununla, Peygamberlerin, Allah'ın, kendilerine indirmiş olduğu hükmünü tebliğ etmesi kast olunur. Zira onlar, kendilerine gökten inen vahyi insanlara tebliğ ederler. Bundan dolayı da onlar, insanlara yaptıkları tebliğ sırasında büyük eziyetler ile kötü ve günahkar kimselerin zorluklarıyla karşılaşsalar bile yüce Allah'ın, kendilerine vahyettiği hiçbir şeyi gizlemezler. Kur'ân-ı Kerim, Hz. Nûh (a.s)'m kıssasında bunu şöyle dile getirmektedir:. "(Bunun üzerine Nûh): 'Ey kavmim! Bende hiçbir sapıklık yoktur. Fakat ben, alemlerin Rabbi (tarafından size gönderilmiş) bir peygamberim. Size, Rabbimin (bana) vahyettiklerini tebliğ ediyorum, size nasihat ta bulunuyorum. Ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri, Allah 'tan (gelen vahiy ile) biliyorum' dedi. 71[71] Hz. Salih (a.s)'dan ise bunu şöyle haber vermektedir: "Bunun üzerine O (Salih) da kavminden yüz çevirdi ve: 'Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin (bana) göndermiş olduğu vahyi tebliğ ettim ve size nasihat ta bulundum. Fakat siz, nasihat edenleri sevmezsiniz' dedi." 72[72] Hz. Şuayb (a.s) hakkında ise şöyle demektedir: "(Bunun üzerine (Şuayb) kavminden yüz çevirip (kendi kendine): 'Ey kavmim! And olsun ki ben size, Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size nasihat ta bulundum. Artık ben, siz kafirler topluluğuna nasıl tasalanıp üzülürüm?' dedi." 73[73] Peygamberlerin hepsinin bütün açıklığıyla ve genişliğiyle; Allah'ın, kendilerine verdiği elçilik (risa)et) görevini tebliğ ettiklerinin belirtilerini görmekteyiz. Zira onlar, Allah'ın risaletini tebliğ etmekte ve kavmi içerisindeki insanlara nasihat etmektedirler. Hatta Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed, (s.a.v)'e, risaletini etmesini emretmektedir. Yüce Allah, ona hitaben şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni (tebliğ et Eğer bu görevini yerine getirmezsen O'nun elçilik (görevini) yapmamış olursun. Doğrusu Allah, kafirleri doğru yola iletmez." 74[74] Her Peygamber, Allah'ın, kendisine indirdiği risâleti ve daveti, tebliğ etmekle mükelleftir. Buna göre Peygamberlerden her birinin, kendisine inenden herhangi bir harfi eksiltmesi ve bunlara bir harf eklemesi mümkün değildir. Eğer bir Peygamber, bunlardan birisini yaparsa Allah'ın emrine muhalefet etmiş olur ve yerine getirmekle emrolunduğu emanete hainlik etmiş olur. Bundan dolayı bazı surelere ve ayetlere, Yüce Allah'ın "Kul" = ("De"- "Söyle") sözüyle başladığını görmekteyiz. Bu ise Allah'ın emrini, kendi ümmetine tebliğ etmesi için peygambere yönelik bir e-mirdir. İşte bundan dolayı bir Peygamber, kendisine ineni eksiksiz ve fazlasız olarak tebliğ etmektedirler. Yüce Allah bu konuda bir örnek olması için şöyle buyurmaktadır: "De ki: Benim yolum, budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah 'a davet ederiz." 75[75] Yine Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "De ki: Ey Kafirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam." 76[76] Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki:Tan yerini ağartan Rabbe sığınının." 77[77] Yine Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "De ki: İnsanların Rabbine sığınırım" 78[78] Hz. Peygamber (s.a.v)'in bizzat kendisine hitap edildiği (emir sığasmdaki) bu lafızlar olmasa da, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sadece ilahi emirleri insanlara tebliğ etmesi de yeterlidir. Fakat Hz. Peygamber 71[71]

A'râf: 7/61-62. A'raf: 7/79. 73[73] A'râf: 7/93. 74[74] Mâide: 5/67. 75[75] Yûsuf: "12/108. 76[76] Kafirun: 109/1-2. 77[77] FeIak: 113/1. 78[78] Nas: 114/1. 72[72]

(s.a.v), vahiy konusunda güvenilir olduğundan dolayı Rabbinin risâletindeki bir harfi bile değiştirmeksizin, fazlalaştırmaksızm ve eksiltmeksizin -kendisine vahyedildiği şekilde- insanlara tebliğ etmiştir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v), "İşte bu, benim yolum budur. Ben yalnızca Allah'a davet ediyorum" (Yûsuf: 12/108) ve "Ben, tanyerini ağartan Rabbe sığınırım." (Felak : 113/1) veya "İnsanların Rabbine sığınırım" (Nas: 114/1) dememiştir. Ancak harflerin ve sığanın kendisiyle, yüce Allah'tan kendisine yöneltilende "emir sığasını" 79[79] da kullanmıştır. İşte bu, (Allah'ın, kendisine vahyettiği) risâleti ve daveti tebliğ hususundaki "güvenirliliğine" delildir. Tebliğden maksat; Allah'ın, kıyamet gününde insanların (bizzat kendilerinin- suçsuz olduklarına dair) ileri sürebilecekleri hüccetlerini boşa çıkarması ve hiçbir kimsenin mazeretini beyan etmemesi anlaşılmaktadır. Çünkü Yüce Allah, insanlara kendisi tarafından Peygamberler gönderip risâleti tebliğ ettirmeden önce azab etmekten ve insanlara, günah işlememiş o1duğu halde azab etmekz. O en keremli ve en merhametli olandır. Nitekim yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz, Peygamber göndermedikçe hiçbir kimse (veya bir topluluğa) azab etmeyiz." 80[80] Yine Şam yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Rabbin, kendilerine ayetlerimizi (vahyimizi) okuyacak bir peygamberi, memleketlerin ana şehirlerine (yani asıl olanlarına yahut büyüklerine veya başkentlerine) göndermedikçe, (hiçbir zaman) o memleketleri helak edici değildir. Zaten Biz, (ancak zulümleri sebebiyle azabı hak eden) halkı zalim memleketleri helak etmişizdir. " 81[81] Şanı Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'i; alemlere uyarıcı olması için göndermiş ve aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların, "bize bir müjdele-yici ve uyarıcı gelmemiştir" şeklindeki mazeretlerini boşa çıkarmak için Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada göndermiştir. Yüce Allah bu konuda Yüce kitabı Kur'ân-ı Kerûn'inde şöyle buyurmaktadır. "Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde, 'Bize bir müjdeci ve bir uyarıcı gelmedi' dersiniz diye, size açık anlatacak Peygamberimiz (Muhammed) geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye Kadir'dir." 82[82] Resulullah (s.a.v), Rabbinin davetini tebliğ ettiği sırada ona, yüce ve büyük Rabbinin şu ayeti inmiştir: "Şimdi sen, ne ile emrolunuyor san, (müşriklere) apaçık bildir. Müşriklere de aldırış etme. " 83[83] Resulullah (sav), Rabbinin davetini açıklamaya ve risaletini tebliğ etmeye koyulmuştu. Böyle bir sırada Safa tepesine çıkarak kabileleri ve Kureyş'in içindeki toplulukları şöyle davet etmeye başladı: - "Ey Abdulmuttalib oğullan! Ey Fihr oğulları! Ey Ka'b oğulları!.. Nihayet herkes oraya toplandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), onlara: - "Ben, size, şu vadiden veya dağın eteğinden atlıların çıkıp geleceğini ve size saldıracaklarını haber versem, beni tasdik eder miydiniz?" diye sordu. Onlarda: - "Evet, şimdiye kadar senin yalan söylediğini görmedik" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): - "Ben, size, (tebliğ ettiklerimi kabul etmediğiniz taktirde) önünüzdeki şiddetli azabı haber veriyorum..." dedi. Bunun ü-zerine amcası Ebu Leheb: - "Ey Muhammedi yazıklar olsun sana! Bunun için mi bizi buraya topladrn?" diyerek Hz. 79[79]

Resulullah (s.a.v)'e indirilen sürelerde ve ayetlerde geçen "Kul" kelimesini, Resulullah (s.a.v) kullanmıştır. "Kul" kelimesi, Arap dü gramerine göre,emir sığa-sıdır. Yani bununla, Hz. Peygamber (s.a.v) kastedilmiştir. Zira bu emir sığası, Hz. Peygamber (s.a.v)'e hitap etmektedir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v), eğer Kur'an'dan bir şeyi gizleyecek ve saklayacak olsaydı, bizzat kendisine hitap edilen bu kelimeleri gizlerdi. Ama Hz. Peygamber (s.a.v) böyle bir şey yapmamıştır. Keıdisine indiği şekilde hiçbir değişiklik yapmadan insanlara tebliğ etmiştir. îşte bu da Hz. Peygamber (s.a.v)'in güvenîrli olduğuna delalet etmektedir. 80[80] îsrâ: 17/15. 81[81] Kasas: 28/59. 82[82] Maide:5/19. 83[83] Hicr:i5/94.

Peygamber (s.a.v)'e hakaret etti. Bunun için Yüce Allah, onun bu sözüne karşılık olarak şu sureyi indirmiştir: "Ebu Leheb 'in elleri kurusun; zaten kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda sağlamadı, (Yaptıklarından dolayı) alevli ateşe yaşlanacaktır. Karısı da (yaptıklarından dolayı) boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır." (Tebbet:! U/2-5)" 84[84] 4. Fetanet (Zeki ve Akıllı Olma): Fetanet zeki ve akıllı olmak demektir. Buna göre Peygamberlerden her biri, mükemmel bir akıl ve doğru görüşlülüğün yanı sıra akıllı, zeki ve harikulade bîr şekilde gönderilmişlerdir. Yüce Allah, Hz. İbrahim Halil (a.s)'m vasfı hakkında şöyle buyurmaktadır: "And olsun ki daha (Peygamberlik verilmezden) önce 2b-râhîm 'e, 'doğru görüşlülüğü' verdik. Biz, Onu (n buna uygun olduğunu) biliyorduk." 85[85] Yine bu konuda Hz. İbrâhîm (a.s)'m, kavmi içerisindeki müşriklere delil getirmedeki doğruluğuna bakıldığında, Onun seçkinliğine ve zekililiğine dair deliller bulunmaktadır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Derken ona başvursunlar diye; (büyük puta başvurup bu putları kıranın kim olduğunu sorarlar, böylelikle putun acizliği ortaya çıkar diye) içlerinden büyüğü müstesna hepsini paramparça edip bıraktı. (Geri dönüp İbrâhîm 'in put kırma eyleminin sonucu olan manzarayı gördüklerinde,) 'bunu ilahlarımıza kim yaptı? Doğrusu bunu yapan zalimlerden biridir' dediler, (ibrâhîm 'in, putlarına karşı bir tuzak hazırlayacağına dair yemin ettiğini işiten kimseler) dediler ki: 'İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk. (Emretme yetkisini ellerinde bulunduranlar) dediler ki: '0, halde onu halkın gözü önüne getirin. Belki (ondan işitilen sözleri söyleyerek o-nun aleyhine) şahitlik ederler. '(İbrâhîm, onların huzuruna getirilerek): 'Ey ibrâhîm! İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın?' dediler. (O da, kırmaksızın bıraktığı putu kastederek: ) '0 işi, şu büyükleri yapmıştır! Konuşabiliyorlarsa onlara sorun!' dedi. Bunun üzerine kendi kendilerine dönüp, 'Doğrusu siz zalimlersiniz. Konuşmayan bu putlara tapmakla hakka karşı zalimlik ediyorsunuz)' dediler. Sonra (kendilerinin, zalim olduklarını kabul ettikten) tekrar kafalarında olan eski İnanca (küfre) döndürüldüler ve: 'Ey İbrâhîm! Bunların konuşamayacağını, and olsun ki, sende bilirsin' dediler. (Onlar bunu itiraf edince, ibrahim'de, onlara karşı şöyle bir delil getirdi:) '0 halde Allah 'ı bırakıp ta size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek şeylere ne diye taparsınız? Size ve Allah 'ı bırakıp ta taptıklarınıza yazıklar olsun! Daha hala akıllanmayacak mısınız?' dedi. 86[86] Bir gerçek olarak Hz. İbrâhîm (a.s.)in, büyüğü hariç bütün putları paramparça etmesine dair hakkında tecelli eden bu a-yetler, onun zekiliğiyle ve seçkinliğiylc sona ermektedir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), eliyle putları kırmış ve daha sonrada kavmine delil gösterebilmek için baltayı büyük putun boynuna asmıştı... Bunun üzerine muhakeme etmek için. halkın ve kendilerinin huzuruna getirdiklerinde ona şu soruyu sormuşlardı: - "İlahlarımızı paramparça ederek kıran ve onları kırmaya gelen kimdir? 'Yoksa Ey İbrâhîm! bunu sen mi yaptın?' Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), onlara: - "Onları, ben kırmadım. Fakat sizinde gördüğünüz gibi büyük put, onları kırmıştır. Çünkü büyük put, sizin, kendisiyle birlikte şu küçük putlara da tapmanıza razı olmadığından dolayı onları o kırmıştır. Buna delil ise baltanın büyük putun boynuna konulmasıdır. Eğer benim sözümü tasdik etmezseniz, bu işi kimin yaptığını, onlara sorun...' dedi. Burada Hz. İbrâhîm (a.s), hedefine ulaşmıştı. Zira akıllarının kıthlığmdan ve kendilerini gülünç bir duruma soktuktan sonra onlara delilini getirmişti. İşte bu, Peygamberlerin düşüncesidir. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın başka bir doğruluğu ise, Allah'ın mülkünde çekişen Tağut Nemrut ile olan mücadelesidir. Zira Nemrut, kendisinin ilah olduğunu ve Allah'ın dışında, kendisine tapılması Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 89-94. Enbiyâ :21/51. 86[86] Enbiyâ: 21/58-67. 84[84] 85[85]

gerektiğini savunuyordu. Halbuki Allah, Nemrut gibi kendisine tapılan kimselerin de Rabbiydi. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Nemrut'a karşı doğru görüşlüğü ve zekiliği nasıldı? İnatçı düşmanı, Hz. İbrâhîm (a.s)'in sözü karşısında nasıl şaşırıp kalarak delilsiz kalmıştı? Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır. "Allah, kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim'le Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrâhîm, Ona: 'Benim Rabhimt dirilten ve öldürendir' demişti. O da: 'Bende diriltir ir Öldürürüm' dedi. Bu defa İbrâhîm, 'Şüphesiz Allah, güneşiığudan getiriyor, (haydi bakalım) sende onu batıdan getirse-nc' dedi. (Allah'ın varlığını, kanun koyma yetkisini ve ilahlığını) inkar eden (bu delil karşısında) şaşırıp dona kaldı. Allah, zalimleri doğru yola eriştirmez." 87[87] İşte bu, batılın sırtını yere vuran keskin bir delildir. Bundan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, apaçık "Hakk Nur"unu açıklayıcı kılmıştır. İşte bütün nebiler ve resuller, böyledir. Zira Allah onlara, akıl ve doğru görüşlülük vermiştir. Bundan dolayı onlar, zeki-liîik ve akıllılık şekillerinin en mükemmel örnekleridirler. Çünkü Yüce Allah, onlara, kavimlerini hidayete getirmeye dair delil getirmede güç yetirebilmeleri için zekililiği, harika olmayı, fetaneti ve akıllılığı tahsis etmiştir. Hakk ışığını insanlara açıklamak ve Allah'ın davetini insanlara ilan etmek için akıl bakımından insanların en mükemmel olanını, zeka bakımından onların en geniş olanını, delil ve kanıt bakımından da onların en kuvvetli ve güçlü olanını, risâlete seçmede, Allah'ın ezeli hikmeti, böyle tahakkuk etmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah, Peygamberlik vereceği kimseyi (herkesten) daha iyi bilir. Suç işleyene, Allah katından bir aşağılık ve hilelerin-den ötürü de şiddetli bir azab erişecektir." 88[88] İnsanoğlunun kendisine zafiyet geldiğinde ve akli melekeleri zayıfladığında, bazen insanlardan bir kısmı ihtiyarlık çağına ulaştıklarında bunama gibi bir hal onlara hasıl olur... Buna göre Peygamberler, -her ne kadar ömürleri uzun olursa olsun-mükemmel bir akıldan ve güçlü bir düşünceden dolayı büyük bir mevkide gölgelenmektedirler. Çünkü Yüce Allah onları, inayetiyle kuşatmış ve gözetimiyle onları korumuştur. Bundan dolayı da onların, düşünce hislerinin zayıflaması ve akli sezgilerinin ihmal edilmesi mümkün değildir. İşte bu, Allah'ın dilediğine verdiği üstünlüktür. Doğrusu Allah, büyük fazilet sahibidir. 89[89] 5. Nefret Verici Kusurlardan Uzak Olma: Bu özellik, Peygamberlerin Özelliklerindendir. Çünkü insanların onlarla bir araya gelmelerinde, onlara tabi olmalarında ve onların davetlerini işitmede, nefret verici fıtri ve ahlaki kusurlardan herhangi birisinin Peygamberlerde olması mümkün değildir. Nitekim alaca hastalığı, cüzzam ve vücudun çirkinleşmesi gibi insanlara nefret verici hastalıklar; Peygamberlerden, hiç birinde meydana gelmez. Zira onlar, her kadar insan olsalar da; nisanlardan birine isabet eden arızalar, onlara da isabet eder. Ancak Şanı Yüce Allah, onları, nefret verici kusurlardan korumuş ve insanlara tiksinti verecek çirkin hastalıklardan uzak tutmuştur. Rivayet edildiğine göre; "Hz. Eyyüb (a.s), hastalanmış ve hastalığı, onun her tarafını kaplamış. Nihayet vücudu ulmuş ve kurtçuklar vücudundan çıkmaya başlamış. Karısı ise onun bu halinden hoşlanmamış." Hz. Eyyüb (a.s) hakkındaki bu ve benzeri anlatılan rivayetlerin tamamı, tasdik edilmesi ve inanılması doğru olmayan İsrailiyattan nakledilen yalan ve batıl rivayetlerdir. Çünkü böylesi rivayetler, Peygamberlerin vasıflarıyla birlikte bulunması mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerîm ise Hz. Eyyüb (a.s)'m bu hastalığına dair hiçbir şeyi bize anlatmamıştır. Ancak Hz. Eyyüb (a.s)'ın vücuduna, bir derdin İsabet ettiği ve dert ve kederin, onun vücudunun tamamını kapladıktan sonra kendisinden kaldırması için Rabbine dua ettiği, bunun üzerine Allah'ın, keder ve beladan İsabet edeni ondan kaldırdığı anlatılmaktadır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: 87[87]

Bakara: 2/258. En'âm: 6/124. 89[89] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 94-98. 88[88]

"Eyyüb'ü de (an)! Hani Rabbine (dua ederek) 'başıma bir\ dert (sıkıntı, hastalık, zayıflık vb.) geldi. Ve Sen, merhametlilerin en merhametlisisin' diye dua etmişti. Bizde onun (bu) duasini kabul etmiş uğradığı derdi kaldırmıştık. Katımızdan bir\ rahmet ve ibadet edenlere de, bir ibret olsun diye" ona, hem ailesini ve hem. de onlarla birlikte bir mislini vermiştik. 90[90] Hz. Eyyüb (a.s)'a isabet eden derdin, hem kendi vücudunda ve hem de ailesinde meydana geldiği; ayeti kerimede açıklanmaktadır. Bu çeşit dert, hem insanlarda ve hem de Peygamberlerde bulunabilir. Çünkü ölüm, nasıl ki Peygamberlere gelmekteyse, hastalığında onlara gelmesi mümkündür. Böyle bir hastalığın -Hz. Eyyüb (a.s)'m vücudunun utması ve vücudundan kurtçukların çıkması şeklinde değ;ildir- onlarda ortaya çıkması, onların kudretlerinden bir şeyi eksiltmez ve onların makamlarına zarar vermez. 91[91] 6. İsmet (Masumiyet): Bu konunun önemine binaen, Allah'ın izniyle, özel bir bölüm olarak genişçe açıklayacağız. Allah, başarıya ulaştıran ve dpsdoğru yola iletendir. 92[92]

90[90]

Enbiya: 21/83-84. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 98-99. 92[92] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 99. 91[91]

UÖ ÇUÖ NCUÖ BOÖ LUÖ M

PEYGAMBERLERİN MA'SUMİYETİ

Peygamberlerin Masumiyeti 'Peygamberlerin, kişiliklerine zarar verici veya yüceliğini boşa giderecek yahut insanlık değerini alçaltacak her türlü şeyden sakınmaları, masiyetlerden uzak olmaları ve şehevi duygulara yeni arzu ve isteklerine göre hareket etmekten vazgeçmeleri suretiyle insanlığın bekası için seçilmiş olmaları onların özelliklerindendir... Bundan dolayı Peygamberler -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- yaratılış yani huy veya ahlak bakımından insanların en mükemmeli, amel işleme bakımından insanların en zeki olanı, nefislerine hakim olma bakımından insanların en temiz olanı ve gidişatları ile metod bakımından insanların en güzel olanıdır. Çünkü onlar, insanlık için "güzel bir örnek" ve "güzel bir model" olan kimselerdir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce Allah, insanlara; onlara uymalarını, onların ahlakıyla ahi aklanmalarını ve hayat şartlarının getirmiş olduğu her konuda onların metoduna göre hareket etmelerini emretmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberler), Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammedi) Sen de onların dosdoğru yollarına uy." 1[1] Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Ey iman edenler!) And olsun ki sizin için, Resulullah 'en güzel örnektir'..." 2[2] Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu o (ismi daha önce geçen Peygamberler,) katımızda seçkin ve iyi kimselerdendirler." 3[3] Masumiyetin Lügat Ve Şer'i (Terim) Anlamının Tarifi "İsmet" (ma'sumiyet) kelimesinin, lügat anlamı; "koruma'^ "men etme" anlamındadır. Araplar, bu kelimeyi; "Ben, onu yemekten korudum" Yani "Ben, onu yemeğe ulaşmaktan menettim" veya "Ben, onu yalan söylemekten korudum" Yani "Ben onu yalan söylemekten menettim" şeklinde kullanırlar. Bu kelimenin geçtiği yerler şuralardır: 1. Bu kelime, Yüce Allah'ın, şu ayetinde aynı anlamda kullanılmıştır: "(Nuh'un oğlu, babasına: ) 'Beni, sudan (boğulmaktan)
'En'âm: 6/90. Ahzâb: 33/21. 3[3] Sâd: 38/47 (Bu ve benzeri ayeti kerimelerde de görüldüğü üzere, Peygamberler ile onunla birlikte iman eden kimselerde, güzel örnekler vardır. Zira bunlar (Sâd: 38/47)de d.e geçtiği üzere, seçkin ve iyi kimselerdirler. İşte tüm bu anlatılanlar, Müslüman bir kimsenin, onlara uymasını ve onları, güzel bir örnek ve model edilmesini zorunlu kılmaktadır. Zira insanlık için bir meşale ve bir ışık konumunda olan bu kimseler, örnek alınmadığında o zaman- algınlığın, küfrün ve tağutluğun meşalesini taşıyanların örnek alınması güıdeme gelir ki, bu da insanlığın kurtuluşu için bir felaket olur. Bundan kurtulmanın tek yolu ise, Peygamberler ile onlarla birlikte iman eden kimselerin örnek alınmasıdır. Çünkü Yüce Allah, onları, bize, ömek olarak göstermektedir. Bu örneklik ise sadece bazı konularda olmayıp her konudadır, (ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 103. 4[4] Hûd: 11/43. 2[2]

"(Azizin hanımı, misafir ettiği kadınlara) 'O(Yusuf)'dan murad almak istedim. Ama O, kendini (bundan) 'korudu' (= iste'same)" 5[5] Yani "O, benim bu isteğimi şiddetli bir şekilde menetti (= imtenea)" demektir. 3. Hadisi şerifte de de geçtiği üzere; bu kelime, Resulullah (s.a.v)'in şu sözünde de bu anlamda kullanılmıştır: "İnsanlar, 'La ilahe illallah' (Allah'tan başka ilah yoktur) deyinceye kadar (onlarla) savaşmakla emrolundum. Şimdi her kim, 'La ilahe illallah' ( Allah'tan başka ilah yoktur) derse, mallarını ve canlarını benden 'korumuş'(~ asamû) olur." 6[6] Yani kanlarını ve mallarını benden 'menetmiş' (— meneu) olur. Kurtubî, bu hadisin şerhinde şöyle der: "Hadiste geçen 'ismet' kelimesi, 'korumuş' (= menetmiş) anlamında kullanılmıştır. Çünkü bu, masiyetleri işlemeyi men ettiğinden dolayı bu isimle adlandırılmıştır." Bazı kimselerin; "İsmet", 'bir Allah'a mahsustur veya ismet, Allah'a ve O'nun Peygamberlerine mahsustur. Çünkü ismet, istenilen suçlarda ve günahlarda meydana gelir' şeklindeki sözleri, büyük hatalardandır. Zira ismetin, Şanı Yüce Allah'a nispet edilmesi doğru değildir. Terim (şer'i) anlamına gelince ise ismet; Yüce Allah'ın, nebilerini ve resullerini günahlardan, masiyetleri. çirkinlikleri ve haramları işleme gibi meydana gelebilecek olan şeylerden korumasına denir... Buna göre ismet, yalnızca Peygamberler için yürürlüktedir. Zira ismet, Yüce Allah'ın, Peygamberleri; şereflendirdiği ve diğer insanların üzerine seçtiği vasıflardan birisidir. Bundan dolayı da Yüce Allah, bu vasfı, sadece Peygamberlere vermiştir. Böylece Yüce Allah onlara, bu büyük masum olma nimetini vermiş. Onları, küçük-büyük her türlü masiyetleri ve günahları işlemekten korumuştur. Bundan dolayi Peygamberlerden, masiyetin veya diğer insanların aksine Şanı Yüce, Allah'ın emirlerine muhalefetin meydana gelmesi mümkün değildir. Bunun hikmeti sebebi şöyledir: Şanı yüce olan Allah, insanlara, onlara tabi olmalarını, uymalarını ve onların gittikleri metod üzerine gitmelerini emretmiştir. Zira onlar. Allah'ın yarattıkları kimseler için güzel bir örnek ve uygun bir model; bütün insanlık için ise mükemmel bir örneklik teşkil ederler. Buna göre eğer Peygamberlerden masiyet meydana gelse veya büyük günahlar ile küçük günahları işleşelerdi, o zaman masiyet meşru olur yahut ta onlara itaat etmek bize vacip olmazdı. Bu ise uygun olmayan bir davranış olup aynı zamanda da mümkün olmayan bir durumdur. Halbuki Peygamberler, < önder olan kimselerdir. Eğer Peygamberlerde bu gibi davranışlar olduğu taktirde, (böyle önder olan bir kimsenin) insanlara 1 faziletli olmayı emretmesi ve çirkinliği yasaklaması, üstelik bununla da kalmayıp bizzat kendisinin çeşitli kötülükleri ve çirkef olan şeyleri işlemesi,(böyle bir kimse için) nasıl uygun olur? Üstelik masiyetler ve günahlar -bilindiği üzeremanevi necasettir. Bu ise pisliklere ve hissi necasetlere benzer. Buna göre böyle şeylerin nebilere ve resullere nispet edilmesi nasıl caiz olur? Hadisi şerifte de, masiyetlerin gizli necaset olduğuna işaret edilmektedir. Bu konudaki Resulullah (s.a.v)'in sözü şu şekildedir: "Sizden her kim, bu (masiyet türü) pislikten bir şey işlerse, onu, gizli tutsun. Çünkü bize ondan bir parça aktanrsa, ona, Allah'ın kitabını uygularız." 7[7] Rivayet edildiği gibi, bu hadisin anlamı şöyledir: "Kim işlediği masiyeti ortaya çıkarırsa ve onu açıklarsa, ona, had cezası vurulması gerekmektedir." Kısacası: Bu anlatılanlara göre; şeriat ve akıl, Peygamberler için masumiyetin gerekli olduğunu söylemektedir. Zira peygamberin kendisine uyulmasını ve tabi olunmasını engelleyici; pislikleri ve necis şeyleri veya hırsızlık, yol kesici, içkici, zina vb. şeyler yapması nasıl caiz olur?! 5[5]

Yûsuf: 12/32. Buharî, İman 17; Müslim, İman 36 (22). Buharî ile Müslim, bu hadisi, Abdullah ıbn Ömer'den rivayet etmiştir. 7[7] Bu hadis için b.k.z: Mu vatta, Kader 12; Hakim, Müstedrek; Beyhaki, Sünen Suyu ti, CamiuVSağir, H. No: 175; Hadis, İbn Ömer'den riayet edimiştir Suyutİ'nin ifadesine göre hadîs, sahihtir, (ç). 6[6]

Peygamberin gidişatı, güzel olmadığında veya hayatı, küçük- büyük günahlara karıştığında, peygamberin sözünün, insanlara nasıl bir etkisi olur? Bunların aksine peygamberin hayatının, hidayet nuruyla aydınlanmış, iffet ve temizliğiyle tanınmış; üstün, güzel ve dürüstlükle süslenmiş bir fazilet ve bir yüceliğe göre olması gerekmektedir. İşte bu, PEYGAMBERLERİN MASUMİYETİni gösterir! "el-Akidetü'l-İslamiyye" adlı kitabın "Masumiyetin Vasfı" başlığı adı altında şöyle denilmektedir: "Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v)'in; ümmeti için "en büyük bir örnek" olduğuna şahadet etmesinin yanı sıra Allah'ın nassı ile sabit olan özellikler bundan ayrı tutulduğunda8[8] inanç esasları, davranışları, sözleri ve ahlakı konusunda kendisine uyulmasının gerektiği; risâletinden sonraki bütün inanç esaslarında, davranışlarında, sözlerinde ve seçkin ahlakında Yüce Allah'ın emrine uygun olduğuna ve yine inanç esasları, davranışları, sözleri ve ahlakıyla ilgili herhangi bir konuda yüce Allah'a karşı bir masiyet işlemediği ayetlerle ve yaşantısında sabit olmuştur. Çünkü yüce Allah ümmetlere, kendilerine gönderdiği Peygamberlere uymalarını, tabi olmalarını ve onların gidişatları yani metodlan üzere gitmelerini emretmiştir. Buna göre ümmetlere, Peygamberlerini, güzel örnek edinmelerini emredümesinin anlamı şudur: -Bu, onlardan masiyet halinde ve masiyetin meydana geldiği anda- masiyet ile de onları güzel bir örnek edilmesi gerektiği emredildiği taktirde, Peygamberlerin risâletlerinden sonrada masiyetleri yapması mümkün olur ki, bunda açık bir çelişki söz konusu olur." 9[9]

8[8]

Hz. Peygamber (s.a.v.)'e verilip de sahabesine ve ümmetine verilmeyen bazı özd-likler vardır ki, bunlar, naslar ile sabittir. Mesela: Teheccüd namazının, Hz. Py-gamber (s.a.v)'e farz kılınması (Müzemmil: 73/2-4); Kendi zamanda, zekatın, Hz. Peygamber (s.a.v) ve onun Ehli beyti tarafından kabul edilmeyip sadakanın kabul edilişi. Dörtten fazla evlilik yapabilmesi (Ahzâb: 33/50-52) gibi. Resulullah (s,a.v)'in evlilik yaptığı müminlerin anneleri ise şunlardır:

1. Hatice bİnt. Huveylid (r. anha) 2. Şevde bint. Zem'a (r. anha) 3. Ayşe bint. Ebu Bekr (r. anha) 4. Hafsa biat. Ömer (r. anha) 5. Zeynep bint. Cahş (r. anha) 6. Zeynep bint. Huzeyme (r. anha) 7. Ümmü Seleme bint. Ebu Ümeyye (r. anha) 8. Ümmü Habibe bint. Ebu Süfyan (r. anha) 9. Meymune bint. Haris (r. anha) 10. Cüveyriye bİnt. Haris (r. anha) 11. Safiyye bint. Huyey (r. anha) (ç) 9[9] Bu kitabın yazan, faziletli üstad Abdurrahman Habenneke'dir. Kendisi Ümmü'I Kura Üniversitesi şeriat fakültesinde İslami Araştırmalar Fakültesinde öğretim gö-revlisi. Bu kitap, İslam akidesi konusunda yazılmış nefis bir kİtaptr. Allah, yazarı başarılı kilsin. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 104-108.

Allah'ın, Hz. Muhammed (s.a.s)'i, Çocukluğundan İtibaren Günah İşlemekten Koruması: Yüce Allah, efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'i çocukluğundan itibaren korumuş ve onu, küçüklüğünde ve gençliğinde -kendisine Peygamberlik gelinceye kadar geçen zaman zarfında- her türlü cahiliyye davranışlarından da korumuştur. Daha sonrada Onun üzerine, nimeti (olan İslam dinini) tamamlamış 10[10] ve aynı zamanda en mükemmel bir tamamlama şekliyle risalet yükünü şereflendirmesiyle ona masumiyeti/günah istememeyi tamam kılmıştır. İbn Hişanı, "es-Siretü'n-Nebeviyye" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Resulullah (s.a.v), cahiliyye pisliklerinden ve kusurlarından uzak olarak büyüdü. Yüce Allah O'nun -O, kavminin idaresi altında olduğu halde- Peygamber olmasını istediğinden dolayı cahiliyyenin bu pislik kusurlarından korudu ve gözetti. Ergenlik çağına ulaşınca, kavminin üstün adamı, en ahlaklısı, en iyi geçimlisi, en iyi komşu, en doğru sözlü, en güvenilen, kişileri kötü duruma düşürecek huylardan, çirkin şeylerden en uzak duran kimse oldu. Kavmi içerisinde "el-Emin" (güvenilir) adıyla anılıyordu. Allah, bütün iyi özellikleri onda toplamıştı. -Bana anlatıldığına görezaman zaman Hz. Peygamber (s.a.v), Allah'ın, kendisini küçüklükte koruduğundan ve cahiliyye dönemindeki durumundan bahsederdi. Resulullah (s.a.v), Yüce Allah'ın, kendisini korumasıyla ilgili olarak şöyle der: "Kureyşli çocuklarla birlikte oynuyordum. Çocuklarla, bazı oynayacağımız oyunlar için taşlar taşıyorduk. Diğer çocuklar, peştemallerini alıp omuzuna koymuş olduklarından dolayı avret yerleri gözüküyordu. Bende -onlara bakarak-peştemalimi kaldırıp omuzumun üzerine koyarak taş taşıyordum ki, tam bu sırada bana biri kuvvetlice vurarak: 'Peştemalini bağla' dedi. Bunun üzerine peştemalimi omuzumdan indirip eski halinde bağladım. Daha sonra arkadaşlarımızın arasında yalnız ben, peştemalli olduğum halde omuzumda taş taşmaya devam ettim." 11[11] Süheylî, bu rivayete, şu taliki (dipnotu) yazmıştır: "Bu olay (hadisi şerifte de anlatıldığı üzere 12[12], Kabe'nin bina edildiği -yani Resulullah (s.a.v) 35 yaşında olduğu- bir sırada geçmiştir. Bu olay şöyledir: 'Resulullah (s.a.v), kavmiyle birlikte Kabe'ye taş taşıyordu. Kureyşliler, taşları, boyunlarına bağladıkları peştemallerin üzerine koyup götürüyorlardı. Resulullah (s.a.v)'de, peştemali sağlam olduğu halde taşı omuzunun üzerine koyup taşıyordu. Resulullah (s.a.v)'in bu durumunu gören amcası Abbas, Ona: - "Ey kardeşimin oğlu! Peştemalini omuzuna kaldırıp yapsan da ha iyi olmaz mı? der. Resulullah (s.a.v), amcasının bu isteğini yerine getirerek peştemalini omuzuna bağlayarak taş taşımaya başladı. Böyle bir şekilde Resulullah (s.a.v)'in avret yerleri gözüküyordu. Bu sırada birdenbire yüzüstü yere düştü. Peşi sıra,'peştemalim!"Peştemalim!'di ye seslendi. Daha sonra peştemalini -eskisi gibibağladı ve taş taşıma ya devam etti." 13[13] İbn İshâk'm anlattığı bu olay, -eğer sahîh ise- Resulullah (s.a.v) 'in küçüklüğünde olmuştu. Resulullah (s.a.v), bu taş taşıma işini iki defa yapmıştı. Birisi, -yukarıda anlatılan olay kiküçüklüğünde olmuş ve diğeri ise (yani bu olay) gençliğinde olmuştur. 14[14]

Yüce Allah, peygamberine nİmetuıi tamamlamasına dair şöyle buyurmaktadır: "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetini tamamladım ve size din olarak İslami seçtim." (Mâide: 5/3). (ç). 11[11] ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 1/194. 12[12] Buharî, Hacc 42, Meoakibu'l-Ensar 25; Müslim, Hayz 76, 77 (340); Müsned, 3/ 295, 310, Bu hadis, Cabir b. Abdullah'tan rivayet edilmiştir, (ç). 13[13] Süheylî, Ravdu'1-Unf, 2/ 180. 14[14] Bu rivayetlerinde gösterdiği gibi, Hz. Peygamber (s.a. v.), tezi uygun olmayan davranışlarda bulunmaya kalkışmış. Fakat anında müdahale yapılmış ve bu dava-nışları yapmaktan vazgeçmiş ve davranışlarında ısrar etmemiştir. Kısacası; bu oly-lar, Hz. Peygamber (s.a.v)'in masumiyetine zarar verebilecek nitelikte değildir. Bu konu, ileride daha geniş açıklanacaktır, (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 108-110. 10[10]

Masum Oluş, Peygamberlikten Önce Mi? Yoksa Sonra Mı Olur? Alimler, Peygamberlerin masumiyetinin Peygamberlikten Önce mi? Yoksa sonra mı? ve masumiyetin yalnız büyük günahlardan mı? Yoksa; hem büyük günah ve hem de küçük günahlardan mı? olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda bazı alimlerin görüşü şöyledir: Peygamberler için masumiyet, hem Peygamberlikten önce hem de Peygamberlikten sonra sabit olabilmektedir. Çünkü kişisel hareketler ve davranışlar Peygamberlikten önce olsa bile- gelecekte olan peygamberin davetine etki eder. Peygamberin, güzel bir gidişatı ve nefsinin tertemiz olması gerektiği bunun dışındadır. Böyle bir durum, peygamberin risâletine ve davetine zarar verici bir etki söz konusu değildir. Bu görüşü savunan alimler, buna; Yüce Allah'ın, Peygamberleri, kısanların en tertemiz olanından seçmesini ve onları küçüklüğünden itibaren bizzat kendisinin gözetmesini delil getirmişlerdir. Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) ile ilgili: "(Ey Mûsâ!) Gözümün önünde yetişip (terbiye edilesin) diye." 15[15] Ve ayrıca Yüce Allah'ın, Peygamberleri seçkin ve iyi kimselerden seçtiği ile ilgili, "Doğrusu onlar (Peygamberler) katımızda seçkin ve iyi kimselerdendirler" 16[16] ayetlerini, kendi görüşlerine delil getirmişlerdir. Buna göre Peygamberlerin, Peygamberlikten Önce ve sonra her türlü günahları; masumiyetleri ve çirkin fiilleri, işlemekten masum olmaları ve bunlardan korunmuş olmaları gerekmektedir. Diğer gruba gelince ise; bunlarda "Peygamberlerin, masum oluşunu sadece Peygamberlikten sonra olacağım ve bu dönemde küçük ile büyük günahlardan masum olduklarım savunmuşlardır. Çünkü insanlar, Peygamberlikten önce Peygamberlere tabi olmakla ve onlara uymakla emrolunmarmşlardır. Tabi olma ve uyma, ancak Peygamberlere vahyin inmesinden ve risalet ile emaneti yüklenmeleri suretiyle şerefli bir konuma geldikten sonra olur. Peygamberlikten öncesine gelince ise; Peygamberler de ancak diğer insanlar gibidir. Bununla birlikte (Peygamberlik öncesi) onların gidişatında masiyetler, günahlar veya kötü ve çirkin bir yola saptıklarında meydana gelecek bir durumda ikaz edilirler. Çünkü onlar, Peygamberlikten önce masum değildirler. Fakat onlar, Allah'ın inayetiyle ve yaratılışla-rmdaki temiz halleri üzere korunmuşlardır. "el-Akidetü'1-İslamiyye ve Ususüha" adlı kitap ta aynen şöyle denilmektedir: "Peygamberler, peygamberliğe seçilmeden önce iki çeşit üzeredirler: 1. Peygamberin daha sonra gelecek mutlak bir şeriat ile teklif olunmaması: Buna göre masumiyet, peygamberin kendisi hakkında konmuş bir özelliktir. Çünkü masiyetler ve Allah'ın emrine muhalefetlikler, ancak şeriat geldikten sonra olur. Mükellef olması da, kendisine gelen şeriat iledir. Kabul edilen durum ise; Peygamberin henüz getireceği şeriat ile mükellef olmamasıdır. Bundan dolayı henüz masumiyetin varlığından; veya yokluğundan bahsetmeye gerek yoktur. Çünkü ortada peygamberin bir şeriat ile mükellef tutulması söz konusu değildir. Çünkü Peygamberlik henüz gelmemiştir.Fakat peygam-! berin yaratılışının yüce olması, nefsinin temiz olması, ruhunun yüksek olması, aklının sağlam olması; kavmi arasındaki ahlakının, muamelatının, güvenirliliğinin, aklı seliminin, dosdoğru tabiatına ve nefret edilecek çirkinlikleri ve masiyetleri işlemekten uzak oluşu, O'nun örnek ve yüce olmasını gerektirir. 2. Peygamberin, önceki bir peygamberin şeriatı ile mükellef tutulması: Nitekim Hz. Lût (a.s) peygamberliğinden önce-amcası Hz. İbrâhîm (a.s)'in şeriatına tabi idi. Yine Hz. Mû-sâ(a.s)'dan sonraki İsrail oğullan Peygamberleri, kendilerine peygamberlik vahyolunmadan önce Hz. Mûsâ (a.s)'ın şeriatına bağlıydılar. İşte bu durum; peygamberin, Peygamberlikten önce, ne küçük bir günah ve ne de büyük bir günah işlemediğine kesin bir delildir. Fakat Peygamberlerin, Peygamberlikten önceki hayatlarını nakleden tarihçiler, onların; insanların işlediği küçük ve büyük günahlar ve masiyetler gibi masiyetlerden ve günahlardan uzak olduğuna şahitlik etmişlerdir. Eğer Peygamberlerden -yukarıda anlatılanlardan- bir şey meydana gelse, bu, onlarda pek nadir 15[15] 16[16]

Taha: 20/39. Sâd: 38/47

görülen yanılma ve sürçmelerdir. Onların yaratılışlarının yüce olmasından, nefislerinin temiz olmasından, ruhlarının yüksek olmasından ve sonradan teklif olunacakları şeyin önemli olmasından dolayı, böyle bir şey onlara zarar vermez. Ancak onlardan kaynaklanan bu yanılmalar ve sürçmeler, onların; insanlar tararından insanlık seviyesinin üstüne yükseltilmemeleri ve vasıflanmaları mümkün olmayan ilahi sıfatları yükletilmemeleri için insanların Önünde normal bir insan gibi olmalarını ispat etmek için (bunlar) meydana gelmiştir. Bundan dolayı onların, Peygamberlikten önceki ve sonraki halleri arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. Onlar, Yüce Allah'ın seçkin kullan ve yaratıklarıdır." 17[17] Alimlerin görüşlerinden çıkarılan sonucun Sahîh olanını kısaca şöyle özetleyebiliriz: "Peygamberler -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- Peygamberliklerinden sonra her türlü küçük-büyük günahlardan ve masiyetlerden ittifakla korunmuşİardır. Peygamberlikten öncesine gelince ise; onların kişiliklerine zarar vermeyecek ve risâletine etki etmeyecek bazı basit aksiliklerin meydana gelmesinin ise ihtimali vardır. Allame Kurtubî (rh.a), "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân" adlı tefsirinde konuyla ilgili olarak şöyle der: "Alimler, Peygamberlerden -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- büyük günahlardan ve her türlü toplu olarak eksiklik ve çirkinliklerden korunmuş olduklarına dair ittifak ettikten sonra, küçük günahın onlardan meydana gelip gelmeyeceği konusunda ise ihtilaf etmişlerdir. Fıkıhçıların çoğu; Peygamberler, büyük günahlardan korunmuş oldukları gibi -bunda icma vardır-, küçük günahların hepsinde de masumdurlar. Çünkü biz, Peygamberlere, mutlak bir emir olarak davranışlarında, naklettiklerinde ve gidişatlarında bir delile dayanmaksızın tabi olmakla emrolunduk. Buna göre eğer biz onların küçük günah işlemelerini caiz görürsek, o zaman onlara uymak caiz olmaz. Çünkü Peygamberlerin davranışlarının her birisinden maksat; yakınlık mıdır? Mubahlık mıdır? Yoksa isyan tehlikesi olan bir davranış mı? Masiyet mi olduğu açıkça bilinmez. Dolayısıyla kişinin, masiyet olabileceği şüphesi bulunan bir emre uymakla emrolunması doğru olmaz. Ehli Sünnet alimlerinden olan Ebu İshâk el-İsferani bu konuda şöyle der: 'Peygamberlerden, günahlar meydana gelmez. Çünkü onlar, küçük ve büyük günahlardan masumdurlar. İşte onların mucize sahibi olmaları, bir delil olarak onların masum olmalarını gerektirir.' Ehli Sünnet alimlerinden bazıları da konuyla ilgili olarak şöyle derler: 'Peygamberlerden, küçük günahlar meydana gelir'. Bu görüşün aslı yoktur. Zira Ehli-i sünnet alimlerinden çoğuna göre; Peygamberlerden küçük günahların sadır olması caiz değildir. Bazı son devir alimler ise, konuyla ilgili olarak şöyle derler: 'Bu konuda şöyle demek en uygun olanıdır: 'Yüce Allah, peygamberlerin bazılarından günahların meydana geldiğini haber vermiş, onların günah işleyebileceğini belirtmiş, bu günahlardan dolayı onları ikaz etmiş; Peygamberler ise bu günahları kendilerinin işlemiş olduklarını söylemişler, işlemiş oldukları günahlardan dolayı sıkıntı çekmişler, bu günahlarından dolayı Allah'a tevbe etmişler. Bunların hepsi, yorumu gerektirmeyecek bir şekilde Kur'an'in birçok yerinde nakledilmiştir. Her ne kadar bazı ayetler, yorumu gerektirecek olsa da, Peygamberlere ait bu hallerin hepsi, onların makamlarına ve derecelerine zarar getirmeyecektir. Ancak Peygamberlerde meydana gelen bu haller, hata (zelle) ve unutma yönünde gelmiştir. Buna göre bu haller, başkalarına nispetle Peygamberler için iyilik, makamlarının ve kadrü kıymetlerinin yüceliğine nispetle kendileri hakkında kötülüktür. Bu konuda en güzel sözü, Cüneyd el-Bağdadi söylemiştir ki, o da şudur: "Ebrarlann (= iyi kulların) hasenatı (= iyilikleri), Mukarreblerin (= Allah'a en yakın olan kulların) seyyiatı (= kötülükleri) gibidir." Buna benzer şöyle bir söz daha vardır: "Bir iş yapmakla kalacaksa ecir, ondan sorumlu tutulur vezir." (Kurtubî bu konuya devamla şöyle der:) 'işte doğru olan şudur: Her ne kadar ayeti kerimeler, Peygamberlerin bazılarından günahların meydana geldiğini gösteriyorsa da, bu durum onların makamlarına zarar getirmez ve derecelerini de indirmez. Bilhassa Allah, onlardan her türlü kötülükleri ve masiyetleri gidermiş, onları, yarattıkları arasından seçmiş, onları hidayete erdirmiş, onların nefislerini kötülüklerden temizlemiş, onları diğer yaratıklara karşı seçkin ve mümtaz kılmış17[17]

Ustad Abdurrahman Habenneke, el-Akidetül-İslamiyye, s. 116.

tır. Allahın salât ve selâmı onların üzerine olsun." 18[18] Masum Olma, Peygamberlerin Dışındaki Kimseler İçin de Olur mu ? İnsanoğlunun her bir ferdinden; hata, sapma ve masiyetin meydana gelmesine maruz kaldığına göre, Peygamberlerin -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- dışında hiçbir kimse için masumiyet sabit olmamıştır. Ancak Şanı Yüce Allah, bazı veli kullarını, büyük günahlardan, rezilliklerden, çirkinliklerden ve masiyetlerden bir çeşit koruma ve destekleme yoluyla korumuştur. İşte bu, Yüce Allah'ın, resullerine ve nebilerine mahsus kıldığı masumiyet olmayıp veli kullarına mahsus kıldığı ilahi bir lütuftur. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve peygamberi (Muhammed'e) iman edin ki (Allah) size rahmetini iki kat versin ve size, ışığında yürüyebileceğiniz bir 'nur' lütfetsin. Ve sizi bağışlasın. Allah, Gafurdur ve Rahimdir." 19[19] Ayeti kerimede geçen "Nur" kelimesi, insanlardan; evliyalar (= Allah'ın veli kulları), takva sahipleri ve sıddikler için olan ilahi lütfü işaret etmekte olup bu da resuller ve nebiler için olan masumiyet olmayıp bir çeşit koruma ve destekleme yoluyla olup Yüce Allah, bu ilahi fazileti; sahabelerden, Hz. Ebu Bekr (r.a), Hz. Ömer (r.a) vb. kimselere mahsus kılmıştır. Resulullah (s.a.v), Yüce Allah'ın, Hz. Ömer'in diline ve kalbine hakkı koyduğunu haber vermiş 20[20] ve devamla: Kuıtubî, et-Câmiu li Ahkâmil-Kur an, İ/308. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 111-115. 19[19] Hadîd: 57/28. 20[20] Hz. Ömer (r, anh), olayları anlamada, çare bulmada takp edilen geliş me neticesine göre; isabetli hedeflerin tahmin ve tespitinde fevkalade kabiliyet ve sezgiye sahipti. Resulullah (s.a.v), onun bu yönünü şöyle ifade etmekedir: 18[18]

"Sizden Önceki ümmetlerde muhaddesler (= ilhama mazhar olanlar) vardı. (Bunlar, Peygamber olmadıkları halde hakkı dile getirirlerdi). Eğer ümmetimde bunlardan biri varsa, O da, Ömer' dir." (Buharı). Hz. Ömer (r.anh), gerek Resulullah (s.a.v)'in sağlığın da ve gerekse vefatından sonra çok isabetli teşhislerde bulunmuş ve doğru kararla- vermiştir... Rivayetlerde; Hz.Ömer (R.anh.)'ın şu doğru tespitleri, vahyin inmesine de sebep olmuştur; 1. Hz. İbrahim (a.s)'ın makamının namazgah edinmesini istemesi üzerine (Bakara: 2/125) ayeti inmiştir. 2. Hz. Peygamber (s.a.v)'in hanımlarının örtünmeleriri istemesi üzeri-ne(Ahzâb: 33/ 59) ayeti inmiştir. 3. Resulullah (s.a.v)'in hanımlarının kıskançlık etmeleri üzerine Hz. P
"Nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, Ey; Ömer! Şeytan seni bir yolda yürürken gördüğünde, senin gitmediğin bir yolu tutup (senden) kaçıp gider" 21[21] buyurmuştur. Bu görüşe muhalif bazı kimseler, bir takım şahısların masumiyetini savunmuşlardır. Bu görüşün doğruluğuna dair, Kur'an'dan ve Sünnetten bir delil yoktur. Yalnız bu görüş; şek ve şüphelerin ciddiyetinden uzaktır. Buna göre masumiye hiçbir kimse için olmayıp yalnızca Peygamberler için geçeridir. Çünkü Yüce Allah, Peygamberleri, alemler için bir örne i yapmıştır. 22[22] Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberleri) emrimiz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendirler." 23[23] Peygamberlerin dışındaki -bütün insanların hata yapması mümkündür. İşte bundan dolayı İmam Malik (r.a) şöyle der: "Şu kabir sahibinin Resulullah (s.a.v)'in kabrine, işaret ederek dışında kalan, bizden görüş sahibi olanların görüşleri kabul edilirde, reddedilirde." 24[24] Ehli Kitabın, Peygamberler Hakkındaki İnançları: Kur'ân-ı Kerîm'in, Peygamberleri; insanlığa bir örnek, bir model, bir önder ve bir hidayet olmaları şeklindeki tanımlamasının ve vasıflanmasının yanı sıra Ehli Kitabın yani Yahudilerin ve Hıristiyanların, Peygamberler hakkındaki inançlarını da görmekteyiz... Ehli Kitab, Peygamberlerin yüceliği hakkında haddi aşmışlardır. Zira onlar, Peygamberlere masiyet işlemeyi nispet etmekle de yetinmeyip onların masum olduklarına dair inancı kabul etmemektedirler. Daha bunlarla da yetinmeyip Peygamberlerden bir kısmının suç işlemeye 7. İfk olayında, Hz.Aişe'nin tertemiz olduğunu Resulullah (s.a.v )'e söyfc-mesi üzerine (Nur: 24/16) ayeti inmiştir. 8. İkİ kimsenin Resulullah (s.a.v)'e gelerek bir konuyu sarmalan üzerine bunlardan birisi Resulullah (s.a.v)'in vermiş olduğu hükmü beğenmeyerek Hz. Ebu Bekr'e giderler ve daha sonrada Hz. Ömer'e giderler. Hz.Ömer'de, 9. Resulullah (s.a.v)'in hükmünü beğenmeyen kimsenin boynunu kilıçlau-çurur. Bunun üzerine (Nİsâ: 4/65) ayeti inmiştir.. 10. Bir yahudinin, Cebrail (a.s) hakkında ileri-geri konuşmasının ardından ona verdiği cevap üzerine (Bakara: 2/98) ayeti inmiştir. 11. Yüce Allah'ın, insanı; "çamurun özünden yarattığuıı ve onun gçirdiği evreleri" işitince (Mu'minun: 23/12-14 "yapıp-yaratanlann en güzeli o-lan Allah pek yücedir" demekle, ayetin sonuna uygun sözü söylemiştir. 12. Haüz İbn Hacer el-Askalani, "nakil itibariyle bu muvafakat'ın 15'ine \a-kıf olduk" diyor. Suyuti'de, "Tarihu'l-Hulefa" da, bunları, 21'e çıkarır.(ç) 21[21] Buharı, BedVİ-Halk 11, Fezailu's-Sahabe 6, Edeb 68; Müslim, Fezailu's-Sahabe 22 (2396); Ebu Davud, Haraç 18 (2962); Tirmizî, Menakib (3683); Müsned: 1/171, °2. Hadisin tamamı için İbn Esir el-Cezeri:nin, Camiu'1-Usul, 8/ 62'ye bakabilirsiniz. 22[22] Üstad Muhibbuddin el-Hatib, el-Hutut'1-Aridati li Me2hebi Şia el-İsna aşeriyye. Bu kitap, şahane bir kitaptır. 23[23] Enbiyâ: 21/73. 24[24] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 116-118.

kalkıştıklarını, günah işlemede Allah'ın emrinden çıktıklarını ve günahların en büyüğünü işlemede diğer kimselere önderlik yaptıklarını söylüyorlar.. - Daha sonra yazılarak tahrif edilmiş- Tevrat'ta, çok sayıda peygambere yakışmayan iftiralar, çirkinlikler ve rezillikler bulmaktayız. Hakkında iftiralar yapılan Peygamberlerden birisi de, Hz. Lût (a.s)'dır. Bu tahrif edilmiş Tevrat'a göre; "Lût (a.s), içki içmiş, iki kızıyla birlikte uyumuş. (Sarhoş olduktan sonra kızlarıyla zina etmiş). Bunun üzerine kızları, zina yoluyla kendisinden hamile kalmışlar..." Bunu söylemekten ve böyle bir şeyi iddia etmekten Allah'a sığınırım!! Yani içki içip sarhoş olduktan sonra bir peygamberin, iki kızıyla zina suçunu işlemesi gibi bir iddiayı ortaya atmak, bir peygambere dair bu çirkin suçlamaların en çirkin olanıdır. Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki inançları ve Peygamberlerin aleyhinde ileri sürdükleri yalan haberleri boşa çıkarabilmek için Yahudilerin yaptığı iftira ve karalamanın son haddini okuyucuya daha iyi açıklayabilmek için Tevrat'ta geçen rivayetleri aktaracağız. Bu riayetler ise Allah'ın Kitabı Tevrat'tan tahrif edilmiş olanlardır. Bu tahrif edilmiş Tevrat'ta, Hz. Lût (a.s)'m kızlarıyla ilgili konu şöyle geçmektedir: "Lût, beraberinde iki kızı olduğu halde Tsoar'dan çıkıp bir dağda yaşamaya başladı. Çünkü Tsoar'da ikamet etmekten korktu ve O, iki kızıyla birlikte bir mağaraya sığındılar... Büyük kızı, küçüğüne şöyle dedi: "Babamız ihtiyarlamıştır ve (dünyanın yoluna göre) yanımıza girmeye gücü yetecek bir erkek de yoktur. Gel, babamıza içki içirelim, onunla birlikte yatıp babamızdan bir nesil meydana getirelim." O gece babalarına içki içirdiler, büyük kız babasının yanma girdi ve babasıyla birlikte yattı. Lût, kızının kendisiyle yatmasının ve kalkmasının farkında değildi... Vaktaki, ertesi gün olunca; büyük kız, küçüğüne: "İşte, dün gece babamla yattım; bu gece de ona yine dünkü gibi- içki içirelim ve babamızdan bir nesil meydana getirebilmek için onun yanına gir ve onunla birlikte yat." dedi. Bunun üzerine o gece küçük kız, babasının yanına girdi ve babasıyla birlikte yattı. Lût, küçük kızıyla yattığının -büyük kızda da olduğu gibi- farkında değildi. Bunun üzerine Lût'un kızları, babalarından hamile kaldılar. Büyük kız, bir oğlan çocuğu doğurdu ve onun adını "Moab" koydu. Moab, günümüze kadar gelen Moablıların atasıdır. Küçük kızda, bir oğlan çocuğu doğurdu ve onun adını da "Amman" koydu. Amman, günümüze kadar gelen Ammanlılann atasıdır." Biz, Peygamberler hakkındaki bu sapıklık, saçmalık, iftira, yalan ve bühtandan Allah'a sığınırız. Yİne tahrif edilmiş Tevrat'ta şunu da bulmaktayız: "(YaTc'ûbJYehuza, oğlunun karısıyla zina etti. Oğlunun karısı, Yehuza'dan zina yoluyla hamile kaldı. Kadın, 'Fariz* ve 'Zarih' adında iki çocuk doğurdu. Davûd, Süleyman ve İsa; Fariz'in soyundan gelmişlerdir". Ayrıca bu, Matta incilinin birinci babında açıklanmıştır. Yine tahrif edilmiş Tevrat'a şunu da bulmaktayız: "Davûd, ordusunun komutam olan 'Orya'nın karısıyla zina etti. Kadın, bu zinadan dolayı hamile kaldı. Zira Davûd, hile yoluyla kadının kocasını imha etmişti ve o kadını, kendisine karısı olarak alıkoydu." Bu, Samuel bölümünün on birinci babında açıklanmıştır. Yahudilerin iddiasına göre; Süleyman (a.s), "ömrünün sonuna doğru dinden çıkmış, çıktıktan sonra da putlara tapmış ve putlar için mabetler bina etmiş." Bu, krallar bölümünün baş tarafındaki birinci babda açıklanmıştır. Keşke başım! Peygamberlerin hürmetinden dolayı, onların hizmetinde kalsaydı. Zira Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu iftiraları onların tarihlerinde (Peygamberlerin sarhoş oldukları, kötü huylan ve çirkin günahları işledikleri, haksız yere kanlar akıttıkları, putlara taptıkları gibi aslı astan bulunmayan bu iftira ve yalanlar) bulunduğu halde onlara uyulması nasıl mümkün olur? Hem bu iftiraları atıyorlar ve hem de onlara uyuyorlar. Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu inançların hepsi; yalan, bühtan ve iftiradır. Biz, Tevrat'ta geçen bu örneklerin hepsinin ve benzerlerinin, batıl ve Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu iftiralarının hepsinin -Allah'ın Kitabı Tevrat'ta- tahrif edildiğini ileri sürüyor ve onların bu inançlarım böylece boşa çıkarmış oluyoruz. Kısaca şunu belirtmek gerekir ki; Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu düzmeceleri ve iftiraları, Allah tarafından Hz. Mûsâ (a.s)'a indirilen Tevrat'tan olmayıp sonradan Tevrat'ta tahrifat yaparak onun içerisine sokuşturdukları rivayetlerdir. Hıristiyanların, Peygamberler hakkındaki inançlarına gelince ise onlar, -Yahudiler gibi-

Peygamberlerin masumiyetine inanmazlar. Zira onlar, efendileri olan Mesih İsa (a.s)'ın ilah-lığmı, akidelerine yerleştirmişlerdir. Mesih İsâ, onlara göre; masum olan tek bir kimsedir ve -içlerinde Peygamberlerinde bulunduğu- her insan, hata edebilir ve günah işleyebilir. Kıyamet gününde Mesih İsâ dışında insanlan kurtarabilecek ve şefaat edebilecek hiç bir kimse yoktur. Çünkü İncil'in ifadesine göre; hata edebilen kimseler, hatalı kimseleri kurtaramaz. Hıristiyanların yanında Peygamberler hakkındaki rezillik şekilleri, Yahudilerin Peygamberler hakkındaki çirkin inançlarından az değildir. Yahudilerin ve Hıristiyanların Peygamberler hakkındaki inançlarının hepsi, naklin ve aklın kabul edemeyeceği (Peygamberlere dair) günahlar kazandırma ve suçlar işlettirme suretiyle ileri sürmüşlerdir. Merhum Muhammed Reşid Rıza, "Muhammedi Vahiy" adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak -kısaltılarak alınmıştir-şöyle der: "Eğer nebilerin insanlara gönderilişi, insanlığın dünyevi durumlarını ıslah edecek şekilde nefislerinin tezkiyesini ve başka bir dirilişle bu hayattan daha yüce bir hayat için hazırlanmalarını amaçlıyorsa, bu amaç ve espri ancak nebilerin, davranışları ve yaşamlarında uyulmaya dair getirdikleri şeriat ve ahlakta da bağlılığa ehil olmaları halinde gerçekleşebilir. Bundan dolayı alimlerimiz, Peygamberlerin, günahlardan ve masiyetlerden masum olmasının vacipliğini savunmuşlar ve hatta bazıları biraz daha ileri giderek; Peygamberlikten öncede sonrada peygamberin büyük günahlardan masum olduğu gibi küçük günahlardan da masum olması gerektiğini savunmuşlardır. Bazıları ise sadece nedeni, düşüklük ve aşağılık olan küçük günahlardan (Peygamberlerin) masum olmasının gerekliliğini savunmuşlardır. Ehli Kitap ise bu anlamda masumiyeti kabul etmemektedirler. Ki, kutsal kitapları, büyük nebilerine güzel örneklikle çelişen çirkin günahlar, hatta kötülük ve fesada sevk edici sıfatlar atfetmektedirler. Hıristiyanların bir bölümü ise nebilerinin günahlarım, akideleri için de delil olarak gösteriyorlar. Zira akidelerine göre; sadece Mesih İsâ günahsızdır. Çünkü O, Rab ve ilahtır. İnsanları, veraset yoluyla geçen günahtan kurtarmıştır. Ondan başka ne bir şefaatçi ve ne de bir kurtarıcı vardır. Görüldüğü gibi bu inanç, Peygamberlerin getirdiği dinlere, kitaplara ve de akla muhalif putçu bir inanç olduğu gibi, Hind Çin vs.gibi putçu dinlerin inançlarıyla da uyuşmaktadır. Kaldı ki, bizce, tahrif edilmiş, 25[25] onlara göre kutsal kabul edilen Ahd-i Kadim (Tevrat) ve Ahd-i Cedid (İncîl), Peygamberlerine ne büyük ve ne de küçük günah isnat edilmesine şahitlik etmez. Örneğin, vaftizci Yuhanna (Zekeriyyâ (a.s)'ın oğlu Yahya), kesinlikle insanlarca -ve Allah katındautanılacak bir hata yapmamıştır. Aksine İnciller, Yuhanna'nm, Mesih İsa'dan daha fazla masum olduğunu göstermektedir. Nitekim Luka İncirinde, Yuhanna ile- ilgili olarak şöyle bir ibare geçmektedir: "O (Yuhanna); Rab önünde büyük (bir mevkiye sahip) di; içki de içmezdi. O, annesinin karnında Ruhu'l-Kudüs ile dolmuştu." (Luka İncili: 1/65). "Rabbin eli, o (Yuhanna ile) birlikte idi." (1/66) Mesih İsâ ise, O (Yuhanna) hakkında şöyle demektedir: "Size gerçeği söylüyorum; kadınlardan, vaftizci Yuhanna'dan daha büyük birisi doğmamıştır." (11/11) Hatta İnciller göstermektedir ki; Mesih İsâ, annesi ve kardeşlenni 26[26] ihmal etmiş, kendisiyle konuşmak istedikleri halde, onları, babası (Allah'ın) iradesine muhalif oldukları için reddetmiştir. (Tüm bunları, Matta İncili 12. bölüm ile Markos İncili, 3. bölümün sonlarında görebilirsiniz). İşte Luka İncilinin ifadesi: "İsa'ya, annesi ve kardeşlerinin, kendisini görmek istedikleri söylenince; 'benim annem ve kardeşlerim, sadece Allah"rn kelimesine kulak verip, bunu yerine getirenlerdir' dedi." (Luka İncili, 8/11). Yahudilerin ve Hıristiyanların, kendi kitaplarını tahrif ettiğine dair Yüce Alah'ın şu ayeti kerimelerine bakabilirsiniz: Nisa4/46; Mâidc: 5/13; Mâide: 5/ 41; Bakara: 2/75. 26[26] İncîl'de geçen rivayetlere göre; Hz. İsâ (a.s)'ın kardeşleri var. Halbuki tahrife uğramamış Kur'ân-ı Kerîm'de ve Resulullah (s.a.v)'in sünnetinde, Hz. İsâ (a.s)'ın kardeşlerinin olduğuna dair bir bilgi yoktur. (ç) 25[25]

Evet, kardeşleri,-başka bir yerde de belirtildiği gibi- Mesih'e inanmıyorlardı. Fakat annesi Meryem de böyle midir? Ve İsa'nın, annesine böyle davranması doğru muydu? Oysa Yüce Allah değil müsîüman anne ve babaya, müşrik anne ve babaya bile iyilikle davranmayı emretmekte, ayrıca Meryem'i de bütün kadınlardan üstün tutmaktadır. Anneyi ihmal, tüm şeriat ve ahlak kurallarına göre, ayıp ve günah olup; içki içmekte, içkiyi kesin olarak yasaklamayan şeriatlar da bile kötü bir davranış olarak kabul edilmiştir. Oysa biz Müslümanlar, Mesih İsâ (a.s)'ı tüm bu iftiralardan tenzih ederiz." 27[27] Bu anlatılanları kısaca şöyle özetleyebiliriz: "Müslümanların Peygamberler hakkındaki inançları; Kur'ân-ı Kerîm'de getirilen ve onların şerefli hayatlarında meydana gelenlerinde delil getirildiği saf ve gerçek bir inançtır. Bu getirilen deliller; onların yüce makamına ve yüksek derecelerine uygundur. Peygamberlerin masumiyetine dair sözler ile onların temiz olduklarına ve her türlü çirkinliklerden ve günahlardan uzak olduğuna dair inançlar; Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinde onların dini ve dünyevi önderler kılınmaları, alemler için davet ve hidayet sancağını yüklenmeleri şeklinde ittifak edilmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberleri) emrimiz altında insanları doğru yola (hidayete) götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendirler." 28[28] Buna göre Peygamberlerin, insanlara örnek olma hususunda mükemmel olması ve Peygamberlik konusunda masum (günahsız) olması gerekmektedir... İşte bu ise. aklın gerekli kıldığı ve şeriatın vacip kıldığı şeydir. İnşallah, bu konunun sonunda, Peygamberlerin masumiyetine dair olan bazı şüpheleri onlardan uzaklaştırmaya çalışmak suretiyle gerçeği ortaya çıkarmak ve onların ışıklarını insanlara bereketli kılmak için genişçe açıklamalarda bulunacağız. Yegane dostumuz, Allah'tır. O, ne güzel bir vekildir. 29[29] Masumiyet Etrafındaki Şüpheler Ve Bunlara Verilen Cevaplar Bazen birisi; "Kur'ân-ı Kerim, Peygamberlerin birbirlerine olan muhalefetlerini ispatlamakta ve onlardan bazılarına günah ile masiyeti nispet etmekle birlikte Peygamberler nasıl masum olurlar? Zira Yüce Allah, Hz. Adem (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır: "Adem, (kendisine ve eşine yasaklanan ağacın meyvesini yemesi suretiyle) Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. 30[30] Yine yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "(Ey Nûh! Bilmediğin şeyi benden istemenle) senin, cahillerden olmamam öğütlüyorum." 31[31] Yine yüce Allah, gönderilmiş Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v) hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Böylece Allah, senin günahından geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın... " 32[32] şeklinde bir soru yöneltebilir. Buna cevabımız ise şöyledir: "Peygamberler için masumiyet, Kur'an'da sabit olmuştur. Zira Kur'ân-ı Kerim ayetleri buna delil getirdiği gibi, sağlam ilmi düşüncede buna hükmetmiştir. Peygamberler, mükemmelliğe ve üstünlüğe örnek olmasalardı hiç yüce Allah insanlara; onlara tabi olmalarını, onlara uymalarını ve onların Rabbani metodları üzere gitmelerini emreder miydi?!! Eğer masumiyet, onların sıfatlarından olmasaydı onların davranışlarının ve hareketlerinin hepsinde onlara tabi olmakla ve uymakla mükellef tutulmazdık!! Bazı Peygamberlerden -Allah'ın saîât ve selâmı onlarm üzerine olsun- (Allah'ın emrine karşı) Reşid Rıza, Muhammedi Vahiy, s. 28. Enbiyâ: 21/73. 29[29] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 118-124. 30[30] Tahâ: 20/121. 31[31] Hûd: 11/46. 32[32] Feth: 48/2. 27[27] 28[28]

muhalefetliklerin ve masiyetlenn meydana gelmesine dair günah işlemenin zahirini gösteren bazı şer'i naslara gelince bunlar, şu şekillerde yorumlanmıştır. 1. Bu muhalefetlikler ve günahlar, nıasiyet değildir. Sadece daha iyi olanın tersini yapmaktır. 2. Bunlar, masiyet değildir. Ancak ictihadi olan bir hata (zelle) dir. 3. Farz edilsin ki bunlar, masiyet ve muhalefettir. O taktirde bunlar, Peygamberlikten önce meydana gelmiştir. İşte bu meseleyi ancak böyle açıklayabiliriz. Eğer Peygamberler, büyük günahlar ile kötülük çeşitleri içerisinde boğazlarına kadar batmış olsalardı, Yüce Allah, Kur'an'da geçen bu gibi övgülerle arılan övmesi muhal olurdu. Çünkü Yüce Allah'ın, pak ve temiz olan Peygamberler hakkındaki şu sözünü işitmekteyiz: "O (Peygamberler), Allah 'in hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammedi) Sen de onların doğru yoluna (hidayetine) uy." 33[33] Yani "Ey Muhammed! Sen de, onların güzel yoluna, temiz ahlaklarına, dürüstlüklerine, temizliklerine ve. seçkinliklerine uy" demektir!! Yine Yüce Allah'ın, Peygamberler hakkındaki şu sözünü işitmekteyiz: "O (Peygamberleri), emri altında insanları doğru yola (hidayete) götüren önderler yaptık. Onlara; iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat yermeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendirler." 34[34] Peygamberlerin Atası Hz. Adem (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele Hz. Adem (a.s)'ın masum oluşu, Yüce Allah'ın şu ayetinde açıklanmaktadır: "Adem (kendisine ve eşine yasaklanan ağacın meyvesini yemesi suretiyle) Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. Daha sonra da Onu (peygamberliğe) seçip tevbesini kabul etti ve Onu hidayete eriştirdi." 35[35] 1. Allah'ın emrine karşı yapılmış bu muhalefet ve masiyetin, Hz. Adem (a.s)'m kendisine Peygamberlik verilmezden önce olduğunu gösteren delil, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Daha sonra Rabbi, Onu, (Peygamberliğe) seçti." 36[36] Ayeti kerimede geçen "seçme"den maksat; Yüce Allah'ın, Hz. Adem'i, peygamberliğe seçmesidir. Zira Hz. Adem (a.s)'da meydana gelen masiyet, ona, Peygamberlik verilmezden Önce gerçekleşmişti. 2. Yüce Allah'ın başka bir sözünde ise; Hz. Adem (a.s)'m ancak kendisine yasaklanan ağaçtan "unutarak" yediği belirtilmektedir. Bu da Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "And olsun ki, Biz daha (Peygamberlik vermeden) önce Adem'e de (yasaklanan ağaçtan yememesi için ) ahid vermiştik. Fakat Adem, (kendisine yapılan bu yasaklamayı) 'unuttu'. Ve Biz, onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) 'bir kasıt (ve yönelme) bulmadık." 37[37] 3. Hz. Adem (a.s)'ın, yasaklanan ağaçtan bir şey yememesi gerektiği, Yüce Allah'ın şu ayetinde belirtilmektedir: "Denildi ki: Yalnız şu ağaca yaklaşmayın." 38[38] Hz. Adem (a.s), yasaklanan bu ağacın dışında aynı cinsten başka ağaçlardan yasaklanmadığını sadece bu ağaçtan yemesinin yasaklandığını zannetti. Bundan dolayı Hz. Adem (a.s), yasaklanan 33[33]

En'âm: 6/90. Enbiyâ: 21/73. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 125-126. 35[35] Tâhâ: 20/121-122. 36[36] Tahâ: 20/122. 37[37] Tâhâ: 20/115 38[38] Bakara: 2/35. 34[34]

ağacın cinsinden olan başka bir ağaçtan yemiştir. Böylece Allah'ın emrine muhalefet etmiş oldu. İşte bu ise, Hz. Adem (a.s)'dan ictihâd sebebiyle olup kasten ve ısrar mahiyetinde bir muhalefet değildir. a. Bu konudaki görüşlerin en uygun olanı, şöyle dememizdir: "Hz. Adem (a.s), yasaklanan ağaçtan unutarak yemiştir. Unutma ise, günah fiilini işleyen kimseden günahı kaldırır. Çünkü Resulullah (s.a.v), unutan kimsenin yapmış olduğu fiilden dolayı sorumlu tutulamayacağına dair şöyle buyurmaktadır: "Ümmetimden hata, -unutma' ve zorla kendilerine yaptırılmış olan şeylerin hükmü kaldırılmıştır (affedilmiştir)." 39[39] Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Rabbimiz! Eğer 'unutursak' veya yanılırsak, bizi (bunlardan ötürü) sorumlu tutma." 40[40] Hz. Adem (a.s)'dan sadır olan günah, masiyet üzere ondan isteyerek ve kasten olmamıştır. Buna delil, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Fakat Adem, (kendisine yapılan yasaklamayı) 'unuttu.' Ye Biz, onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir 'kasıt' (veyönelme) bulmadık." 41[41] Kurtubî ve İbnü'l-Arabî gibi bazı tefsirciler, bu görüşü tercih etmişledir. b. Veya bu konuda şöyle dememiz daha uygundur: "Masiyet, Hz. Adem (a.s)'a Peygamberlik verilmezden önce meydana gelmiştir." İşte bu görüş. "Menar Tefsiri"nin sahibi olan Reşid Rıza'nm tercih ettiği görüştür. Reşid Rıza, "Tefsirü'l-Menar" adlı tefsir kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hz. Adem (a.s)'m masumiyeti meselesine gelince bu mesele; selefin yolu üzere yürümek bizi, Hz. Adem (a.s)'m isyan ve tevbesine dair ayetlerin müteşabihlerden olduğu sonucuna götürür. Tıpkı bu kıssada geçen dış görünüşünü aklın kavrayamadığı diğer ayetler gibi. Buna göre bizim, Şanı Yüce Allah'ın da; "Fakat O, (yani Adem, kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu. Ve Biz, onda (Allah'a aykırı hareket etine konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık"(Tâhâ: 20/115) buyurduğu gibi, (Allah'ın emrine aykırı olarak yapılmış) bu muhalefet, Hz. Adem (a.s)'a Peygamberlik görevi verilmezden önce meydana gelmiştir' dememiz gerekmektedir. Yalnız Hz. Adem (a.s)'m, (Peygamberlikten önce) Allah'ın emrine karşı muhalefet ettiğinden dolayı onun masumiyetinin Peygamberlikten sonra olduğunda ittifak edilmiştir. Fakat Hz. Adem (a.s)'m bu durumu, unutkanlık eseri de olabilir. Olayın büyüklüğüne dikkat çekmek için unutmaya, nisyan denilmiştir. Unutma ve yanılma, zaten masumiyet lige zarar vermez ve üstelik ona çelişik de değildir." 42[42] İbnü'l-Arabi'ye 43[43] gelince; O, birinci görüşü tercih etmiş ve muhalefeti, Hz. Adem (a.s)'dan unutma sebebiyle meydana geldiğini ileri sürmüştür. Nitekim İbnü'l -Arabi'nin, "Ahkamu'l-Kur'an" adlı tefsir kitabında bu konu şöyle geçmektedir: "Niceleri, Peygamberleri, cahillerin; -haşa Peygamberler, günah işlemeye kasten ve bile bile can atarcasına girmişlerdir şeklihde- onlara nispet ettiği mevki ve makamlarına uygun düşmeyen günahlardan tenzih etme yani günahı onlardan gide- j rip temize çıkarma hususunda söz söyledi. Ama Müslümanlar- | dan orta yolu tutanlar bile bu şekilde günah işlemekten kendi- | lerini korurken, Peygamberlerin günah işlemeye can atması 1 nasıl olur??!! Halbuki Yüce olan Allah, ezelde neticelenmiş ve jj geçmiş hükmüyle Hz. Adem (a.s)'ı; kendisine muhalefet etme- | ye yöneltti. Bu ilahi emirle, Hz. Adem (a.s)'da, yasaklanan a- İ ğaca karşı bir kasıt ve Allah'ın yasağını çiğnemeye dair unutma meydana gelmiştir. Zira Hz. Adem (a.s)'ın, günahı işlemeye yönelmesi hususunda İbn Mâce, Talak 16; Acluni, KeşM-Hafa, 1/433 (ç). Bakara: 2/286. 41[41] Tâhâ: 20/115. 42[42] Reşid Rıza, Tefsirü'l-Menar, 1/380. 43[43] Bu İbnü '1-Arabî ile tasavvufçu îbn Arabî aynı şahıs değildir. İlki, Maliki mezle-bİne mensup Endülüslü tefsirci büyük bir alimdir. Diğeriise tasavvufçu îbn Arabi'dir, Bu ikisinin arasının birbirinden ayırmak için genellikle ilki, İbnü '1-Arabî, diğeri ise İbn Arabî şeklinde ifade edilmektedir, (ç). 39[39] 40[40]

'Adem, (kendisine ve eşine yasaklanan ağacın meyvesini yemesi suretiyle Rabbine isyan etti.' (Tâhâ: 20/121) denildi. Ve Hz. Adem (a.s)'m, özrünü açıklama mahiyetinde ise; 'Andolsun ki, Biz, daha (Peygamberlik verilmezden) Önce Adem'e de (yasaklanan ağaçtan yememesi için) ahid vermiştik. Fakat Adem, (kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu. Ve Biz, Onda (Allah 'm emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık. '(Tâhâ: 20/115) denildi. Bunun pratik uygulanışı ise şöyledir: "Bir adam, bir eve kesinlikle girmeyeceğine dair yemin etse bunun üzerine de yeminini unutarak o eve kasıtlı olarak veya yorumunda hatalı olarak girse, işte bu, 'kasıt' ve 'unutma'dır. Burada, kasıt ile unutma aynı şey değildir. Birbirinden farklıdır. Eve girmemeye yemin eden kimsenin unuttuğu şey, yemindir. Kastettiği ise eve girme meselesidir. Yoksa yemini bozmak değil. (Buna göre Hz. Adem (a.s) da Allah'ın emrini unuttu. Fakat ağaçtan, kendi kastıyla yedi). Çünkü bir efendinin, kölesini küçük düşürerek ve cezalandırarak; 'isyan etti' demesi caizdir. Efendinin, kölesine bu sözü söylemesinden sonra da tekrar faziletiyle birlikte kölesine yönelerek onu (daha önceki sözünden) temizleme şeklinde; 'unuttu' diyebilir... Fakat bugün bizden birisinin; Hz. Adem (a.s)'m, isyan ettiğini haber vermesi caiz değildir. Lakin Yüce Allah'ın, Hz. Adem (a.s)'ın bu durumuyla ilgili ayetlerini okurken veya Resulullah (s.a.v)'in bu konuyla ilgili sözlerini okurken, Hz. Adem (a.s)'m isyan ettiğini söylememizde ve bunu açıklamamızda herhangi bir sakınca yoktur. Ama Hz. Adem (a.s)'m isyan ettiğini, kişinin kendisi tarafınca bahsetmesine gelince ise; bizim için örnekler ve rehberler olan normal babalarımız hususunda bu caiz olmadığına göre Yüce Allah'ın, özrünü ve tevbesinı kabul ettiği ve bağışladığı atamız olan Hz. Adem (a.s) hakkında ise bu, nasıl caiz olur?!!" 44[44] Allame Kurtubî de bununla ilgili olarak şöyle der: "Alimler, Hz. Adem (a.s)'m yasak olan ağaca yaklaştığı taktirde müstahak olacağı cezayı -ki bu da Yüce Allah'ın; '(Yasaklanan ağaca yaklaştığınız taktirde) zalimlerden olursunuz.' (A'raf: 7/19) sözünü- bildiği halde o ağaçtan nasıl yediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. a. Alimlerden bir topluluk bu konuda; 'her ikisi de, Yüce Allah'ın yasakladığı ağacın dışındaki bir ağaçtan yemişlerdir. Fakat onlar Yüce Allah'ın yasağını, yasaklanan, ağaç cinsinin tamamına şamil olduğuna dair yorumda bulunmamışlardır' demiştir. b. Diğer bir topluluk ise; 'her ikisi de, Yüce Allah'ın yasakladığı ağaçtan unutarak yemişlerdir, (kasıtlı olarak değil)' demiştir. Yüce Allah, yüce kitabı Kur'ân-ı Kerîm'de bunu; 'And olsun ki Biz, daha (Peygamberlik verilmezden) önce A-dem'e de (yasaklanan ağaçtan yememesi için bir) ahid vermiştik. Fakat O, (kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu. Ve Biz, onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık' (Tâhâ: 20/115) ayetinde kesin ve net olarak haber verdiğinden dolayı; doğru olan görüş budur. Fakat Peygamberlerin, derece ve makamlarının yüceliği ve anlayışlarının çokluğundan ötürü onların bu durumlarına zarar verecek her türlü şeyden sakınmaları ve dikkatli olmaları gerekmektedir. Bunların zıddı ise (yani unutmak ve gaflet) onlarda bulunmaz. Lakin Hz. Adem (a.s)'ın, Allah'ın yasağını zayi ederek onu hatırlamaktan meşgul olması kendisini asi etti. Ebu Ümame, Hz. Adem (a.s) ise ilgili olarak şöyle der: 'Yüce Allanın, mahlukatı yarattığı günden itibaren kıyamet gününe kadar gelecek olan AdemoğuHarının sabırları (veya vakarını) terazinin bir kefesine, Hz. Adem (a.s)'m sabrı ise terazinin diğer kefesine konulsa Hz. Adem'in ki, diğerlerine daha üstün gelir.' Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: 'Biz onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık,' (Tâhâ: 20/115) 45[45] Alimlerin ve tefsircilerin görüşlerinden; Hz. Adem'in, Yüce Allah'ın emrine muhalefet etmeye yönelmediği, O'nun emrini unutarak veya ictihad yoluyla Allah'ın emrini yorumlayarak yasaklandığı ağaçtan yiyerek onun emrine muhalefet edip ve bundan dolayı da Yüce Allah'm, Hz. 44[44] 45[45]

İbnü'l-Arabî eî-Malikî el-Endelüsî, Tefsirö Ayati'l-Ahkam, 3/1249. Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân. 1/306.

Adem (a.s)'ı cennetten çıkarıp yeryüzüne indirmek suretiyle onu cezalandırdığı, işte bunun da Yüce Allah'ın Hz. Adem (a.s)'m bu işi yapacağına dair geçmiş ilahi hikmetine binaen olduğu açıkça gözlerimizin önüne serilmektedir. Buna göre olay, "unutma" sonucunda nıeydana gelmişken, bizim, Hz. Adem (a.s)'m isyan ettiğine dair suçu ona yüklememiz caiz olmaz. Hele de Yüce Allah, Hz. Adem (a.s) hakkında ayet indirip "Daha sonrada Rabbi Adem'i, (peygamberliğe) seçip tevbesini kabul etti ve onu hidayete eriştirdi." (Tâhâ: 20/122) buyurduktan sonra, Hz. A-dem (a.s) hakkında edebi elden bırakmamamız gerekmektedir. 46[46] Hz. Nûh (a.s)’ın, Masum Oluşu İle İlgili Mesele Yüce Allah'ın Hz. Nûh (a.s)'m kıssasına dair şu sözü, onun masumiyetliğine işaret eden delillerdendir. Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Nûh Rabbine dua edip dedi ki: Ey Rabbim! Oğlum benim dilemdendir. Senin, (ailemden olanları kurtaracağına dair bana verdiğin) vaadin de elbette haktır ve Sen, hakimlerin en hakimisin.' (Bunun üzerine Allah da: ) 'Ey Nûh! O (oğlun), katiyen senin ailenden değildir. (Kendilerini kurtarmayı vaat ettiğim aile halkının arasında onun yeri yoktur. Çünkü Ben, senin ailenden iman eden kimseleri kurtaracağımı vaat etmiştim). Çünkü O, (nun iman etmemekle yaptığı iş) Sahih olmayan bir iştir. O halde (bilgin olmayan bir şeyi,) Benden isteme! Cahillerden olmaman (ve böylece dilemen caiz olmayan bir şeyi istememen) için sana Öğüt veriyorum' dedi. 47[47] Ayettede görüldüğü üzere Hz. Nûh (a.s) yalnızca Rabbinden, oğlunu boğulmaktan kurtarmasını istemiştir. Çünkü Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a, ev halkını boğulmaktan kurtaracağını ve zalimleri helak edeceğine dair vaatte bulunmuştu. Oğlu ise ev halkmdandı. Zira Hz. Nuh'un oğlu, babasına iman edeceğine dair söz vermişti. Bundan dolayı Hz. Nûh, oğlunun, kendi dini üzere olduğuna inandığından dolayı Allah'tan, onu boğulmaktan kurtarmasını istedi. Hz. Nûh, oğlunun, küfür üzerinde bulunduğu gerçeğini bilmiyordu. Ancak Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a, onun iman etmediğini ve bundan dolayı da kendi ailesinden saymayacağım açıkladıktan sonra, Hz. Nûh, oğlu hakkındaki gerçeği öğrenmiş oldu. Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'m oğluna dair şöyle buyurmaktadır: "0, (oğlun) senin ailenden değildir." (Hûd: 11/46) Yani "Oğlunu, kendilerini boğulmaktan kurtarmayı sana vaat ettiğim aile halkınm arasında yeri yoktur. Çünkü oğlun, iman etmiş kimselerden değildir. Ben ise, senin ailenden iman eden kimseleri kurtaracağımı vaat etmiştim" demektir. Bunun üzerine Hz. Nûh (a.s), gerçeği öğrendikten sonra oğlundan uzaklaşmıştır. ... Ayrıca Hz. Nûh (a.s), Rabbinden, mümin olmayan oğlunu boğulmaktan kurtarmasını istemesine dair bu konuda bir masiyet veya günah işlememiştir. Yalnızca Allah'a, oğlunu boğulmaktan kurtarması için dua etmişti. Hz. Nûh (a.s)'rn bir insan ve merhametli bir baba olmasından dolayı, Onu da (oğlunun boğulmasını görmesi üzerine) baba şefkati ve acıma duygusu kaplamıştı. Bundan dolayı oğlunun boğulmaktan kur-. ttılması için Allah'tan, oğlunun kalbine, "imanı" ilham etmesini istedi. Hz. Nûh (a.s)'m, bu isteği üzerine Yüce Allah, ona; oğlunun kafirlerden olduğunu ve onunda boğulmak suretiyle helak olanlardan olduğu haberini verdi. Üstad Ebu Mansur (rh.a), bu ayetin teisirinde şöyle der: -"Hz. Nûh (a.s)'ın oğlu, münafık olduğundan dolayı Hz. Nûh (a.s)'m yanında onun dinindeymiş gibi görünüyordu. İşte bundan dolayı Hz. Nûh (a.s), oğlunu da kendi dini üzere gördüğünden dolayı onun, Allah'a; 'oğlumda benim ailemdendir' (Hûd: 11/145) demesinin ihtimali bundan dolayıdır. Ayrıca Hz. Nûh (a.s), oğlunun -kafirler-gibi- boğulmaktan kurtulmasını Yüce Allah'tan istemektedir....Hz. Nûh (a.s)'m, benzeri bir isteğinden yasaklanmasına dair haber, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmişti: 'Zulmedenler (kavmin) hakkında, (onların boğulmaktan kurtulmalarına ve şefaate kalkışıp azabın onlardan kaldırılnasına dair) Bana bir şey söyleme! Çünkü onlar, suda boğu-acaklardır. " (Hûd:

46[46] 47[47]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 127-133. Hûd: 11/45-46.

11737) 48[48] Hz. Nûh (a.s), oğlunun, kendi yanında iman ettiğini görlüğünden 49[49] dolayı onun bu zahiri imanına dayanarak Allah'tan mu boğulmaktan kurtarmasını istemektedir. Nitekim münafik-ır, efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v)'e bazı konularda muva-akat ettiklerini söylüyorlar ve bazen de Onun sözünün aksine areket ediyorlardı. Resulullah (s.a.v) ise onların münafık oluklarım bilmiyordu. Nihayet Allah, Ona, kimlerin münafık Iduğunu bildirmesinden sonra münafıkları bildi. İşte Yüce Allah'ın, "O, Senin ailenden değildir. " (Hûd: î/46) Yani "oğlunun, kendilerini boğulmaktan kurtarmayı ana vaat ettiğim aile halkının arasında yeri yoktur. Çünkü, endilerini boğulmaktan kurtarmayı vaat ettiğim aile halkın, izli ve açık durumda da hakikaten mümin kimselerdir' sözü e böyledir. 50[50] Hz. İbrahim Halilurrahman (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele Hz. İbrâhîm Halil (a.s)'e nispet edilene gelince bunlar, Kur'an ve sünnetten bazı naslarda geçmektedir. Hz. İbrâhîm (a.s)'a nispet edilenin zahirine göre, masumiyetin olmadığını gösterir. Bu dış görünüşü itibariyle bu rivayetler, kastedilenin dışındadır. Çünkü bu rivayetler, diğer naslarla dış görünüşü itibariyle çelişkilidir. Buna göre bu rivayetler; Peygamberlerin masumiyetiyle ilgili Müslümanların akidesinde ittifak edilen şekil üzere anlaşılmasında bu naslar arasında bir uyuşma sağlanması gerekmektedir. 1. Birinci Nass: En'am Sûresinde, Yüce Allah'ın şu ayetlerinde geçmektedir: "(İbrâhîm,) karanlık çökünce bir yıldız gönnüş, 'Bu mu benim Rabbim?' demiş, o sönüp gidince, 'Ben böyle sönüp batanları sevmem' demişti. Daha sonrada ayı doğarken görünce, 'Bu mu benim Rabbim? Bu (diğerine göre) daha büyük' demişti. Fakat O da batıp gidince, 'And olsun ki eğer Rabbim bana hidayet etmemiş olsaydı, muhakkak sapıklığa düşen topluluklardan olurdum.' demişti. Daha sonra da güneşi doğarken görünce, 'Bu mu imiş benim Rabbim! Bu, hepsinden de daha büyük' demiş. (Bu da diğerleri gibi) batınca, 'Ey kavmim! Ben, sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan katiyen uzağım, şüphesiz ki ben yüzümü, Tevhide yönelmiş bir kişi olarak, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben, (Allah'a, yaratıklarından herhangi birisini ortak koşan) müşriklerden değilim' demişti. 51[51] Bu ayeti kerimeler; "Hz. İbrahim (a.s)'m, Allah'ın varlığı hakkında şüpheye düştüğü, büyüklüğünde ve yüceliğinde cahil olduğu ve asıl ibadete müstahak olan ilahın,kim olduğunu bilmediği" şeklindeki bu zahiri nass, insanı, görünüşte zan ve töhmet altına sokmaktadır! Bazı insanlar zannediyor ki, "Hz. İbrahim (a.s), kavminin durumundan etkilendi, çocukluğunun başlangıcında kavmiyle birlikte yıldızlara tapan bir kimseydi ve onlar gibi güneşe ve ay'a tapıyor" Hz. İbrahim (a.s) hakkında düşünülen bu zan, apaçık bir cehaletin ve hatanın göstergesidir. Böyle şeyler, yüce Peygamberlerin vasıflarını bilmeyen ve Kur'ân-ı Kerîm'in anlamlarım anlamayan kimselerden sadır olur... 48[48]

Nesefî, Tefsiru'n-Nesefî. 2/192. Fahrcddin er-Râzî bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hz. Nûh (a.s)'ın ümmeti, ; grup idiler: 1. Açıktan kafirlik yapanlar, 2. İmanını açıkça bildren müminler. 3. ir grup münafık... Müminler için takdir edilmiş ilahi hıküm, kurtuluş; kafirler ıkkındaki iiahi taktir ise boğulmak idi. Bunlar zaten malumdur. Fakat münafıklar ıkkındaki hüküm gizli idi. Nuh'un oğlu da, o münafıklardan olup, Hz. Nûh (a.s) um mümin olabileceğini sanıyordu. Oğlu hakkında babanın aşın şefkati, oğlunun İlerini ve amellerini, onun bir kafir olması sebebiyle yapılmış olduğu anlamına f ğil, daha geçerli sebepfcre hamletmeye sevk etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri bîr, 13/40) (ç). 50[50] Peygamberlerin masumiyctligine dair kitabın orijinaündeki sıralamayı takip t-:yip. Peygamberlerin sıralanmasına göre bir yol takip ettik. Zira kitabın orijinal alamasında Peygamberlerin tarihi hayatlarına göre bir sıralanma pn planda tutılmıştır. (ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 134-136. 51[51] En'âm: 6/76-79. 49[49]

Şam Yüce Allah, (aşağıda gelecek olan ve daha önce geçen ayette), onu, göklerin ve yer yaratılışındaki inceliklere muttali kıldığını, Hz. İbrahim (a.s)'m bizzat kendisinin Tevhide yönelmiş müminlerden biri olduğunu ve iman ile kesin bilgi hususunda kamil kimselerden olduğunu nebisi ve dostu olan Hz. İbrâhîm (a.s)'a haber vermiştir. Zira Yüce Allah, Hz. İbra-hîm (a.s)'ı küçüklüğünden itibaren olgunluk çağına kadar her türlü şirk, küfür vb. şeylerden korumuş ve ona, her inatçının ve kibirlinin sırtını yere vuracak kesin hücceti vermiştir. Bu, hiçbir kimsenin galip olamayacağı bir Allah'ın varlığı hususundaki kanıtların ve delillerin yerine getirilmesi makammdadır. Şimdi de Şanı Yüce Allah'ın, Hz. İbrâhîm (a.s)'m kesin bilgiyle kavmine karşı delillerini nasıl getirdiğini -konuyla ilgili En'am Süresindeki- ayeti kerimelerin baş tarafını dinle. Buna göre Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani İbrâhîm, babası Azer'e, 'Sen, (ilah olmaya layık olmayan) bir tahin pulları ilah mı ediniyorsun? Doğrusu Ben, seni ve (bağlı bulunduğun) kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum!' demişti, işte böylece (ona, şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi) Biz ibrahim'e, göklerin ve yerin yaratı hşlarındaki incelikleri gösteriyorduk ki, kesin bilgi sahibi olanlardan olsun diye '(İbrâhîm) karanlık çökünce bir yıldız görmüş... 52[52] Böylece Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a, yaratıcının varlığını delillendirebüecek kesin kanıtlar ve razı olacağı hüccetler vermiştir. Kendisine verilenlerden sonra Hz. İbrâhîm (a.s), babasıyla şöyle mücadele ediyordu. "Sen, (İlah olmaya layık olmayan) birtakım putlara mı tapıyorsun. 53[53] Bunun ardından ise işitmeyen, görmeyen ve sahibine hiçbir fayda sağlamayan putlara tapma hususunda babasını ve kavmini sapıklıkla şöyle suçlamaktadır: "Doğrusu ben, seni ve (bağlı bulunduğun) kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" 54[54] Daha sonra Hz. îbrâhîm (a.s), yakinen bildiği -mükemmel bir tavırla- delilini, Yüce Allah'ın da şahitlik etmesiyle şöyle getirmektedir: "İşte böylece (ona, şirkin çirkinliklerini gösterdiğimiz gibi) Biz İbrâhîm'e göklerin ve yerin yaratılışlarından incelikleri gösteriyorduk ki, kesin bilgi sahibi olanlardan olsun diye." 55[55] Bu ayetlerden sonra gelen ayetler konunun girişinde geçmişti, Hz. İbrâhîm (a.s)'m sadece delillerini kavminin idraki ve anlayışı seviyesine indirgemek, onların inançlarına göre tedrici olarak yöneltmek, suretiyle Allah'ın varlığını delil gösterme makamında ve kavmine kanıtını kabul ettirme konusundadır. Bundan dolayı Hz. îbrâhîm (a.s), aklı selim bir düşünceyle hüccet ve delille ortaya çıkarılmış bu ilahlara tapma konusundaki kavminin inancını batıllaştırmak için ilk önce yıldıza dair; "Bu, benim Rabbimdir"; ardından ay'a ve daha sonra da güneşe aynı şeyi söylemektedir... İşte bundan dolayı Allah, bu kıs-;» sayı, şu sözleriyle bitirmiştir: "İşte bu (zikredilenler), kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerdir. Dilediğimizi (ilim ve hikmetle) derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin, tam hikmet sahibidir ve (bunlara kimlerin layık olduğunu da) hakkıyla bilendir." 56[56] Allame Zemahşerî (rh.a.), bu ayeti kerimenin bitiminde çok güzel bir açıklama yapmıştır ki, biz de bu açıklamanın bir kısmını aşağıya şöyle aldık: "Hz. İbrahim'in babası ve kavmi; putlara, güneşe, aya ve yıldızlara tapmaktaydılar. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), görme ve delil getirme yoluyla onların üzerinde bulundukları şirk dininin bir hata üzerine kurulduğunu haber vermeyi ve onlara doğruyu göstermeyi ve Hudus Delilini getirerek ilah olması mümkün olmayan putları vb. şeyleri, sahîh ve doğru olan delillerle onlara tanıtmayı; arkalarında, onları yaratan, doğuşlarını ve batışlarını bir yerden diğer bir yere gidiş ve intikallerini idare eden birisinin yani Allah'ın varlığını gösterdiğini onlara öğretmek istedi. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, 'Bu, benim. Rabbimdir' (En'am: 6/76) sözü, muhatabının batıl yolda olduğunu bildiği halde, ona 52[52]

Enam: 6/74-76. En anı: 6/74. 54[54] En'âm: 6/74. 55[55] En'âm: 6/75. 56[56] En'am: 6/R3. 53[53]

insaf ile davranan kimsenin sözü gibidir. Kendi görüşünde mutaassıp değilmiş gibi, muhatabının sözünü aynen naklediyor. Zira bu davranış karşısındaki muhatabını hakka daha iyi götürür. Daha sonra da muhatabına tekrar dönerek onun iddiasını kendisinin ileri sürmüş olduğu delil ile boşa çıkarır... Yıldız batınca Hz. İbrâhîm (a.s); 'Ben böyle sönüp batanları sevmem' dedi (En'am: 6/76). Çünkü kendisine tapılan ilahların durumunun değişmesi ve bir yerden başka bir yere intikali doğru değildir. Esasen bunların durumu, günah sahibi kimselerin (yani bir bakıyorsun günah işliyor, bir de bakıyorsun günah işlemiyor) özellikler indendir. Yüce Eğer Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak sapıklığa düşen topluluklardan olurdum' ayetine gelince ise; Hz. İbrâhîm (a.s), ay'ın, doğup etrafa ışık saçtığını görünce, bu sözüyle kavminin taptıkları put, güneş, ay vb. şeylerin, batıl olduğuna dikkatleri çekmek ve beyinsiz olduklarını göstermek istiyordu. Fakat ay da batıp gözden kaybolunca Hz. İbrâhîm (a.s); 'Bu, benim. Rabbimdir' dedi. (En'am,: 6/77). Burada Hz. İbrâhîm (a.s) karşı koyma yöntemiyle kavminin sapıklık içerisinde bulunduğunu göstermek istemiştir." 57[57] Yukarıdaki ayetlerde de geçtiği üzere- bu kıssayı -Kur'ân-ı Kerîm anlatmıştır. Yalnız Yüce Allah bu kıssayı, peygamberi ve dostu olan Hz. İbrâhîm (a.s)'a verdiği ikna edici bir yöntem ve güçlü bir hüccetle yol gösterici olarak haber vermiştir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın varlığına dair delil getirerek kavmini aciz bırakmaya ve kavminin -Allah'ın dışında- yıldızlara, aya, güneşe vb. şeylere tapmaları konusundaki sapıklıklarını ve yanlış bir yol üzerinde olduklarına dair delil getirmeye nasıl güç yetirdi?.. Ayrıca Hz. İbrâhîm (a.s), amacına ulaşabilmek için yolların en kolayını tutarak açıklamıştır. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini ilk önce direkt olarak suçlamayıp onlara tedrici bir şekilde yaklaşıp -ayetlerdeki sıralamaya göre- hareket etmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s), kavminin; Allah'ı bırakıp putlara, yıldızlara, aya, güneşe vb. şeylere tapmaları hususundaki cehalet ve hatalarını kendilerine göstermek amacıyla ilk önce gökyüzünde parlayan bir yıldızı görüp, 'İşte bu, benim Rabbimdir' dedi. 58[58] Hz. İbrahim (a.s) bu sözüyle onları reddetmek, kınamak, tenkit etmek ve tedrici bir şekilde onları helake götürmek için böyle söylemişti. Daha sonra yıldızın kaybolup gittiğini, görünce, bu kaybolup giden- yıldızın "Rab" olmaya uygun bir varlık olamayacağını söyledi. Çünkü Rab olarak kabul ettikleri varlığın durumu değişmiş ve bir yerden başka bir yere intikal etmişti. Hz. İbrâhîm böylece kaybolup giden bir ilahın ilah o-lamayacağını kavmine anlatmaya çalışıyordu. İşte bu Hudus'a yani ilah olarak kabul ettikleri varlıkların sonradan meydana geldiğine işaret etmekteydi... Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s) gökyüzünde ayın doğup etrafa ışık saçtığını görünce -öncede dediği gibi-, "Bu, Benim Rabbimdir" dedi. Ay'ın da batıp gözden kaybolduğunu görünce, bununda kendisine fayda sağlayıcı bir ışık olarak kabul etmeyip bö.yle kaybolup giden ve kendisine tapınılması gereken bir varlığın "Rab" olamayacağım söyledi. Hz. İbrâhîm (a.s) burada da onların sapıklık ve hatalı bir yol üzerinde olduklarım gördü. Fakat bunu direkt olarak söylemeyip hikmetinin gereği bir yöntemle şöyle anlatmak istedi; "Eğer Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak sapıklığa düşen topluluklardan olurdum " (En 'am: 6/ 77). Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözüyle, onlann sapıklık içerisinde olduklarını direkt açıklama metodunu seçmeyip böyle bir ilahı ve benzerlerini kabul etmekle kendisinin de -onlar gibi- sapıklık içerisinde olacağını belirtmiştir. Çünkü taptıkları bu ilahlar, devamlı olarak doğuşları ve batışları değişmekte Zemahşerî, Tefsirü'l-Keşşaf, 2/40. Bazı tefsirciler; Hz. ibrâhîm (a.s)'ın yıldız, ay ve güneş için söylediği "İşte bu, benim Rabbimdir" sözünü çocukken, Allah'ı tanıma hususundaki fikri lam gelişinden önce söylediği kanaatindedirDoğru olan, Cumhurun yukarıda geçen görüşüdür: "Bu söz, Hz. İbrahim (a.s)'ın kavmi ile münazara esnasında onların yıldızlara, güneşe ve aya tapmalarının batıl olduğuna dair delil getirmek için söylediği bir sözdür. Muhataplarını susturmak için, onlarla aynı ibareyi kullanarak "İşte bu, benim Rabbimdir" demesi, hüccetlerin en iyisi ve delillerin en açığıdr. (M. Ali Sâbûnî, Safvetü'l-Tefasir, 2/218) (ç)

57[57] 58[58]

olup bir yerden başka bir yere geçmek suretiyle dönüp dolaşmaktadırlar. Bunu da onlara taptıkları ilahların sonradan yaratıldıklarını göstermek için yapmıştı. Hz. İbrâhîm (a.s) "sapıklığa düşen topluluklardan" sözüyle ayla tapmanın doğru yolu şaşırmış yani sapıklık içerisinde olmakla açıklamak istemiştir. Daha sonra güneşin doğduğunu, ışığının kainata yayılması suretiyle parlaklığını görünce, Hz. İbrâhîm, "İşte bu, benim Rabbimdir" dedi. Çünkü güneş, yar atılmışların en büyüğü, diğerlerinden daha parlak ve daha faydalıydı. Buna göre güneş, diğer yıldızlara ve aya nazaran tapılmaya daha hak sahibiydi... Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözünü, onların sapıklık üzerinde bulunduklarına dair onlara karşı delil getirmek için ve güneşinde diğerleri gibi sonradan yaratılmış olduğunu göstermek için bu şekilde söylemiştir... Bir müddet sonra güneş de kaybolup ufkun arkasına geçince, ışığını ve parlaklığını kaybetmişti... Hz. İbrâhîm (a.s), kavmi ile münazara halinde bulunduğundan dolayı onlann, putlara, yıldızlara, ayla, güneşe vb. şeylere tapmaları ile sonradan yaratılmış olan bu varlıklara tapmalarım sapıklıkla suçladı. Daha sonra da kavminden ve onlann taptıklarından uzaklaştı. İşte bu, gözlerin gördüğü bu en parlak üç cismin ilah olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıktıktan ve gerçek, sabah aydınlığı gibi ortaya çıktıktan ve kastettiği gayeye ulaştıktan soma Hz. İbrâhîm (a.s): "Ey kavmim! 'Ben, sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan katiyen uzağım. Şüphesiz ki ben yüzümü, Tevhide yönelmiş bir kişi olarak gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben (Allah'a, yaratıklarından herhangi bilisini ortak koşan) müşriklerden değilim' demişti. Kavmi (A Hah 'in birlenmesi ve O'nun ortağının olmadığı hususunda) İbrahim'le tartışmaya girişti. O demişti ki: Allah beni hidayete (Tevhide) iletmişken, siz benimle Allah hakkında (O'nu tevhid etmem hususunda) mı tartışıyorsunuz? Ben, O'na ortak koştuğunuz (putlardan, ilahlardan vb.) şeylerden korkmam. Ancak Rabbim bir şey dilerse, o (dilediği şey) müstesna. Rabbimin ilmi, her şeyi sarıp kuşatır. Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız? Hem Allah 'm size (haklarında) hiçbir delil ve burhan indirmediği şevleri siz O'-na eş koştuğunuzdan korkmazken, ben eş koştuğunuz o varlıklardan niye korkayım? Şimdi bu iki zümreden (Tevhide yönelmişlerin grubu mu? Yoksa müşriklerin grubu mu?) hangisi güven duymaya daha layıktır? Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım? Bunlar), iman edenler ve imanlarını zulüm ile bulaştır-mayanlar (yok mu?) İşte güven duyma hakkı ancak onlaradır. Ve onlar, doğru yolu bulmuş kimselerdir. İşte bu (zikredilenler), kavmine karşı ibrahim'e verdiğimiz delillerdir. Dilediğimizi (ilim ve hikmette) derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz kî Rabbin, tam hikmet sahibidir ve (bunlara kimlerin layık olduğunu da) hakkıyla bilendir." 59[59] Bu (ayetlerde geçen) sözler, Allah'ın varlığı konusunda şüphe etmeyen ve yüce yaratıcının varlığı konusunda bilgisiz olmayan Hz. İbrahim Halil (a.s) tarafından söylenmiştir. Ancak bu sözler, delil getirme ve kanıt yoluyla kavminin sapıklık üzerinde bulunduğunu delillendirnıek ve kesin hüccetlerin en büyüğüyle onları aciz bırakmak için söylenmişti. İbnü'l-Arabî, "Ahkamu'l-Kur'an" adlı tefsirinde bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hz. İbrâhîm (a.s)'a verilmiş olan Tevhid davasını açıklama ve delil getirme bilgisinin sonucu olarak kavmi ile arasında geçen olaylar, onun, Yüce Allah'ı bilmemesi ve bu husustaki şüphesi sadece Allah'ı onlara tanıtmak içindir. Yoksa Hz. İbrahim (a.s) gerçekten şüpheye düşmüş değildir." 60[60] Buna göre bir kimse, Hz. İbrâhîm (a.s)'m, Allah'ın varlığı konusunda şüphe ettiğini zannederse ve onun, yıldızlara, aya ve güneşe taptığına inanırsa, haktan uzak, anlayışında hatalı ve nebiler ile resullerin sıfatlarından bilgisiz olduğu anlaşılır... Çünkü Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a, Peygamberlikten önce ve doğru yolu ve hidayeti bulma (rüşd) kabiliyeti vermiştir: "And olsun ki daha önce (Peygamberlikten önce) Ibrâhîm-'e de doğru volu bulma imkanı (rüşd) verdik. Biz İbrahim'in (buna ehil olduğunu) biliyorduk." 61[61] 2. Hz. İbrâhîm (a.s)'m masum olmadığını vehmettiren i-kinci nassa gelince; o da, yüce Allah'ın şu 59[59]

En'âm: 6/78-83. İbnü'1-Aı-abî, Tefsiru Ayati'l-Ahkami'l-Kuran, 2/732. 61[61] Enbiyâ: 21/51. 60[60]

sözüdür: "Hani İbrâhîm: 'Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster' demişti. (Allah'ta) "İnanmadın mı yoksa?' demiş. O da: İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (bunu istiyorum)' demişti. Allah'ta, 'Öyleyse dört (çeşit) kuş al, onları kendine alıştır (sonrada onları parçala ve) her dağ başına onlardan birer parça bırak Sonra onları (Allah'ın izniyle geliniz diye) çağır. (Onlarda) koşarak sana geleceklerdir' demiş. Bil ki şüphesiz Allah, Aziz'dir ve Hakimdir. 62[62] Sanki bu ayeti kerime; Hz. İbrâhîm (a.s)'m, "ölüleri diriltmesine dair Allah'ın kudreti konusunda" şüphe ettiğini yansıtmaktadır. Böyle bir anlayış şekli, uygun olmayan bir anlayış şeklidir. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s)'m, Rabbi konusunda ve yüce Allah'ın ölüleri diriltmesine dair olan kudreti konusunda şüphe ettiği şeklinde bir anlayışa varmaktan Allah'a sığınırız. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), tevhid inancım insanlar arasına yerleştirmeye çalışan ve insanların, yalnızca.bir olan Allah'a ibadet etmelerini sağlamak için Kabe'yi ilk Önce İnşa eden ve aynı zamanda da Peygamberlerin atası olan bir kimsedir. Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden yalnızca, "ölüleri nasıl dirilttiğinin" keyfiyetini sormuş, "mahiyetini" sormamış ve ayrıca "Ey Rabbim! Ölüleri diriltmeye gücün yeter mi?" şeklinde bir soruda sormamıştır. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Rabbine olan sorusu, "Ölüleri diriltmesinin keyfiyetine dairdir." Yalnız bu da, Hz. İbrâhîm (a.s)'m (Allah'ın varlığına kesin olarak inanmakla birlikte), kalbinin kesin olarak inandığı bir rahata kavuşması ve ilahi yaratıcının sırları ile gizemlerini görmeyi bilmek maksadıyladır. Üstad Ahmed el-Münir, "Keşşaf tefsirine yaptığı açıklayıcı bilgide bu ayetle ilgili olarak şöyle der: "Hz. İbrâhîm (a.s)'m, Allah'a 'ölüleri nasıl diriltirsin' (Bakara: 2/260) şeklindeki sorusuna gelince bu soru, ölüleri diriltmeye dair Allah'ın bu konudaki kudretinden şüpheye düşme şeklinde değildir. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu sorusu,, ölülerin nasıl diriltileceğine dairdir. İmanda ise ölülerin diriltme biçimini ve şeklini kavramak şart değildir. Çünkü bu soru, imanda bilinmesi şart olmayan bir hususu bilmeyi sorup öğrenmek istemekten ibarettir. Sorunun "nasıl" anlamına gelen "keyfe" ' edatıyla gelmesi ve sorunun, o anki durumuna dair olması, bunu göstermektedir. Bu sorunun görünüşü itibariyle birisinin; "Zeyd, insanlar hakkında nasıl böyle hükmediyor?" demesi şeklindedir. Bunu söyleyen kimse, Zeyd'in; insanlar hakkında hükmettiğinden şüphe etmiyor. Yalnızca hükmün keyfiyetini yani nasıl hükmedeceğini soruyor, yoksa hükmün nasıl sabit olacağını sormuyor. Olabilir ki bu şüphe, akla veya kalbe gelen bazı vesveselerle bazı zihinleri bulandırırda Hz. İbrâhîm (a.s)'m şüphe ettiğine dair bir yol bulur diye... Hz. Peygamber (s.a.v), akla ve kalbe gelen bu vesveseleri, şu sözüyle kökünü kazımıştır: "Biz, şüpheye, İbrahim'den daha yakınız." 63[63] Yani biz şüphe etmiyorsak, İbrâhîm (a.s)'m şüphe etmemesi daha evladır, demektir. Yüce Allah, "(ölüleri diriltmeye gücünün yettiğine) inanmadın mı?" (Bakara: 2/260) sözüyle ise Hz. İbrâhîm (a.s)'ın birinci ifadesinde (ölüleri nasıl dirilteceğine dair Allah'a sormasında) yer alan lafız, ihtimalini ondan uzaklaştırıp işiten herkesin anlayabileceği ve bu konuya şüpheyi katmayacak bir ifadeyle onun imanım sağlamlaştırmak ve şüpheden uzaklaştırmak için Hz. İbrâhîm (a.s)"m: "Evet, (senin ölüleri dirilteceğine dair gücüne) inandım" (Bakara: 2/260) şeklinde konuşmasını istemiştir." 64[64] Şehid Seyyid Kutub (rh.a.), "Fizilali'l-Kur'an" adlı tefsir kitabında bu ayeti kerimenin tefsirinde şöyle der: "Bu, ilahi sanatın girift esrarına muttali olma arzusudur. Bu arzu Allah'ın dostu, huşu sahibi, rıza vasfıyla ilintili, mümin, haya ve hilm sahibi kul İbrahim'den gelmiştir... Evet bu arzu, Hz. İbrâhîm (a.s)'dan geldiğine göre, Allah'a yakın olan kulların en yakını, kalplerde ilahi sanatın sırlarını görmek ve buna muttali olmak için zaman zaman gelen şevk ve heyecan mevcut olunca Cenab-ı Allah'ta bu esrar perdesinin bir kısmını açmaktadır. 62[62]

Bakara: 2/260. Buharî, Enbiyâ II, Tefsirii Sure-i Bakara 46; Müslim, İman 238 (101), Fezail 152; Tinnizî, Tefsir (3115); İbn Mâce, Fiten 23; Müsned: 27 326 Geniş bilgi için-Hafız tbn Hacer'in, Felhü'l-Bari. 6/ 294'de bu hadis hakkındaki söylediklerine takabilirsiniz. 64[64] Zemahşcrî, Tefsirü'l-Keşşaf, t/308. 63[63]

Bu arzu, imanın sebata erip istikrar kazanması, mevcudiyeti ve kemali ile alakalı değildir. Bu arzu, daha başka bir haldir. Onun ayrı bir zevki vardır. Bu,ilahi esrarm ameli olarak meydana gelme esnasında bizzat görmek iştiyakından doğan ruhi bir arzudur. İnsan benliğinde tecrübenin bahşettiği zevk, gayba imanın verdiği zevkten farklıdır. Bunun gerisinde artık başka bir iman şekli veya iman etmek için burhan (delil) şekli düşünülemez. Hz. İbrâhîm (a.s) sadece Allah'ın kudretinin faaliyet halini müşahede edip o esrarlı alemin zevkine ulaşarak rahatlamayı arzu etmektedir. O havayı teneffüs etme, o ruh ikliminde yaşama arzusudur bu... İmanın varacağı son noktanın ötesinde bambaşka bir haldir bu... " 65[65] Hz. İbrahim (a.s) Hakkında İleri Sürülen Üç Yalanın Mahiyeti Nedir?: Görünüşte Hz. İbrâhîm (a.s)'in masum olmadığına işaret eden ve sünneti Nebevide geçen hadise gelince İşte bu, Resulullah (s.a.v)'in şu sözünde geçmektedir: "Hz. îbrâhîm (a.s) sadece üç yalan söylemiştir. Bunlardan İkisi, Allah'ın zatıyla ilgili; biri, 'Ben hastayım' (Saffât: 37/89) sözüdür, diğeri de, 'Aksine o (putları kırma) işini putların şu büyüğü yapmıştır' (Enbiyâ: 21/63) sözüdür. Birisi de, Temiz hanımı Sare hakkındadır. (Bu olay da şöyle olmuştur: ) 'Hz. İbrâhîm (a.s), zalim birinin diyarına (Mısır'a) beraberinde hanımı Sare de olduğu halde gelmişti. Bunlar, zalim kralın memleketine girince, (şehrin giriş kapısında görevli) adamlardan biri, Hz. İbrahim'i ve hanımı Sare'yi gördü. Hemen krala gidip, 'senin memleketine beraberinde insanların en güzeli bir kadında 'bulunan bir adam girdi. (İnsanlar, ondan daha güzel yüzlüsünü ve güzelini şimdiye kadar görmemiştir. O, sizden başkasına layık değildir)' dedi. Kral derhal adamlarından birisini, Hz. İbrahim'e gönderip onu huzuruna getirtti. Kral, Ona: - (Beraberinde bulunan) bu kadın kimdir?' diye sordu. Hz. İbrâhîm, (Sare hakkında) 'benim hatumımdir!' diyecek olursa onun yüzünden, kendisinin öldürüleceğinden çekindiğinden dolayı): - Kız kardeşimdir' dedi ve bunun üzerine Hz. İbrâhîm, tıemen hanımı Sare'nin yanma gelip ona: - Bu zorba, senin, 'benim hanımım' olduğunu öğrenirse, senin için bana galebe çalar. Eğer sana (benim, neyin olduğunu) soracak olursa, 'kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslami yönden (din) kardeşimsin.' Bu yeryüzünde senden ve benden başka bir mümin bilmiyorum' dedi. Kral, (adam göndererek) Sare'yi yanma getirtti. Sare'de geldi. (Sare'nin gidişinin akabinde) Hz. İbrâhîm hemen namaza durdu. Sare, kralın yanına girince, kral, (onu, ayakta karşıladı. Fakat) elini ona uzatamadı. Eli, şiddetli bir şekilde tutulu kaldı. Artık ayaklarıyla tepinmeye başlamıştı. Sare'ye: - 'Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermeyeceğim!' dedi. Sare'de, Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli, -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Ama kral, ikinci defa tekrar Sare'ye sataşmak istedi. Fakat eli, önceki gibi veya ondan daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare'ye: - 'Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermeyeceğim!' dedi. Sare'de, Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eh, -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Kral, kadını getiren adamı (veya muhafızlarından birini) çağırıp ona: - 'Sen bana insan değil, bir şeytan getirmişsin. Bunu ülkemden hemen çıkar!' diye emir verdi. Kral, (Sare'de gördüğü bu haİlerden dolayı) ona, 'Hacer'i' hediye olarak verdi. Bunun üzerine Sare, Hz. İbrahim'in yanma geldi. O sırada Hz. İbrâhîm, namaz kılıyor (ve Allah'a dua ediyordu). Sare'nin geldiğini hissedince, namazını bitirip ona eliyle işaret ederek: - 'Nasılsın? Ne haber' dedi. Sare'de: - '(Hayırdan başka bir şey yoktur!) Allah, tam zamanında kafirlerin hilesini geri çevirdi. (Bana zarar vermek için uzattığı eli, Allah tarafından tutula kaldı) ve (Kral) bana da, Hacer'i hediye olarak verdi' dedi"... Ebu Hureyre (r.a): 'Ey gök suyu (ile faydalanan kimselerin) oğulları! Bu kadın (Sare), sizin

Şelıid Seyyid Kutub, FizüaLi'l-Kur'an, 3/45. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 137-147. 65[65]

annenizdir' dedi." 66[66] Bu hadisi, Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. Bu hadisi şerif de, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın masum olmadığını gösteren herhangi bir delil yoktur. Aksine bu hadisi şeriften, Hz. İbrâhîm (a.s)'rn masum olduğu anlaşılmaktadır. Çükü Hz. Peygamber (s.a.v), bu üç yalanla; hakiki anlamda olan yalanı kastetmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu sözüyle, ancak sanki Hz. İbrâhîm (a.s)'in yalan gibi görünen ama aslında yalan olmayan haberlerim açıklamayı istemişti. Bunun ise hakiki ve asıl şekli yalan değildir... Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kavmine olan, "Ben hastayım" (Saffât: 37/89) ve "Aksine o (putları kırma) işini, putların şu büyüğü yapmıştır" (Enbiyâ: 21/63) sözlerine gelince ise bunlar; kavmi ve onların taptıkları ilahlarla, alay etme ve hakaret etme cinsinden olan sözlerdir. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), "Ben, hastayım" (Saffât: 37/89 ) sözüyle; Mecazi olarak, "Ben; sizin işitmeyen, fayda sağlamayan ve sahibine bir şey kazandırmayan bu putlara uymanızdan dolayı hastayım" demek istemiştir: Nitekim bir kimse manen hasta olduğunda, bedenen de hasta olur... Hz. İbrâhîm (a.s.), hususi olarak; kavmini, cehalet ve sapıklık içerisinde gördüğünden dolayı onları, hidayete ve dosdoğru yola böyle söylemekle davet etmiştir. Fakat onlar, sapıklık ve cehalet içerisinde gözleri görmeyen kör kimseler gibi kaldılar! Kendilerine yapılan hakikati vergerçeği göremediler! Hz. İbrâhîm (a.s)'m, "Aksine o (putları kırma) işini, putların şu büyüğü yapmıştır" (Enbiyâ: 21/63) sözüne gelince ise bu söz; hakiki anlamda söylenilmiş bir yalan değildir. Ancak bu, sözün kesin bir hüccet ve parlak bir delil cinsinden olan söz gibidir. Zira Hz. İbrâhîm (a,s.), kavmine, bu konu ile ilgili delilleri getirmek istediği sırada ona; "Bu putları kıran kimdir?" diye sordular. Hz. İbrâhîm (a.s)'da; kavmini ve putları alay ederek ve hakaret eder bir vaziyette, büyük puta işaret etmiştir. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s), söylemiş olduğu bu sözden dolayı kavmini şaşırmış olarak gördüğünde, onlara, şu susturucu cevabı vermiştir: "Eğer konuşabiliyorlarsa, (bu kırma işini,) kırılan putlara Sorun!"(Enbiyâ: 21/63). Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, hanımı Sare ile ilgili "Sen kız karde-şimsin" sözüne gelince ise, bu sözle ancak; "İnanç ve iman kardeşliği kastedilmiştir. Nitekim Yüce Allah, din kardeşliğiy-le ilgili olarak şöyle buyurmaktadır; "Müminler ancak kardeştirler" (Hucurat: 49/10). Yüce Allah, bu sözüyle, soy kardeşliğini değil, din kardeşliğini kastetmiştir. Çünkü Sare, Hz. İbrâhîm (a.s)'m kız kardeşi değil, hanımıydı. Bu sözlerin hepsi sadece üstü kapalı söylenen sözlerden olup sahibini cezalandırmayan ve işleyene de günah gerektirmeyen, yalandan sayılmayan sözlerdir. Nitekim Araplar, üstü kapalı söylenen sözlerden dolayı söyleyen kimsenin sorumlu tutulamayacağına ile ilgili şöyle derler: "Kuşkusuz üstü kapalı konuşmayla, yalandan uzak kalınır." 67[67] Yani "Üstü kapalı konuşma; Müslüman bir kimsenin, haram olan yalana düşmesini engeller'1 demektir. Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu sözünde de, Peygamberlerin masum oluşuna zarar verici kasten yalan söylemeyi gösteren bir unsur yoktur. Sadece bu söz, mubah olan üstü kapalı sözler cinsindendir. Allah, hakkı söyleyen ve dosdoğru yola iletendir. 68[68] Hz. Yûsuf Es-Sıddik (a.s)’ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele Şanı Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'a; güzellik verdiğini ve yücelik ile değerlilik elbisesini ona giydirdiğini; buna karşılık Mısır azizinin hanımının, onu fitneye düşürmek istediğini, saptırmak ve tahrik etmek maksadıyla ona kötülük yapmayı istediğini, fakat Hz. Yûsuf (a.s)'m (bu saptırma ve Buharî, Enbiyâ 9, Büyü' 100, Hibe 36, Nikah 12, İkrah 6; Müslim, Fezail 154 (2371); Ebu Dâvud. Talak 16 (2212); Tirmizî, Tefsir Sure-i Enbiyâ (3165) (ç) 67[67] Buharı, bu hadisi, Edeb bölümünün 'üstü kapalı konuşmada yalandan uzak kd-nıa' babında rivayet etmiştir. (Buharî, Edeb ! 16) (ç). 68[68] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 148-151. 66[66]

tahriklere karşı) demirden daha sert ye dağdan daha güçlü olduğunu, azizin ha-nımıyla birlikte diğer sosyete kadınlarının planladığı çok ince hileler ile şiddetli şehevi saldırıların, Hz. Yûsuf (a.s)'a etki etmediğini ve bununla birlikte bu yüce peygamberin suçsuzluğunu ve masum olduğunu ortaya koyan Kur'ân-ı Kerîm, onun bu kıssasını, parlak bir biçimde bize anlatmıştır. Fakat Kur'an'ı Kerim, bize bu kıssanın bir kısmını şöyle anlatmaktadır: "Şehirdeki bir takım kadınlar: 'Azizin karısı, (yanında çalışan) delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş. (Kölesine olan tutkusu,) yüreğinin zarını delip (kalbinin derinliklerinin) içine kadar işlemiş. Görüyoruz ki O (azizin hanımı), doğrusu apaçık bir sapıklık içerisindedir' dediler. Vaktaki (kadın) onların gizliden gizliye (arkasından) yaptıkları dedikoduları işitince, onlara (evine misafir olarak gelmeleri için) haber yolladı, (misafirler evine gelince,) onlar için (oturup) yaslanacak yerler (ve ayrıca bir de sofra) hazırladı. (Böylece sıkıntı vermeyecek rahat bir ortam hazırlayıp, ellerine de meyve soymak için bıçaklar vermek suretiyle onların huzuruna Yûsuf'u çıkarmakla onu görür görmez dehşete düşmelerini, kendilerinden geçmelerini ve farkında olmadan da .ellerini kesmelerini sağlamak için) onlardan her birine birer bıçak verdi. (Yûsuf'a da) 'çık karşılarına' dedi. Hepsi onun güzelliğini görünce, onu, çok büyük bir varlık kabul ettiler ve (hayranlıklarından dolayı dehşete düşerek) ellerini kestiler, ve dediler ki: 'Allah'ı tenzih ederiz. Haşa, bu bir insan değildir. Bu, çok şerefli bir melekten başkası olamaz. " 69[69] Hz. Yûsuf (a.s)'a Karşı Yapılan İftira ve Yalan: Bazı tefsircilerin ayakları haktan kaydı ve uzaklaştı. 70[70] Çünkü onlar, Hz. Yûsuf (a.s) hakkında uygun olmayan ve sağlara bir bilgiye de dayanmayan bazı zayıf ve uydurma rivayetleri naklederek onun, azizin hanımıyla zina etmeye niyetlendiği şeklindeki iddiaları sebebiyle ayakları kayıp haktan uzaklaştı.... (Ayette geçen 'Burhan' ve 'hemme' = 'meyletme' veya 'kastetme' kelimelerim açıklama sırasında) bazı tefsir kitapları, rivayet etmesi ve nakletmesi doğru olmayan bazı uydurulmuş batıl İsrail! rivayetleri aktarmakla gafil davranmışlardır. Güvenilir alimler ile sağlam hafızlar, bu rivayetleri tahlil ve tenkit ederek okuyuculara çok faydalı bilgileri haber vermişlerdir. Çünkü bu rivayet ler, Kur'ân-ı Kerîm ayetleriyle ters düşmekte ve Peygamberlerin masumiyetiyle çelişmektedir. Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s) hakkında uydurulmuş bazı batıl rivayetler şunlardır: "Azizin hanımı, Hz. Yûsuf ile yatıp cinsel ilişkide bulunmak istediğinde ve ondan, kendisiyle zina etmesini istediğinde, böyle bir şeyi iddia etmekten Allah'a sığınırız- Hz. Yûsuf, kadının isteğini kabul etmiş, ona uymuş ve kadınla, son derece çirkin olan zina işini işlemeye yeltenmiştir. Bunun için de donunun uçkurunu çözmüş -erkeğin, hanımının dört yeri arasına oturduğu gibi- azizin hanımının dört yeri yani iki bacağı ve iki kolu araşma oturmuş ve kadın, gerisi üzerine sırt üstü uzanmış olduğu halde onunla zina etmeye yeltenmiş. Tam bu sırada kendisine seslenen bir sesi işitmiş. Ardından parmağını ısırmış bir vaziyette babası Hz. Ya'k'ûb (a.s)'ı görmüş. Babasından utandığı için Mısır azizinin hanımına yeltendiği çirkin işten vazgeçtiği şeklinde iddiada bulunmuşlardır. Ve daha ipe sapa gelmez bir çok uydurma ve batıl rivayetleri nakletmişlerdir. Bu çirkin rivayetleri nakleden tefsirciler; Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s)'m şerefli ve değerli bir Peygamber olduğunu; Yüce Allah'ın, onu, masiyetlerden ve son derece çirkin günahlardan, yani daha büyük kötülüklerden ve zina işlemekten koruduğunu; ayrıca efendisi azizin, kendisinin ikametini ve ikramını en güzel şekilde yaptığını ve iyi davrandığını bildiği halde, efendisine hainlik ettiği şeklinde bir iftira ve yalan ileri 69[69]

Yûsuf: 12/30-31. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 152-153. 70[70] Bazı tefsirciler, ister Hz. Yûsuf (a.s) olsun,ister Hz. Eyyüb {a.s) olsun, ister herhangi bir Peygamber olsun ve ister surelerin faziletleri konusu olsun veya buna benzer konularda, İsrail i rivayetlere ve mevzu hadislere hiç dikkat etmeden, lenkit etmeden veya İsraili rivayet olduğunu söylemeden oSduğu gibi rivayetler aktarmçiardır, Haİbuki bu tefsirciler, Peygamberlerin masum olduğunu, b\yük çoğunlukla kabul eden tefsirdi erdir, (ç).

sürüp de az önce Hz. Yûsuf (a.s) ile ilgili belirtilen hususları nasıl oldu da unuttular ve farkına varamadılar. Halbuki Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Yûsuf'u satın alan Mısırlı (Aziz), karısına dedi ki: 'Ona kadr-ü kıymet ver. Umulur ki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz. " 71[71] Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s), efendisinin kendisine yaptığı bu güzel davranışı unutmayıp aksine efendisinin, kendisine yaptığı ve bahşettiği bu iyilik ve ihsanı; efendisinin hanımı, kendisiyle yatıp cinsel ilişkide bulunmak istediğinde, bu güzel davranışı azizin hanımına aşağıda gelecek olan ayette- söylemiştir. Buna göre Hz. Yûsuf (a.s), efendisinin hanımı, kendisinden murad almak istediğinde ona şöyle demişti: " (Böyle bir şey yapmaktan) Allah 'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim efendimdir, 0 bana güzel bir mevki vermiştir. (Onun bu davranışının karşılığı, hanımına yaklaşarak ona hainlik etmek olmaz). Hakikat şudur ki, zalimler (hainlik edenler) asla felah bulmaz,! dedi." 72[72] Gerçekten de zina, suçların ve günahların en çirkini ve en kötü olanıdır. Üstelik semavi dinlerin hepsi, zinayı yasaklamışlardır. Buna göre bütün semavi dinlerde zina yasaklanmış olduğu halde, Allah'ın Peygamberlerinden birisi olan Hz. Yûsuf (a.s), bu çirkin zina işini nasıl işleyebilir?! Allah'ı tenzih ederiz ki, Hz. Yûsuf (a.s)'a dair ileri sürülen bu iftira, gerçektende büyük bir iftiradır!!. Bu tefsirciler, Hz. Yûsuf (a.s)'ın kıssasını anlatma esnasında gelen Kur'ân-ı Kerîm nasslarım, İsrailiyattan nakledilmiş bu uydurma ve yalan rivayetleri 73[73] kabul etme mahiyetinde sağda ve solda kalmış bilgileri, iyi göremediklerinden önüne rasgeleni almak suretiyle açıklamaya kalkıştılar. Fakat bu tefsirciler, bu İsraili rivayetleri, Peygamberlerin masumiyetinde ittifak edilip edilmediğine ve Kur'an nasslarınm bu tür rivayetlerle birbirine uygun olup olmadığına dikkat etmeden hatalı bir anlayış şekliyle almışlardır. Bazı tefsircilerin dikkat etmeden aldıkları İsraili rivayetler, Yüce Allah'ın şu ayetiyle ilgilidir: "Eğer Rabbinin burhanını (= kadının isteğini kabul etmekten kendisini alıkoyacak Allah'ın ayetlerinden birisini) görmemiş olsaydı, neredeyse Yûsuf'ta kadını isteyecekti. Zaten kadın da, Yûsuf'u istemişti." 74[74] Hz. Yûsuf (a.s)'m bu günahı işlediğini ileri süren bazı tef-sirciler, ayette geçen "Hemme" = "isteme, meyletme, kastetme" kelimesini; "Hz. Yûsuf (a.s)'m, azizin hanımının isteğine uyması ve kadına yaklaşmayı azmetmesi" şeklinde tefsir etmişlerdir. "Burhan" kelimesini de; "Hz. Yûsuf (a.s)'in, babası Hz. Ya'k'ûb (a.s)"ı, parmağını ısırmış bir vaziyette gördüğünü ve babasından utandığı için bu çirkin işi bıraktı" şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ayeti kerimede geçen bu iki kelimenin bu şekildeki yorumu, batıldır ve caiz değildir. Allah'ın izniyle birazdan bu kelimelerin ifade ettiği doğru olan manaları çeşitli şekülerde açıklayacağız... Tahkikçi tefsircilerden çoğu; bu İsrailî rivayetleri, bazı Müslümanların bu rivayetleri okuyarak onların güvenilir ve sağlam rivayetler olduğunu zannederek almaları suretiyle yanlış düşüncelere dalmaları için bu rivayetlerin yanlışlığını açıklayarak bu rivayetleri okuyan Müslümanlara haber vermişlerdir. Allame Üstad Abdullah b. Ahmed en-Nesefî, tefsirinde, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "0 kadın, onu istemişti. " (Yûsuf: 12/24) Buradaki ayetin metninde geçen 'hemme' (= isteme) 71[71]

Yûsuf: 12/21. Yûsuf: 12/23. 73[73] Büyük alim Ahmed Muhammed Şakir (rh.a.), bu meseleye şöyle temas etmeke-dir: "Doğru yada yalan olduğuna dair elimizde delil bulunmayan hususların ani-tılmasınm caiz olması ayrı şey; bunların, Kur'an'ı tefsir etme mahiyetinde zilce-dilmesi ve onlan, ayetlerin manası yada hakkında herhangi bir şey tayin edilmemiş bir hususun tespiti veya bunu açıklamak için bir görüş ya da rivayet olarak İleri sürülmesi ayrı bir şeydir. Çünkü Allah'ın kelamının yanında, doğru mu yanlış mı olduğunu bilmediğimiz bu gibi şeylerin nakledilmesi; onların, Allah'ın kelamını açıklayıcı şeyler olduklarını ve bilinmezi açıkladıkları vehmini vermektedir ki. Allah'ın kitabı, bunlardan yücedir. (A. Muhammed Şakr, Umdetu't-Tefsir. 1/15). 74[74] Yûsuf: 12/24. 72[72]

kelimesi, 'kastetme ve azmetme' anlamında kullanılmıştır. Buna göre ayetinin anlamı: 'Kadın, Yûsuf la birleşmeye kesin olarak kastetti' şeklinde olur. "0 da, onu isteyecekti" (Yûsuf: 12/24). Burada geçen 'hemine'= 'isteyecekti' kelimesinin anlamı ise, 'mümkün olmamakla birlikte isteme' anlamında kullanılmıştır. Buna göre ayetin anlamı: 'Yûsuf, azim ve kasıt olmaksızın kadına yaklaşmayı aklından geçirdi' şeklinde olur. Eğer Hz. Yûsuf (a.s)'m kadına yaklaşmayı istemesi, kadının Hz. Yûsuf (a.s)'a yaklaşmayı istemesi gibi olsaydı Yüce Allah Hz. Yûsuf (a.s)'ı, ihiaslı kullarından (Yûsuf: 12/24) olduğu şeklinde övmezdi. Üstelik Hz. Yûsuf (a.s)'m kadına yaklaşmayı istemesi ile kadının, Hz. Yûsuf (a.s)'a yaklaşmayı istemesi arasında büyük farklar vardır... Denildiğine göre; Hz. Yûsuf (a.s), kadın gerisi üzerine sırt üstü uzanmış olduğu halde kadının iki bacağı ve iki kolu arasına oturmuş... Bazı tefsirciler de; ayette geçen 'Burhan' kelimesini, Hz. Yûsuf (a.s)'m kendisine iki defa gelen: 'Ey Yûsuf ve Ey kadın!' şeklinde bir sesi işitmiş, ardından da üçüncü defa ise: 'Kadından yüz çevir!' şeklinde bir ses işitmiş. Fakat bu ses de, Hz, Yûsuf (a.s)'a bir fayda sağlamamış. Nihayetinde ise babası Hz. Ya'k'ûb (a.s.)'ı, parmağını ısırmış bir vaziyette görmüş de bu işten vazgeçmiş... İşte bu gibi aktarılan rivayetler, batıldır ve aslı astan yoktur. 75[75] Bu gibi rivayetlerin batıl olduğunun delili, Yüce Allah'ın, "O kadın, ondan murad almak istemişti" (Yûsuf: 12/26) buyruğudur. Eğer Hz. Yûsuf (a.s) da, kadınla yatıp cinsel ilişkide bulunmak isteseydi, kendisinin böyle bir şeyden uzak olduğunu söylemezdi; ayrıca daha sonra gelecek olan (Yûsuf dedi ki:) "Bu (benim hapisten çıkmayı kabul etmeyişim), gıyabımda (a-zizin) kendisine gerçekten hainlik etmediğimi ve Allah'ın, hainlerin hilesini kesinlikle başarıya erdirmeyeceğini onun da bilmesi (ni sağlamak) için (böyle yaptım). " (Yûsuf: 12/52) buyruğu da, bunun delilidir. Çünkü onların dedikleri gibi olsaydı, Hz. Yûsuf (a.s), gıyabında efendisine ihanet etmiş olurdu. Ayrıca "İşte Biz, ondan böylece kötülüğü ve fuhşu bertaraf ettik." (Yûsuf: 12/24) buyruğu da, bunun delilidir. Eğer Hz. Yûsuf (a.s)'ın, kadına karşı bir böyle isteği olsaydı, kesinlikle ondan kötülük ve çirkinlik bertaraf edilmiş olmazdı..." Derim ki: Bu ayeti kerimede; 76[76] Hz. Yûsuf (a.s)'m, kadına karşı aldanmaması gerektiği yönünde geniş bir bilgi, ince bir görüş ve önemli bir anlayış vardır. İşte bu da, "Hemme" = "İstek" kelimesinin; azizin hanımından meydana gelmiş kötü bir istek olduğunu gösterir. Zira kadın son derece çirkin davranışından dolayı Hz. Yûsuf (a.s)'ı kendisine çağırmış ve bundan dolayı da sarayın kapılarını sağlamca kapattıktan ve odaya hapsettikten sonra onunla yatıp cinsel ilişkide bulunmak istemiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Evinde bulunduğu kadın, ondan murad almayı istedi. (Bunun için gereken yollara başvurarak ilk Önce) kapıları sımsıkı kapadı ve: 'Sana söylüyorum, haydi gelsene!' dedi. 0 da: '(böyle bir şeye teşebbüs etmektense) Allah 'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim efendimdir. 0, bana güzel bir mevki vermiştir. (Onun bu davranışının karşılığı, hanımına yaklaşarak ona hainlik etmek olmaz). Hakikat şudur ki, zalim-ler (yani hainlik edenler) asla felah bulmaz' dedi." 77[77] Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s)'m, kadım istemesine gelince ise; onun istemesi, kötü bir istek ve hainlik veya son derece çirkin bir arzu değildir. Bazı cahillerin, Hz. Yûsuf (a.s)'m istemesini, zannettikleri gibi, kötü bir istek ve sön derece çirkin bir davranış olmayıp sadece Hz. Yûsuf (a.s)'in ona Fahreddin er-Râzî bu masiyetle ilgili olarak şöyle der: "Böylesi bir suç; eğer Allah'ın yarattığı insanların en fasığma ve hayırlardan tamamen uzak oİan bir kin-şeye isnat edilse, 0 bile bunu kesinlikle kabul etmez. 0 halde, böylesi bir günah, ezici ve çok net mucizelerle desteklenmiş olan 0 Peygamberlere nasıl isnat edileb-lir? Hem sonra Yüce Allah, bunun dışında başka bir şey için "İşte Biz, ondan köti-lüğü ve iühşu uzak tutalım diye böyle yaptık" (Yûsuf: 12/24) buyurmuştur ki bu söz, kötülük ve fuhşun tamamen ondan uzak tutulduğunu gösterir. 0 görüşte olanİ-nn, Hz. Yûsuf a mal ettikleri bu günahın, en büyük bir kötülük ve en ileri bir fuhuş olduğunda şüphe yoktur. Ö halde daha nasıl, aynı hadise hakkında Cendvı Hakk'm; Yûsuf, kötülüklerin ve fuhşun en büyüğünü yapmaya yeltenirken, onun kotülükle-den beri olduğuna şahAdet etmesi, Alemlerin Rabbine nasıl uygun düşer?" (Fahreddin er-Razî, Tefsîri Kebîr, 13/203-204) (ç) 76[76] Yûsuf: 12/24. 77[77] Yûsuf: 12/23. 75[75]

.yaklaşmayıp aklından geçirmesi şeklindedir... Yalnız Hz. Yûsuf (a,s)'m istemesi, kendisine yapılan haksızlığı yani efendisi azizin hanımının planladığı bu çirkin hileyi kendisinden uzaklaştırması ve kadım, böylesi çirkin bir davranıştan sakındırmaya kastetmesi, anlamındadır. İşte bundan dolayı Hz. Yûsuf (a.s)'m doğruluğundaki kuvvetliliğini, güçlülüğünü ve sert tavrını, onun şu sözünde görmekteyiz: "(Böyle bir şeye teşebbüs etmekten) Allah 'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim efendimdir. 0, bana güzel bir mevki de vermiştir. " (Yûsuf: 12/23), Buna göre Hz. Yûsuf (a.s)'m kadını istemesi, azim ve kastı gerektirmeyen bir istekti. Zira kadının, Hz. Yûsufu istemesi; 78[78] bir arzu şeklindeydi. Hz. Yûsuf (a.s)'m, kadını istemesi ise; kadını kendisinden uzaklaştırması şeklindeydi. Nitekim bazı tefsirciler, bu konuyla ilgili olarak şöyle derler: 'Kadının, Hz. Yûsuf (a.s)'ı istemesi; fiili bir vakıaydı. Fakat Hz. Yûsuf (a.s)'m, kadını istemesi ise; tabiatı gereği, yani Hz. Yûsuf (a.s), kötü davranıştan kurtulmak için gerçekleşmesi mümkün olmayan insanın yaratılışı gereği tabi bir meyildi. Zira insan, kalbinden ve aklından geçirdiği düşünceleri uygulamaya geçirmedikçe 79[79] nefsinin iştah duyduğu veya tabiatı gereği nefsinin meylettiğinden dolayı sorumlu tutulamaz. İşte bunu, Nesefî (rh.a.) tefsir edip şöyle demiştir: "Hemnıet bini" = "Kadın, Yûsuf u istedi" yani kadın, Yûsuf'a 'kastetti' veya 'azmetti' demektir. "Hemme biha" = "Yûsuf, kadını istedi" yani Yûsuf, gerçekleşmesi mümkün olmamakla birlikte yaratılışı gereği kadına 'meyletti' demektir." Bazı tefsirciîerin naklettiğine göre; bu ayeti kerimede (ya_ ni Yûsuf: 12/24'de) 'takdim' = Öne alma ve 'tehir' = geri alma vardır. Buna göre "Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi" (Yûsuf: 12/24) ayetinin anlamı; Eğer Allah'ın burhanı, yan| Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı kötü ve çirkin şeylerden gözetip korumasaydı, elbette Hz. Yûsuf (a.s) kadınla cinsi münasebette bulunacaktı ve kadına karşı içinden geçenleri yapacaktı demektir. Fakat Yüce Allah, yardımı ve desteğiyle Hz. Yûsuf (a.s)'in iffetini korumuştur. Dolayısıyla Hz. Yûsuf (a.s) kesinlikle kadınla herhangi bir şey yapmamıştır. Diğer bir çok tef-sirciler, bu konuyla ilgili olarak Ehli kitabın, Hz. Yûsuf (a.s)'a nispet ettikleri suçlamaları ve iftiraları kabul etmeyip onun suçsuzluğunu dile getiren sözler söylemişlerdir. Fakat buna rağmen bazı Müslüman kimseler, fasıklardan birine dahi nispet edilmesi uygun olmayan uydurma İsrailî rivayetlerikabul ederek bunları, Hz. Yûsuf (a.s)'a nispet etmişlerdir. 80[80] Hz. Yûsuf (a.s)'m Masum Oluşu İle İlgili Deliller: Hz. Yûsuf (a.s)'m peygamberliğinin durumunu, risâletinin büyüklüğünü ve Peygamberler de bulunması gerekli olan vasıfları bilmeyen bazı tefsirciîerin; Hz. Yûsuf (a.s)'a nispet ettikleri bu çirkin suçlamalara ve iftiralara karşılık, onun suçsuz olduğuna ve masum olduğuna dair Kur'ân-ı Kerîm'de on tane delil vardır... Biz ise bu delilleri, maddeler halinde kısaca şu şekilde Özetleyebiliriz: Birinci Delil: Hz. Yûsuf (a.s), azizin hanımının isteğine karşılık ona itaatten yüz çevirdiğine ve Said Havva bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: "Bu konuda yapılabibcek en güzet açıklama ise; Yûsuf un isteğinin; nefsinden böyle bir arzunun uyanmasıyla birlikte, kalbiyle bunu kabul etmediği şeklindedir. Yani böyle bir 'hcmm' = istek, Euharî ile Müslim'de rivayet edilen hadîsi şerif de kendisinden söz edilen İsîck türünden bir istektir. Resululİah (s. a. v.) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyurur kİ: 'Benim kulum bir İyilik yapmak isterse (hemm) onu bir iyilik olarak yazınız. 0 isteği doğrultusunda amel ederse, bu sefer onun lehine on kat fazlası ile yazınız. Bir kötülük yapmak isteyecek (hemm) olur da bunu yapmazsa, onu bir iyilik olarak yazınız. Çünkü 0, sadece benim için 0 kötülüğü işlemekten uzak durmuşîur.İşlediği taktirde ise onu misliyle yazınız." (Said Ffevva, elEsas-ı fı'l- Tefsir, 7/185) (ç) 79[79] Buharı" ile Müslim'in, Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Resululİah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Ümmetim, hatırına gelen şeylerden, koııuşrmdıkça veya gereğiyle amel etmedikçe sorumlu değildirler.". 80[80] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 153-160. 78[78]

kadının karşısında bütün gücü ve azmiyle direndiğine Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesi işaret etmektedir: "(Böyle bir şeye teşebbüs etmekten) Allah'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim, efendimdir." 81[81] ikinci Delil: Kadın, kapıları kilitleyip bütün çıkış yollarını ttıktan ve Hz. Yûsuf (a.s)'ı odanın içerisine hapsettikten ra baskı ve zorla onu kendi nefsi için faydalandırmayı istencinde Hz- Yûsuf (a.s), azizin hanımının bu isteğini geri çevirip ondan uzaklaşmıştır... Eğer Hz. Yûsuf (a.s) zinaya meylet-vdi kadından kaçmayıp onunla zina ederdi. Çünkü zina fiilini isleyen kimse zinaya yönelir, bunu işlemekten kaçmaz. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İkisi de kapıya (doğru) koştular. Kadın, onun gömleğini arkadan (yakalayıp) boylu boyunca yırttı. (Tam bu sırada) kapının yanında kadının efendisine rast geldiler." 82[82] Üçüncü Delil: Hz. Yûsuf (a.s)'in elbisesinin arkadan yır-tılmasıyla haklılığı ortaya çıkaran araştırma sonucunda, azizin hanımının yakınlarından birisi, Hz. Yûsuf (a.s)'rn suçsuzluğuna şahitlik etmiştir. Bu şahitlik eden kimse, haklıyı ve haksızı bulmak için; "eğer Yûsuf kadını isteyen, kadında ondan kaçınan ise Yûsuf un elbisesinin ön taraftan yırtılması gerekmektedir. Buna göre kadın doğru söylüyor, Yûsuf yalancıdır. Eğer kadın Yûsuf u isteyen, Yûsuf ta ondan kaçman ise Yûsuf un elbisesinin arkadan yırtılması gerekmektedir. Buna göre Yûsuf doğru söylüyor, kadın yalancıdır" şeklinde bir yönteme başvurmuştur. 83[83] Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak ise şöyle buyurmaktadır: "Kadının ailesinden birisi de, (ikisi hakkında) şöyle şahitlik etti: 'Eğer (Yûsuf'un) gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir. Bu (Yûsuf) ise yalancılardandır. Eğer (Yûsuf'un) gömleği arkadan yırtılmış ise kadın yalan söylemiştir. Bu (Yûsuf) ise doğru söyleyenlerdendir.' (Kadının kocası, Yûsuf'un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (Yûsuf'un suçsuzluğunu ve doğru söylediğini, karısının ise yalan söylediğini anlayarak) dedi ki: 'Doğrusu bu (iftira ve suçlama) sizin tuzağınızda ndır. Şüphesiz ki sizin tuzağınız büyüktür." 84[84] Denildi ki: Hz. Yûsuf (a.s)'m lehine şahitlik eden kimse, beşikte bulunan Icüçük bir çocuk olup Allah onu, Hz. Yûsuf (a.s)'ın suçsuzluğunu ortaya çıkarabilmek için bu kesin delille onu konuşturmuştur. Bu çocuk, beşikteyken konuşan üç çocuktan birisidir. 85[85] Beşikteki çocuğun 81[81]

Yûsuf: 12/23. Yûsuf: 12/25. 83[83] Bu şahitliği yapanın kadının yakınlanndan olması, azizin hanımına karşı daha güçlü bir delil ve Hz. Yûsuf (a.s)'in böyle bir hainlikten uzak olduğunu daha çok ortaya koymak özelliğine sahiptir. (Said Havva, etEsası fi'i- Tefsir, 7/ 179) (ç). 84[84] Yûsuf: 12/26-28. 85[85] Buharî ve Müsüm'de yer alan ve beşikteyken konuşanların sadece üçkişi olduğunu belirten, şu hadisi şeriftir: Resultıllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Beşikte sadece şu üç kişi konuşmuştur: 1. Meryem oğlu İsa. 2. Cüreyc'in yanındakonuşan küçük çocuk, 3. Güzel görünümlü bir süvarinin geçtiği bir sırada bebeğini emziren aıiB-nin: 'Allahım! Benim oğlumu da bunun gibi yap' diye dua etmesi üzerine, süt emen küçük çocuğun, annesinin memesini bırakarak: 'Allahım! Beni onun gibi yapma' diyen çocuk." (Buharî, Enbiyâ, 50; Müslim, Birr 7, 8 (2550) 82[82]

Buharî ve Müslim'deki bu hadis, beşikteyken konuşanların sadece bunlar olduğunu göstermektedir. Fakat İbn FCesîr'in, Abdullah ibn Abbas'tan rivayet ettiği hadiste ise, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dört kişi henüz daha küçükken komş-muşlur: ' I. Firavunun kızı Maşita'nm oğlu, 2. "Yûsuf un lehine şahitlik eden çocuk, 3. Cüreyc'in yanında bulunan çocuk, 4. Meryem oğlu İsâ'dır."etTibi, her ne kadar Abdullah ibn Abbas'm rivayet ettiği bu hadisin,Buharî ve Müslim'de geçen hadise ters düştüğünü (yani şaz olduğunu) iddia etmektedir. Fakat Suyuti, Resulullah (s.a.v)'dcn gelen çeşitli rivayetlerde, beşikte konuşanların sayısını, on kişiye çiks-maktadır. Bunlar; Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Yahya, Hz. \s.% Hz. îbrâhîm, Hz. Meryem, Cüreyc'in küçüğü, Hz.

konuşması, garipsenecek bir durum değildir. Zira Allah, her şeye güç yetirir. Dördüncü Delil: Hz. Yûsuf (a.s)ın zindana girmeyi, zina etmeye tercih etmesi. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak ise şöyle buyurmaktadır: "(Yûsuf) 'Ey Rabbim! Zindan, bana, bunların beni davet ettiklerinden daha iyidir. Eğer Sen, bunların (bana dair kurmuş oldukları) tuzakları benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum' dedi." 86[86] Bu delil, Hz. Yûsuf (a.s)'m suçsuzluğuna ve masum olduğuna işaret eden delillerin en büyüklerinden birisidir. Zira hangi şahıs zindanı, kendisini arzulayan ve temenni eden şeye tercih etmeyi düşünür!. Eğer Hz. Yûsuf (a.s), kadının isteğini kabul etse ve kadının arzusuna uysaydı, kadının, kendisine attığı bu iftira sebebiyle birçok sene 87[87] zindanda kalmazdı. Buna göre Hz. Yûsuf (a.s)'m, azizin hanımıyla zinaya teşebbüs ettiğine dair iddia; Hz. Yûsuf (a.s)'a karşı yapılmış apaçık bir iftira, batıl ve yanlıştır. Her insaf sahibi kimse, bu peygamberin, tarihi ibretinden ders alır. İşte bunlar, Yüce Kur'an'ın anlamlarından elde edilen görüşlerdir. Beşinci Delil: Şanı Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı, bu surenin çeşitli yerlerinde övmüştür. Nitekim Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "işte Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu bertaraf ettik. Şüphesiz ki 0, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır. " 88[88] Yine Yüce Allah, bu kıssaya girişte ise şöyle buyurmaktadır: "0, tam ergenlik çağına girince, kendisine hüküm ve ilim verdik İşte Biz, ihsan sahibi kimseleri böyle mükafatlandırırız. (0 böyle bir kimseyken) evinde bulunduğu kadın, ondan murad almayı istedi, (ilk önce) kapıları sımsıkı kapadı ve: 'Sana söylüyorum, haydi gelsene!.. 'dedi." 89[89] Buna göre Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı, -bu ayetlerde-ihsan verdiği kimselerden ve ihlaslı kullarından olduğunu haber vermiştir. Ayetlerde geçen bu "muhlis" ve "muhsin" kimseler ise; Yüce Allah'ın peygamberliğe seçtiği ve itaat ile ibadete has kıldığı kimselerdir. Buna göre Şanı Yüce Allah; kendisini tertemiz yapanı, kendi sırlarını bütün kötü niyetlerden ve bütün çirkin işlerden temizleyen kimseyi hiç över mi? Halbuki Hz. Yûsuf (a.s), Allah'a yakın olan tertemiz kimselerdendi. Resulullah (s.a.v) de, Hz. Yûsuf (a.s)'rn salahiyetine, takvalıh-ğına, temizliğine ve dosdoğruluğuna şahitlik ederek şöyle buyurmuştur: "Şerefli oğlu Şerefli oğlu Şerefli İbrahim oğlu İshâk oğlu YaVûb'un oğlu Yûsuf." 90[90] İşte bunlar, Hz. Yûsuf (a.s)'m şerefli ve üstün olduğuna yeterlidir!!. Altıncı Delil: Azizin hanımının bizzat kendisinin, şehirli sosyete tabakası kadınların hepsinin önünde Hz. Yûsuf un masumluğunu ve iffetini itiraf etmesi. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Kadınlar (Yûsuf'un) bu (güzelliğini) görünce, onu çok büyük bir varlık kabul ettiler (ve hayranlıklarından dolayı dehşete düşerek) ellerini kestiler ve dediler ki: 'Allah'ı tenzih ederiz. Haşa, bu bir insan değildir. Bu, çok şerefli bir melekten başkası olamaz. (Bunu gören azizin hanımı:) 'İşte beni kendisi hakkında ayıpladığınız, şu gördüğünüz kimsedir. And olsun ki, onun nefsinden murad almak istedim de 0, kendini (bu isteğimden) korudu... "dedi." 91[91] Yûsufun lehine şahitlik eden çocuk, Ashabı Uhdud kıssasında adı geçen çocuk, Maşita'nm çocuğu, Hadi'nin döneminde koiu-şacak olan çocuk. Zira rivayetler, çeşitli şekillerde gelmektedir. Mesela Mislim1 in Sahîlvin de yer alan başka bir rivayette, Ashabı Uhdud kıssasında konuşan küçük bir çocuktan söz edilmektedir. (B.k.z: Said Havva, el-Esası fi't-Tefsir, 7/186-187) (Ç). 86[86] Yûsuf: 12/33. 87[87] Rivayete göre; Hz. Yûsuf (a.s), zindan da, yedi sene kalmıştır. (Kurtubî, el-îmiu li AhkâmilKur'ân, 9/196). 88[88] Yûsuf: 12/24. 89[89] Yûsuf: 12/22-23. 90[90] Buharî, Enbiyâ 19, Menakıb 13, Tefsirü Sure-i Yûsuf 1; Tirmizî, Tefsirii Sure-i Yûsuf 1; Müsned 2/96, 232, 416. 4/101; Fethü'l-Bari, 8/361. 91[91] Yûsuf: 12/31.

Kocasının Önünde Hz. Yûsuf (a.s)'ı zinaya teşebbüs etmekle suçlayan azizin hanımının bizzat kendisinden -ayette de görüldüğü üzere-, sosyete tabakası kadınların hepsinin önündeki bu şahitliği, Hz. Yûsuf(a.s)'m iffetliliğini ve suçsuzluğunu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayette geçen "iste'same" = "kendini korudu" kelimesi, Hz. Yûsuf (a.s)'ın aşırı derecede teklif edilen günahtan sakındığını ve son derece korunduğunu gösterir. İşte bu, bazı insanların; "hemm" ve "burhan" kelimelerini tefsir ettiğinden, -Nitekim biz bu açıklamaların yanlış olduğunu daha önce açıklamıştık- Hz. Yûsuf (a.s)'ın uzak olduğunu gösteren apaçık bir açıklamadır. Yedinci Delil: Hz. Yûsuf (a.s)'m, şehirdeki sosyete tabakası kadınlarının önünde apaçık delillerle ve kesin kanıtlarla suçsuz olduğunu gösteren alametlerin ortaya çıkması. Bununla birlikte Mısır azizinin, şehirdeki insanların dedikodusunu ortadan kaldırmak ve hanımının işlediği suçu örtbas etmek için Hz. Yûsuf (a.s)'ı zindana atmıştır. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Sonra bütün delilleri, (Yûsuf'un lehinde) gördükleri halde yine de bir zamana kadar onu zindana atmayı uygun buldular." 92[92] Allame en-Nesefî, tefsirinde, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: " 'Uygun buldular' (Yûsuf: 12/35) Yani onlar için Yûsuf u zindana atmak artık ortaya çıkmıştır. Ayette geçen 'hum' çoğul zamiri, azize ve onun aile halkına dönmektedir. 'Bütün delilleri' (Yûsuf'un lehinde) gördükleri halde' (Yûsuf: 12/35) ayetinde geçen 'deliller'den kasıt; Hz. Yûsuf (a.s)'m suçsuzluğunu gösteren; gömleğin arkadan yırtılması, kadınların meyve soyarken Hz. Yûsuf'u görmeleri üzerine ellerini kesmeleri, küçük çocuğun Hz. Yûsuf un lehine şahitlik etmesi ve buna benzer delillerdir. 'Zindana atmayı' (Yûsuf: 12/35) ayeti ise; Mısır azizi, hanımının haklılığını ortaya çıkarabilmek ve vaziyeti kurtarmak ve bu konudaki şehirde geçen dedikodulara son vermek için, Hz, Yûsuf u mutlaka Zindana atmaya karar verdiler anlamındadır. Hz. Yûsuf un zindana atılması, sadece hanımının görüşünün dışına çıkmayan kocasının, bu görüşünü kabul etmesi sonucu olmuştu. Zira Mısır azizi; hanımına karşı çok bağlı, onun emrine göre hareket eden ve kolayca baş eğen bir kimseydi. Üstelik azizin yuları, kadının elindeydi. 'Bir zamana kadar' (Yûsuf: 12/35) ayeti ise; kadın kocasına, Hz. Yûsuf un bir zamana kadar zindana atılması teklifinde bulundu anlamındadır. Böylelikle kadın, her ne kadar Hz. Yûsufu görmese bile, ondan alacağı haberler ile rahatlamaya çalışacaktı. 93[93] Zira böylece onu, kontrolü altında bulundurmuş oluyordu." 94[94] Sekizinci Delil: Hz. Yûsuf (a.s), Rabbinden; hem efendisi azizin hanımının ve hem de sosyete kadınlarının çirkin hilelerinden ve tuzaklarından kendisini kurtarmasını istediğinde; Şanı Yüce Allah'ın, Hz. Yûsuf (a.s)'m bu duasını kabul etmesi. Eğer Hz. Yûsuf (a.s), azizin hanımının isteğine uyma konusunda rağbet gösterseydi, Allah'tan; 0 kadınların hilelerin jeti ve tuzaklarından kendisini kurtarmasını istemezdi. Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Rabbi de onun duasını kabul etti ve onların tuzaklarını kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü Allah,

92[92]

Yûsuf: 12/35. Ncsefî bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hapsin, Hz. Yûsufu zelil edeıc-ğini ve isteğini kabul ettireceğini ummuş, yahut ta görenlerin kendisini kıskanmai-rından korkarak elinden onu kaçırmaktan korkmuştu. İşte bir taraftan insanlardan utandığından ve bir taraftanda ümitsizliğe kapılmak istemediğinden bütünüyle elh-den kaçar korkusuyla onu görmemeyi tercih etti. Böylelikle de onu görmese dahi ondan alacağı haberler iîe rahatlamaya çalışmıştı."

93[93]

İşte bundan dolayı kadın, ta baştan beri sadece hapse atılması veya şkence görmesi teklifini ortaya koymuş hiç bir şekilde öldürülmesinden söz etmemişti. Bu da onun sevgisinin kalbinde yer ettiğinin delilidir. (Saıd Ha'va, el-Esas-ı fi't-Tefsir, 7/183) (ç). 94[94] Nesefî, Tefsiru'n-Nesefî, 2/221.

hakkıyla işiten ve her şeyi bilendir." 95[95] Dokuzuncu Delil: Hz. Yûsuf (a.s)'ın, şehirdeki bütün insanların önünde suçsuzluğu ortaya çıkmadıkça, zindandan çıkmayı kabul etmemesi. İşte bu delil ise; Hz. Yûsuf (a.s)'m iffetini, kötülüklerden ne kadar uzak olduğunu ve izzeti nefsinin doğruluğunu göstermektedir. Eğer kendisinin suçsuz olduğu ortaya çıkmadıkça, bunu, zindanda yedi veya dokuz sene kalmaya ve orada çeşitli zorluklar ile sıkıntılara kavuşmaya tercih etmezdi. Bundan dolayı da Hz. Yûsuf (a.s), bu çirkin suçlamadan ve iftiradan uzak olduğu ortaya çıkıncaya kadar ve şehirdeki bütün halkın, kendisinin suçsuz yere zindana atıldığını öğreninceye kadar zindandan çıkmayı kabul etmemiştir. Yüce Allah ise bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Kral:) 'Onu bana getirin' dedi. Bunun üzerine ona haberci gelince, (haberciye), 'Rabbine (yani efendine) dön ve ellerini kesen 0 kadınların zoru neydi? Kendisine sor?' dedi. Şüphe yok ki benim Rabbim, onların (bana karşı yaptıkları) tuzakları hakkıyla bilendir. " 96[96] Onuncu Delil: Sonuncu olarak ise; gerek ellerini bıçakla kesen sosyete kadınları ve gerekse azizin hanımının bizzat kendisinin, Hz. Yûsuf (a.s)'a iftira ettiğini apaçık bir şekilde itiraf etmesi. İşte bu delil de, Hz. Yûsuf (a.s)'m kendisine nispet edilen iftira ve suçlamalardan masum olduğuna, kötülüklerden uzak olduğuna ve suçsuz olduğuna dair şüpheden bir parça bile bırakmamaktadır. Zira kral, sosyete kadınlarını, Hz. Yûsuf (a.s)'m isteği doğrultusunda toplayıp onlara, Hz. Yûsuf (a.s)'a dair sorular sorduğunda 97[97] onlar; şu kesin ve açık cevabı vermişlerdirmislerdir: "(Kral) 0 kadınları toplayıp onlara) 'Yûsuf'un nefsinden murad almak istediğiniz zaman ne halde idiniz?' dedi. (Kadınlar) 'Haşa, Allah için biz onun hiç bir kötülüğünü bilmedik' dediler. Bunun üzerine azizin karısı da: 'Şimdi gerçek ortaya çıktı! Ben, onun nefsinden murad almak istedim. 0, hiç şüphesiz doğru söyleyenlerdendir. (Kadın veya Yûsuf'da: ) 'Bu, gıyabında o (azize) hainlik etmediğimi ve Allah 'in, hainlerin hilesini kesinlikle başarıya erdirmeyeceğini bilmesi içindi." 98[98] Sonuç olarak; Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s)'in kendisine nispet edilen yalan ve iftiralardan suçsuz olduğuna ve onun masum olduğuna dair bu on delili, Kur'ân-ı Kerînı'den elde ettim. Doğrusu Allah, hakkıyla söyleyen ve dosdoğru yola iletendir. 99[99] Hz. Yûnus (a.s)’ın Masum Oluşu Yüce Allah'ın, Hz. Yûnus (a.s)'m kıssası ile ilgili olarak söylediği şu sözü, onun masumiyet ligine işaret eden delillerdendir. Yüce Allah, Hz. Yûnus (a.s) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Zünnun (yani balık sahibi Yûnus) 'u da hatırla. Hani 0, (kavmini) öfkelendirerek giderken kendisine güç yetiremeye-ceğimizi zannetmişti. Ama sonunda (denizin ve balığın karnının) karanlıkları içerisinde (Rabbine) şöyle dua etmişti: 'Senden başka ilah yoktur, Sen (her şeyden) münezzehsin. Doğrusu ben, (bana izin vermeden kavmimin arasından çıkıp gitmek suretiyle) zalimlerden oldum.' Biz de onun duasını kabul edip onu üzüntüden kurtarmıştık. İşte müminleri, (bize dua edip yardım istediklerinde onları işte) böyle kurtarırız." 100[100] Bu ayeti kerimenin dış görünümü; sanki Hz. Yûnus (a.s)'ın, Şanı Yüce Allah'a öfkelendiğinden dolayı (görevli bulunduğu yeri bırakıp) gitmeye ve bu gidişinden dolayı da Yüce Allah'uı, kendisi 95[95]

Yusuf: 12/34. Yûsuf: 12/50. 97[97] Buradan, azizin evinde verilen ziyafette nelerin döndüğüne, kadınların Yûsuf a neler söylediğine ve Yûsuf a tavsiye ettikleri, zina derecesine varacak teşviklere dair bir şeyler anlıyoruz. Yine buradan, bu ortamların ve kadınların, hatta tarihin derinliklerine gömülmüş olan 0 donemin görünümünü hayalimizde canlandırabil-riz. Cahiliyyet. her zaman cahiliyyettir. (Şchid Seyyid Kutub, Fizilal'il-Kuran, 12/248) (ç). 98[98] Yûsuf: 12/51-52. 99[99] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 160-168. 100[100] Enbiyâ: 21/87-88. 96[96]

hakkında intikam almasına dair kudretinden şüphe ettiğini andırmaktadır. Böyle bir anlayış, yanlıştır. Üstelik ayeti kerimelerin, kendi anlamlarının dışında bu şekilde tefsir edilmesi de doğru değildir. Bazı cahil kimselerde, bu şüphe meydana geldiğinden dolayı, Hz. Yûnus (a.s)'m masiyet işlediğini ve Allah'ın emrine muhalefet ederek Rabbma öfkelenerek gittiğini ve bu günahı sebebiyle de balığın, onu yuttuğunu zannetmişlerdir. Bu konuda en doğru ve en sağlam olan; tahkikçi tefsircile-rin, bu ayeti kerimelerin anlamı hususunda aktardıklarıdır. Bu aktardıkları ise şunlardır: "Hz. Yûnus (a.s), kavmini uyardı ve onları, eğer iman etmedikleri taktirde Allah'ın azabıyla korkuttu. Fakat onlar, bu uyarılara rağmen sapıklık ve küfür içerisinde kalmaya devam ettiler. Onların iman etmediğini gören Hz. Yûnus (a.s), çabucak gelecek olan bir azabı onlara vaat etti. Allah'ın azabı onlardan ertelenince onların, vaat ettiği azabın gelmemesinden ötürü kendisiyle alay etmelerinden, kınamalarından ve suçlamalarından korkarak onların bu uyarılarından kurtulmak için onların arasından beklenen azaptan kaçıyormuş gibi bir vaziyette çıkıp gitti. Zira Hz. Yûnus (a.s), onlara, azabın geleceğini haber vermişti. Fakat kendilerine vaat ettiği azab gelmemişti. Bunun üzerine -sabredip tebliğine devam etmesi ve Rabbi, kendisine hicret izni verinceye kadar beklemesi gerekirken-kavmini öfkelendirerek onların arasından çıkıp gitti. Rabbini öfkelendirerek -böyle bir şeyi iddia etmekten Allah'a sığınırız. Allah böyle bir şeyden münezzehtir- veya onun emrine isyan ederek değil..." Üstad Ebu'l-Berekat Abdullah en-Nesefî,' tefsirinde, bu ayeti kerimeyle ilgili olarak şö yle der. "Yüce Allah'ın 'Zünnun'u da hatırla' (Enbiyâ: 21/87) a-yetinin anlamı; 'Balık sahibini de hatırla1 demektir. Ayette geçen 'Nun' ve 'Hut' kelimeleri, (balığın karnında bir müddet kaldığından dolayı) Hz. Yûnus'a atfedilmiştir. 'Hani 0, öfkelendirerek giderken...' (Enbiyâ: 21/87) Yani 'kavmini kızdırarak giderken' demektir. Kavmini Ö Ütelendirmesinin anlamı şudur: Hz. Yûnus (a.s), kavmine, uzun bir süre öğüt verdiği halde onlar öğüt almayıp küfürleri üzere devam etmişlerdi. Hz. Yûnus'ta onların bu tavırları yüzünden onları bırakıp gitmişti. Hz. Yûnus (a.s) bunu ancak Allah için bir kızgınlık sebebiyle, küfre ve kafirlere kızgınlığı sebebiyle yaptığından dolayı, ayrılıp gidebileceğini zannetmişti. Halbuki Hz. Yûnus'un, sabretmeye çalışması ve onlardan ayrılıp hicret etmek üzere Yüce Allah'ın iznini beklemesi gerekirdi. Bundan dolayı balığın karnında kalmakla imtihan edildi." 101[101] Buna göre Hz. Yûnus (a.s)'m öfkelenmesine gelince ise bu, kavmi için olup Rabbi için değildi. Yüce Allah'ın, Hz. Yûnus (a.s)'ı azarlamasına gelince ise bu, Hz. Yûnus (a.s) sabretmemesinden ve Yüce Allah'ın izni olmadan kavminin arasından çıkıp gitmesinden dolayı idi. Yüce Allah'ın, Hz. Yûnus (a.s)'m bu kıssasını, Resulullah (s.a.v)'e indirmesinin sebebi ise; Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'e; müşriklerin yalanlamalarına karşı sabretmesini, bunlara karşı göğsünü sıkmamasını ve Hz. Yûnus (a.s)'ın kavmine karşı yaptığı sabırsızlığı, kendi kavmine karşı yapmamasının gerektiğidir. 102[102] 101[101]

Neseiî, Tefsinrn-Nesefî, 3/87. Şehid Seyyid Kutub; Hz. Yûnus (a.s)'ın bu kıssasından, davetçi için şu notlan çıkarmaktadır:" Dava Adamları mutlaka inandıkları davanın mükeîfefiyetlerine katlanmalıdırlar. Kendilerini yalanlayan ve işkence eden insanlara karşı sabırlı 6-malıdırlar. Doğruyu söylemek gerekirse, inandığı davaya gönülden bağlanmış samimi insanlar için en acı ve en zor şey, yalanlanmaktır. Bir davaya gönüllerin bulanması, kısa bir ana ve kolayca meydana gelecek bir durum değildir. Meydanda 102[102]

yığınlarca batıl kalıntıları ve sapıklık artıkları vardır.....Bir dıva adamının, haikm, çağrışma kulak asmadığı için kızması ve onları terk etmesi kadar kolay bir şey ytktur.....Davaya sırtlarını dönenleri ve onu yalanlayanları terk edip gitmekle dava adamının eline ne geçecek? Önemli olan, davanın kendisidir. Yoksa davı adamının şahsı değildir. Onun içi istediği kadar sıkılsın. Ama her zaman sıkıntısını yenmeli ve yolunda azimle yürümelidir. Karşısındaki insanların söyledikleri sözlerden

Yüce Allah'ı şu ayeti de, bunu destekleyici mahiyettedir. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Hz. Yûnus (a.s)'m bu durumunu bir örnek olarak şöyle anlatmakt adır: "(Ey Muhammedi) Sen, Rabbinin (hakkında yazmış olduğu) hükmü (sana gelinceye kadar) sabret; ve balık sahibi (Yûnus) gibi olma. O, (yaptığından dolayı) pek üzgün olarak Rabbine (bağışlanması için) dua etmişti. Eğer Rabbinin katıdan ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı. Buna rağmen Rabbi, onu seçip Salih kimselerden kılmıştır. 103[103] Yüce Allah'ın "kınanmış olarak sahile atılacaktı" (Kalem: 68/49) ayeti, bu ayetin başında geçen "Levlâ" edatının cevap cümlesidir. "Levlâ" edatı, Arap dilinde; bir şeyin meydana gelmesine engel olan bir harf olarak bilinir. Yani bu edat, şart cümlesinin meydana gelebilmesi için cevap cümlesinin meydana gelemeyeceğini ifade eder... Buna göre ayeti kerimenin anlamı şu şekilde olur: "Eğer Allah, Yûnus'un duasını ve mazeretini kabul etmek suretiyle onu nimetlendirmeseydi, ayrılışı sebebiyle kınanmış olarak balığın karnından sahilde bulunan boş bir alana atılacaktı." Fakat Yûnus, kınanmış olmayarak deniz kenarında bulunan bir toprağa atıldı." Bu konu ile ilgili olarak daha önce Yüce Allah'ın "Kendisine güçyetiremeyeceğimizi zannetmişti" (Enbiyâ: 21/87) ayeti geçmişti. Bu ayette geçen "Nakdira" = "Güç yetirmek" kelimesi, "Kudret" kelimesinden değil de, "Kader" kelimesinden türemiştir Nitekim Abdullah ibn Abbas (r.anhüma) bu kelimeyle ilgiliolarak şu olayı anlatmıştır: "Rivayet edildiğine; Abdullah ibn Abbas bir gün (sultanlığı sırasında) Muaviye'nin yanına girdi. Muaviye, ona: -'Dün Kur'an'm dalgaları beni vurdu da dalgaların içinde boğulup kaldım. Ancak seninle bu durumdan çıkabileceğimi anladım' dedi. Abdullah ibn Abbas, ona: -'Ey Muaviye! Nedir bunlar?' diye sordu. Bunun üzerine Muaviye, bu ayeti kerimeyi okudu ve ardından: -'Allah'ın bir peygamberi, kendisine güç yetirilemeyeceği-ni hiç zanneder mi?" diye Abdullah ibn Abbas'a sordu. Abdullah ibn Abbas ise bu soruya karşılık: -Bu 'Güç yetirmek' anlamındaki 'nakdira' kelimesi; 'kudret' kelimesinden değil, 'kader' kelimesinden türemiştir' diye cevap verdi." 104[104] Buna göre anlam: "İznimiz olmadan kavminin arasından çıkması sebebiyle, onu sıkıntı içerisine sokamayacağımızı sanmıştı" şeklinde olur. Yüce Allah'ın, "Rızkı, kendisine güç yetirebilecek (= Kudira) kadar verilmiş kimse" 105[105] ayeti; "rızkı, kendisini sıkıntı içerisine sokabilecek yani daraltacak kadar" demek anlamındadır. Yine Yüce Allah'ın, "Allah, insanı imtihan etmek üzere rızkını, güç yetirebile-ceği kadar verdiği zaman: 'Rabbim, bana hor baktı' der" 106[106] ayeti de; "rızkı, kendisini sıkıntı içerisine sokabilecek yani daraltacak kadar" demek anlamındadır. Buna göre bununla ilgili olan karışıklık ta giderilmiş oldu. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır. 107[107]

kz-ması mümkündür, ama sabrederse kendisi için daha hayırlıdır... Binaenaleyh her halükarda, her türlü şartlarda ve bütün ortamda 0 vazifesini yapmalı, gerisini Alah' a bırakmalıdır. Çünkü asıl hidayet, yalnız ve yalnız Allah'tandır. Şiphesiz ki dava adamları, Hz. Yûnus (a.s)'ın kıssasından ders almalı ve bunıuı üzerinde çok dikkatli düşünmelidirler. Hz. Yûnus (a.s)'m, Rabbine dönerek zulmünü itiraf amesi her dava adamının üzerinde düşünmesi gereken ibretli bir husustur. Hz. Yûnus (a.s)'a, Allah'ın acıması ve karanlıklarda yaptığı içli duasını kabul buyurarak onu kurtarna-sı da rnüminlerİçin en büyük bir müjdedir." (Şehid Seyyid Kutub. Fizüali'i-Kuf an, 10/165467) (ç). 103[103] Kalem: 68/48-50. 104[104] Bu rivayet, Neseffnin tefsirinde geçmektedir. 105[105] Talak: 65/7. 106[106] Fecr: 89/16. 107[107] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 169-173.

Peygamberlerin Sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v)'in Masum Oluşu İle İlgili Mesele Resulullah (s.a.v), diğer Peygamberler gibi her türlü günahları ve kötülükleri işlemekten masumdur. Şanı Yüce Allah'ın inayetiyle korunmuş ve Allah gözetimiyle her taraftan onu kuşatmıştır. Buna göre Resulullah (s.a.v)'den, Allah'ın emrine muhalefetin veya kendisine azabı gerektirecek bir günahı işlemenin meydana gelmesi mümkün değildir. Fakat Resulullah (s.a.v), bazen gayret edip üstün olanın ve iyi olanın aksini yapmış ve bunun üzerine Rabbi ise onu uyarmıştır. Lakin bu, günah ve masiyet cinsinden değildir. Ancak bu ikaz cinsinden olanı ise, daha mükemmel ve üstün olanın aksine bir yapma tarzıdır. Peygamberlerin makamının -diğer insanlara- üstün olmasına nispetle bazılarının şu sözündeki; "Ebrar'm (iyi kulların) hasenatı (iyilikleri), mukarreblerin (Allah'a en yakın olan kulların) seyyiat'ı (kötülükleri, günah ve kusurları) gibidir" tanımlamasında da görüldüğü üzere kendisine ikazı ve cezayı gerektirecek hata da olsa, üstün olanın aksinin yapılmasına itibar edilir. Resulullah (s.a.v)'e ikaz şeklinde gelen bazı ayeti kerimeleri ortaya koyup doğru bir şekilde ve ikazdan ne kastedildiğini açıklayacağız. Aynı şekilde yine dış görünüşü itibariyle, Resulullah (s.a.v)'in, Allah'a karşı muhalefet ettiği ve masiyet işlediğini ifade eden diğer nassları da ortaya koyup bunların anlamlarının; Kur'an, Sünnet ve meşhur tefsir imamlarının görüşleri doğrultusunda açıklayacağız. Buna göre deriz ki: "Yardımı, yalnızca Allah'tan dileriz." 108[108] Bu Konuda İkaz Şeklinde Gelen Ayetler Birinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir: "Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah, ahireti (tercih etmenizi) ister. Allah azizdir, hakimdir. Eğer daha önceden Allah'ın geçmiş bir hühnü olmasaydı, aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu." 109[109] İkinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Hay Allah affedesice, doğru olanlar sana besbelli olup yalancıları bilmeden önce neden onlara izin verdin?" 110[110] Üçüncü Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir: "Yanına kör bir kimse geldi diye Peygamber (ondan) yüzünü asıp çevirdi. (Ey Muhammedi) Ne bilirsin, belki de 0 arınacak yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti." 111[111] Dördüncü Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir: "Az kalsın daha vahyettiğimiz (emir ve yasaklarımızdan vb. şeyler)den, (sana söylemediğimiz sözleri) bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. 0 zaman (onların istediklerini yerine getirecek olursan) seni dost edineceklerdi. (O vakit sen, onların dostu olur, benim dostluğumdan dışarı çıkardın). Eğer seni korumamış olsaydık, az da olsa onlarfm tuzak ve hüelerin)e meyledecektin. Ve O zaman (onlara az miktarda meyledecek olsaydın), Biz de sana (dünya ve ahiret) hayatının kat kat azabını ve Ölümün de kat kat azabını tattırırdik. 112[112] Beşinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir: "Ey Peygamber! Allah'tan sakın (ve takva üzere sebat et) ve kafirler ile münafıklara da itaat etme! Doğrusu Allah, Hakim'dir ve Alim'dir. Rabbinden sana vahyolunana uy! Doğrusu (sana vahyeden) Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır " 113[113] Altıncı Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir: Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 174. Tevbe: 9/43 110[110] Enfal: 8/67-68. 111[111] Abese: 80/1-4. 112[112] Isrâ: 17/73-75. 113[113] Ahzâb:33/I-2. 108[108] 109[109]

"Sana indirdiklerimiz (Kur'an ayetlerin)den şüphe ediyorsan, senden önce kitabı (Tevratı, İncili ve Zeburu) okuyanlara, (sana indirdiklerimizin doğru olup olmadıklarını) sor! Andolsun ki, Rabbinden (indirilen) hak (vahiy), sana gelmiştir. Doğrusu Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. " 114[114] Yedinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Eğer onların (küfürde direnip İslamı kabul etmeyişleri) sana ağır geliyorsa, kendi kendine yerin dibine doğru bir tünel veya göklere çıkacak bir merdiven dayayıp da onlara bambaşka bir mucize getirebilirsen, (hiç durma...) Eğer Allah dilesey-di elbette onların hepsini, hidayeti (seçecek bir durum) üzerinde toplardı. 0 halde sakın (bu gerçeği bilmeyen ve bunun far-jana varamayan) bilgisizlerden olma." 115[115] Sekizinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Sabah ve akşam Rablerine; sırf O 'nun rızasını dileyerek (ihlash bir şekilde) dua edenleri (yanından) kovma! Onların hesaplarından (günahlarından) sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından da onlara bir şey yoktur. Ki onları kovarsın da, zalimlerden mi olasın!" 116[116] Dokuzuncu Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "(Ey Peygamber!) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) ihsan ettik Böylece Allah, (bu fethi sana kolaylaştırmak suretiyle) senin geçmiş ve gelecek olan günahlarım bağışlayıp ve (dinini yüceltmek ve senin vasıtanla ülkeleri fethemek suretiyle dünya ve ahirette ) sana olan nimetini tamamlayarak seni dosdoğru yola eriştirir. 117[117] Onuncu Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Hani sen, Allah'ın kendisine (en büyük nimeti olan İslam ile) nimet verdiği ve (kölelikten azad ederek evlatlık edinip daha sonra da onun efendisi olduğunu belirtip veli edinmekle) seninde nimetlendirdiğin kimseye (olan Zeyd b. Harise)ye, eşin (Zeyneb bint. Cahş)'ı tut ve Allah'tan kork (onu boşama) diyordun. Allah'ın, (Zeyd onu boşayacak olursa, onu nikahlayacağın şeklinde) açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor ve insanlar (m, evlatlığının eski hanımını nikahladı diyeceklerinjden korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi. Nihayet Zeyd'in onunla bir (evlilik) bağı kalmayınca, onu seninle evlendirdik. Böylece evlatlıkların, eşleriyle bir (evlilik) bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin. Buna binaen Allah'ın emri yerine getirilmiştir." 118[118] Resulullah(s.a.v)'e, Bedir Esirleri Hakkında Yapılan İkaz: Resulullah (s.a.v)'in Allah'ın emrine muhalefet ettiği ve Allah'ın razı olmadığı bir fiili yaptığı zannedilen Resulullah (s.a.v)'i ikaz eden birinci ayet Yüce Allah'ın; "Hiçbir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz. Siz (bu esirleri almakla) geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah, ahireti (tercih etmenizi) ister. Allah, azizdir ve hakim'dir. Eğer daha önceden Allah 'in geçmiş bir hükmü olmasaydı, aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu 119[119] " sözüdür. Bazı kimseler, bu ayetten; Resulullah (s.a.v) 'in bir günah işlediğini, bir suç işlediğini veya alemlerin Rabbi Allah'a bir konuda isyan ettiğini zannetmektedirler. Nihayet onların zannettikleri gibi olmayan bu Bedir Esirleri meselesinde şiddetli ikaz indi. Resulullah (s.a.v)'in bu konudaki amacı, sadece Bedir Esirleri hakkında bazı sahabileriyle istişare etmekti. Bunun sonucunda ise, ictihad edip sahabilerin çoğunluğunun görüşünün tercihiyle hükme bağladı. Bunun üzerine Mekkeli müşriklerden olan esirlerin fidyelerini kabul etti. Resulullah (s.a.v)'in bu içtihadı; üstün olanın, iyi 114[114]

Yûnus: 10/94. Enam: 6/35. 116[116] Enam: 6/52. 117[117] Feth; 48/1-2 118[118] Ahzâb: 33/37. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 175-178. 119[119] Enfal: 8/67-68. 115[115]

olanın ve tercih edilenin aksineydi. Çünkü davanın ve İslam Dinin maslahatı gereği, Resulullah (s.a.v)'in onlardan fidyeleri kabul etmemesi gerekmekteydi. Aslında fidyeleri almanın aksine; küfrün gücünü zayıflatmak, müşriklerin büyüklüğünü -diğer Arap topluluklarına karşı- ö-nemsiz göstermek ve üstünlük ile zaferin özellikle de Allah'ın kulları için olduğunu onlara göstermek için esirlerin kanlarının dökülmesi ve akıtılması gerekmekteydi. Zira bu savaş, müminler ile müşrikler arasında meydana gelen ilk savaştı. Bundan dolayı da müminler için çok önemli bir savaştı. Burada, bu ayeti kerimelerin inişi ile ilgili Ashabı-ı Kiramın bazı rivayetlerini, "Me'sur Metodu" 120[120] şeklinde aktaracağız: 1. Tirmizî, Hakim en-Nisâburî ve Beyhakî, Abdullah ibn Mes'ud (rh.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Bedir savaşı gününün sonunda, esirler elde edilip Resulullah (s.a.v)'in huzuruna getirilince, Resulullah (s.a.v), Ashabını toplayıp onlara: - 'Bu esirler hakkında ne dersiniz?' diye sordu. Bunun ü-zerine Hz. Ebu Bekr (r.a): - 'Ey Allah'ın Resulü! Bunlar senin kavminden ve seninle akrabalıkları bulunan kimselerdir. Onları serbest bırak ve (işledikleri suçtan dolayı) tevbe etmelerini iste! Belki Allah, tevbe ettikleri taktirde onların tevbelerini kabul eder' dedi. (Hz. Ebu Bekr (r.a)'ın bu sözü üzerine) Hz. Ömer (r.a) ise: - 'Ey Allah'ın Resulü! Bunlar seni yalanladılar, seni asli yurdundan çıkardılar ve seninle savaştılar. Bu bakımdan onları al ve boyunlarını vur' dedi. (Bu ikisinin görüşünü dinleyen) Abdullah b, Revana (r.a) ise: - 'Ey Allah'ın Resulü! Odunu bol alan bir vadiye git ve 0 vadiyi, onlar içindeyken ateşe ver' dedi. Abdullah b. Revaha'nm bu sözünü işiten Hz. Abbas ise ona: 'Sen, akrabalık bağını koparıp attın' dedi. Resulullah (s.a.v) bir süre sustu ve onlara hiçbir cevap vermedi. Sonra da kalkıp evine gitti. Bunun üzerine bazı kimseler: Resulullah (s.a.v), Ebu Bekr (r.a)'ingörüşünü uygulayacak, bazısı da; Ömer (r.a)'in görüşünü uygulayacak, diğer bir kısmı da; Abdullah b. Revaha'nm görüşünü uygulayacak' dediler. Daha sonra Resulullah (s.a. v.) çıkıp: - 'Allah, bazı kimselerin kalplerini öyle yumuşatır ki, sütten daha yumuşak olur. Yine Allah, bazı kimselerin kalplerini de öyle bir katılaştırmıştır ki, taştan da daha katı olurlar...' Ey Ebu Bekr! Senin misâlin, İbrahim (a.s)'ın misâline benzer ki 0: 'Buna göre artık kim bana tabi olursa 0, bendendir. Kimde bana karşı gelirse onu, sana (Allah'a) bırakırım. Çünkü Sen, bağışlayıcısın ve merhamet edicisin' demişti. Ve yine Ey Ebu Bekr! Senin misâlin, İsâ (a.s)'ın misâline benzer kiO: '(Ey Allah'ım! Eğer) onlara azab edersen doğrusu onlar, senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan da, güçlü ve hakim olan şüphesiz ancak sensin' demişti. Sana gelince Ey Ömer! Senin misâlin de, Mûsâ (a.s)'m misâline benzer ki 0: 'Ey Rabbimiz! Onların (yani Firavun ve onun çevresinde bulunanların) mallarını yok et! Onların kalplerini (mühürleye-rek) sık. Çünkü onlar, can yakıcı azab görmedikçe iman etmezler Ve yine Ey Ömer! Senin misâlin, Nûh (a.s)'ın misâline benzer ki 0: 'Nûh dedi ki: 'Ey Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç birini bırakma' dedi. (Nûh: 71/26) Daha sonra Resulullah (s.a.v): 'Sizler fakir kimselersiniz. Sakın onlardan hiç bir kimse fidyesiz kurtulmasın, yahut ta boynu vurulsun' buyurdu. Bunun üzerine Abdullah ibn Mes'ud: - 'Ey Allah'ın Resulü! Süheyl b. Beyza bundan müstesna olsun. Çünkü 0, İslama dil uzatmıştır' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) sustu. (Abdullah ibn Mes'ud: ) 'Başıma gökten taş yağacak korkusunu 0 gün hissettiğim kadar hiç bir gün hissetmiş değilim. Nihayet Resulullah (s.a.v): - 'Süheyl b. Beyza müstesna' diye buyurdu... Bunun üzerine Şanı Yüce Allah, 'Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz...' (Enfal: 8/87-88) a-yetini sonuna kadar indirdi. 121[121] 2. Ahmed b. Hanbel ile Müslim, Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)'dan şöyle rivayet etmiştir: 120[120] 121[121]

Ayeti hadisle tefsir etme metodu. Tirmizî, Cihad 34, Tefsirü Sure-i Enfal 6; Ebu Dâvud, Cihad 114.

'Bedir Savaşı gününde alman esirler hakkında Resulullah (s.a.v), Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'e danışmak üzere onlara: - Esirler hakkındaki görüşünüz nedir?' diye sordu. Hz. Ebu Bekr: - Ey Allah'ın Resulü! Onlar senin (le akrabalıkları bulunan) amcanın çocukları ve kavminden olan kimselerdir. Onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Zira bizim (onlardan aldığımız fidyelerle) kafirlere karşı bir kuvvet sağlanır. Umulur ki Allah, bir gün onlara da İslama girmeleri için bir hidayet verir, (ve bize yardım olurlar)' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): - 'Ey Hattab'ın oğlu! Bu konudaki görüşün nedir?' diye sordu.Hz. Ömer: - 'Allah'a yemin ederim ki, Ey Allah'ın Resulü! Ebu Bekr'in söylediği görüşü uygun görmüyorum. Fakat ben, (elimize bir) imkanın geçtiğini görüyorum. (Bu fırsattan istifade ederek) onların boyunlarını vuralım. Akil'den dolayı Hz.Ali'ye imkan ver, onun boynunu vursun. Filan kimseden dolayı -Hz. Ömer'in kendi yakını olan- bana imkan ver, onun boynunu vurayım. Filanın yakınlığından dolayı filana imkan vei\ onun boynunu vursun. Çünkü bunlar, küfrün liderleri ve ileri gelen kimseleridir' dedi.(Hz. Ömer devamla:) 'Fakat Resulullah (s.a.v) benim söylediğim görüşü beğenmedi. Ebu Bekr'in söylediği görüşü beğendi (ve esirlerden fidye aldı). Ertesi gün olunca, Resulullah (s.a.v)'in ve Ebu Bekr'in yanma geldiğimde, onları, oturmuş ağlar bir vaziyette buldum. Bunun üzerine: 'Ey Allah'ın Resulü! Seni ve arkadaşını ağlatan şeyin ne olduğunu bana anlatır mısın? Eğer ağlayacak bir durum bulursam bende ağlayayım. Eğer ağlayacak bir durum bulamazsam bile sizin ağlaşmanızdan dolayı bende sizinle birlikte yine oturup ağlayayım' dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): - '(Esirlerden) fidye alınması ile ilgili görüşlerinden dolayı oturup arkadaşların (Ebu Bekr ile Ali)'a arz olunan şeyden dolayı ağlıyorum. Onlara gelecek alan azabın, -yanındaki bir a-ğaca işaret ederek- bu ağaçtan daha yakın olduğu bana bildirildi... Ve bunun üzerine Yüce Allah, "Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz...' (Enfal: 8/87-88) a-yetini sonuna kadar indirdi." 122[122] Bu hadisi şerifler; Resulullah (s.a.v)'e, esirlerden fidye alması ile ilgili öğüt verenlere (veya görüş bildirenlere) işaret etmektedir. Ancak bu rivayetlerin çoğunda; ilk önce, Hz.Ebu Bekr (r.a)'m ismi geçmektedir. Çünkü 0, mevki yönünden sahabilerin en büyüğü ve Resulullah (s.a.v)'e, sahabilerin en sevgili olmasından dolayı, bu konuda görüşü alınanların ilkiydi. Zira Resulullah (s.a.v), Ashabıyla herhangi bir konuda istişare ettiğinde ilk önce onun görüşünü alırdı. Şanı Yüce Allah, katından gelen bu şiddetli ikaz, (yanlış içtihadından dolayı) peygamberine ve onun sahabilerinin önde gelenlerineydi. ununla, Resulullah (s.a.v)'e; öğretme ve ikaz kastıyla, esirlerden en mükemmel ve en güzel bir şekilde fidye alması ve bu gibi Önemli meselelerde yumuşak davranması gerektiği anlatılmak istenmektedir. Bundan dolayı Şanı Yüce Allah, İslanım üstünlüğünü ve konumunun yüceliğini istemektedir... Abdullah ibn Abbas (r.anhuma), Yüce Allah'ın, "Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz... " (Enfal: 8/67-68) ayeti hakkında şöyle demiştir: "Bu hüküm ancak Bedir savaşı günü olmuştu. Çünkü Müslümanlar, 0 gün sayı bakımından az idi. Bir müddet sonra Müslümanların sayısı çoğalıp güç ve kuvvetlen artınca, Yüce Allah, savaş sırasında ele geçirilen esirler hakkında şu ayeti kerimeyi indirmiştir: '(Savaş sona erince) onları, ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin.' (Muhammedi 47/4) Bunun üzerine Yüce Allah, peygamberini ve müminleri, ele geçirilen esirlerin durumu hakkında serbest bırakmıştır. Müminler isterlerse esirleri öldürürler, isterlerse onları köle edinirler, isterlerse de onlardan fidye alıp serbest bırakırlar demektir... Ayeti kerime; bu esirlerin, fidye karşılığında serbest bırakılması gerektiğini, Resulullah (s.a.v)'in ashabıyla olan müşaveresinden ve içtihadından kaynaklandığına işaret etmektedir. Üstelik Şanı Yüce Allah, "ictihad yoluyla" müminlerden bir hata meydana geldiğinde (bu hatalı ictihaddan dolayı) onları sorumlu tutmayacağına dair ezeli hikmeti işte böylece tahakkuk etmişti. İşte esirler 122[122]

Müslim, Cihad 58 (1763).

hakkında konu, Yüce Allah'ın şu sözüyle son bulmaktadır: "Eğer daha önceden Allah'ın geçmiş birhükmü 123[123] olma-saydı, aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu. 124[124] Resulullah (s.a.v)'in, Münafıklara, Savaşa Çıkmamaları Hususunda İzin Vermesi İle İlgili Gelen ikaz: Resulullah (s.a.v)'e yapılan ikaz ile ilgili ikinci ayeti kerimeye gelince oda, Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Hay Allah affedesice, doğru olanlar sana besbelli olup yalancıları bilmeden Önce neden onlara izin verdin?" 125[125] Bu ayeti kerime; Resulullah (s.a.v)'in kendisinden, günahın meydana geldiğini göstermeyen ve Şanı Yüce Allah'ın, Resuluîlah (s.a.v)'i, cihada çıkmaktan vazgeçen bazı münafıklara -cihada çıkmaya güç yet iremeyeceklerin e dair mazeretlerini bildirince- bu konuda onlara izin vermesinden dolayı Ona ikaz mahiyetinde gelen son noktayı göstermektedir. Bunun üzerine Şanı Yüce Allah'ın katından, Resulullah (s.a.v)'e bu ikaz inmiştir. Süfyan b. Uyeyne, bu ayet ile ilgili olarak şöyle der: "(Allah'ın) şu güzel davranışına bir bakın! Peygamberini kınamadan önce (söze) direkt olarak af ile giriş yapıyor!" Amr b. Meymun ise bu ayetle ilgili olarak şöyle der: "Resulullah (s.a.v) emrolunmadığı iki şey yapmıştır: Biri: (Tebük savaşma çıkarken münafıkların, Resulullah'a gelerek bazı gerekçeler ve nedenler göstererek cihada katılamayacaklarını söylediklerinde) münafıklara izin vermesi, diğeri ise; (Bedir savaşında ele geçirilen) esirlerden fidye alması. İşte bunların üzerine Allah, -işte sizinde duyup dinlediğiniz gibi-peygamberini ikaz etmiştir." Bazı tefsircilerin rivayet ettiğine göre; bu ayeti kerime, Resulullah (s.a.v)'in Allah'tan izinsiz olarak yanlış bir davranışta bulunmasından dolayı bir üstünlük olarak Onu ikaz ettiğine işaret etmektedir. Aynı zamanda bu ayet; Şanı Yüce Allah'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'e, değer verdiğini ve Onun, kendisine dua ile başlaması dolayısıyla mevkisinin yüceliğini sağlamlaştırdığını belirtmektedir. Bu tıpkı, bir adamın kendisinin yanında çok kıymetli olan birisine, "Hay Allah affedesice, benim şu işimi nasıl yaptın? Allah senden razı olsun; .benim bu cevabnna karşılık senin cevabın nedir? Allah sana afiyet versin, sen benim değerimi bilemedin!" demesi gibidir. Bu görüş; İmam Fahreddin er-Razî, Bagavî ve daha bir çoğunun ileri sürdüğü görüştür. Zemahşerî, "Keşşaf* adlı tefsirinde, Yüce Allah'ın, "Hay Allah affedesice!..neden onlara izin verdin?" (Tevbe: 9/43) ayetini açıklarken, Hz. Peygamber'e karşı edebe uygun olmayan bir davranış sergilemiştir ki 126[126] oda şudur: "Hay Allah affedesice" (Tevbe: 9/43) Bu söz, günah işlemeden kinayedir. 127[127] Çünkü af ' kelimesi, günah işlemenin karşılığında kullanılan bir kelimedir. Buna göre ayetin anlamı: 'Sen (cihada çıkmama hususunda münafıklara izin verdiğinden dolayı) günah işledin ve ne kötü bir davranış yaptın' şeklinde olmaktadır. 'Neden onlara izin verdin?' (Tevbe: 9/43) Bu söz de, Hz. Peygamber'in bizzat kendisinin günah işlediğini üstü kapalı olarak açıklamaktadır. Buna göre ayetin anlamı: 'Onlar senden (cihada çıkmama hususunda) izin istediklerinde ve bir takım gerekçelere sarılıp cihaddan kendilerini alıkoyduklarında sen onlara izin verdin ve izin hususunda Bedir Savaşma katılanların, \aptıklan işlerde ve ictihadlarda, yanlış sonuca v ŞaJar bile onların üzerinden azabın kalkması İle ilgili hüküm kasfcdilmektedir. (ç) 124[124] Enfal: 8/68. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 179-185. 125[125] Tevbe: 9/43. 126[126] Zemahşerî, itikatta Mutezili olması itibariyle bu konuda mezhebinin göiişünü savunmaktadır. Zira Mutezile mezhebine mensup kimseler, Peygamberlerin, hem Peygamberlik öncesi ve hem de sonrasında günah işleyebileceklerini iddia etınekfcdirler. (ç). 127[127] Kinaye: Üstü kapalı olarak söylenen sözlere denir, (ç). 123[123]

da onlara karşı yumuşak davrandın' şeklinde olmaktadır. 'Sana besbelli oluncaya kadar' (Tevbe: 9/43) Bu konuda mazeretini doğru söyleyen müminleri, yalan söyleyen münafıklardan ayırt etmeden neden onlara izin verdin' şeklinde olmaktadır." 128[128] "Menâr" tefsirinin yazarı olan Reşid Rıza, bu konuyla ilgili olarak iyi iş yapmanın doruğunda güzel bir söz söylemiştir ki, biz bunun bir kısmını şöyle aktardık: "Bazı tefsirciler -özellikle de Zemahşerî-, Yüce Allah'ın bu ayetinde geçen, Resulullah (s.a.v)'i affettiğine dair açıklamada, edebe uymayan ifadeler kullandılar. Halbuki bu tefsircilerin, Hz. Peygamber (s.a.v) konusundaki en büyük edebi yine -Yüce Allah'ın yaptığı tarzda- ayetten öğrenmeleri gerekmekteydi. Hani Rabbi ve -terbiyecisi, bu hitaptan önce Hz. Peygamber (s.a.v)'in yapmış olduğu davranışı affettiğine dair bu konuda nasıl davranması gerektiğini haber vermiştir. İşte (Yüce Allah'ın, Hz. Peygambere olan) bu davranışı, büyüklüğün ve iyi davranmanın doruk noktasını göstermektedir. Diğer tef-sirciîer ise -özellikle de Fahreddin er-Râzî gibi- ayetin son kısmını açıklama sırasında aşırıya kaçmışlardır.. Bu tefsirciler ise ayette geçen "af " kelimesinin, günah işlemeye delalet etmediğini ve Allah'ın kınadığı izin verme işinin de, esasta daha evla ve daha mükemmel olan bir hareketin aksine bir davranış olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Fahreddin er- Razi, bu konudaki sözünü şöyle belirtmiştir: 'Zenb' =' günah' kelimesi, Arap dilinde; 'masiyet' kelimesinin karşılığını ifade etmemektedir. Günah, ancak 'zarara yahut maslahat ve menfaatin kaybolmasına yol açan her türlü davramş' anlamına gelmekledir. Affedilen günah ise, ayette açıklanan; doğru olanları ortaya çıkarma ve mazeretlerinde yalancı olanları bilme maslahatının kaybolmasına yol açan bir günahtır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in azarlandığı izin verme olayı, içtihadından dolayı olup kendisine gelen vahiyden dolayı değildir. Bunun ise Peygamberlerden -Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun- meydana gelmesi caizdir. Çünkü Peygamberler, ictihad konusunda işlenecek olan hatadan korunmuş değildirler. Ancak ittifak edilen masumiyete gelince ise; vahyin açıklanması ve onunla amel edilmesi doğrultusundaki tebliğe mahsus bir durumdur. Buna göre peygamberin, vahyi, Rabbinden alıp tebliğ etmediğinde ve davranışıyla vahye muhalefet ettiğinde bile, onun yalan söylemesi ve günah işlemesi mümkün değildir. Usûl alimleri, ictihad konusunda peygamberlerden meydana gelecek günahın caiz olma durumunu şöyle açıklamışlardır: 'Allah, Peygamberlerden, ictihadları konusunda meydana gelecek hataları kabul etmez. Bilakis onlara bu konuda doğru olanı açıklar. Bu konu, sağlam bir işin gerektirdiği şekilde hareket etmekten ibarettir. Yüce Allah'ın, peygamberin; ilk önce affedildiğini haber vermesi, sonrada Ona doğru olanı açıklaması O'nun, peygamberine olan lütfundandtr." 129[129] Resulullah (s.a.v)'in, Mümin Bir Kimseden Yüz Çevirip Suratını Asması Üzerine Gelen İkaz: Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Yanına kör bir kimse geldi diye (Peygamber, ondan) yüzünü asıp (müşriklere doğru) çevirdi. (Ey Muhammedi) Ne bilirsin, belki de 0 arınacak yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti. " (Abese: 80/1-4). Peygamberlerden masiyetin meydana gelebileceğini ve onlar için masumiyetin vacip olmadığını iddia eden kimseler, bu ayetin zahirine sarılmaktadırlar. Böyle bir iddia, ayetin doğru anlamım idrak edememekten ve anlayamamaktan kaynaklanan bir hatadır. Ayetin iniş sebebi; Resulullah (s.a.v)'in masiyet işlemediğini, yalnızca evla olana ve en mükemmel olana muhalefet ettiğini göstermektedir. Resulullah (s.a.v)'de, evla olanı ve en mükemmel olanı terkettiğinden dolayı Yüce Allah Ona, en mükemmel olanı ve en üstün olanı yani müşrikleri bırakıp bir Müslümana tebliğ etmesi gerektiğini haber vermektedir. İbn Cerîr et-Taberî, Abdullah ibn Abbas (r.anhüma)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Zemaheit el-Kcşşâf, 2/274. Reşid Rıza, Tefsirin-Menâr, 10/541. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 185-188. 128[128] 129[129]

"Bir ara Resulullah (s.a.v), müşriklerin ileri gelenlerinden olan Utbe b. Rebia, Ebu Cehil b. Hişam ve Abbas b. Muttalib'i İslama davet ettiği bir sırada -zira onların İslama girmeleri hususunda fazlaca ilgi gösteriyor ve inanmalarını çok arzuluyordu ki- yürüyerek Resulullah (s.a.v)'e Abdullah ibn Ümmü Mektum denilen kör bir adam geldi. Resulullah (s.a.v) ise müşriklerin ileri gelenlerini İslama davet etmekle meşguldü. Abdullah ibn Ümmü Mektum, Resulullah (s.a.v)'e, kendisi için Kur'an'dan bir ayet okumasını isteyerek: - 'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğret' der ve isteğinde ısrarlı davranır. Resulullah (s.a.v), müşriklerin ileri gelenlerine anlattığı konunun kesilmesini istemez ve ondan surat asıp yüz çevirir ve onun bu şekilde konuşmasını hoş karşılamaz. Ve diğerlerine yönelerek kaldığı yerden konuşmasına devam eder. Bunun üzerine Yüce, Allah 'Yanma kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi' (Abese: 80/1-2) ayetlerini indirir. Onun hakkında bu vahyin inmesinden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) Abdullah ibn Ümmü Mektum'a fazlaca ilgi göstermiş ve onunla konuşmaya yönelerek, 'Bir ihtiyacın var mı? Bir şey istiyor musun?' dedi. İbn Cerîr derki: "Yüce Allah, kör kimsenin adını, fazla gereksinim duymadığından dolayı, üstü kapalı olarak anmıştır. Sanki burada Hz. Peygamber (s.a.v)'in, onun kör olmasından dolayı yüz çevirdiği söylememektedir. Bu davranışın aksine Hz. Peygamber (s.a. v.)'in, kör olan Abdullah'a; sevgi ve şefkat göstermesi, ona (sıcak bir şekilde) yaklaşması ve ona hoş geldin demesi gerekirdi." 130[130] Ayetin iniş sebebinden anlaşıldığı gibi; Resulullah (s.a.v), Kureyş'in ileri gelenlerini İslam'a davet etmekle meşguldü. Bunların peşlerinden gelenler de Müslüman olur ümidiyle, onların Müslüman olmasını çok arzuluyordu. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v), yanında bulunan Kureyş'in ileri gelenleriyle meşgul olduğu bir sırada, kör olan Abdullah ibn Ümmü Mektum (r.a) yanma gelerek: 'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğret' dedi. Resulullah (s.av.) ise onun bu isteğine o sırada cevap vermekten kaçındı. Çünkü Resulullah (s.a.v)'e göre; Kureyş'in ileri gelenlerine İslam'ı tebliğ etmesi, bu şahsın isteğinden daha Önemli ve daha büyüktü. Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'i kınadı ve onun için; en üstün olanın ve en iyi olanın, kendisine gelen o kör adamın isteğine cevap vermesi gerektiğini bildirdi. Fahreddin er-Râzî ise bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Peygamberlerden günahın meydana geleceğini söyleyenler, bu ayeti delil tutarak; Yüce Allah'ın, bu yaptığından dolayı Hz. Peygamber (s.a.v)'i kınaması, o fiilin masiyet olduğunu gösterir dediler. Bu iddia, gerçekten ve hakikatten uzak ve kuru bir iddiadır. Biz, bunun; (önceden) tayin edilmiş bir takdiri ilahi olduğunu daha önce açıklamıştık. Şu kadar var ki; Hz. Peygamber (s.a.v)'in. tek tarafa ilgi göstermesi, zenginleri, fakirlere tercih ettiği zanmnı uyandırıyor. Böyle bir davranış ise, Hz- Peygamber (s.a.v)'in kişiliğine ve yapısına uygun düşmez. Bu taktirde bu davranış, ihtiyatı terk ve daha üstün olanı bırakma şeklindeki bir davranış olur ki, bu, suç ve günah anlamını taşımaz." 131[131] İbn Hazm ise, -bu ayete tutunarak Peygamberlerden günahın meydana geleceğini söyleyenlereşöyle cevap vermiştir: 'Yüce Allah'ın, 'Yanına kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi.' (Abese: 80/1-2) ayetlerine gelince ise; 'Resulullah (s.a.v)'in yanma Kureyş'in bazı ileri gelenleri oturmuştu. Resulullah (s.a.v)'de, onlara, İslam'ı tebliğ ediyordu. Çünkü Resulullah (s.a.v), onların Müslüman olmasını çok arzuluyordu. Zira bunlar Müslüman oldukları taktirde Kureyş'ten bir çok kimsenin Müslüman olacağını ve böylece İslam Dininin, daha iyi yayılacağını biliyordu. Bunu yanı sıra kendisinin yanında beklemekte olan bu kör kimsenin; kendisinden, dini konularda bir şeyler sorduğunda -ona cevap vermediği taktirde- onun çekip gitmeyeceğini bildiğinden ve ondan daha önemli iyi bir işin gitmesinden korktuğundan dolayı onunla meşgul olmadı. Zira onun çekip gitmesinden korkmuyordu. Çünkü o şahıs, mümin bir kimseydi. Biraz daha bekleyebilirdi... Görünüşteki bu tavır, din konusunda yani onların Müslüman olmalarının İslam'a daha faydalı olacağı kay-gısmdandı. Kur'an'ın muzaffer olmasındaki 130[130] 131[131]

İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, 30/51. Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 31/55.

bu gayret, sadece işin dış görünüşündeydi. Allah'a daha iyi yaklaşmak gayesiyle, eğer bugün bizden birisi, Resulullah (s.a.v)'in yaptığını yapsa elbette sevap kazanır. Ama Yüce Allah, Resulullah (s.av.)'i; kendi katında faziletli, iyi ve takvalı olan bu kör kimsenin isteğini kabul etmesi, müşrikleri İslam'a davet etmesinden daha üstün olmasından dolayı onu kınamıştır. 132[132] Resululîah (s.a.v)'in Müşriklere Meyletmesine Dair Gelen İkaz: Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Az kalsın daha vahyettiğimiz (emir ve yasaklarımızdan vb. şeyler)den, (sana söylemediğimiz sözleri) bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman (onların istediklerini yerine getirecek olursan) seni dost edineceklerdi. (O vakit sen, onların dostu olur, benim dostluğumdan dışarı çıkardın). Eğer seni kommamış olsaydık, az da oha onlar(ın tuzak ve hilelerinje meyledecektin. Ve O zaman (onlara az miktarda meyledecek olsaydın), Biz de sana (dünya ve ahiret) hayatının kat kat azabını ve ölümün de kat kat azabını tattırırdik." 133[133] Bu ayeti kerimeler, dış görünüşü itibariyle, Resululîah (s.a.v)'in müşriklerle uyuşmaya dair yaklaştığını ve onlara meylettiğini göstermektedir. Halbuki böyle bir şey, vahyi tebliğ etme konusunda büyük bir günahtır. Zannedildiği gibi böyle bir şey, kesinlikle Resululîah (s.a.v)'den meydana gelmemiştir. Zaten bu ayetin inişi hakkında şöyle bir rivayet vardır: "Taif de bulunan Sakif kabilesi Resululîah (s.a.v)'e gelerek; 'Araplara karşı övünebileceğimiz üç özelliği bize vermedikçe senin dinine girmeyiz. Bunlar ise zekat, cihad ve namaz olup bize farz olmayacaktır. Bir de, bizim taptığımız her put, bizim için çok önemlidir. Bundan dolayı taptığımız her put bizce kutsaldır. Putlarımıza üç yıl daha tapmamıza dair izin ver. Buna göre diğer kabilelere vermediğin bu özellikleri bize vermelisin. Eğer Arap kabileleri, sana: 'Niçin onlara (putlarına tapmalarına dair) izin verdin?' derlerse, 'Yüce Allah bana böyle emretti dersin' dediler. Zira bu kabile, Resululîah (s.a.v)'den istedikleri bu özellikleri kendilerine vermesini çok arzuluyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, "Az kalsın daha vahyettiğimiz (emir ve yasaklarımızdan vb. şeyler)den, (sana söylemediğimiz sözleri) bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. 0 zaman (onların istediklerini yerine getirecek olursan) seni dost edineceklerdi. (0 vakit sen, onların dostu olur, benim dostluğumdan dışarı çıkardın). Eğer seni korumamış olsaydık, az da olsa onlar(ın tuzak ve hilelerin)e meyledecektin. Ve 0 zaman (onlara az miktarda meyledecek olsaydın), Biz de sana (dünya ve ahiret) hayatının kat kat azabını ve ölümün de kat kat azabını tattırırdık. " (İsra': 17/ 73- 74) ayetlerini indirmiştir. Görüldüğü gibi bu kabilenin temsilcileri 134[134], Resululîah (s.a.v)'e bir teklif sundular. Resululîah (s.a.v)'inde bu teklifi kabul etmesini arzuladılar. Ama Resululîah (s.a.v) onların bu tekliflerini kabul etmedi. Çünkü Resululîah (s.a.v), onların batıl isteklerini kabul etmekten ve bozguncu arzularında, onlara uymaktan uzaktır. İbn Kesîr (rh.a.) konuyla ilgili olarak şöyle der: "Yüce Allah Resululîah (s.a.v)'i desteklediğini, hak üzerinde sabit kıldığını, zarar verebilecek kimselerin kötülüğünden ve azgınların hilesinden koruduğunu ve uzak tuttuğunu, Onun işlerini kendisinin yönettiğini ve Ona yardımı kendisinin üstlendiğini, yarattıklarından hiç bir kimseye Onu bırakmadığını, aksine onu; velisinin, koruyucusunun, yardımcısının, destekleyicisinin, galip getiricisinin kendisi olduğunu ve Onun dinini Ona düşmanlık edenlere üstün kılacağını, Ona karşı çıkıp reddedenlere galip getireceğini, dünyanın doğusunda ve batısında Onu muzaffer kılacağını haber vermektedir." 135[135] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 188-191. isrâ: 17/73-74. 134[134] Bu olay, Hudeybiye barış anlaşmasından sonra gerçekleşmiştir. Rivayette de görüldüğü üzere,, bu kavmin temsilcileri, müslümanolmak için Medine'ye gelmişlerdi, (ç) 135[135] ibn Kesîr, Tefsirii'1-Kur ani'1-Azim. 3/48. 132[132] 133[133]

Resulullah (s.a.v)'in, Müşriklere ve Kafirlere Meylettiği Hakkında Gelen İkaz: Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Ey Peygamber! Allah'tan sakın (ve takva üzere sebat et) ve kafirler ile münafıklara da itaat etme! Doğrusu Allah, Hakim 'dir ve Alim'dir. Rabbinden sana vahyolunana uy! Doğrusu (sana vahyeden) Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır." 136[136] Görüldüğü üzere bu ayeti kerimeler, Resulullah (s.a.v)'den bir günahın meydana geldiğini göstermez. Ancak bu ayet, Resulullah (s.a.v)'in şahsında komutanlara, ileri gelen kimselere yönelmiş ve özellikle de ümmete yapılmış bir hitaptır. Bu ayetle kast edilen, Resulullah (s,a.v)'in ümmetidir. Bu, tıpkı bir hükümdarın, ordu komutanına: "Düşmanlarına müsamaha gösterme! Onlarla kendi hükmüne Doyun eğdirinceye kadar ve emrine bağlaymcaya kadar savaş! Çocukları, kadınları ve yaşlı kimseleri öldürme! Onların önünde korktuğunu ve çekindiğini açıklama!... şeklinde söylediği söze benzer. Görüldüğü üzere hükümdar, komutanına hitap etmektedir. Komutanla kastedilen ise, onunla birlikte bulunan askerlerdir. Bu delilde de görüldüğü üzere "hitap" ile kastedilen, Resulullah (s.a.v)'in şahsında bütün ümmettir. Resulullah (s.a.v)'in şahsı değildir. Zaten Yüce Allah konuyla ilgili ayetleri, "Allah 'yaptıklarınızdan haberdar olandır" (Ahzab: 33/2) görüldüğü üzere- hep çoğul siğasıyla bitirmiştir. Bu da, hitabın; Resulullah (s.a.v)'e değil, onun şahsında bütün ümmetedir. Buna bir örnek ise Yüce Allah'ın, £y Peygamber! Kadınları boşayacağınızda onları, 'iddetlerini' gözeterek boşayın ve iddeti sayın..." sözüdür. İşte bu da, Resulullah (s.a.v)'in şahsında bütün ümmete yapılmış bir hitaptır. Bununla birlikte biz, hitabı sadece Resulullah (sa.v)*e yüklediğimizde dahi onun, kafirlere ve münafıklara itaat etmek suretiyle meylettiğini ve Yüce Allah, ona, onlardan sakınmasını emredinceye kadar masiyet ve günah işlediğini göstermez. Bu söz, sadece bu konuda olanı ispat etmek için söylenmiştir. Zira Yüce Allah, Resulullah (s.a.v)'e, kafirlerin hilesinden ve münafıkların tuzağından sakınmasını emretmiş ve Ona kafirler ile münafıklardan sakınıp onların sözlerine dalarak tuzaklarına düşmemesine dair onların içlerinde gizlediklerini bildirmiştir. 1. Rivayet edildiğine göre; Ebu Süfyan, İkrime b. Ebi Cehl ve Ebu'l-A'ver es-Sülemi, Resulullah (s.a.v) ile kendileri arasında bir anlaşma yapmak üzere Ona gelerek: - "İlahlarımıza dil uzatma! Putlara tapan kimselere, onlar, şefaat edecek ve fayda sağlayacak de. Bizde seni Rabbınla baş başa bırakalım demek küstahlığında bulundular. 0 sırada müşrik olan bu kimselerin bu sözleri, Resulullah (s.a.v)'e ve oradaki müminlere çok ağır geldi. Bunun üzerine orada hazır bulunan Hz. Ömer (r.a): - "Ey Allah'ın Resulü! izin ver de şunları öldüreyim!" dedi. Resulullah (s.a.v): - "Ben, onlara, teminat verdim ey Ömer!" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): - "Allah'ın gazabı ve laneti ile buradan çıkın" diye onları kovdu. Daha sonra Resulullah (s.a.v), Hz. Ömer (r.a)'a; bunları, Medine'nin dışına çıkarmasını emretti." 137[137] Bu olay üzerine Yüce Allah, bu ayeti kerimeleri indirmiştir. 138[138] 2. Rivayet edildiğine göre; "(içlerinde Muğire b. Şube ve Şeybe b. Rebia bulunduğu) Mekke halkından bir topluluk, Medine'ye gelerek Resulullah (s.a.v)'e; "Peygamberlik davasından vazgeçtiği taktirde kendisine, mallarının yarısını verecekleri" vaadinde bulundular. Bunun üzerine Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 192-193. 136[136] Ahzâb: 33/1-2. 137[137] Talak: 65/1. 138[138] Bu, "el-Lübâb" adlı kitapta zikredilmiştir. Ayrıca Ebu Suııd'un, İrşadu akli selim, 7/ 89 Adlı tefsir kitabına bakılabilir. (Bu olay, Uhud salaşından sonra meydana gelmiştir. 0 sırada daha müşrik olan bu kimseler, savaş soırası Medine'ye gelip münaüklann lideri Abdullah b. Übey'in evine misafir olmuşlardır. Resulullah (s.a. v)'de, bunların, Abdullah b. Übey ile konuşmalarına eman vermiştir. Dîha sonrada, bu konuşma meydana gelmiştir, (ç).

bu ayeti kerimeler inmiştir. 3. Diğer bir rivayete göre ise: "Medine halkından münafıklar ile Yahudilerin; Resulullah (s.a.v)'e, Peygamberlik davasından vazgeçmediği taktirde Resulullah (s.a.v)'i öldürme tehdidinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine bu ayeti kerimeler inmiştir. 139[139] Resulullah (s.a.v)'in, Kendisine indirilende Şüphe Etmesi Hakkında Gelen İkaz: Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Sana indirdiklerimiz (Kur'an ayetlerin)den şüphe ediyorsan, senden önce kitabı (Tevratı, İncili ve Zeburu) okuyanlara, (sana indirdiklerimizin doğru olup olmadıklarını) sor! And olsun ki, Rabbinden (indirilen) hak (vahiy), sana gelmiştir. Doğrusu Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." 140[140] Bu ayeti kerime; Resulullah (s.a.v)'in, kendisine inen vahiyde şüphe ettiğini göstermemektedir. Bu ayet sadece "takdir etme" ve" farz etme" üslubunda kullanılmış bir ifadedir. Nitekim böyle bir söz söyleme, olasılığı ve buradaki şüphenin meydana gelmesini olumsuz kılma söz konusu olduğundan dolayı şüphenin takdiri, Arapların adetindendir. Yine bu, oğluna: "Eğer sen benim oğlumsan, cimri olmazsın" sözündeki gibidir. Bu takdire göre ayetin anlamı: "Ey Muhammed! geçmiş Peygamberlerin -mesela Hz. Nûh, Hz. İbrâhîm gibihaberlerini sana anlattığımız halde daha hala sen bir şüphe -farz edelim ki veya takdir edelim kiiçindeysen senden önce kitabı yani Tevratı, İncili ve Zeburu okuyan Ehli kitabın alimlerine bunları sor. Çünkü onlar, bu haberleri, sana anlattığımız şekliyle (kesin olarak) bilmektedirler şeklinde olmaktadır. Bundan maksat, Kur'an'm anlattığı geçmiş kıssaları "bilgi" ile tanıtmaktadır. Yoksa Hz. Peygamber (s.a.v)'i, şek ve şüphe ile tanıtma değildir. İşte bundan dolayı Abdullah ibn Abbas (r.anhuma): "Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v) gözünün u-cuyla bile ne şüphe etmiştir ve ne de Ehli kitaptan hiçbirine bunları sormuştur" der. Rivayet edildiğine göre; bu ayeti kerime indiğinde Resulullah (s.a.v): "Ne şüphe ediyorum ve ne de (bu konuda) soru sorarım" buyurmuştur. 141[141] Cemaleddin el-Kasımî, "Mehasinu't- Te'vil" adlı tefsir kitabında konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Bu ayeti kerimeden, Resulullah (s.a.v)'in kendisine inen vahiy konusunda şüphe ettiği anlaşılmaz. Çünkü ayette geçen şart edatının doğruluğu, bu edatın meydana gelmesini gerektirmez. Tıpkı bu, senin: 'Eğer beş tane hanım olsa da eşit şekilde bölünse 142[142] sözünde anlatmak istediğin gibidir. Bu ayetteki hitabın, Hz. Peygamber (s.a.y)'e yapılmasının anlamında yatan gizlilik ise; delilleri çoğaltmak, bu delilleri güçlendirmek, kesin bilginin kuvvetini ve nefsin mutmainliğini ve gönlün sükunetini artırmak içindir. Yahut ayetin anlamında yatan gizlilik; -anlatıldığı üzere- anlatılan olayı kuvvetlendirmek için delil getirmeye daha önceki kitaplarda geçenleri şahit tutma, -üstelik Kur'an, geçmiş kitaplarda bulunanları tasdik etmektedir- yahut Yüce Allah, müşriklere, üstü kapalı olarak Resulullah (s.a.v)'e indirdiği kıssaların doğruluğundaki bilginin sağlamlığını tanıtmaktadır... Bir rivayete göre ise ayette geçen hitap, Resulullah (s.a.v)'e olup fakat onun dışındakiler yani ümmeti kastedilmiştir. Tıpkı bu, 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!' deyimindeki meşhur darb-ı mesel gibidir. Buna göre anlam: 'Hz. Peygamber'in lisânı üzere, sana indirdiğimiz de şüphe eden Ey Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 194-196. Yûnus: 10/94. 141[141] İbn Cerir et-Tabcrî, Camiu'l-Beyan, 11/168. 142[142] Şu halde bu söz; ne beşin çift olduğuna, ne de onun eşit olarak bölündüğüne dehlet etmez. Binaenaleyh Burada da bu ayet. bu şüphenin tahakkuk etmesihalinüe bu hususta vacip olanın, onun şöyle şöyle yapması olduğuna delalet eder. Ama Resulullalı (s.a.v) de, böyle bir şüphenin Tahakkuk edip etmediğine gelince, ayette buna dair bir delalet yoktur. (Yukarıda da belirtidiği üzere bu ayet indiğinde Resulullah (s.a.v): "Ne şüphe ediyorum ve ne de soru soranın" demişti. (Fahreddin erRâzî, Tefsiri Kebîr, 12/470) (ç). 139[139] 140[140]

bu ayeti işiten kimse!' şeklinde olmaktadır. Bunu, Yüce Allah'ın, '(Ey Muhammedi): 'Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki, ben, Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam.'de.'(Yûnus: 10/104) ayeti desteklemektedir." 143[143] Resulullah (s.a.v)'in, Müşriklerin İman Etmeleri İçin Mucize Getirmesi Hakkında Gelen İkaz: Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Eğer onların (küfürde direnip İslamı kabul etmeyişleri) sana ağır geliyorsa, kendi kendine yerin dibine doğru bir tünel veya göklere çıkacak bir merdiven dayayıp da onlara bambaşka bir mucize getirebüirsen, (hiç durma.) Eğer Allah dileseydi elbette onların hepsini, hidayeti (seçecek bir durum) üzerinde toplardı. 0 halde sakın (bu gerçeği bilmeyen ve bunun farkına varamayan) bilgisizlerden olma." 144[144] Bu ayeti kerime, Resulullah (s.a.v)'in günah işlediğini göstermemektedir. Sadece Yüce Allah, Resulullah (s.a.v)'i -yukarıda geçen ayette- ikaz edip uyarmaktadır. Bu, yalnızca bu konuda olanı ispatlamak için söylenmiş bir sözdür. Zira Yüce Allah, burada, Resulullah (s.a.v)'i, müşriklerin yalanlamaları ile ilgili kendisinde meydana gelen üzüntüyü gidermeyi ve müşriklerin içlerinde gizledikleri hakikati Ona bildirmeyi istemektedir. Buna göre eğer Allah'ın elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.v), onlara bütün mucizeleri getirse bile onlar, elem verici bir azabı görmedikçe yine de iman etmezler. Abdullah ibn Abbas (r.anhüma) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v) bütün insanların iman etmelerini ve insanların hidayet üzere kendisine tabi olmalarını arzulamaktaydı. Bunun üzerine Yüce Allah, Ona, ancak birinci ayette -yani anlatmaya çalıştığımız bu ayet- kendilerinden memnun olduğu kimseler hakkında Allah'tan bir söz sadır olanların iman edeceğini haber vermiştir." 145[145] İşte bundan dolayı Yüce Allah, bu ayetin ardından şöyle buyurmuştur: "Ancak (senin davetini kalpleriyle işitip) kulak verenler (bu) daveti kabul ederler. (Kafirler ise işitmezler ve davetini kabul etmezler. Kalpleri) ölmüş olan kimselerin (kalplerini ancak) Allah diriltir..." 146[146] Ayette "ölüm" ile kastedilen; iman etmeyen kafirler ile Resulullah (s.a.v)'in getirdiği Hakk Daveti kabul etmeyen kimselerdir. Bu ayeti kerimede; eğer Resulullah (s.a.v), müşriklerin iman etmeleri için yerin altındaki derinliklerden ve göğün üstündeki yüksekliklerden mucizeler -getirmeye gücü yetseydi, onlara olan şefkatinden ve onların iman etmelerini ümit ettiğinden dolayı mucizeleri getirmesinde ve kavminin Müslüman olmasını çok arzu etmesindeki göstergeyi gizlememe vardır. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman ederler! İçinizden, size; sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, iman edenlere şefkatli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir." 147[147] Resulullah (s.a.v)'in, Yanında Bulunan Müminleri Kovmaması Hakkında Gelen İkaz Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Sabah ve akşam Rablerine; sırf O 'nun rızasını dileyerek (ihlaslı bir şekilde) dua edenleri (yanından) kovma! Onların hesaplarından (günahlarından) sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından

Cemalettin el-Kasımî, Mehasinut-Tevil, 9/3396. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 196-198. 144[144] En'âm: 6/35. 145[145] ibn Kesîr, Tefsirü'l-Kur ani'l-Azîm, 2/141. 146[146] En'âm: 6/36. 147[147] Tcvbe: 9/128. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 198-200. 143[143]

da onlara bir şey yoktur. Ki onları kovarsın da, zalimlerden mi olasın. " 148[148] Bu ayeti kerimede; Resulullah (s.a.v)'i, Kureyşli kafirlere uyup musta'zaf müminleri kovma hususunda bir sakındırma vardır... Yine bu ayet; Resulullah (s.a.v)'in, musta'zaf müminleri fiili olarak kovduğuna delalet etmemektedir. Buradaki "kovma" tabiri, sadece müşriklerin, Resulullah (s.a.v)'e sundukları bir tekliften ibarettir. Bu teklif üzerine Yüce Allah'tan, Resulullah (s.a.v)'e, bir ikaz gelmiştir. Böyle bir şeye teşebbüs ettiğinden dolayı da, O, bu davranıştan sakındınlmıştır. İbn Cerîr et-Taberî, Abdullah ibn Mes'ud (r.anh)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Kureyş'in ileri gelenleri, Resulullah (s.a.v)'e uğramışlardı. 0 sırada Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanında Müslümanların zayıf ve fakirlerinden olan Süheyb, Habbab, Bilal, Ammar ve başkaları bulunuyordu. Bunun üzerine müşrikler, 'Sen, kavminden vazgeçerek bunları mı kavmine tercih ettin? Biz, bunlara mı tabi olacağız? Onları yanından kov... Belki o zaman onları kovarsan, biz sana uyarız...' deyince, Hz. Peygamber (s.a.v): - 'Ben, müminleri kovan bir kimse değilim' dedi. Bu sefer onlar: - (0 halde biz geldiğimizde onları yanından kaldır; biz kalkıp gittiğimizde ise istersen onları yanında oturt...' deyince, Hz. Peygamber (s.a.v), onların iman etmelerini ümit ederek: - 'Olur' dedi. Rivayet olunduğuna göre; Hz. Ömer (r.anh), Hz. Peygamber (s.a.v)'e; (bir yapsan da, böylece baksak nasıl olacaklar!...' dedi. Sonra Kureyşliler bu hususta ısrar edip Hz. Peygamber (s.a.v)'e: - 'Bu konuda bizim için bir yazı yazsan...' dediklerinde, Hz. Peygamber (s.a.v); bunu yazması için bir kağıt ile beraber Hz. Ali (r. anh)'ı çağırtır... İşte bunun üzerine, 'Sabah ve akşam Rablerine; sırf O 'nun rızasını dileyerek dua edenleri kovma!...' (Enam: 7/52) ayeti iner... Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) o kağıdı fırlatıp atar. Hz. Ömer (r.anh)'da, bu sözünden dolayı Hz. Peygamber(sav)'e gelerek özür beyan eder. İşte bu sebeple, Hz. Selman ile Hz. Habbab: 'Bu ayet, bizim hakkımızda indi' dediler." 149[149] Ayetin iniş sebebi bilindiği zaman, olay daha iyi açıklanacaktır. Şöyle ki: Resulullah (sav), yanında bulunan zayıf ve fakir müminleri kovmadı. Sadece bu teklifi sunan müşriklerin kalplerini İslam'a ısındırmak için; onlar, Resulullah (sav)'in yanına geldiğinde bu müminleri meclisinden uzaklaştırmaya yöneldi. Böylece onların iman etmesini sağlayacaktı. Bunun üzerine Yüce Allah, Resulullah (sav)'i, böyle bir uygulamadan menetmiş ve Ona, musta'zaf ve fakir olan müminleri, meclisinde ve özel yerinde bulundurmasını, müşrikler geldiğinde onları kaldırıp başka bir yere göndermemesini emretmiştir. Nitekim Yüce Allah, Kehf Sûresinde konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Sabah, akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na dua e-denîere beraber sende sabret, dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye tabi olma!" 150[150] Resulullah (s.a.v) in Geçmiş ve Gelecek Günahlarının Bağışlanması Hakkında: Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "(Ey Peygamber!) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) ihsan ettik. Böylece Allah, (bu fethi sana kolaylaştırmak suretiyle) senin geçmiş ve gelecek olan günahlarını bağışlayıp ve (dinini yüceltmek ve senin vasıtanla ülkeleri fethetmek suretiyle dünya ve ahirette) sana olan nimetini tamamlayarak seni dosdoğru yola eriştirir. 151[151] 148[148]

Enam: 6/52. Cemaleddin el-Kasimî, Mûhasinu 't-Te "vil, 2323. 150[150] Kehf: 18/28. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 200-202. 151[151] Feth: 48/1-2.. 149[149]

Hafız İbn Kesîr (rh.a) derki: "Yüce Allah'ın, 'Biz sana a-paçık bir fetih ihsan ettik' (Feth: 48/1) ayetinde geçen fetihten maksat, (Mekkeli müşriklerle yapılan) Hudeybiye barış anlaşmasıdır. Çünkü bu barış anlaşmasıyla; büyük hayırlar baş göstermiş, insanlar güvenlik içerisinde yaşamışlar; birbirleriyle bir araya gelerek mümin bir kimse kafirle konuşmuş, faydalı bilgi ve iman daha da yaygınlık kazanmıştır." 152[152] İbn Kayyım el-Cevziyye (rh.a), bu anlaşma ile ilgili olarak şöyle der: "Bu anlaşma, onun sebeplerini yaratan Şanı Yüce olan Allah'tan başka kimsenin kavrayamayacağı kadar büyük ve yüce bir anlaşma olup, hikmetinin ve övgüsünün gerektirdiği şekilde gayesi de gerçekleşmiştir. İşte bu gayelerden birisi: Bu anlaşma; Allah'ın, peygamberine ve onun ordusuna üstünlükler verdiği, insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiği büyük Mekke fethinin öncesinde adeta bir başlangıçtır. Bu anlaşma, Hz. Peygamber (s.a.v)'e; bir kapı, bir anahtar, önündekini ilan edici tellaldır. İşte Allah'ın büyük olaylardaki Sünnetullahı budur ki; kader ve şeriat olarak fetih öncesinde bir mukaddime (giriş), bir işaret, bir ilan, bir gösterge olarak haber veren hükümlerdir. İkincisi: Bizzat bu anlaşma, en büyük fetihlerden birisidir. Çünkü insanlar birbirlerine karşı güvence duymuş, Müslüman-kafir birbirine karışmış, onlara din davetine başlayıp Kur'an-ı onlara daha iyi duyurmuşlardır. Müminler, güven içerisinde müşriklerle açıkça İslam'ı tartışmışlardır. İçlerinde İslam'ı gizleyenler açığa çıkarmışlardır. Bu anlaşma müddetince Allah'ın dilediği kadar çok sayıda insan İslam'a girmiştir. İşte Şanı Yüce Allah bunun için bu anlaşmaya, 'Feth-i Miibin' (apaçık bir fetih) adım vermiştir" 153[153] Müşriklerle yapılan sulhta Allah bunun iç yüzünü açınca-ya kadar kapalı ve çevrili kaldı. Onun açılma sebeplerinden biri; Hz. Peygamber (s.a.v) ve Ashabının Beytullah'tan men edilmeleridir. Bu anlaşma, görünüşe bakılırsa Müslümanlar için bir zulüm meselesi, aslında ise bir izzet, fetih ve zaferdi. Ayeti kerimede geçen "günah" ifadesine gelince ise, bununla; "Resulullah (s.a.v)'in en üstün oîanı ve evla olanı terk etmesi" anlaşılmaktadır. Ebu's-Suud; "Yüce Allah'ın, 'Geçmiş ve gelecek günahlarını' (Fetih: 48/2) ayetini; evla olanı terk etmenden dolayı senden sadır olanların hepsinde (geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır) şeklinde tefsir etmiştir ve Yüce Allah'ın, ayette geçen 'günah' ifadesini, 'zenb' diye isimlendirmesi; Resulullah (s.a.v)'in makamının ve derecesinin yüceliğine nispetten dolayıdır." " Prof. Dr. el-Hicazî, "Furkan Tefsiri" adlı kitabında154[154] bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: "Ayette geçen 'geçmiş günahlardan' maksat; Hz. Pe y-gamber (s.a.v)'in kendi makamına nispetle İbn Kesir. Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azinı, 4/162. İbn Kayyım el-Cevziyye, Zadul-Mead, 3/310 "Hudeybiye Gazası Bahsi" (İşin hakikati şudur: Fetih, lüğatta, kapıyı açmak demektir. Hudeybiye'de Allah Resulü bu sulhun ardjndan (meydana gelecek) büyük bir fethi, izzet ve zaferi ince bir perde arkasından seyrediyor. Müşriklerin istedikleri bütün şartlan, ashabının ve ileri gelenlerin çoğunun Tahammül edememesine rağmen kabul ediyordu. Efendimiz (s.a.v) bu hoşa gitmeyen şeyin içindeki sevilen şeyi biliyordu. "Bir şeyden hoşlan-maya bilirsiniz. Halbuki o, sizin için hayırlıdır." (Bakara: 2/216) "Bazen nefislerinin sevmediği, sevdiğine ulaşmaya sebep olabilir ki, onun gibi bir sebep yoktur.". Efendimiz (s.a.v) bu ileri sürülen şartların altına Allah'ın kendine zafer vereceğine, destekleyeceğine, neticenin kendi lehine çıkacağına, bu şartlar ve şartların ihtimal verdiği şeylerin bizzat zaferin kendisi olduğuna son derece güvenerek giriyordu. Şartlan koşanlann, Müslümanlarla harp için ortaya koyup ikame ettikleri bu anlaşma en büyük ordu idi. Ama onlar, bunun farkında değillerdi.Böylece izzet aradıkları yerde zelil oldular ve kudret, şeref ve üstünlük görüntüsü verdikleri yerde de kahru perişan oldular.Resuİullah (s.a.v) ve islam ordusu, Allah için inkisara uğrayıp Allah İçin bundaki zulme tahammül ettiklerinden izzete ulaştı. Devir döndü ve vaziyet ali üst oldu. Batıl ile kazanılan izzet, şerefsizliğe ve Allah için olan inkisar. Allah ile izzete döndü. Allah'ın hikmeti ve ayetleri; sözünü tasdik ettiği, Resulüne zafer ihsan edişi ötesine akılların eremeyeceği en mükemmel ve en bütün şekliyie böylece ortaya çıkmış oldu." İbn Kayyım el-Cevziyye. Zadü'1-Mead, 3/1263-1264) (Ç). 154[154] Bu tefsirin orijinal ismi. "Tefsirül Vadıha"dır. (ç). 152[152] 153[153]

evla olanın aksine dair işlemiş olduğu işlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v), günah i ştemekten ve Rabbine isyan etmekten münezzehtir. Onun işi e-diği ve makamına yaraşmayan bazı 'zelleler'; 'Ebrar'm (iyi kulların) hasenatı (iyilikleri), mukarreblerin (Allah'a en yakın olan kulların) scyyiatı (kötülükleri) mesabesindedir' türünden bazı davranışlardır. Bazı kimseler demişlerdir ki: 'Ayeti ker i-mede geçen 'günah' ifadesinden maksat; her ne kadar hakikatte günah değilse de, Peygamber efendimizin yüce nazarında günah olarak kabul edilen davranışlardır. Ayeti kerimede 'zenbike' şeklinde kullanılan izafet tamlaması da herhalde bu anlama işaret etmektedir." 155[155] Allah'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'e Yapmasını Emrettiği Bir Şeyi Yapmaktan Kaçınması Hakkında Gelen İkaz: Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir: "Hani sen, Allah 'in kendisine (en büyük nimeti olan İslam ile) nimet verdiği ve (kölelikten azad ederek evlatlık edinip da-ha sonra da onun efendisi olduğunu belirtip veli edinmekle) seninde nimetlendirdiğin kimseye (olan Zeyd b. Harise)ye, eşin (Zeyneb bint. Cahş)'ı tut ve Allah'tan kork (onu boşama) diyordun, Allah'ın, (Zeyd onu boşayacak olursa, onu nikahlayacağın şeklinde) açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor ve insanlar (in, evlatlığının eski hanımını nikahladı diyeceklerinden korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi. Nihayet Zeyd'in onunla bir (evlilik) bağı kalmayınca, onu seninle evlendirdik. Böylece evlatlıkların, eşleriyle bir (evlilik) bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin. Buna binaen Allah'ın emri yerine getirilmiştir." 156[156] Kalplerinde hastalık bulunan bir takım imanı zayıf kimseler, bu konuda; Resulullah (s.a.v)'in azatlı kölesi ve oğulluğu olan Zeyd b. Harise'nin eski hanımı olan Zeyneb bint. Cahş'm Hz. Peygamber (s.a.v) ile evliliği etrafında bazı şüpheler yaymayı ve Resuluîlah (s.a.v)'in masum iyetliği etrafında fırtınalar koparmayı uygun gördüler. Kalplerinde hastalık bulunan bu kimseler; Hz. Muhammed (s.a.v)'in, Zeyneb bint. Cahş'ı gö r-müş, ona aşık olmuş, sonrada ona olan aşkını kalbine gömmüş, fakat daha sonra başka çaresi kalmayınca aşkını açığa vurmuş, Zeyneb'e ilgi duymuş, Zeyd'de onu boş amış ve ardından onunla Resuluîlah (s.a.v) evlenmiş... şeklinde ifadeler kullanarak bunları iddia etmişlerdir. Bazı iftiracılar ortaya çok kötü iftira atmış lardır ki bu iddialar şunlardır: "Hz. Peygamber (s.a.v), Zeyd'in, evde bulunmadığı bir gün onun evine uğramış, 0 sırada Zeyd'in eşi Zeyneb'i görmüş, bunun üzerine peygamberin onu görmesiyle kalbinde ona karşı bir sevgi meydana gelmiş ve: "Kalpleri döndüren Allah'ı teşbih ederim" demiş. Bunun üzerine Zeyneb, Resuluîlah (s.a.v)'in bu teşbihini işitmiş vebunu kocası Zeyd'e anlatmış. Bunun üzerine Zeyd'in kalbinde Zeyneb'i boşamaya dair bir düşünce meydana gelmiş, nihayet Resuluîlah (s.a.v), onunla 157[157] evlenmiş... Oryantalistler ve onlara benzemeye çalışan onların yerli işbirlikçisi Müslümanlar; bu olayı dillerine dolamaktalar, içine daldıkça dalmaktalar ve bu olayı kafalarında hayallendip ek ilavelerde de bulunmaktadırlar. Bu tip düşünceye sahip kimseler; -kendilerinin düşünce yapılarını, ahlaki durumlarını ve içine düştükleri hataları gö r-medikleri halde- başkalarının namusu, iffeti, şerefi vb. konularda derinlemesine konuşmayı kendilerine mubah ve serbest görmektedirler. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında ileri-geri konuşmaktalar ve Hz. Peygamber (s.a.v)'i, bir çok insanların tasvir edemeyeceği bir biçimde tasvir etmektedirler. Onların bu konudaki dayanakları, tefsir kitaplarına sokuşturulmuş ve serpilmiş İsrailî rivayetlerdir. Tefsir, tarih vb. kitaplarda bulunan bu çeşit rivayetler, bu konuda Sahîh ve doğru olm a-yan batıl riv ayetlerdir. 155[155]

Prof. Dr. el-Hicaza, Furkân Tefsiri, 26/39. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 202-205. 156[156] Ahzab: 33/37. 157[157] Müsteşrik yada oryantalist kavramı; Doğu bilimleri ve özelliklede İslam dini üzere araştırma yapan batılı ve müslüman olmayan araştırmacılara verilen isimdir. (ç)

Ebu Bekr İbnü'l Arabî, bu konuda şöyle der: "İbn Ebi Ha-tim'in, Süddi yoluyla rivayet ettiği bu olayın tafsilatı şu seki1dedir: "(Süddi derki:) Bize ulaştığına göre; bu ayet, Zeyneb bint. Cahş hakkında inmiştir. Zeyneb'in annesi, Resulullah (s.a.v)'in halası Ümeyye bint. Abdulmuttalib'dir... Resulullah (s.a.v), Zeyneb'e taüb oldu. Zeyneb ise Resulullah (s.a.v)'in, kendi şahsı için talib olduğunu zannetmişti. Fakat kendisini, Zeyd adına istediğini anlayınca, bundan hoşnut olmadı ve Zeyd ile evlenmek istemedi. Daha sonra bu evliliği Resulullah (s.a.v) tertiplediği için, Zeyd ile evlenmeye razı oldu ve onunla evlendi. (Çünkü Allah ve Resulü, herhangi bir hususta hüküm verdikleri taktirde inanan erkekler ile inanan kadınların bu hükme herhangi bir şekilde karşı gelmeleri doğru değil dir. Üstelik buna haklan da yoktur. Böyle yapmaları kendilerine yaraşmaz. Zira Resulullah (s.a.v), müminlere kendi nefislerinden daha yakındır. Müminlerin, Onu, kendi nefislerinden daha üstün tutmaları gerekir. Çünkü 0, müminlere karşı çok merh a-metli ve şefkatli olup onlara düşkündür. Allah ve Resulü'nün emrine aykırı bir işi tercih eden kimse isyankar olmuş, sapıkl ı-ğa düşmüştür. 0 büyük bir günaha müstahak olmuştur) Şanı Yüce Allah, peygamberine; Zeyd'in, karısı Zeyneb'i boşayac a-ğı ve kendisinin de, Allah'ın emri üzerine onunla evleneceğini bildirmiştir. Resulullah (s.a.v) ise bunu, içinde gizliyordu. Çünkü 0, Zeyd'e, karısını boşamasını emretmekten haya ed i-yordu. Tam bu sıralarda Zeyd, Zeyneb'in huysuzluğundan ve kendisine itaat etmediğinden dolayı Peygamber efendimize gelerek karısı Zeyneb'i Ona şikayette bulunduğunda ve karısını boşamak istediğini bildirdiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v) iyilik tavsiye etme bakımından Zeyd'e: - 'Sen, bu sözü söylerken Allah'a karşı gelmekten s akın ve karını nikahın altında tut.' dedi. Hz. Peygamber (s.a.v), ona böyle söylerken, Zeyd'in ondan ayrılacağını ve kendisinin Zeyneb ile evleneceğini biliyordu. Fakat bunu, içinde gizliyordu. Buna rağmen Zeyd'in, karısı Zeyneb'i boşamasını da istemiyordu. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), münafıkların: - 'Muhammed, oğulluğu olan Zeyd'in boşadığı Zeyneb ile evlendi' şeklindeki kınamalarından korkmaktaydı. İşte Yüce Allah'ın, 'Allah ve peygamberi, bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin erkek ve gerekse mümin bir kadın için artık (bu) işe aykırı olacak işlerinde, onlar için seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve peygamberine isyan ederse, muhakkak ki 0 (kimse) apaçık bir sapıklıkla yolunu sapılmıştır.' (Ahzab: 33/36) ayeti kerimesi, bu olay hakkında inmiştir." 158[158] Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin (rh.a) bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Allah, peygamberine; (Zeyd'in karısı) Zeyneb ile evlenmezden önce (Zeyd'in onu boşayıp) onunla evleneceğini bildirmiştir. Zeyd, Zeyneb'in (huysuzluğundan ve kendisine itaat etmediği fiden dolayı Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelerek) şikayette bulunduğunda (ve onu boşamak istediğini bildirdiğinde) Hz. Pe y-gamber (s.a.v), ona: '(Sen, bu sözü söylerken), Allah'a karşı gelmekten sakın ve kannı nikahın altında tut' demiştir. (Zira Hz. Peygamber (s.a.v), Zeyd'in, onu boşayacağını ve onun la kendisinin evleneceğini biliyordu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v) bunu içinde saklıyordu. Çünkü bu konuda münafıkların vb. kimselerin kınamalarından korkmaktaydı. 'Bundan böyle e v-latlıklann, kadınlarıyla bir bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin' (Ahzab: 33/37) mealindeki ayetten dolayı Allah'ın kendisine mubah kıldığı bir hususta insanlardan çekindiği için) Yüce Allah, Hz. peygamber (s.a.v)'i kınamış ve ona şöyle buyurmuştur: 'Seni, onunla evlendireceğime dair sana haber verdiğim halde, sen daha hala Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyorsun." 159[159] İftiracıların iddia ettiği gibi, Resulullah (s.a.v)'in içinde sakladığı husus; Zeynebe olan aşkı değil, Allah'ın Ona haber vermiş olduğu Zeyneb ile evlenme işiydi. Yüce Allah'ın, Resulullah (sav)'e, Zeyneb ile evleneceğine dair işi, kendisine bildirdiği halde, bunu, içinde saklaması, Allah'ın yüce hilem e-tindendir. Bu ise, cahiliyyet dönemindeki Araplar arasında meşhur ve örf olarak yürürlükteki bir ilke (olan kişinin kendi evlatlığının boşadığı kadınla evlenme yasağının hükmünü) g e-çersiz kılmak içindi. Fakat Resulullah (s.av.), bu hareketiyle, münafıkların; "Muhammed, 158[158] 159[159]

İbn Kesîr, Muhtasarı İbn Kesîr Tefsiri, 3/98. İbn Cerir et- Taberî, Câmiul-Beyân, 22/13; İbn Kesîr, Muhtasarı îbn Kesîr Tefsiri, 3/98.

oğulluğu olan Zeyd'in boşadığı karısıyla evlendi" şeklindeki söylentilerinden ve dedikodul a-nndan çekinmekteydi. Çünkü Zeyd, insanlar arasında daha hala "Zeyd b. Muhammed = Muhammed'in oğlu Zeyd" diye çağın İmaktaydı. Prof. Dr. el-Hicazî, "Furkan Tefsiri" adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Bazı tefsir kitaplarında büyük alimlere nispet edilen birtakım uygunsuz sözler yer alması, gerçekten esef vericidir. A1lah bilir ki, O büyük alimler bu sözleri söylemekten uzaktırlar. Olsa olsa bu gibi haberler, İsrailiyyat zehirlerinden başka bir şey değildir. Bu haberleri, İslam'ı kabul eden bazı Yahudi alimleri, gerek iyi niyetten ve gerek kötü niyetten dolayı tefsir k itaplarına yerleştirmişlerdir. Bu tefsir kitaplarında, yaratıkların en sere f-lisi ve bütün insanların yüksek ve sadakat sahibi bir kimse o I-duğuna tanıklık ettikleri Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında kullanılan bu sözler, adi bir kimseye bile yakışmayacak ifadele irdir... Zeyneb'in Zeyd ile evlenme tarihine ve içinde bulunduğu ortama basit nazarlarla baktığımızda şu inanca varırız: 'Zeyd 'in, Zeynep ile geçinemeyişinin nedeni, sosyal durumları bakımından aralarında büyük bir mesafenin bulunmasından d o-Iayıdır. Çünkü Zeynep, şerefli ve as aletli bir kadın. Zeyd ise daha düne kadar köle olan bir kimseydi. Yüce Allah, Zeyneb'i, Zeyd ile evlendirmek suretiyle onu imtihan etmek, kabilecilik asabiyetinin temellerini yıkmak, cahiliyyetra şeref ve ün k a-zanmak gibi Aristokrat tabakaya ait olan düşünceleri ortadan kaldırmak, şerefin İslam da ve takvada olduğunu bildirmek istedi. Zeynep, bu ilahi emre istemeyerek boyun eğdi. Vücudunu, Zeyd'e teslim etti. Lakin ruhunu ve gönlünü ona veremedi. Böyle olunca da kendisini sıkıntı ve elemden kurtaramadı. Resulullah (s.a.v), Zeyneb'i küçüklüğünden itibaren tanı r-dı. Çünkü 0, halasının kızıydı. Eğer Resulullah (s.a.v) onunla evlenmek isteseydi, rahatlıkla evlenir ve b unu Ondan men e-debilecek bir kimsede yoktur? Nasıl olurda bir kimse, bakire bir kadınını bir başkasına takdim eder. 0 adam da o kadınla evlenip boşandıktan ve kadm dul hale geldikten sonra nasıl ilgi duyar?!! Bu mümkün değildir. Böylece bir duşunca gerçeğ e uygun değildir. Söylediklerinizi iyi düşünün ve akıllıca konuşun. Hiçbir karışıklığa meydan vermeden, hiç leke sürmeden hakkı, sırf hak olduğu için anlayıp kavrarlar. Bakınız bazıları da neler söylüyorlar: 'Muhammed, Zeyneb'e olan aşkını gizlediği için Allah tarafından kınanmış!' Kişi, komşusunun karısına olan aşkını ve sevgisini gönlünün derinliklerine gizleyip açığa ç ı-karmadıkça hiç kınanır mı?! Ama gerçek olan şu ki; Zeyneb ile Zeyd'in evlenmesi, Zeyneb ile kardeşini imtihan etmek içindi. Çünkü Cenab-ı Allah, Zeyneb'i, Zeyd'i kocalığa kabul etmeye zorlamıştı. Bu e v-lilik, sonunda Resulullah (s.a.v) için çok zorlu bir imtihan oldu. Çünkü Zeyneb, henüz Zeyd'in nikahı altındayken bile bu evliliğin, ne şekilde sonuçlanacağım biliyordu. Ve bu esnada Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Zeynep ile evlenmesini emrediyordu... Kur'ân-ı Kerîm'in de ifade ettiği gibi; Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Zeyneb ile olan evliliğindeki hikmetin sebebi; cahiliyyet devrinde Araplar arasında meşhur ve örfi y ürürlükte olan bir ilkeyi yani kişinin kendi evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla evlenme yasağım yıkmak idi. Cahiliyyet döneminde üvey baba konumunda bulunan kimse, evlatlıklarının karılarım kendi neseplerinden olan öz oğullarının karıları gibi kabul ed i-yorlardı. Bu adet, cahiliyyet dönemini yaşayan kimselerin kalplerine iyice yerleşmişti. Bu adet ancak Hz. Peygamber (s.a.v)'in ve de azatlı kölesi Zeyd b. Harise'nin elleriyle yıkıl a-bilirdi ve yıkıldı da. Zira Yüce Allah, bu konuda şöyle buyu r-maktadır: 'Bundan böyle evlatlıklarının, kadınlarıyla bir bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin...' (Ahzab: 33/37) Hz. Peygamber (s.a.v) kendi içinde gizlediği bu z orunlu evlenme, Ona eziyet veriyordu. Bu sebeple de Allah'ın kend i-sine verdiği Zeyneb ile evlenme işini gerçekleştirmeyi geciktiriyordu. Çünkü öteden beri yerleşmiş olan bid'ati -yani evlatlık edinme ve evlatlıkların boşadıkları kadınlarla evlenmeme ad etini- yıkacaktı. Bu adeti yıktığım gören insanlar, özellikle de münafıklar büyük bir gürültü çıkaracaklardı." 160[160] 160[160]

el-Hicazi, Furkân Tefsiri, 22/12.

Derim ki: Ayeti kerime bu konuda açıkt ir. Buna göre ayette de zikredildiği şekilde Allah, Resulullah (s.a.v)'in içinde gizlemiş olduğu azatlı kölesi Zeyd'in kansı olan Zeyneb ile evlenme işini yakın bir zamanda açığa vuracaktı. Zira Yüce Allah'ın, "Allah 'in açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyordun. " (Ahzab: 33/37) ayetinde geçen ile de bu anlatılmaktadır. Çünkü Yüce Allah'ın açığa vuracağı şey nedir? Allah, Resulullah (s.a.v)'in, Zeyneb'e olan aşkını mı açığa vuracak? Hayır! H ayır! Bunların aksine Yüce Allah, Zeyneb ile evleneceğine dair daha önceden Resulullah (s.a.v)'e bildirdiği emri açığa vuracaktı. Çünkü Allah, Resulullah (s.a.v)'in kısa bir müddet sonra Zeyneb ile evleneceğine dair bilgiyi kendisine iletmiştir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce olan Allah bu şeyi Resulullah (s.a.v)'in içinde gizlediği bir şey olarak açıklamıştır. Bunu da, Yüce Allah, şu ayetiyle güzel bir şekilde şöyle açıklamıştır:. "Nihayet Zeyd'in, onunla bir bağı kalmayınca, onu seninle evlendirdik" (Ahzab: 33/37) İşte böylece gönderilmişlerin efendisi olan Resulullah (s.a.v)'in masumiyetliğini gösteren kesin kanıtlar ile parlak deliller karşısında, Hz. Peygamber (s.a.v)'e yalan iftiralarda bulunan iftiracıların iddiaları boşa çıkarılmakta ve geçersiz kılmmakt adır. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. 161[161]

161[161]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 205-212.

DOÖ RDUÖ NCUÖ BOÖ LUÖ M

PEYGAMBERLERİN KISSALARI

Resuller İle Nebilerin Kıssalarına Dair Peygamberlerin tarihi, büyüklük ve yücelik tarihi olup hayatları, Allah'ı inkar edenlere karşı mücadele ve yapılan saldırılara karşı savunma hayatıdır. Diğer insanlar, ne kadar kuvvetli olursa olsun onların konumuna veya ruhi yüceliklerine, ahlaki olgunluklarına, dünyadaki zühtlerine, ila-i Kelimetullah'tan dolayı Allah'ın davasını tebliğ etme ve ilahi risâleti yayma uğrundaki fedakarlıklarına ulaşamazlar... Çünkü Peygamberlerin tarihi, her zaman ve her vakitte Allah düşmanlarına, Hak düşmanlarına, insanlık düşmanlarına karşı yapılan devamlı bir mücadele ve azim dolu uzun bir hayat silsilesini içermektedir! Peygamberlerin Tarihi; ıslahatçı, komutan, imparator ve liderlerin tarihinde bir benzerine az rastlanan cesaret, sabır ve kahramanlıklarla dolu şerefli bir tarihtir... Çünkü Peygamberlerin bu tarihi, Allah'ın gözetiminde meydana getirilmiş olup hayatları, Allah yolunda eziyete ve zulme tahammül, sıkıntı anında sabır, Hak uğrunda sebat, batıla karşı cihad ile doludur. Zira Yüce Allah, Peygamberlere; öyle bir azim ve kararlılık vermiştir ki, kuvvetli kişiler bu azim ve kararlılık karşısında acizliğe düşer. Sabit durmakta olan dağlar bile bu azim ve kararlığa karşı güç yetiremez, dayanamaz. Peygamberler, ümmetleri ve milletleri idare etmeye ve yönetmeye ehil olduklarından dolayı her zaman üstünlüğü koruyan bir hak üzeredirler. İnsanlığın üzerine sapıklık ve cehalet karanlığı çöktüğünden ötürü insanlık, hayr ve saadet yolunu kaybetmiştir. Bundan dolayı Yüce Allah, insanlığa; Peygamberler göndermek suretiyle onlara dosdoğru yolu göstermiştir. Nitekim Yüce Allah, insanlara; Peygamberler göndermesinin sebebini şöyle açıklamaktadır: "Peygamberler (geldikten) sonra insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri olmaması için (Biz), Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik " 1[1] Peygamberlerin Kıssalarının Kuranda Anlatılmasının Hikmeti Peygamberlerin kıssalarını anlatmaktaki amaç; sadece da-vetçilerin ve ıslahatçıların, aydın ve güzel yollarına girerek aydınlığa kavuşmak ve onların kılavuzluğunda dosdoğru yolu bulmak, bütün davranışlarda ve tasarruflarda onları örnek edinerek metotları üzere yürümek ve Peygamberlerin hayatı onların önünde en büyük örnek olması demek değildir.. Kur'an'da ki kıssaların anlatılmasından maksat; okuyanlara teselli vermek ve kişinin yükünü hafifletmekte değildir... Asıl maksat ancak, öğüt ve ibret almaktır... Nitekim Yüce Allah'ın, şu ayeti buna işaret etmektedir: "Doğrusu onların (Yûsuf ve kardeşlerinin) kıssalarında ahi sahipleri için bir 'ibret' vardır." 2[2] Başka bir ayet ise nebilerin ve resullerin metotları üzere yürümek için tefekkürle ve inceden inceye düşünmekle Kur'an'da ki kıssalardan yararlanmanın zaruri olduğuna şöyle işaret etmektedir: "(Ey Muhammedi) Sen (bu) kıssayı (veya çeşitli Öğütler ihtiva eden diğer kıssaları onlara) anlat. Belki (anlatılan bu kıssaları iyice) düşünürler (de ibret alırlar)." 3[3] Kur'an'da Peygamberlerin kıssalarının anlatılması, davetçi-lerin makamına nispetle daha özeldir. 1[1]

Nisa: 4/165. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 215-216. 2[2] Yûsuf: 12/111. 3[3] Araf: 7/176.

Çünkü Kur'an'da Peygamberlerin kıssalarının anlatılmasından maksat, her peygamberin kendinden önceki Peygamberlerin hayatım ve Allah yolunda çektikleri eziyet karşısında gösterdikleri tahammülü gözler önüne sermek suretiyle insanlara yaptıkları davette karşılaşacakları durum karşısında sebatlarım sağlamak ve azimlerini güçlendirmektir. Nitekim Yüce Allah, mahlukatm efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben şöyle buyurmaktadır: "Peygamberlerin haberlerinden senin kalbim 'sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz (ki, kavminden gördüğün haksız davranışlara karşı kalbin güç bulsun ve ruhun açılsın). 4[4] Kur.Anda Kıssaların Anlatılmasının ' Amaçları Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan kıssaların, bir çok Önemli a-macı vardır. Bunları maddeler halinde kısaca şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Vahiy ve Risâleti ispat etme, 2. Semavi Dinlerin birliğine işaret etme, 3. Peygamberlerin davetlerinin hedefini açıklama, 4. Ümmetlerin, Yüce Peygamberlere karşı konumu, 5. Semavi Dinler ile Şeriatlar arasında sağlam bir bağın olması, 6. (Yüce Allah'ın, risâletin sonunda) Peygamberlerine yardım etmesi ve (ilahi mesajı) yalanlayanları helak etmesi, 7. Yüce Allah'ın, harikulade şeyleri yaratma gücüne sahip olduğunu açıklama, 8. İyilik ile düzeltme ve kötülük ile bozgunculuk çıkarmanın sonucunu açıklama. Bunlar, Kur'an'da kıssaların anlatılmasının amaçlarının en önemlileridir. Burada, bu amaçların dışındaki diğer amaçları derinlemesine incelemek mümkün değildir. Çünkü bu, başlı başına bir konudur. 5[5] Bundan dolayı da bunu, burada derinlemeşine incelemeye gerek yoktur. Biz burada sadece bize lazım olan amaçları inceledik... Bizim burada İslam Şehidi Seyyid Kutub (rh.a)'in, "et-Tasvirü'I-Fenni fi'I-Kur'an" adlı kitabının "Kur'an'daki Kıssalar" başlığı adı altında söylediklerinin bir kısmını anlatmamız uygun olur. Zira Seyyid Kutub (rh.a) bu kitabında, bu konuyu derinlemesine incelemiş ve bize çok güzel bilgiler sunmuştur. Seyyid Kutub (rh.a.) bu kitabında şöyle der: "Kur'an'daki kıssalar, -daha öncede belirttiğimiz gibi-Kur'an'da yalnızca dini amaçları gerçekleştirmek için yer alırlar. Dini amaçların çoğunu kapsayan ve hemen hemen Kur'an'da tüm konularına uzanacak kadar geniş bir alana yayılmış olan kıssaları burada teker teker saymak oldukça zordur... Vahyin, risâletin ve Allah'ın birliğinin ispatı, tüm dinlerin ana itkeîerdeki birliği, uyarma, müjdeleme, ilahi gücü görüntüleyen sahneler, iyilik ve kötülüğün, acelenin ve yavaş gidişin, sabır ve sızlanmanın, şükür ve nankörlüğün sonu... Ve buna benzer daha nice amaçlar ve ahlaki ilkeler, Kur'an'daki kıssalar tarafından ele alınmıştır. Kur'an'daki kıssalar, bu ilkelerin ve amaçların açıklanmasında ve anlaşılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Biz, Kur'an kıssalarının amaçlarını gözden geçirirken bunların en önemlilerini ve en açık olanlarını ele alacak, onların hepsini tespit edip inceliklerini araştırmayı ise bir kenara bırakacağız." Şimdi Kur'an da kıssaların anlatılmasının amaçları ile ilgili bu konunun başında bir bütün olarak ele aldıklarımızı burada detaylı bir şekilde anlatalım: 6[6] Vahiy ve Risâleti İspat Etme:

4[4]

Hûd: 11/120. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 217-218. 5[5] Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlilerinin Prof. Dr. M. Sait Şimşek'in, bu konuda bir çalışması olup "Kur'an Kıssalarına Giriş" adlı kitabı yayınlanmıştır. (ç). 6[6] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 219-220.

Kur'an'da ki kıssaların amaçlarından biri, vahyi ve risâleti ispatlamaktadır. Peygamberlerin getirdikleri din ise, ancak Yüce Allah katından gelen vahye dayanmakta olup bu Peygamberler, Allah katından gönderilmişlerdir. Özellikle de bu kıssalar, Hz. Muhammed (s.a.v)'in getirdiği vahyin ve risâletin doğruluğuna işaret etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm bu kıssaların ancak Allah'ın vahyi ile olduğunu ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in de; ünımi, okuma ve yazma bilmediğini şöyle açıklamaktadır: "Sen bu (Kur'ân-ı Kerîm) den, önce bir kitap okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi" 7[7] Hz. Muhammed (s.a.v)'in, Yahudi hahamları ve Hıristiyan din adamlarıyla oturup onlardan bir şeyler öğrendiği -tarih kitaplarında- bilinmemektedir. Sonra kendisinden önceki Peygamberleri, ümmetleri, toplulukları, onların başına gelenleri ve onların yok edilişlerini anlatan bu muhteşem kıssalar, Kur'an da gelmiştir. Kur'an'da ki bazı kıssalar, son derece incelik taşıyor ve detaylı olarak veriliyor. Hz. İbrahim (a.s), Hz. Yûsuf (a.s), Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. İsâ (a.s)'m kıssaları gibi. Yine Kur'an'da ki bazı kıssalar, son derece bir incelikle gelmiştir. Bu kıssaların, Kur'an 'da tam bir açıklıkla anlatılmaları; bunun, Yüce Allah katından gelen bir vahiy olduğuna en büyük bir delildir. Kur'an ayetlerinin çoğu, açık ve net bir biçimde, bu gayeye, bazı kıssaların giriş kısımlarında ve bazen de kıssaların sonlarında işaret etmektedir. Yüce Allah'ın şu sözü gibi: "(Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle (geçmiş toplulukların kıssalarını) en güzel bir şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki: Sen bu (Kur'an) 'dan Önce (bu kıssaları), elbette bilmeyenlerden idin." 8[8] Yine Yüce Allah'ın şu sözü gibi: "(Ey Muhammedi) İşte sana vahyettiğimiz bu (kıssalar), gayb haberlerindendir. Bundan önce o kıssaları, ne sen biliyordun ve ne de kavmin. O halde (Nûh. gibi) sen de sabret.Çünkü iyi sonuç, (sabreden) mutîakiler içindir." 9[9] Semavi Dinlerin Birliğine İşaret Etme: Kıssaların amaçlarından birisi de; Hz. Nûh (a.s)'dan Hz. Muhammed (s.a.v) dönemine kadar, 'tüm semavi dinlerin, tamamen Allah katından geldiğini açıklamaktır1... Dolayısıyla bütün müminler, tek bir ümmettir. Allah, birdir. O, bütün insanların Rabbidir... Bu sebepledir ki; Peygamberlerin kıssalarının çoğu; semavi dinlerin "bir" olduğu gerçeğini doğrulamak için, ya bir sure de bir araya gelmiş ya da belirgin bir yolla gelmiştir. Buna örnek olarak, Enbiyâ Suresini inceleyelim: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "And olsun ki Biz, Mûsâ ve Harun'a takva sahipleri için bir ışık ve öğüt olan Furkan 'ı verdik. O takva sahipleri, tenhada da Rablerine gönülden saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir." 10[10] Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "And olsun ki Biz, daha önce İbrahim'e de hidayet (Peygamberlik veya bilgi gücü) vermiştik. Biz, onu iyi tanırdık. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Lût'a gelince, ona da hüküm, (Peygamberlik) ve ilim verdik. Onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Çünkü o memleket halkı, gerçekten pis işler yapan kötü bir kavimdi." 11[11] Yüce Allah, Hz. Nûh, Hz. Eyyüb, Hz. İsmâîl, Hz. İdrîs ile Hz. Zekeriyyâ Peygamberleri, onların risalet görevlerini ve kavimlerine yaptıkları davetleri anlattıktan sonra, sözü; Kur'an'ı kerim'in doğruladığı bu apaçık hakikate getirmektedir. Bu apaçık hakikat ise, İlahın "bir" oluşu ve Ümmetin 7[7]

Ankebût: 29/48. Yûsuf: 12/3 (Bu ifade, Hz. Yûsuf (a.s)'ın kıssasına giriş yapılırkengeçmdctedir.) 9[9] Hûd: 11/49 (Bu ifade, Hz. Nûh (a.s)' in kıssasının bitiminde geçmektedir.) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 221-222. 10[10] Enbiyâ: 21/48-49. 11[11] Enbiyâ: 21/74. 8[8]

de "bir" oluşudur. İşte Şanı Yüce Allah, bu hususu şöyle anlatmaktadır: "Hakikaten bu, 'bir' tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de, sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin." 12[12] işte bu, uzun bir uğraşının sonucunda elde edilmiş temel bir hedeftir. Peygamberlerin, davetlerinin hedefini açıklama: Kur'an'daki bu kıssaların amaçlarından birisi de, Allah tarafından gönderilen semavi dinlerin hepsinin hedefi ve temelinin bir olması ile peygamberlerin -Allah'ın salât ve selamı onların hepsinin üzerine olsun- buna tabi olmasıdır. Peygamberler, bir tek hedefi ve bir tek gayeyi yerleştirmek için uğraşmışlardır ki o da; "İnsanları, Allah'ın birliğine i-nanmaya davet etmekti." İşte bu nedenle, pek çok peygamberin kıssası tekrar tekrar olarak toplu halde verilmekte ve burada onların esas akideye (yani bir olan Allah'ın birliğine inanmaya) davet metodu anlatılmaktadır. Bu da, peygamberlerin davette kullandıkları vasıtaların esas maksadıdır. Örnek olarak A'raf Süresindeki Yüce Allah'ın şu ayetlerini inceleyelim: "And olsun ki, Nuh'u kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (O, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin için Ondan başka bir ilah yoktur." dedi" 13[13] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ad kavmine de kardeşleri 14[14] olan Hûd'u (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (o, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." dedi." 15[15] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Semûd kavmine de kardeşleri olan Salih'i (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (O, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur...." dedi" 16[16] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: "Medyen kavmine de kardeşleri olan Şuayb 'ı (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (O, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur... dedi. 17[17] İşte bu tevhid, akidenin temelidir. Allah tarafından gönderilen semavî dinler ve bütün peygamberler bu konuda müşterektir. İşte bu hususi amacı desteklemeleri için bu geliş ve gidiş üzere Peygamber kıssaları toplu halde birçok surede 18[18] tekrar tekrar olarak anlatılmıştır. 19[19] Ümmetlerin Yüce Peygamberlere Karşı Konumu: Kur'aıı'da ki kıssaların amaçlarından birisi de, Yüce peygamberlere karşı tavır konulmasına işaret edilmesidir. Peygamberlere karşı koyan milletlerin tavırları genelde birbirine benzemektedir... Kavmini bir olan Allah'a ibadet etmeye çağıran bir Peygamber, kavminin ileri gelenlerinden olan suçluların inat ve müstekbir tavrı ile yalanlama ve bilebile inkar etme tavrıyla karşılaşmaktaydı. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Böylece her Peygamber için (kavminin ileri gelenlerinden) suçlulardan bir 12[12]

Enbiyâ: 21/92. Arâf: 7/59. 14[14] Bu tabirden maksat, onlardan birisi demektir. Bunun onlardan birisi olmasının sebebi, onun söyleyeceklerini daha İyi anlamaları içindir. Dolayısıyla onlara getirilen delil onlar hakkında daha bağlayıcı olur.(ç) 15[15] Arâf: 7/65. 16[16] A'raf: 7/73. 17[17] Arâf: 7/85. 18[18] Ayrıca bu konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/25; Hûd: 11/50; Hûd: 11/61; Nahl: 16/36; Müminûn: 23/23, 32; Nemi: 27/45; AnkebÛt: 29/16, 36 (ç). 19[19] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 223-225. 13[13]

düşman ortaya koyarız. Doğru yolu gösterici ve yardımcı olarak, Rabbin yeter." 20[20] Peygamberlerin kavimleri kendilerine gönderilen peygamberlerin kıssalarında görülen davet şeklide tek bir şekil üzeredir... Şimdi de Yüce Allah'ın, Hz. Nûh (a.s)'m kıssası hakkında anlattığını dinleyelim! "Dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle tartıştın, hem de tartışmayı çok ileri götürdün. Doğru sözlü kimselerden isen haydi tehdit ettiğin (uzaktan) bir şeyi getir." 21[21] Hz. Hûd (a.s)'m kıssasını da, Kur'an'ın bize naklettiğine göre kavminin tavrı şu şekilde olmuştur: "Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize bir delil ile getirm.eden, senin sözünden ötürü ilahlarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız. Dediğimiz şu ki: Seni olsa olsa ilahlarımızdan biri (delilikle yahut da ahmaklaştırmak suretiyle) fena çarpmış. " 22[22] Hz. Salih (a.s)'ın, kavmi Semûd ile arasında geçen kıssayı, kavminin ağzından naklen Kur'an'da şöyle anlatılmaktadır: "Dediler ki: "Ey Salih! aramızda bundan önce kendisine (önderlik makamına veya değişik işlerde danışılacak bîr konuma geleceksin diye) umutla bakılır bir kimse idin sen. Şimdi kalkıp da babalarınızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden (yalnızca Allah 'a ibadet etmekten) şüphe ve endişe içindeyiz." 23[23] Peygamberlerin davetlerini alay, yalanlama ve bile bile inkar etme suretiyle geçmiş milletlerin tavırlarında bir değişiklik olmadığını bulmaktayız. İşte geçmiş peygamberlerde bu şekildedir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Onlardan önceki (kavim)lere herhangi bir Peygamber gelince: "'sihirbazdır' veya 'delidir' derlerdi." 24[24] (Semavî) Dinler ile Şeriatlar Arasında Sağlam Bir Bağın Olması: Kur'an'da ki kıssaların amaçlarından birisi de; semavî dinlerin sağlam olmasındaki bağı açıklamaktadır. Zira semavî dinler, birbirleriyle çelişkili ve karışıklık halinde değildir. Bunun aksine semavi dinler, toplu bir kaynaktan sulanmıştır. Her Peygamber, daha önce geçen peygamberin tamamlanmış ve mükemmelleşmiş risâletiyle gelir 25[25] ve insanları bir olan Allah'a iman etmeye, risâletine ve Yüce Allah tarafından kendisine gönderilmiş olan doğruya inanmaya davet eder. îşte bundan dolayı şeriatın kaynağı birdir. O kaynakta, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Peygamberler, kavimlerini tartışmaya, mücadeleye ve münakaşaya davet etmiyorlardı. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Allah) Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. (Ey Muhammedi) Sana da vahyettik. İbrahim'e, Mûsâ 'ya ve îsâ 'ya: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin" buyurduk..." 26[26] Ayrıca Peygamberlerin atası 27[27] sayılan Hz. İbrâhînı (a.s)'m (Hanü) dini ile peygamberlerin 20[20]

Furkân: 25/31. Hûd: 11/32. 22[22] Hûd: 11/53-54. 23[23] Hud: 11/62. 24[24] Zâriyât: M/52. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 225-226. 25[25] Meseja Hz. İsmâîl, Hz. îshâk, Hz. Yakub, Hz. Lût ve vb. Peygamberler,Hz. İb21[21]

râhîm (a.s)'m risâletiyle gelmiş, İsrail oğulları peygamberleri de, Hz. Mûsâ (a.s)'m risâleti üzere gelmişlerdir.(ç). 26[26] Şura: 42/13. 27[27] Peygamberler ondan türemişlerdir ve nesiller ona tabi olmuşlardır. İsrail oğulları peygamberlerinin hepsi onun soyundandır. Çünküİsrailoğullan peygamberleri, Hz. İbrâhîm (a.s)'in torunu Yakub (a.s)'dan gelmişlerdir. Oğlu îsmâîl (a.s)'m neslinden ise Hz. Mubammed (s.a.v)

sonuncusu olan Hz. Muham-med (s.a.v)'in (İslam) dini, özel bir bağ ile temelde birdir. Aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.v)in dini ile İsrailoğullannm dinleri de ana hatlarıyla aynıdır. (Bu dinler ile Hz. Muhammed (s.a.v)'in dini arasındaki bağ, diğer beşeri dinler arasındaki genel bağdan daha sağlamdır. Bunun içindir ki; Hz. İbrahim (a.s), Hz. İsâ (a.s) ve Hz. Mûsâ (a.s) kıssalarında bu noktaya tekrar tekrar dikkat çekilmiştir.) Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu bu buyruklar, ilk sahifelerde ve İbrahim ile Mû-sâ 'nın sahifelerinde de vardır. " 28[28] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Allah, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk /almamıştır. Daha önceden (nazil olmuş kitaplarda) ve bunda da (Kur'ân-ı Kerîm'de de) size Müslüman adını veren Odur, (O sizleri diğer ümmetlere üstün tutarak bu güzel isimle adlandırılmıştır.) " 29[29] Şimdi de Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz. Muhammed (s.a.v) arasında gerçekleşen bağa bir göz atalım: "Doğrusu İbrâhîm 'e en yakın olanlar, ona uyanlar (hem kendi döneminde ve hem de ondan sonra onun peşinden gidenler) bu Peygamber (Hz. Muhammed ve onun ümmetinden) iman eden kimselerdir. Allah'da müminlerin velisidir." 30[30] Şanı Yüce Allah bütün peygamberlerden, Hz. Muhammed (s.a.v)'e iman etmek, ona tabi olmak, onun dönemine ve hayatına ulaştıkları takdirde ona tabi olmak ve onun yardımcılarından olmak üzere misâk yani söz almıştır. İşte bu misâk, bütün semavi dinler arasında bir bağın bulunduğunu göstermektedir. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Hani Allah peygamberlerden kendileri tarafından yerine getirilmek üzere şöyle msâk (söz) almıştı: "And olsun ki size kitabı ve hikmeti verdim. Yanınızda bulunanı (Tevrat, İncîl ve Zebur'u) doğrulayıcı bir Peygamber geldiğinde mutlaka ona inanacak ve yardım edeceksiniz... İkrar edip bu ahdi 31[31] kabul ettiniz mi? " demişti. Onlarda; "İkrar ettik" demişlerdi. Alldh: "Şahit olun. Ben sizinle birlikte şahitlerdenim " demişti. 32[32] Yüce Allah'ın Peygamberlerine Yardım Etmesi ve İlahi Mesajı Yalanlayanları Helak Etmesi: Kur'an'daki kıssaların amaçlarından birisi de, Yüce Allah'ın peygamberlerin risâletinin sonunda onlara yardım etmesi, ilahi mesajı yalanlayan kavimleri helak etmesi, bu konuda peygamberlerine destek vermesi ve kavminin tehlikelerinden onların temize çıkmasını açıklamaktadır. Öyle ki Allah, ilahi mesajı yalanlayan peygamberlerin kavimlerini helak etmek suretiyle ve peygamberlerine de yardım etmekle, davetlerini yüce kılmakla ve onları din düşmanlarına karşı üstün kılmakla onların dünyada iken (kendilerine ve Allah'a karşı yaptıklarını) peygamberlerinin gözleri önüne de serdetmekle peygamberleri hoşnut ediyor. 33[33] Yüce Allah'ın Olağanüstü Şeyleri Yaratma Gücüne Sahip Olduğunu Açıklamak:

gelmiştir. İşte bundan dolayı Hz. İbrahim (a.s)' a peygamberlerin atası denilmiştir. Aynı zamanda bütün insanlar Hz. Adem (a.s)'dan türediklerinden dolayı ona da Ebu'l-Beşer yani insanlığın atası denilmiştir. (ç). 28[28] Alâ: 87/18-19 (B.k.z: Necm: 53/36, 37, Maide: 5/46-48) (ç). 29[29] Hacc: 22/78. 30[30] Âl-i Imrân: 3/68. 31[31] Ayetin metninde geçen "isr" kelimesi, yemin vb bir şeyle sağlamlaştırılmış ve doğrulanmış ahit yani misâk anlamındadır. Buna göre bu kelime, normal ahitten daha da sağlamlaştırılmış ve daha da açıktır. 32[32] Âl-iİmrân: 3/81. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 227-229. 33[33] Hûd: 11/120; Ankebût: 29/14. 15, 16-19, 24, 28-37, 38-39, 40 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 229.

Kur'an'daki kıssaların amaçlarından birisi de, Yüce Allah'ın olağanüstü şeyleri yaratma gücüne sahip olduğunu açıklamaktır. Örneğin, Hz. Adem (a.s)'m yaratılış kıssası, Hz. İsâ (a.s)'m doğuş kıssası gibi kıssalar Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılmıştır. İşte bunlar, bir şeye "kün feyekün" yani "ol" dediğinde o şeyin oluvermesi, Yüce Allah'ın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna delâlet etmektedir. Örneğin: Hz. Adem (a.s)'ı babasız ve annesiz, Hz. İsâ(a.s)'ın ise annesinin olup babasız oluşu, Hz. Havva'nın Hz. Adem (a.s)'ın kaburga kemiğinden yaratılışı gibi olayların hepsi Yüce Allah'ın acayip olan olağanüstü şeyleri yaratma gücüne sahip olduğuna bir delildir. Yüce Allah'ın, Hz. İsâ (a.s)'ı nasıl yarattığına dair olan ayeti ise şöyle!: "Allah katında İsâ 'nm durumu, -kendisini topraktan yaratıp sonra "ol" demesiyle oluvermiş olanAdem'in durumu gibidir." 34[34] Hz. İbrahim (a.s)'ın bir kuşu parçalayıp daha sonrada onun her bir parçasını bir dağm üzerine koyduktan sonra kuşun kendisine doğru uçup-gelme kıssası, harabe haline gelen bir kasabaya uğrayıp geçerken "Allah burayı nasıl diriltilecek" dediğinde Allah'ın onu yüzyıl öldürüp daha sonra dirilttiği a-damm kıssası da bu şekildedir. Bu kıssalar ve misâllerin hepsi, Yüce Allah'ın acayip olan harikulade şeyleri ortaya çıkarmadaki yaratma gücüne sahip olduğuna delâlet etmektedir. 35[35] İyilik ile Düzeltme ve Kötülük ile Bozgunculuk Çıkarmanın Sonucunu Açıklamak Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan kıssaların amaçlarından birisi de, iyilik ve kötülük sonucunu açıklamaktır. Mesela; Hz. A-dem (a.s)'m oğullan olan Habil ile Kabil Kıssası gibi. Bu olay, Maide Sûresinde Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesinde geçmektedir: "Onlara (Ehl-i Kitab'a) Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat (ki hasedin ve çekemezhğin neler getirdiğini öğrensinler) Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da; birisinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti O (Kabil, kardeşi Habil'e), andolsun ki "Seni mutlaka öldüreceğim" dedi. (Kardeşi Habil ise): "Allah, ancak muttaküerin (kurbanını) kabul eder" demişti." (Mâide: 5/27) Ayette, Kabil'in, kardeşi Habü'e nasıl zulmettiği, onu öldürmeye geldiği belirtilmektedir. Kıssada, mutlak ilahi adalet etrafında gerçekleşen Hz. Adem (a.s)'m iki oğlu arasında geçen bir mücadele anlatılmaktadır: Ma'reb şeddinin kıssası, 36[36] iki bahçe sahibinin kıssası, 37[37] Ashabı Uhdûd kıssası 38[38] ve Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük eden milletin kıssası 39[39] gibi kıssalar 40[40] vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan bu kıssaların hepsi, iyiliğin ve kötülüğün sonucunu açıklamak içindir. Kıssaların, buna benzer daha nice Öğüt dolu amaçları da vardır. Kur'ân-ı Kerîm, kıssaları bu amaçla verir ve onlardan alınacak dersleri, öğütleri en güzel şekilde ortaya koyar." Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve mü'minlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri 34[34]

Âl-i îmrân: 3/59. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 229-230. 36[36] Kehf: 18/92-98 (Ye'cüc ve Me'cüc ile Zülkarneyn'in kıssası) Ayrıca b.k.z: Entiyâ: 21/96 (ç). 37[37] Kalem:-6S/17-33. 38[38] Burûc:85/4-İ0. 39[39] Bu millet ise İsrai loğu İlan dır. İsrail oğulları Kur'arvda birçok surede geçmektedir. İsrailoğullarmın Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlere karşı nanktrlük ettiklerine dair ayetler şunlardır: Bakara: 2/40, 47,49, 50, 52, 56, 57, 60, 61, 64; Mâide: 5/20, 23. Ayrıca K.ur'ân-1 Kerîm'de en çok anlatıian kavimde, İsrailoğullarıdır. (ç). 40[40] Ahkâf Kıssası, Ahkâf: 46/21-25; Hicr Kıssası. Hicr: 15/80-84; Eyke halkı kıssası, Hicr: 15/7879, Şuarâ: 26/176-190, Sad: 38/13-16. Kâf: 50/14-15; Ress kıssası, Kâf: 50/12-14, Furkân: 25/38-39 vb. kıssalar Kur'arrda daha çoktur. Peygamberlerin hayatı anlatılırken, bu kıssaların çoğu da anlatılmış olacaktır, (ç). 35[35]

(kıyamet) gününde de yardım ederiz. O gün zalimlere mazeretleri (kendilerine) fayda sağlamaz. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır." 41[41] Yüce Allah'ın suçlular topluluğuna nasıl azap ettiğine dair olan adili mutlak şu ceza gerçektende düşündürücüdür: "Karun'u, Firavun'u ve Hâman'ı da helak ettik. Andolsun d Mûsâ kendilerine apaçık deliller (mucizeler ve belgeler) ge-irmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki onlar kurtulabilecek değillerdi. (Onlardan) her birini (işledikle-i) günahıyla yakaladık. Kimine taşlar savuran kasırga ;Önderdik. 42[42] Kimini çığlık tuttu. 43[43] Kimini de yerin dibine ge-irdi. 44[44] Kimini de suda boğduk. 45[45] Allah onlara zulmetmiyordu, una onlar (küfürleri sebebiyle) kendi kendilerine zulmediyorırdı. 46[46] Kur'an'daki Kıssaların Tekrar Edilmesindeki Sır Yüce Allah, içerisinde öğüt ve nasihat bulunan nebilerin ve resullerin kıssalarını Kur'ân-ı Kerîm'de bize anlatmıştır. Aynı zamanda da onların güzel gidişatlarına ve temiz ahlaklarına uymamız için ve insanlara mutluluk ile kurtuluş yollarını aydınlatan lambalar olması için peygamberin hayatından ibret ve öğüt alma yerlerini bize göstermiştir. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu peygamberlerin kıssalarında akıl sahibi kimseler için ibretler vardır. Bu (Kur'ân-ı Kerîm, kafirlerin ileri sürdükleri gibi) uydurulmuş bir söz değildir. Fakat o, sadece kendinden önceki (semadan daha Önce indirilmiş olan) kitapların tasdiki ve her şeyin tafsilidir. " 47[47] Peygamberlerin kıssaları birçok surelerde anlatılmıştır. Bundan dolayı da bu kıssalar -dış görünüşü itibariyle- tekrar-layıcı gibi gelmiştir. Fakat bu tekrarlar, 48[48] Yüce Allah'ın açık bir hikmetinin ve 41[41]

Kimin: 40/51-52. Bu azab, Lûl ve Ad kavmine gelmiştir, (ç). 43[43] Bu da, Medyen ve Semûd kavmidir, (ç). 44[44] Bundan kasıtta, Karun'dur. Geniş bilgi için b.k.z: Kasas: 28/76-82 (ç). 45[45] Bunlarda, Hz. Nuh'un kavmi İle oğlu ve Firavun ile onun hanedanıyla birlikte an'dır. (ç) 46[46] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 230-232. 47[47] Yusuf: 12/111. 48[48] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, "Kur'an kıssalarının tekrarı" hakkında şöyle der: "Kur'an'da tekrar, bazen bir cümlenin çeşitli yerlerde tekrar edilmesi, bazen de olayın tekrarı şeklindedir. Olayın tekrarı, kıssa konusuna girer. Bazen bir kıssanın bir olayı müteaddit surelerde tekrar edilmiştir. Mesela: Allah'm mel eklere Adem'e secde etmelerini emretmesi ve îblis'ûı secde etmekten kaçırması olayı altı yerde (Bakara: 2/34; Araf: 7/11, İsrâ': 17/61; Hicr: 30, Kchf: 18/50, Tâhâ: 20/116) H?,. Musa'nın Firavunun sihirbazıyla yarışıp asanın, onların büyülerini yutması mucizesi dört yerde (Araf: 7/113-120, Yûnus: 10/80, Tâhâ: 20/70, Şuarâ; 26/38-46) tekrar edilmektedir. 42[42]

Önceki alimler, tekrarın sim olarak daha çok şunu söylüyorlardı: "Bir olayın birçok yerde farklı üsluplarla anlatılması ve bu anlatımların hepsinde başarılı bir anlatım seviyesi tutturulması, fesahat ve belagat üstünlüğüne delildir. Kur'ân-ı Kerîm, bazı kıssalarda geçen olayları birçok yerde tekrar ederek farklı üsluplarla anlatmaktadır. Bu farklı üslupların hepside fesahat ve belagatın zirvesindedir. İşte bu, Kur'an'ın icaz yönlerinden biridir. Çünkü kişi ne kadar fesahal ve belagat sahibi olursa olsun ancak farklı iki. bilemediniz üç üslupla anlattığında başarılı olabilir. Üslup sayısını artıracak olursa başarılı olamaz. Psikolojik açıdan meseleye bakıldığında tekrarın insan üzerinde büyük etkisi olduğu görülür... Herhangi bir düşünceyi yerleştirmek istediğiniz zaman o düşünceyi ölçülü bir şekilde tekrar etmek

önemli bir işaretinin gereğidir. Çünk ü bu durum, Kur'ân-ı Kerîm'in mucizeliğine delâlet etmektedir. Çünkü belâgatçılarm en beiâgatlı konuşanı ile fesahatçılarm en düzgün konuşanı bile, bir defasında bir kıssa yazdığı zaman başka bir defasında aynı kıssayı ilkinin d ışmda başka lafızlarla metnin etkili bir yoldur. Zamanla insanların o düşünceye yakınlık kazandıklarını görürsünüz. Belki geçici bir düşüncenin böyle bir tekrara ihtiyacı yoktur. Ama bir düşüncenin kalıcı olmasını istiyorsanız kalplerin derinliklerine kök salması için mutlaka tekrara ihtiyaç vardır. Tıpkı bir fidanın kök salıp büyümesi için tekrar sulamaya ihtiyacı olduğu gibi. İmanda böyledir. Kalplere yerleşip kök salması için tekrar edilmesi ve fidan gibi sulanması gerekir. Namazın günde beş defa tekrar edilmesinin sebebi de bu olsa gerek. İman ancak ibadetlerle kök salar, güçlenir ve korunabilir. İbadet olmadan imanı muhafaza etmek yada yerleşerek kökleşmesini sağlamak mümkün değildir... Tekrar edilen konular daha çok tevhidi yerleştirmeyi hedefleyen hususlardır. Kıssası en çok tekrar edilen peygamberlerin başında Hz. Mûsâ (a.s) gelmektedir. Çünkü o, uzun yıllar Firavunun emri altında kölelcştirilmiş bir kavme gönderilmişti. Meşakkatli bir mücadeleden sonra onları Firavunun zulmünden kurtardı. Firavun ve yandaşlarının onlara zulmü, Kureyş ileri gelenlerinin, Hz. Muhammed (s.a.v) ve müminlere yaptıkları zulme benzemektedir... Hz. Mûsâ (a.s)'dan sonra Kur'an'da en çok kıssası tekrar edilen Peygamber. Hz. İbrahim (a.s)'dır. Tevhid konusunun değişik üsluplarla en çok anlatıldığı kıssa da Hz. İbrahim (a.s)'m kıssasıdır. En çok tekrar edilen kıssalardan biri de, Hz Adem ile şeytanın kıssasıdır. Çünkü bu kıssa, insanlığın kıssasıdır. Çünkü şeytan ile insan arasındaki çatışma her zaman ve her yerde vuku7 bulmuş ve kıyamete kadar da devam edecektir. O halde tekrar edilen konular, önemlerinden dolayı tekrar edilmişlerdir. Ayrıca Kur'an'da bir oîay tekrar edilirken aynıyla tekrar edilmiyor. Mesela, bir yerde özet olarak anlatılırken, başka bir yerde ise tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor. Bir yerde olayın bir unsuru anlatamadığı halde başka bir yerde o unsurda ilave ediliyor. Kur'an'm indiği dönem açısından meseleye bakıldığında bazı olayların tekrarı şu anlamda Önem arz ediyordu. "Daha öncede söz konusu ettiğimiz gibi kıssaların hedeflerinden biri, Hz. Peygamber (s.a.v)'İn gönlünü yatıştırmak ve azmini bilmek idi. Yirmi üç yıl süren davet ve tebliğ hayatı boyunca o, birçok sıkıntı ve problemle karşılaşmıştı. Benzeri problem ve sıkıntılar tekrar edildikçe, o problemini hafifletecek geçmişteki olay, kendisine tekrar hatırlatılmış oluyordu." Daha sonraki dönemler açısından meseleye bakıldığında ise, tekerrüreden her olay farklı surelerde bir bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Olay zikredıldiğİ surenin genel muhtevasıyla ilgili olması nedeniyle de tekrar edilmektedir. Mesela, Bakara Sûresi, inanç bakımından gruplara ayrılan insanları bu grupların vasıflarım, geçmişlerini ve geleceklerini, aralarındaki çatışmayı konu alan bir suredir. Bu nedenle Adem kıssasının bu konuyla ilgili yönlerini ele almıştır, (M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş. sn. 111-115)(ç)

üslubunu düzgün lafızlarını ve açık sözlerini koruması mümkün değildir. Zira iki üslup arası nda bütün çıplaklığıyla açık bir fark görülür. Kur'ân-ı Kerîm'e gelince ise o, kıssaları anlatırken bu fesahati, açıklamayı, konunun anlatılış güzelliğ i-ni ve sağlamlığını çeşitli şekillerde anlatmaya sahiptir. Bundan dolayı kıssalar, Kur'an'da bir manada olmak üz ere insanlara ibret verici ve tekrarlayıcı bir şekilde gelmiştir. Fakat bunlar, değişik lafızlarla ve çeşitli ifadelerle kullanılmıştır. Doğrusu her şeyi açıklayıcı ve müminlere bir rahmet ve bir hidâyet re fiberi olması için muciz kitabım indiren Yüce Allah, bu kıssalarda da görüldüğü gibi her şeyi yapmaya gücü yeter. 49[49] Kur'an'da Kıssaların Tekrar Edilmesi İle İlgili Örnekler Kıssalardaki ifadelerin ve metin üslubunun güzelliğinin devamlı olmasında bir manaya ve çeşitli üsluplarla Kur'ân-ı Kerîm'deki kıssaların tekrarlanmasmdaki neden, bizim bu anlatılan kıssalardan bir örnek olabilmemiz içindir. İşte bu, Hz. Adem (a.s)'ın kıssasında da vardır. Bundan dolayı Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, Kur'an surelerinin farklı yerlerinde ve değişik üsluplarda anlatılmıştır. Örnek olması bakımından, Kur'an*in şahane üslubunu görmek için bu kıssanın tamamının anlatıldığı surelerden ikisini geçelim: 1. Yüce Allah, A'raf Sûresinde bu kıssayı şöyle anlatmaktadır: "Ey Adem! Sen ve eşin (şeytanın cennetten çıkarılmasından sonra rahatlık içinde) cennette oturun. Her ikinizde (cennette bulunan ağaçların meyvelerinden) dilediğinizden yiyin. Yalnızca şu ağaca da yaklaşmayın. Sonra (Allah'ın bu emrine muhalefet edecek olursanız, bu muhalefetiniz sebebiyle) zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için ikisine de vesvese verdi. Ve: "Rabbiniz sizi başka bir şey için değil, ancak iki melek veya ebedî kalanlardan olmanızı önlemek için (bu ağaçtan yemeyi size) yasaklamıştır. Ve doğrusu ben, size öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin etti. Böylece onların ikisinin de gururlarını okşayarak aldattı. Bunun üzerine ikisi de ağaçtan tadınca, ayıp yerleri kendilerine göründü. Hemen ikisi de kendilerini cennetin yaprağı ile örtmeye başladılar. Rabbleri de onlara: "Ben sizi bu ağaçtan men etmiş miydim?" diye seslendi. İkisi de: "Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki biz, hüsrana uğrayanlardan oluruz' dediler." 50[50] 2. Yüce Allah Tâhâ Sûresinde ise bu kıssayı şöyle anlatmaktadır: "Hani (Allah) meleklere: 'Adem'e secde edin' demişti. İblis dışında hepsi (Adem 'e) secde etmişti. O ise (Adem 'e secde etmekten) kaçınmıştı. Bunun üzerine (Adem'e): Ey Ademi Doğrusu bu (İblis), hem senin ve hem de eşinin düşmanıdır. Sakın sizi (aldatıp da) cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun. Zira cennette, ne acıkırsın ve ne de çıplak kalırsın. Orada (cennette içecek her şey bulunduğu için) ne susarsın ve ne de güneşin sıcağında kalırsın" demiştik Ama şeytan ona vesvese verdi ve: Ey Adem! Sana Sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez mülkü göstereyim mi? ikisi de ondan yedi ve ayıp yerleri kendilerine göründü. Cennet yapraklarıyla üstlerini örtmeye başladılar. Adem, Rabbine isyan etmişti ve yolunu şaşırmıştı. Daha sonra da Rabbi onu seçip tövbesini kabul etti ve onu hidayete eriştirdi" 51[51] Yüce ilahın gücünü göstermek için Kur'ân-ı Kerîm'de tekrarlanan milletlerin olayları ile peygamberlerin kıssaları, bu güzellik ve sağlamlıkla bu Örneğe göre anlatılmıştır. 52[52]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 233-235. A'râf: 7/19-23. 51[51] Tâhâ: 20/116-122. 52[52] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 236-237. 49[49] 50[50]

BEŞIİ NCIİ BOÖ LUÖ M

KURÂN-I KERÎM'DE TASVİR ETTİĞİ ÜZERE HZ. ADEM (a.s)

Hz. Adem (a.s)'ın Kıssası Hz. Adem (a.s)'m kıssası, bütünüyle insanlığın kıssasıdır. Onun hayatı, Yüce Allah'ın, bu dünyanın imar olunmasını, bu varlığı ortaya çıkarmayı ve bu hayatı tamamlamayı ve bu insanın ortaya çıkışını kuvvetlendirmeyi istemesi anından itibaren en mükemmel bir şekilde yaratılan bu varlığın hayatıdır...! Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, baştan sona mükemmel bir hayatın kıssası ve insanların yeryüzünde görüldüğü andan, her şey Allah'a dönünceye yani kıyamete kadar geçecek olan varlığın kıssasıdır...! Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, uzun bir zaman bu alemde yaşayıp arkalarına eserler ve nesiller bırakarak göçmüş geçmiş devirlerin kıssasıdır.,Bunu dile getiren şair şöyle demektedir: "Bu eserlerimiz, bizi gösteren eserler imizdir. O halde bunlar, bizden sonraki eserlere bakın diyen nice milletlerin hayat kıssasıdır." 1[1] Hz. Adem (a.s)’ın Yaratılmasından Alınması Gereken İbret Tablosu Hz. Adem (a.s) topraktan yaratıldı. Soyu ise tabii ve normal olarak evlenme ve üreme yoluyla çoğaldılar deyip geçenleyiz. Çünkü Hz. Adem (a.s)'m topraktan yaratılışı, tarihi açıdan ö-nemli bir konuyu ve büyük bir yaratılmayı içermektedir. Üstelik bunda herhangi bir şeye, "Kün feyekün" yani "ol" deyince anında oluveren ilahi yüceliğin ve Rabbani gücün görüntüleri tecelli etmiştir... İşte Hz. Adem (a.s)'m topraktan yaratılışı yeni bir varlığın yaratılmasının ve yine bu varlığın yaratılmasındaki icazın doruğunu göstermektedir. Çünkü yeryüzünde bulunan bütün insanlar bir "sinek" veya bir "sivrisinek" yaratmak üzere bir araya gelip toplansalar bile buna güçlen yetmez. O halde kalbi, gözü kulağı ve aklı olan insanı nasıl meydana getirebilirler? Çünkü "yaratanların en güzeli olan Allah (her şeyden) yücedir" (Mü'minûn: 23/14) İşte bu durumu; yokluktan varlığı yaratan ve zayıftan kuvvetliyi, durgunluktan hareketliliği, cansızdan canlıyı ve ruhu meydana getiren üstün ilahi kudretin bir tecellisidir. Zira en güzel bir şekilde ve en iyi bir biçimde -Allah'ın ilahi kudretiyle- hareketsiz olan toprak hareketli bir duruma geçiyor, cıvık bir durumda olan çamur konuşabilir bir duruma geliyor, cansız olan varlık üstün bir insan haline geliyor. Nitekim Yüce Allah, bunu şöyle anlatmaktadır: "Onun (yüceliğine, kudretinin kemâline delâlet eden) ayetlerinden biri de; "Sizi topraktan yaratması ve ardından da hemen yeryüzüne yayılan insanlar olmanızdır" 2[2] İşte ayeti kerimede geçen, topraktan yaratılan kimse Hz. Adem (a.s)'dır. Ardından yeryüzüne yayılan insanları ise onun, neslidir. Aslında Hz. Adem (a.s)'ın bu kıssası, bütün yaratılmışların kıssasını içermektedir... Çünkü Allah, mahlûku yani Hz. Adem (a.s)'ı çamurdan yaratıyor, 3[3] daha sonrada onun neslini küçük bir damla sudan yaratıyor 4[4] ve bu nesli de kendi vekili olarak yeryüzüne yerleştiriyor, yeryüzünü de bu varlığın emri altına veriyor ve adaleti ikame edebilmesi içinde bu insanı halife yapıyor. 5[5] Buna rağmen bu zayıf yaratık Rabbine karşı yücelmeyi ve onun Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 240. Rum: 30/20. 3[3] B.k.z: Nahl: 16/4, Kehf: 18/37, Mü;minûn: 23/13-14, Hacc: 24/5, Fâtır; 35/11, Yasin: 36/77, Ğafir (Mü'min): 40/67, Necm: 53/46, Kıyame: 75/37, İnsan: 76/2, Abese: 80/19..... 4[4] B.k.z: Fâtır: 35/11, Ğafir (Mü'mîn): 40/67. 5[5] Bakara: 2/30. 1[1] 2[2]

mülkünde onunla mücadele etmeyi istiyor ve Allah'ın emirlerine isyan etmekle de cesaretlenmektedir!! Ademoğlu, dün daha bilinen bir şey değilken bugün Allah'ın varlığını inkar etmeye yeltenişi garip değil midir?!! Yine kendi varlığı, Allah'ın varlığına delil olduğu halde Allah'ın nimetlerine küfretmesi garip değil midir?!! Şöyle buyuran yüce Allah gerçekten de güzel söylemiştir: "Cam çıksın o insanın, o ne nankördür! Allah onu hangi şeyden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiş; sonrada onu öldürür ve kabre koyar, sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir. Hayır! (İnsan) Allah'ın kendisine emrettiği şeyi hala yerine getirmemiştir." 6[6] Allah'ın varlığını inkar eden ey garip kimse!! Sen Allah'ın varlığını inkar etsen bile kainattaki her zerre Allah'ın var olduğuna delalet etmektedir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan ey garip kimse! Varlığındaki her hareket Allah'ın vahdaniyetine yani birliğine ve yüce kudretine delildir. Keskin güneş ışığını görmeyip de gözünü kapatan ve kainatı yönetenlerin sesini işitmeyip de kulakları sağır olan ey garip kimse! Şöyle buyuran yüce Allah, gerçekten de güzel söylemiştir: ''Körlük dediğin gözlerinki değildir. Asıl göğüslerde olan kalblerin körleşmesidir." 7[7] Şairde bunu şöyle dile getiriyor: "Hayret! Her şey de Allah'ın birliğine delâlet eden alametler, her hareket ve sükûnetlikte ebedi şahitler olduğu halde kişi, Allah'a nasıl isyan eder yahut nasıl bilerek onu inkar eder?" Hz. Adem (a.s)'m kıssası, hayretliği gösteren bir kıssa değil midir?! Bu kainatta var olan insanın varlığı, Allah'ı düşünmeye ve O'nu tefekkür etmeye çağırmıyor mu?! Hz. Adem (a.s)'ın yaratılışı topraktan ve O'na iman ile yakînin gerektirdiği çamurdan değil midir? Çünkü Yüce Allah "Öyleyse insan neyden yaratıldığına bir baksın; o insan, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atıla gelen bir sudan (yani meniden) yaratılmıştır. Şüphesiz Allah, insanı tekrar yaratmaya kadirdir." 8[8] buyurmaktadır. 9[9] Hz. Adem (a.s)’ın İnsanlığın İlk Atası Olması Kur'ân-i Kerîm Hz. Adem (a.s)'in yaratılışım bize anlatmış ve onun bu varoluş hakkında yeryüzünün sathında ortaya çıkan insanlıktan yaratılmış olanların ilki olduğunu bize haber vermiştir. Buna göre Hz. Adem (a.s), yaratılmışların atası yani Ebu'l-beşer olup bu alemin temelini oluşturan, yeryüzü sakinlerinin hepsi ondan türeyip çoğalmış ve ondan önce insan türünden bir varlık yaratılmamıştır. Fakat insanın yaratılıp yeryüzüne indirilmesinden Önce orada onun dışında melekler yaşamaktaydılar. Cinlerin de Hz. Adem (a.s)'dan önce yaratılmış mahlûk olması da meleklerinki gibidir. İşte bunlardan dolayı Allah'ın ezeli hikmeti bu insanı yaratmayı gerekli kılmıştır. Şanı Yüce Allah, meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını haber verdiğinde onlar, onun neslinden gelen kimselerin kanlar dökeceğini ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaracakları şeklinde cevap vermişlerdi. Bunun peşi sıra melekler, Allah'a bu insanı yaratmasındaki "ilahi hikmetini" sormuşlar ve böyle bir şeyi de garipsemişlerdi. Zaten şu ayeti kerimede buna işaret etmektedir: "Hani Rabbin meleklere; "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım " demişti. Bunun üzerine (melekler): "Biz seni hamd ile teşbih ve takdis edip dururken yeıyüzünde fesad (yani bozgunculuk) çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın? " demişlerdi. Bunun üzerine (Allah da): "Ben, sizin bilmediklerinizi bilen birisiyim" dedi. 10[10] Allâme Kurtubî, "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'an' adlı tefsirinde bunu şöyle anlatıyor: 6[6]

Abese; 80/17-23. Hacc: 22/46. 8[8] Târik: 86/5-8. 9[9] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 241-243. 10[10] Bakara: 2/30. 7[7]

"Kesin olarak biliriz ki; "Melekler ancak Allah'ın kendilerine Öğrettiği şeyleri bilmektedirler ve Allah'ın sözünün önüne geçemezler. Çünkü Yüce Allah, "Melekler Allah'ın sözünün Önüne geçemezler"(Enbiyâ: 21/27) buyurmaktadır. Bunu da melekleri, övme yönüyle söylemiştir... Melekler, Allah'a; "Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın?" (Bakara: 2/30) diye nasıl soru sorabilir? Buna cevap ise, melekler daha önceden yeryüzünde yaşayan cinlerin, birbirlerinin kanlarını döktüklerini ve yeryüzünde fesad çıkardıklarım görmüşlerdi ve bunu biliyorlardı. İşte bu Hz. Adem (a.s)'m yaratılmasından önce yeryüzünde cinlerin yaşadığını göstermektedir. Zira cinler yeryüzünde fesad çıkarmışlar ve birbirlerinin kanlarını dökmüşlerdi. Bunun üzerine Allah Cebrail'in komutanlığında meleklerden oluşmuş bir orduyu onlara gönderdi. Melekler onlarla savaştılar onların bir kısmını öldürdüler ve bir kısmını da denizlerdeki odalara ve dağların tepelerine sürdüler. İşte bundan dolayı meleklerin "yeryüzünde yaratacaksın" sözleri, özel bir soruya yönelik olarak gelmiştir. Buna göre bu halife, yeryüzünde yaşamış olan cinlerden önce geçen bir yol üzere midir? Yoksa onların yolu üzere midir? Bir rivayete göre; Yüce Allah yaratacağı bu halifenin neslinden gelen bir topluluğun, yeryüzünde fesad çıkaracaklarını ve birbirlerinin kanlarını dökeceklerini meleklere bildirmiştir. İşte bundan dolayı da melekler ya, Allah'ın kendisine isyan e-deceğini bildiği bu halifenin Allah'ın onu kendi yerine vekil olarak bırakmasından şaşırdıklarından dolayı bu sözü söylemişlerdir...." 11[11] Buna göre bizim; meleklerin sorusunu, Allah'ın yarattığına veya dilemesine ve isteğine itiraz etmediklerini anlamamız gerekmektedir. Onlar sadece Allah'ın yaratmak istediği bu varlığın kendisine isyan edeceğini, birbirlerinin kanlarım dökeceklerini ve yeryüzünde fesad çıkaracaklarını bildiği halde- niçin yaratmak istediğinin sebebi hikmetinin açıklanması maksadıyla Allah'a bu soruyu sormuşlardır. Yoksa -daha önce de geçtiği üzere- başka bir maksattan dolayı değildir. Çünkü melekler, Allah'ın emirlerine karşı isyan etmezler ve onlardan, Allah'ın emrine karşı bir muhalefetin ve itirazın meydana gelmesinin düşünülmesi bile mümkün değildir. 12[12] Hz. Adem (a.s)'ın İnsanlardan Yaratılanların İlki Olduğuna Dair Deliller Kur'ân-ı Kerîm ayetleri; "Hz. Adem (a.s)'m insan türünden yaratılmışların ilki olduğunu ve yine ondan önce yeryüzünde bu insan türünden hiçbir varlığın yaşamadığını" destekleyici olarak gelmiştir. İşte böylece semavi kitapların hepside bunda birleşmektedir. Bununla birlikte vahye dayanan şeriatlar ile dinlerin bütün mensuplarından "Hz. Adem (a.s)'m yaratılmışların atası ve insan cinsinden yaratılmışların ilki olduğu" şeklinde gelen haberler ve rivayetlerde bunu desteklemektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen delillere gelince ise bunlar bazısını nakletmekle yetinebileceğimiz kadar çoktur. Bunlar ise aşağıda geldiği üzere şunlardır: 1. İnsanlara, atalarının Hz. Adem (a.s) olduğunu nisbet etmek suretiyle nidaların tekrar edilmesi. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Ademoğullari! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak anababanızı cennetten çıkardıysa, sakın aynı şekilde sizi de fitneye düşürmesin..." 13[13] Yine Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Adem oğullan! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve giyip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takva elbisesi ise, daha hayırlıdır..." 14[14] Yiric Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Ademoğulları! Her namaz sırasında (veya mescide giderken) zinetinizi alın. Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.."! 15[15] 11[11]

Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'I-Kur'an, 1/274. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 244-246. 13[13] A'râf: 7/24. 14[14] Araf: 7/26. 15[15] A'râf:7/31. 12[12]

2. Şanı yüce olan Allah'ın, insanların tamamının bir "a-sıP'dan geldiğini haber vermesi. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Sizi bir tek "nefis" (yani kişiden)den yaratan ve ondan da onun eşini yaratan ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinizden sakının... " 16[16] Yine Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Sizi bir tek "nefis " (yani kişi)den yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah 'tır... 17[17] Ayeti kerimelerde geçen "bir nefis" yani kişiden maksat, ancak Hz. Adem (a.s)'dır. Tıpkı Yüce Allah'ın, "eşini de ondan " (A 'raf: 7/189) sözünden maksat da ancak Hz. Havva (a.s) olduğu gibi. Çünkü ikisi de -Nisa: 4/1 Me geçtiği üzere- insan türünden yaratılmışların aslıdır. Ayeti kerime (yani Nisa: 4/1 ayeti), Hz. Adem ile Hz. Havva'dan birçok erkekler ve kadınların yaratıldığını ve ikisinden bu varlıkların türeyip yayıldığını açıklamaktadır. Buna göre Hz. Adem ile Hz. Havva'dan insanlar doğmuş, bu doğanlar zamanla türemişler ve çoğalmışlar. Daha sonrada çoğalan bu varlıklar yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmışlar... 3. Yüce Allah'ın her yaratığın evlilik yoluyla bir anne ve babadan yaratıldığını haber vermesi. Hz. Adem (a.s) bundan müstesnadır. 18[18] Çünkü Yüce Allah onu kendi eliyle 19[19] çamurdan yaratmış, daha sonra da ona kendi ruhundan 20[20] üflemiştir. Bundan dolayı da Hz. Adem (a.s), bir anne ve babadan meydana gelmeyip ancak -Allah'ın varlığına ve O'nun birliğine delalet etmesi için insanlara- bir örnek olarak tek başına yaratılmıştır. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyİe buyurmaktadır: "Hani Rabh'in meleklere: "Ben, çamurdan bir insan yaratacağım, onu yapıp ruhumdan ona 16[16]

Nisa: 4/1. A'râf: 7/189, ayrıca B.k.z: Rûm: 30/21. 18[18] Ali imrân: 3/59'da da geçtiği üzere Hz. İsa'nın durumu da Hz. Adem'in durumu gibidir. Zira Yüce Allah Hz. Adem'i anasız ve babasız yaratmıştır. Hz. İsa'yı ise babasız yaratmıştır. Bu da Yüce Allah'ın varlığını kuvvetlendirmekte ve her şeye gücünün yettiğini göstermektedir, (ç) 19[19] Sâd: 38/75'de Yüce Allah şöyle "îkı elimle yarattığım" buyurmaktadır: Bu ayette geçen "el" tabiri hakkında selef ve halef alimleri ihtilaf etmişlerdir. Selef alimleri buradaki "el" tabirinin yorumlanamayacağını söylerken halef alimleri ise Kur'an'da ve sünnette geçen bu gibi tabirlerin açıklanması gerektiğini söylemiştedir. Bundan dolayı da "el" tabirini, "kudret" ile yorumlamışlardır. Halef alinlerine göre; bu gibi tabirler yorumlanmadığı zaman Allah hakkında kulların teşbih ve tescime düşecekb-rini söylemişlerdir."Fakat Allah'ın sıfatlan konusunda sağlıklı ve tutarlı bir inanca sahip olmak için şu Üç temel hususun göz önünde bulundurulması gerekir: 17[17]

a. Allah'ın sıfatlan kendi şanına layık olup yaratıkların sıfatlarına benzemekten münezzehtir. b. Kur'an'da Allah hakkında ispat edilen sıfatlara te'vilsiz iman edlmesi gerekir. c. Allah'ın sıfatlarının keyfiyeti,İnsan aklının idrakinin ulaşamayacağı bir husustur' fProf. Dr. M. Sait Şimşek- Kur-'an Kıssalarına Giriş, sh.184) (ç). 20[20] Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ve ruhumdan ona üfür-düm" (Hicr: 15/29; Sa'd: 38/72) Ruh gibi hakkında az bilgiye sahip olduğumuz bir şey hakkında söyleyeceklerimizin dini bir anlam taşıyabilmesi İçin mutlaka sarih nasslara dayanması gerekir. Ruh hakkında Hz. Peygamber (s.a.v)'e yöneltilen bir somya vahiy kanalıyla şöyle cevap varnesİ söylenmiştir: "Deki: Rub, Rabbimin 'şlerindendir. Size ancak az bir bigi verilmiştir."(İsrâ: 17/85) Gerçi ayette az bir bilgi verildiği belirtilmekte. Zalen alimlerin çoğu bu ayette geçen "ruh" ifadesinde; bedeni canlı tutan "nüY'un kastedildiğini açıklamalardır. Buna göre ruh kavramı, Kur'an ve sünnet doğrultusunda bugünkü bilimin verileri ile açıklandığı takdirde Sanırım bu anlam tam olarak ortaya çıkaçaktır.(ç)

üflediğim zaman ona secde edin " demişti." 21[21] Yüce Allah, iblisin Hz. Adem (a.s)'a secde etmekten kaçınması hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Allah: "Ey İblis! Elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın? dedi". 22[22] Yine Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Yarattığı her şeyi güzel yaratan, başlangıçta insanı çamurdan yaratan, sonra da onun soyunu küçük bir suyun özünden var eden, sonrada onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır." 23[23] Ayeti kerimenin metninde geçen "es-sülâle" kelimesi Arapça "selle" kelimesinden türemiştir. Bu da; bir şeyi başka bir şeyden çekip çıkarmaya denilir. Mesela; kılı hamurdan "çekip çıkardım" da kullanılan anlam gibi. Buna göre meni yani damla da, ayette sülâle gibidir. Çünkü meni sırttan çekilip çıkarılır. (Bunu Kurtubî ifade etmiştir) 24[24] 4. Hz. Adem (a.s)'rn yaratılışının nasıl gerçekleştiğini ve onun, insanların atası olduğunun açıklanması. Bu Buharı ve Müslim'in "Sahîh"lerinde rivayet edilen "şefaat" hadisinde geçmektedir. Bu hadiste; "İnsanlar, kıyamet gününün musibetinden kendilerini kurtarmak için şefaat edecek kimseleri araştırırlar. Bunun üzerine insanlar, Adem'e gelirler ve ona, kendileri için şefaat etmesini isteyerek: - Ey Adem! Sen insanların atasısm. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi (bütün isimleri sana öğretti), melekleri senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Bundan dolayı Allah katında itibarın ve makamın var) Rabb'in nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu hâlimizi ve başımıza şu geleni görmüyor rnusun? derler. Adem: -Bugün Rabb'im öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü cennette iken Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa karşı geldim. (Ben Cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bana yeter) Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Nuh'a gidin diyecek......" 25[25] Darwin Teorisi 26[26] Ve Bunun Kur'an Ve Vakıayla Çelişmesi 21[21]

Sâd: 38/71-72. Sâd: 38/75. 23[23] Secde: 32/7-8. 24[24] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmil-Kur'ân, 12/109 (ç). 25[25] Şefaat hadisinin îbn Hacer el-Askalarâ'nin, Buharî'nin Sahîh'i üzerine yazdığı Fethü'I-Bari 6/371'de bulabilirsiniz. (Ayrıca Buharı, Enbiyâ 3/8, Tefsir Beni İsrail 5, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rîkâk 51; Müslim, îman 322 (193), 327 (194); Tirmizî, Kıyamet 11, (2436) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 247-251. 26[26] Bu teoriyi ortaya koyan Darwin'in kendisi olması itibariyle ona nisbetle "Danvin Teorisi" denmiştir. Darwin 1859 yılında yazmış olduğu "Türlerin Menşei" adlı kitapta "Evrim" düşüncesini ortaya koymuştur. Bu kİtabuı piyasaya çıkmasn-dan sonra büyük çalkantılar olmuş ve Darwin'e karşı büyük tepkler meydana gelmişti. 22[22]

İlk sırada Darvvİn'c karşı çıkan kilise olmuşken, daha sonra Neo-Darwinizm yani Danvin teorisine karşıt bir grup olmuştur. Bu grup, danvinistlerin görüşlerini çürütmek için görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakat bu teorinin insaniar üzerinle yapmış olduğu etkiyi ve her şeyin yaratıcısının Allah değil de tabiat olduğu görüşünün insanlar arasında yayılmasıyla vomiş olduğu zararları gören Müslüman yazarlarda, konu üzerinde araştırmalar, bilgiler vermek suretiyle insanlara bu teorinin zararlarını, nasıl ortaya çıktığını, nasıl cevaplar verildiğini vs. şeyleri anlatmak veya yazmak suretiyle yardımcı olmaya çalışmışlardır. Zaten yazar, bu konuda yazı yazanlardan alıntılar yaparak veya yazılan eserlerden ve yazarlardan bahsetmekle okuyucuya ve müslümanlara faydalı olmaya çalışmaktadır. (ç).

Daha öncede Kur'an ve sünnetten zikrettiğimiz nasslar Danvin teorisini hükümsüz kılmakta, insanın çoğalışını ve ortaya çıkışını bize açıklamaktadır. Danvin teorisine göre; insanın aslı Hz. Adem değildir. Danvin insanların ancak başka bir şeyden çekilip çıkartılması suretiyle bir kökten çoğaldığını ve A-dem'in aslından farklı bir şeyden meydana geldiği görüşünü ortaya atmıştır. Danvin'in görüşüne göre; insanın hayatı suyun yüzeyinde ortaya çıkmış küçük mikroplarla başlamış, daha sonra bu küçük mikrop evrim geçirerek küçük bir hayvana dönüşmüş, daha sonrada bu hayvan yavaş yavaş büyümüş ve kurbağa olmuş, ardından da yine evrim geçirerek kurbağa balığa dönüşmüş ve yine evrim geçirerek balık maymuna dönüşmüştür. Daha sonra da bu maymun ilerleyip gelişerek yani evrim geçirerek medeni-leşmiş ve ardından da insan olmuştur. Bundan dolayı Danvin'in nazarında insan medenileşmiş bir maymundur. Zira bu maymun zamanla, dehasıyla ve akıllıhğıyla evrim geçirerek insana dönüşmeye ve değişmeye güç yetirmiştir. Bunun üzerine ba. maymun, anlayışsız ve geri kafalı bir maymunluktan zeki yç akıllı bir insan durumuna gelmiştir... Böylece Darv/in, soyumuzu hayvana bitişik kılmaya çalışmakta ve aşiretimizi kurbağadan ve fareden oluşturmaya gayret etmektedir. Fakat biz bu şekle en yakın olarak şempanzeyi bulmaktayız. Çünkü bu tür insana benzeme bakımından maymuna en yakın olandır. İşte yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız şeyler, "evrim ve tekamül teorisi" diye isimlendirilen Danvin teorisinin özet şeklidir. Kendi soyunun ve sopunun maymundan geldiğini iddia eden Danvin, Kur'an'la açîk bir şekilde çelişkili ve semavi kitaplarda geçen Ebu'l-Beşer olan Hz. Adem (a.s)'m yaratılışına tamamen aykırıdır. Zira bütün semavi dinlerde, insanların çoğalışının Hz. Adem (a.s)'dan olduğu bildirilmektedir. Buna göre Hz. Adem (a.s), insanların en büyük atası olmaktadır. Bunun aksine saçma sapan teori, Darwin'in 27[27] ve onun teorisine inanarak kabul eden Danvin teorisine sığınanlara uymaktadır. İşte böyle kimseler maymunlukta onlarla birdirler. İnsanlardan geriye kalanlara gelince ise onlar, Hz. Adem (a.s)'dan türemişler ve ona nisbet edilmişlerdir. İşte burada akıllı olan insanın, goril, şempanze ve diğer maymun familyasından olmaya ve soyunun Hz. Adem (a.s)'dan değil de başka bir varlıktan olmasına hiç razı olur mu? Danvinizm, sefih akıl ve görüşün en ahmak olanı ve anlayış ile şuurun kaybolmasıdır. İnsanın aslı maymundan nasıl türemiş olur. Halbuki Yüce Allah, insan türünü keremli kılmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "And olsun ki Biz, Ademoğullanm keremli kıldık, onların korada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık." 28[28] Yine şanı yüce olan Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık 29[29] Buna göre Yüce Allah'ın, ademoğullarmı maymun sınıfından kılması Allah'ın kereminden midir? Veya Allah'ın onların soyunu maymuna katması yahut şempanze ile goril familyasından kılması Allah'ın üstünlüğünden midir? O zaman biz, Darwin'e tabi olanlara deriz ki: "Ey maymun ve domuzlardan türemiş oğulcağızımız! Bizden olmaya razı olanlardan mısınız? Yoksa böyle söylememize kızanlardan mısınız?" Ey Rabbim! Hidayet ancak senin etmenle olur. Senin ayetlerin haktır. Dilediğini onlarla hidayete erdirirsin. Evrim Teorisi gerçek olduğu zaman, dönüşme ve medenileşme denilen bir asırda yaşadığımız halde diğer geriye kalan maymunlar niçin evrim sonucu medenileşip de insana dönüşmemiştir!!? 30[30]

Bazı bilim adamları, DanvİnMn bir Yahudi olması itibariyle, ataları olan önceki Yahudilerin, Allah'ın emrine karşı çıktıklarından Ötürü maymuna döndürüldüklerini bildiğinden böyle bir teoriyi ortaya attığım söylemişlerdir.(ç). 28[28] Isrâ: 17/70. 29[29] Tın: 95/4. 30[30] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 252-254. 27[27]

Darwin Teorisinin İlmi Çerçevede Çürütülmesi Dr. Halim Atiyye, "Tesadduu Mezheb-i Darwin ve'l-İspati'I-İlm Ii Akideti'l Halk" adı altında telif ettiği şahane kitapta, Darwin'in görüşünü eleştirmiş ve "Evrim" ile "Tekamül" teorisini de ilmi çerçevede çürütmüştür. Bundan dolayı biz bu kitabın bazı bölümlerini, anlamaya veya işitmeye kulak veren kimselere hatırlatmak için nakledeceğiz. Dr. Halim Atiyye, mezkur kitabında bu konuda şöyle der: "Cismi ve aklı zayıf olan bu insan oğlunun etrafında aslan, fil, ayı, kaplan ve parçalayıcı hayvanların birçoğuyla birlikte yaşaması nasıl mümkündür? Danvin'in iddiasına göre, Evrim ve tekamülden bir şey meydana gelmiş olsa, maymunun medenileşerek insan olduğu gibi, önceden evrim sonucuyla maymuna dönüşen maymunların seleflerinin de insana dönüşmesi ve zamanımızda da var olan maymunların da insana dönüşmesi gerekir!! Danvin'in iddiasına göre; zamanların dönüşü ve "nesillerin geçmesiyle pirenin file dönüşmesi, karıncanın yaban sığırına (veya koyuna) çevrilmesi ve kedinin aslan olması mümkün müdür? 31[31] " Darwin Teorisinin Gerçek Amacı: Bu saçma sapan teorinin aslının deriliklerinde belli bir amacin hedef tutulduğunu bilmemiz gerekmektedir. O da, şanı yüce olan Allah'ın varlığını inkar etmektir. 32[32] Çünkü Darwin Allah'ın yarattığı bu varlığın ve bu alemin, Allah tarafından yaratıldığına, bu alemi ve insanı tabiatın icat ettiğine inanan kötü ruhlu pis bir Yahudi'dir. îşte Danvin, semavi dinleri inkar eden ve yine semavi şeriatların bu teoriyle çoğaldığını iddia eden inkarcı bir materyalisttir. Danvin'in iftira, yalan vb. şeyleri getirip bize iddiada bulunması garipsenecek bir durum değildir. Zira iftira ve yalan, şimdiki ve geçmişteki Yahudilerin ayrılmaz bir tabiatıdır. 33[33] Ne zamanki inkarcılığa ve bozgunculuğa çağıran bir davet gördüğümüzde mutlaka o davetin arkasında pis ve habis ruhlu bir Yahudi elini buluruz. 34[34] Örneğin; Aslı Yahudi olan Kari Marks, 35[35] komünizmi kurmuştur. Yine kökü ve aslı Yahudi olan Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 254-255. Danvin'in Allah'ın varlığını inkar etmesindeki neden; Kilise'nin. incil'de Hz. Adem'e dair yazılı olan "(Allah Adem'i) kendi sureti üzerinde" bu ibareyi "Alah'ın kendi sureti" şeklinde yorumlamalarından kaynaklanmaktaydı. Kilise bu ibareyi değişik şekilde yorumlayınca Fransız devriminin getirmiş olduğu çalkantiar ile kiliseye karşı oluşan tepkilerden dolayı Darwin'de Allah'ı inkar etme yoluna gitmişti. Çünkü o devirde kilise ile aydınlar arasında amansız birsürtüşme mevcuttu. Bu sürtüşmenin getirdiği sonuç ise dine karş düşmanlık, Allah'ı inkar vb.konular idi. Bunlara karşılık ise laiklik, dinsizlik, maddiyata düşkünlük, sömürgecilik vb. şeyler meydana gelmiştir. Geniş bilgi için b.k.z: Muhaınmed Kutub, Çağdaş Fikir Akımları, 1/150 (ç). 33[33] Darwin bu görüşünü ortaya atmadan önce benzer teoriyi "La Marke" denilen bir adam ortaya atmıştı. Fakat bu teori, Fransız devriminden önce ortaya atıldğından dolayı insanlar üzerinde pek fazla bir etki yapamamıştı. Bundan dolayı da Yahudiler bu teoriye yeterince destek verememişlerdi. Ama Fransız devriminden sonra ortaya çıkan çalkantılar İle La Marke'nin önceden getirmiş olduğu çalkantılar soıucunda Yahudiler ona destek vermişlerdir. Yahudiler, Fransız devrimine kadar Avrupa'daki Hıristiyan toplumlarına bir müdahafe yapamiyorlardı. Zira toplum, Yahudilerin müdahale etmelerine fırsat tanımayacak bir şekilde birbirhe bağlı bulunuyordu. Fransız devrimi ile bu fırsatı yakalamışlar ve hedeflerini sağ anlayabilmek içinde, kendilerinin işlerine yarayabilecek kimseleri kullanmşlardır. Hiç kuşkusuz bunlardan biri de Danvin'dir.(ç) 34[34] Yahudilerin bu tabiatı, Kur'ân-ı Kerîm'de çok bahsedilir. Çünkü yeryüzünde en çok tuğyanlık, aşırılık, isyankarlık, hAddi aşma vb. şeyler hep Yahudilerden ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı da Kur'an onlardan sıkça bahseder. Yahudilerin tabiatıyla ilgili geniş bilgi İçin Kur'an'a bakıîabilir.(ç). 35[35] Muhammed Kuîub, Kari Marks ile ilgiii olarak şöyle der: 31[31] 32[32]

kafir, günahkar vb. vasıflarla vasıflanmış Freud 36[36]'da aynı şekilde yardımlaşan pis ve habis ruhlu bu Yahudi'dir. Semavi dinleri ve şeriatları yıkmak için hepsi, iblisin öğrencileri ve Deccâl'in yardımcılarıdır. Bu gibi Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah'ın haram kıldıklarını mubahlaştirmada ve inkarcılıkta bütün güçlerini ve maddi imkanlarını harcamak suretiyle gece-gündüz çalışırlar. 37[37] Yüce Allah bu gibi kimselerin durumunu şöyİe anlatmaktadır: "(Yahudiler ve onların düşüncesinde olanlar) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya koşuşurlar. Halbuki Allah, (bu) bozguncuları (kesinlikle) sevmez.." 38[38] Bazı İlim Adamlarının Bu Teoriyi Kabul Etmesi: İlimden nasibi olamamış ve zoraki yüzeysel olarak açlığını gideremeyecek meyvenin kabuğu kadarbilgi elde etmiş bazı ilim adanılan, bu saçma sapan teorinin doğruluğuna ve güvenilirliğine inanırlar. Bu bozuk felsefi teoriyi kabul ederek araştırılıp ortaya çıkartılmasına veya tartışılmasına ihtiyaç duymayacak bir şekilde sağlam ve güvenilir bir teori olduğuna itibar e-diyorlar. Çünkü onlara göre bu teori, tartışılmasına veya araştırılıp incelenmesine gerek duyulmayan meşhur ve çok önemli bir teoridir!! Biz sözü onlara yönelterek deriz ki: Bu teori sağlamlığı ve güvenilirliği yeterli ilmi derecelere ulaşamamış "faraziler" ve "vehimler" den oluşmuştur. Ayrıca bu teorinin meşhur oluşu, ilim ve akıl düşüncesi çerçevesinde kabul edilmiş olmasını gerekli kılmaz. Eğer, bu teori meşhur olduğundan ötürü kabul edilecekse lanetli şeytanın şöhreti bundan daha büyüktür. Ama şeytanın şöhretinin büyük olması, onun doğruluğunu ispatlamaz. Yine biz bu batı hayranlarına deriz ki: Batılı birçok bilim adamı, bu teoriyi kabul etmemiş ve kesin deliller ile kati kanıtlarla bu teoriyi ilmi çerçevede çürütmüştür. Safsata ile oluşmuş bu teoriyi reddetmek için yazılan kitaplar arasında Amerika'da İlmi Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Criss Morrison'un "el-İlmü Yed'ü Ii'1-İman" 39[39] adlı kitabı ile dalında uzman olan profesörler ve tabiat bilimcilerinden büyüklerin söylemiş oldukları sözlerin bir araya getirilmesiyle oluşmuş -Arapça'ya "Komünizmin, Diyalektik Materyalizmin ve materyalist tarih yorumunun babası ve "Din, halkların afyonudur" şeklindeki ünlü sözün sahibi olan Marks bir Alman Yahudisi olııp 1812 yılında dünyaya gelmiş ve 1883 yılnda ölmüştür. Marks. Danvinjst teorinin özünü alarak bundan hareketle, ekonomik bir teori ve İnsanlık hayatını madde alemi ile maddenin tekamülünü ara sıra hasreden, maddenin kanunlarını insan üzerine uygulamaya çalışan bir yorum ortaya atmıştır. Ajlı zamanda duygu inanç düşünce, hareket kaynaklan, düzenleme ve kurumlar gibi hayatı ilgilendiren her bir hususu insanın içinde yaşamış oiduğu maddi ortama ve iktisadi evrime bağlı ve onların bir yansıması şeklinde değerlendirmiş, bunların maddi ortam ile ekonomik şartlan kesinlikle aşamayacağını, onların dışına çıkamayacağını belirtmiş, bu konuda i asanın rolünün iktisadi evrime ve onun gereklerine uygun hareket etmekten İteri olamayacağını öne sÜrmiştür. Çünkü bunlar Marks için "birer kesinlik (determine)"dir. Muhammed Kutub. Çağdaş Fikir Akımları J/159 (ç) 36[36] 1856 yılında doğan Freud, Avusturyalı bir Yahudi'dir. İnceleri bir doktor olarak çalışırken daha sonra sinir ve ruh hastalıklarıyla uğraşmaya başkdı. Bunun İçinde bir dispanser turdu. Daha sonra insan ruhu ve onun terkibine dair bir düşünce ortaya atmıştır ki bu düşünce, bugün Amerika ve Avrupa'daki bilim Adamlarının çoğu tarafından kabul edilmektedir. Zira onun bu düşüncesinin devri çoktan kapanmıştır. Freud'un bu düşünsel yorumu için b.k.z: Muhammed Kutub, Çağdaş Fikir Akımları, J/169/179.) 37[37] Bugün bu gibi kimseler özellikle de televizyon, gazete, dergi, broşür vb.yaymlarla insanları bozmak için uğraşmaktadırlar. Bunların arkasında ise yine Yahudi vardır. 38[38] Maide: 5/64. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 255-257. 39[39] Criss Morrison'un bu kitabı, Türkçe'ye çevrilmiştir, (ç).

da tercüme edilmiş- olan "Allah yetecellâ fi Asri'I-İlm" adlı kitabını sayabiliriz. Her iki kitap da, her şeye sevk etmek suretiyle ispat etmeyi, hedeflemekte ve bu evrim teorisi ile bu kainatın ve hayatın tabiattan varolduğunu iddia eden kimselerin sözlerini reddetmek için yazılmıştır. Ayrıca bu konuda "el-İslam ve Nazariyyatü Danvin" adı altında yeni bir kitap daha yazılmıştır. 40[40] Kitabın yazarı, faziletli üstad Muhammed Ahraed Bâşmil'dir. Bu kitap bu konuyu anlatma bakımından ilim otoritelerince güzel bulunmuştur. Doğrusu bu kitap -diğerlerine nazaran- konuyu derli toplu ele almış ve -insanların faydalanmasına sunabilmek için- konuyu geniş bir şekilde anlatmıştır. Yazar, safsata ile dolu bu teoriyi tenkit etme konusunda batılı bilim adamlarının büyüklerinden çoğunun görüşlerini de bu konuda delil olarak getirmiştir. Başka bir şekilde bu konu ile ilgili olarak onlara şöyle deriz: Doğrusu biz, Kur'ân-ı Kerîm'e ters düşen ve muhalif olan her görüşü, doğruluğuna ve güvenilirliğine bakmaksızın onun yanlış ve batıl olduğuna inanan Müslümanlarız. Çünkü sözü söyleyen kimsenin konumu ister ilerleme ve ister ilmî yönden ne kadar ileri durumda olursa olsun Kur'an'a ters düşen şeyi bir Müslüman'ın kabul etmesi mümkün değildir. O halde Müslüman bir kimse sağlam bir kanıta ve bir delile dayanmayan saçma sapan böyle bir teoriye nasıl inanabilir? Veya kabul edebilir??!" 41[41] Üstad Neccâr'ın Bu Konuyla İlgili Önemli Bir Görüşü: Bu konuyla ilgili olarak üstad Abdulvehhâb en-Neccâr'm "Kasasü'l-Enbiyâ" adlı kitabından önemli bir görüş nakletmemiz uygun olacaktır. Çünkü üstad Neccâr, bu kitabında Danvin'in görüşünü çürütmek ve kusurları ile zaaf noktalarını ise açıklamak için bazı Alman bilim adamlarının görüşlerini getirerek nakletmiştir. Bunun kısaca özeti şu şekildedir: "Maymun medeni olmaktan geri kalmış insandır. İnsan, hiçbir zaman yavaş yavaş ilerletilerek bir maymun durumuna gelmemiştir.. Bununla birlikte bu teori, araştırılmaya ve incelenmeye terkedilmiş teori olmaya devam ettiği müddetçe kesinlikle hiçbir kimse için delil olmaz. Tabiat yeryüzüne kızarak onu acımasız bir şekilde şiddetle sallayıp sarstığını ve yeryüzündeki yüksek binaları ve gökdelenleri yerle bir ettiğini, köşkleri kulübelere kattığını, dünyanın yollarını, evlerini, fabrikalarını, saraylarını (ve bunları yapanları) yok ettiğini ve yeryüzünü insan nesli yerleşmeden önceki hale döndürdüğünü bir düşünün. Bu durumda goril, şempanze ve diğer maymun türlerinin dünyayı insanlar gibi imar edebüe-, çekleri ve yine dünyada (insanlar gibi) ıslahatçılar, alimler, mucitler, kaşifler, Sokrates ve Eflatun gibi yer kürede eser bırakmış, geometri ve mühendislik aletlerini, radyo ve televizyonu, uçakları. Hücumbotlarını icat eden bilginlerinde bulunduğu bir dünyayı tekrar baştan meydana getirmeleri düşünülebilir mi? Doğrusu ben, (şahsım olarak) bunları ne zaman düşünsem, bun-Iann meydana gelmesinin mümkün olmadığını anlar maymunun daima maymun olarak kalacağını ve maymundan başka bir şey doğurmayacağı gerçeğini kesinlikle anlarım" 42[42] Hz. Adem (a.s)'ın Yaratılması Sırasında Geçtiği Merhaleler

Yazarımız Sâbûnî, Danvin'nin teorisini çürütme mahiyetinde yazıhn bu kitaplardan sadece bir kaçını zikretmiştir. Kitabın yazıldığı zamandan gürümüze kadar bu konuda birçok kitaplar daha yazılmıştır.! (ç) 41[41] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 257-259. 42[42] Abdulvehhâb en-Neccâr, Kasasü'I-Enbiyâ, s. 29. Burada güzel bir bahis vardır. Geniş bilgi için oraya 40[40]

bakabilirsiniz. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 259-260.

1. Toprak Merhalesi: Hz. Adem (a.s) ın yaratılışının esası ve gelişiminin ana maddesi topraktır. Şanı Yüce Allah, Hz. Adem (a.s)'ı yaratmak istediğinde meleklerden, çeşitli renklerdeki toprakları yeryüzünün üzerinden toplamalarını emretti. Bunun üzerine melekler Allah'ın emri üzerine istenilen toprakları yeryüzünden topladılar. Meleklerin yeryüzünden topladıkları bu topraklar, Hz. A-dem (a.s)'m yaratılışında esas tutulmuştur. Yüce Allah'ın şu ayeti buna delâlet etmektedir: "Sizi topraktan yaratması O'nun varlığının delillerinden-dir. (Sizi topraktan yaratmasının hemen akabinde) birer insan olarak yeryüzüne dağıldımz. " (Rûm: 30/20) Sahîh bir hadisi şerifte ise Rasulullah (s..a.v) şöyle buyurmaktadır: "Allah, Adem'i yeryüzünün her tarafından topladığı bir tutara topraktan yaratmıştır. Bu sebeple ademoğulları toplanan o topraklar ölçüsünde bir kısmı beyaz, bir kısmı kırmızı ve siyah, bir kısmı kötü, bir kısmı temiz ve hoş olarak dünyaya gelmiştir" 43[43] 2. Çamur Merhalesi: Allah, meleklerin yeryüzünden getirdiği bu çeşitli renkteki topraklan bir araya getirip onları suyla karıştırmıştı. İşte Hz. Adem (a.s)'da böylece birbirine tutuşturulmuş yapışık çamurdan oluşmuştur. Yüce Allah'ın şu ayeti buna işaret etmektedir: "Biz onları (birbirine tutuşturulmuş özlü ve) yapışkan bir çamurdan yaratmışızdır." 44[44] Hz. Adem (a.s) uzun bir müddet -yaklaşık olarak kırk sene-çamur şeklinde kalmıştır. Hz. Adem (a.s) bu şekilde dururken ona el vb. bir şey ile vurulduğunda ateşte pişene benzeyen bir ses onda oluşmuştu. İşte ateşte pişenden maksat, salsâl yani kuru çamur lafzıdır. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Allah, insanı ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yaratmıştır. Cinleri de, yalın bir alevden yaratmıştır." 45[45] 3. Yaratılış Merhalesi: Yüce olan Allah isteği doğrultusunda bu çamur, işitebilen, görebilen, eksiksiz, tam ve normal bir insan halini almıştır. Bundan dolayı Allah, ona kendi ruhundan üflemiş olduğundan ötürü bu insan, en güzel bir şekilde ve en mükemmel bir biçimde büyük bir ahlak ile cömert bir insan konumuna gelmiştir. Bu merhale, Hz. Adem (a.s)'ın yaratılışındaki merhalelerin sonuncusudur. Yine bu merhale, Hz. Adem (a.s)'m son şeklini almasından ötürü "Yaratılış merhalesi" diye de adlandırılmıştır. Hz. Adem (a.s)'in yaratılış merhalesinde yani ruh üfîirülmesin-den uzun bir müddet önce -yaklaşık olarak kırk sene- bu merhalede kaldığı bazı rivayetlerde geçmektedir. Berki de "Dehr" yani insan süresindeki ayeti kerime, Hz. Adem (a. s)'in bu merhalede kaldığı müddete işaret etmektedir ki Yüce Allah'ın bu ayeti şu şekildedir: Bu hadisi, Tîrmizi (2934)de; Ebu Davut (4693) de rivayet etmiştir. TLrmizi bu hadis hakkında, "Hasen- Salâh" demiştir. B.k.z: İbnü'1-Esîr, Câmiü'1-Usûl, İV/ 31 (Hz. Adem (a.s)'ın toprak merhalesine işaret eden ayetler şunlardır: Kehf: 18/37; Hacc: 22/5; Fâtır: 35/11; Ğafir (Mü'min): 40/67 vb. ayetler) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 261. 44[44] Saffât: 37/1] (Ayrıca bununla ilgili ayetler için b.k.z: En'âm:6/12, A'râf: 7/12; Mü'minûn: 23/12; Secde: 37/7; Sâd: 38/71, 76) (ç). 45[45] Rahman: 55/14-15 (Ayrıca bununla ilgili ayetîer için B.k.z Hicr: 15/26, 28, 35; Secde: 32/8;.İnsan: 76/1-2; Târik: 86/6-7) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 262. 43[43]

"İnsan, yaratılıp bahse değer bir şey olana (yani ruh üfü-rülene) kadar, şüphesiz uzun bir müddet (yaklaşık fark sene) geçmiş mıdır? 46[46] Ayeti kerimede geçen "insan" kelimesinden maksat, Hz. Adem (a.s)'dır. 47[47] Hz. Adem (a.s)'ın Nesli: Hz. Adem (a.s)'ın nesline ve onun dışındaki insanlardan geriye kalanlara gelince, Allah onları türeme ve evlenme yoluyla yaratmıştır. İnsanoğullarınm yaratılmasında Hz. Adem (a.s)'m geçirdiği merhalelerden farklı merhaleler geçirmişlerdir. İnsanoğullarının yaratılmasında geçen merhaleler şunlardır: 1. Nutfe (damla) merhalesi 2. Alaka (kan pıhtısı) merhalesi 3. Mudga (et parçası) merhalesi 4. Ruh üfürülmesi merhalesi Yüce Allah insanoğlunun geçirdiği bu merhaleleri şöyle anlatmaktadır: "Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar (Allah tarafından) di~ riltilmekten şüphede iseniz bilin ki, neden yaratıldığınızı size açıklamak için, biz sizi (ilk önce) topraktan (yani Hz. Adem'in yaratılışı) sonra nutfeden (yani insanoğlunda küçük bir damladan) sonra kan pıhtısından (yani kanın katılaşmasından) sonra da yapısı belli belirsiz bin çiğnem et parçasından yaratmışızdır." 48[48] Meleklerin Hz. Adem (a.s)'a Secde Etmeleri: Yüce Allah, Hz. Adem'e ruhun üflenmesinden sonra meleklere, Hz. Adem'e secde etmelerini emretmiştir. Fakat meleklerin Hz, Adem'e yaptıkları bu secde tahiyyât yani selam ve tekrim yani saygı secdesidir. İbadet için yapılan secde değildir. Çünkü Yüce Allah ibadet etmeye yöneltmeyi kendisinin dışında hiçbir kimse için böyle bir şeyi kesinlikte emretmez. Bazı tefsirciîerin söylediği gibi bu secde, Hz. Adem (a.s)'m bizzat şahsında şanı yüce olan Allah'a yapılmış bir secdedir. Yoksa Hz. Adem (a.s)'m bizzat şahsına yapılmış bir secde değildir. "Hz. Adem (a.s) sadece namaz kılan kimseye nisbetle kıble gibi olmuştur. Zira namaz kılan kimse, kıbleye doğru yönelerek namazını kılar. Önünde bulunan sütre vb. şeye değil. Onun secdeleri alemlerin Rabbi olan Allah'adır." İşte bundan dolayı Hz. Adem (a.s)'a yapılan secde, ona nisbetle Allah'a yapılmıştır. Böylece Allah onu tertemiz olan meleklere kıble kılmıştır. Yüce Allah'ın meleklere emrettiği bu ilahi iş, Hz, Adem (a.s)'ın yaratılışında yapılan bir töreni anımsatmaktadır. Meleklerin Hz. Adem (a.s)'a yaptıkları bu secde de Allah'ın yeni yarattığı bu çeşit insana saygı ifadesidir. Böylece melekler, insanoğlunun atası olan Hz. Adem (a.s)'a secde etmişlerdir. Bundan dolayı da Yüce Allah Hz. Adem (a.s)'a dört özelliği mahsus kılmıştır, bu özellikler, Hz. Adem (a.s)'m diğer varlıklara olan üstünlüğünü ve şeref ile yüceliğine işaret etmektedir. Bu özellikler ise şunlardır: 1. Allah'ın Hz. Adem (a.s)'ı kendi eliyle yaratması 2. Kendi ruhundan ona üfürmesi 3. Meleklerin ona secde etmeleri 4. Bütün eşyanın isimlerinin ona öğretilmesi Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Allah, Adem'e bütün isimleri Öğretti, daha sonra da eşyayı meleklere gösterip "eğer sözünüzde Dehr (İnsan): 76/1. Alimler, Hz. Adem (a.s)'m yaratılışıyla ilgili merhaleleri çeşitli şekillerde gruplandırmaya tabi tutmuşlardır. Yazarımız, bu gruplandırmalari üç mihaleye indirmiştir. Bu gruplandırmaların çeşitli olmasının nedeni, ayetlerde kullanılan i£-delerden kaynakl anmaktadır, (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 262-263. 48[48] Hacc: 22/5 (Ayrıca b.k.z: Mü'rninûn: 23/13-14) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 263-264. 46[46] 47[47]

doğru sözlü kimselerden iseniz bunların isimlerini bana söyleyin " dedi." 49[49] Hz. Mûsâ ile Hz. Adem arasında geçen kıssa da bu yüce özellikleri ve vasıfları destekleyen hadisi şerifte Hz. Mûsâ, Hz. Adem'e şöyle der: "Ey Ademi Sen, Allah'ın kendi eliyle yarattığı, ruhundan üflediği, meleklerin secde ettiği ve sana bütün eşyanın isimlerini öğrettiği Ebu'l-Beşersin (yani insanların atasısın) bizi ve kendini cennetten çıkarmana neden olan şey nedir?.. " 50[50] Allah, meleklere Hz. Adem'e secde etmelerini emredince, iblis dışında bütün melekler Allah'ın bu emrine sarılarak topluca secde etmişlerdir. İblis ise Hz. Adem (a.s)'a secde etmekten kaçınmış ve kibirlenenlerden olmuştur. İblisin kafir oluşunun sebebi ise, kendisinin Hz. Adem'den daha üstün ve ondan daha şerefli olduğu halde, "Faziletli olan, faziletli kılınmamışa nasıl secde eder?" şeklinde iddiada bulunmasından dolayıdır. Fakat habis ruhlu iblisin -Allah'ın bu emrine karşı- cevabı ise şu şekilde olmuştur: "Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan daha üstünüm" (Araf: 7/12) Yine Yüce Allah, îblisin durumunu bir başka surede şöyle anlatmaktadır: "Bütün melekler toplu halde Adem 'e secde etmişlerdi. İblis müstesna. Çünkü o,_ büyüklük taslamış ve kafirlerden olmuştu." 51[51] İblis Meleklerden midir? İblis ile ilgili ayeti kerimelerin dış görünüşü "istisna" edatı sebebiyle iblisin meleklerden olduğuna işaret etmektedir. Mesela bununla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İblis müstesna (meleklerin hepsi Adem'e) secde ettiler" (Bakara: 2/34) Bazı alimler -ayetin dış görünüşünü sözünde bulunduracak bu görüşü ileri sürerek şöyle derler: "Eğer iblis meleklerden olmasaydı, melekler gibi Hz. Adem'e secde etmekle mükellef tutulmazdı." Bu görüşü savunan alemlerin dayandıkları delil, ayeti kerimede geçen istisna edatıdır. Fakat alimlerden tahkikçi olanlara göre; iblis, meleklerden değildir. Onlar, bu konuda kısaca aşağıda gelen şu delilleri ileri sürmüşlerdir. 1. Delil: Eğer İblis meleklerden olsaydı, Allah'ın emrine isyan etmezdi. Çünkü melekler, Allah'ın emrine karşı isyan edemezler. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Melekler, Allah'ın kendilerine emrettiği emirlere isyan etmezler ve kendilerine emredilenleri yerine getirirler." 52[52] 2. Delil: Melekler, nurdan yaratılmışlardır. İblis ise ateşten yaratılmıştır. a. İblis, Kur'an'm açık ifadesiyle kendisi hakkında şöyle demektedir: "Beni ateşten onu çamurdan yarattın (yani ateş, çamura göre üstün olduğundan dolayı) ben ondan daha üstünüm" (Sâd: 38/76) Buna göre eğer iblis meleklerden olsaydı, "Beni nurdan, Adem'i de çamurdan yarattın" derdi. b. Sahîh bir hadisi şerifte Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Melekler nurdan, cinler dumansız alevden, Adem ise size vasfedilenden (yani topraktan) yaratılmıştır." 53[53] 3. Delil: Meleklerde erkeklik ve dişilik söz konusu değildir. Çünkü onlar için nesil ve soyda yoktur. Onlar sadece şanı yüce olan Allah'ın yarattığı eşsiz ve mükemmel mahlûklardır. Allah onların varlıklarını başlangıçta evlilik ve üreyip çoğalmanın dışında yaratmıştır. 49[49]

Bakara: 2/31. Bu hadisin bu varyantı; Buharî, Tefsir, Kader, Tevlıid'de geçmektedir. Hadisin tamamı için b.k.z: İbn Hacer el-Askalani, FethıTl-Bâri ala Buharî. VIH/434. 51[51] Sâd: 38/73-74. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 264-266. 52[52] Tahrim: 66/6. 53[53] Bu hadisi, Müslim, Hz. Aişe (r. anha)dan merfu olarak "Zühd" (2996)' (fc rivayet etmiştir. 50[50]

Halbuki cinler ise insanlar gibi birbirleriyle evlenirler ve bu yol ile üreyip çoğalırlar. Aynı zamanda cinler için nesil ve soyda söz konusudur. Bundan dolayı Yüce Allah, İblis hakkında şöyle buyurmaktadır: "(Ey insanoğulları!) Siz beni bırakıp onu (yani iblisi) ve soyunu mu dost ediniyorsunuz?" (Kehf: 18/50) 4. Delil: İblisin cinlerden olduğunu ve yine onun fasıklık ve sapıklığından dolayı Adem'e secde etmekten kaçındığını gösteren açık nass Kehf Sûresinde şöyle geçmektedir: "Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. Bunun üzerine iblisten başka (meleklerin hepsi Adem'e) secde etmişlerdi. İblis ise "cinlerden" idi." (Adem'e secde etmediğinden dolayı) Rabbinin emrinin dışına çıkarak fasıklardan olmuştu. 54[54] Bu açık ve sarih nasslar, cinlerin meleklerden olmadığına bir delil ve kanıt olarak yeter bile!! Fazlasına gerek yok!! Fakat bazı tefsircilerin -birinci görüşü savunanlarm-te'viline göre; "Meleklerden, "cinler" diye adlandırılan bir topluluk kastedilmektedir. Tefsircilerin bu te'vili, gerçekten ve doğrudan uzaktır. Çünkü kendisine lanet olunmuş İblisin meleklerden değil de cinlerden ve şeytandan olduğuna dair görüş, kalbi ve nefsi mutmain etmekte ve üstelik vicdanı da rahatlatmaktadır. Zira bu görüşe göre; meleklerin birbirleriyle evlenmeleri ve üreyip çoğalmaları söz konusu değildir. İblis ise cinler ve insanlar gibi üreyip çoğalabilmektedir. Yüce Allah'ın, İblisin nesli ve soyu olduğuna delâlet eden şu sözü de bu görüşü desteklemekte ve kuvvetlendirmektedir: "(Ey insanoğulları!) Siz Beni bırakıp onu (yani iblisi) ve "soyunu" mu dost ediniyorsunuz? (Kehf: 18/50) Buna göre eğer iblis meleklerden olsaydı, onun nesli ve soyu olmazdı. Çünkü meleklerin birbirleriyle evlenmeleri ve bunun sonucunda nesilleri ve soyları yoktur. Bu da, İblisin meleklerden olmadığını gösteren apaçık bir nasstır. Bu görüşün aksi ise gerçekten uzaktır: Hasan el-Basrî (rh.a) bununla ilgili olarak şöyle der: "İblis, göz açıp kapayacak kadar bile meleklerden olmamıştır. O ancak cinlerdendi." İbn Kesir, "el-Bidâye ve'n-Nıhâye" adlı kitabında bazı alimlerden alıntılar yaparak şöyle der: "İblis cinlerdendi. Zira cinler yeryüzünde fesat çıkarınca Allah onlara meleklerden oluşmuş bir orduyu gönderdi. Melekler onlarla savaştılar ve onların bir kısmını Öldürdü, bir kısmını da denizlerdeki odalara sürdüler. Cinlerin bir kısmı da o zaman melekler tarafından esir alınmıştı. İblis .ise bu savaş sırasında meleklere esir düşen kimselerdendi. Melekler onu yanlarına alıp göğe götürdüler. Bunun üzerine iblis orada kaldı. Allah, meleklere Adem'e secde etmelerini emrettiğinde iblis, Adem'e secde etmekten kaçınmıştı. Bunun üzerine de Allah, onu rahmetinden kovmuştu." 55[55] İşte bu anlatılanlarda da görüldüğü üzere, iblisin cinlerden olduğunu savunan kimseler için bir delil yoktur. Yüce Allah'ın "Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. Bunun üzeri-ne iblisten "başka " (meleklerin hepsi Adem 'e) secde etmişlerdi. " (Kehf: 18/50) ayetinde de görüldüğü üzere, iblis, istisna (yani başka/ dışında) edatının delaletiyle de, melekler gibi Adem'e secde etmekle emrolmuştur. Ayette geçen "illâ" (yani başka veya dışında) edatı, istisnaî munkatı 56[56] manasındadır. Bundan dolayı iblis meleklerden olmadığından dolayı Hz. Adem'e secde edebilirde, etmeyebilirde. Çünkü iblisin Hz. A-dem'e secde etmekle emr olunuşu, celâl ve izzet sahibi olan Rabbinden ona yöneltilerek yapılmış hususi bir emirdir. Buna, Yüce Allah'ın şu ayetiyle delil getirilmiştir. "(Allah) Sana (Adem'e secde etmeni) emrettiğim halde, seni (ona) secde etmekten alıkoyan şey nedir? dedi."

54[54]

Kehf: 18/50. Ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nİhâye, 1/67. 56[56] İstisnaî munkatı, "illâ" (yani başka, diğer hariç vb.) edatından sonra gelen kimsenin, illâ edatından önce gelenlerden olmadığını gösterir. Buna göre iblisin melekte-den olmadığını görürüz. Bu da iblisin meleklerden değilde cinlerden olduğunu gösterir. (ç). 55[55]

(A'raf: 7/12) Bu ayeti kerimede, "İblisin meleklerden bağımsız olarak Hz. Adem'e secde etmekle emr olunduğunu" göstermektedir. 57[57] Hz. Havva'nın Yaratılışı: Yüce Allah Hz. Adem (a.s)'ı yarattıktan sonra onu cennete yerleştirmişti, Hz. Adem (a.s) beraberinde bir eş ve insan olmaksızın tek başına cennette gezip dolaşmaktaydı. Hz. Adem (a.s) böyle bir durumda bulunduğu sırada günlerden bir gün uykuya dalmıştı. Bir müddet sonra uyandığında baş ucunda "Havva" diye adlandırılan -Allah'ın kendisi için cennette yalnızlığını giderecek ve onunla birlikte cennette gezip dolaşacak bir kadım buldu. Hz. Havva'ya bu ismin verilmesinin sebebi; canlı (yani Hayy) 58[58] bir şeyden yaratıldığı için bu isimle adlandırılmıştır. İbn Abbas (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Yüce Allah Hz. Havva'yı Hz. Adem'in uyuduğu bir sırada ona bir acı hissettirmeden sol eğe kemiklerinden birisini alıp 59[59] onunla yaratmıştır. Buna Yüce Allah'ın "Sizi bir tek "nefis" (yani ki-şijden yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı "eşini"de ondan var eden Allah'tır. " (A'raf: 7/189) ayeti delil olmaktadır. Bilesin ki Yüce Allah, Hz. Havva'yı bağımsız olarak tek başına mı? Yoksa Hz. Adem (a.s)m sol eğe kemiği vasıtasıyla mı yaratmıştır? 60[60] Ayeti kerimelerin dış görünüşünün gösterdiğine göre; Hz. Adem ile Hz. Havva'nın (saîât ve selâm ikisinin üzerine olsun) yaşadıkları cennet, semâda bulunan "Huld ceiıneti"dir. 61[61] Bu görüş, ehl-i sünnet alimlerinin cumhurun görüşüdür. Mutezile ve Kaderiyye ise, "bu cennetin semada bulunan "Huld cenneti" değil de yeryüzünde bulunan ve "Aden ülkesi" denilen yerin cennet olduğu" görüşünü ileri sürmüşlerdir. 62[62] Onlann bu konudaki şüpheleri şu şekildedir: "Eğer ayeti kerimelerde geçen cennet, semada bulunan "Huld cenneti" olsaydı, iblis bu cennete giremezdi. Çünkü Hz. Adem (a.s)'m Allah'ın emrine karşı işlenmiş olduğu masiyet, ayette bahsedilen cennette meydana gelmemiştir. Çünkü ayette geçen cennet "Kudüs cenneti"dir. 63[63] Ayetlerde Geçen Cennetin "Huld Cenneti" Olduğuna Dair Cumhurun Delilleri: Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 266-270. "Havva" kelimesi, Arap dili kurallarına göre Hayy (yani canlı) kelimesinden tüe-mistir. Buna göre Hz. Havva'ya, Havva denilmesinin sebebi; bir canlıdan meydana gelmesinden dolayıdır. Bu canlı da, hiç kuşkusuz Hz. Adem (a.s)'dır. Bununla ilgili açıklama birazdan yapilacaktır.(ç). 59[59] Rivayete göre; Hz. Adem (a.s)'m sol eğe kemiklerinden birisinin dinip, onunla Hz. Havva'nın yaratılrnasıyla boşalan yere Allah tamundan et lehimlenmjtir. (ç) 60[60] Yüce Allah'm: "Ey insanlar! Sizi bir tek "nefis" (yani kiş) den yaratan ve ondan da onun "eşini" var eden ve o ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar tüetip yayan Rabbinizden sakının" (Nisa: 4/1) ve "Sizi bir tek "nefis" (yani kişi)den yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı "eşini"de ondan va: eden Allah'tır" (A'râf: 7/189) ayetleri ve Rasulullah (s.a.v)'in: 57[57] 58[58]

"Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri (yani sol eğe kemiği) yende üst kısımdır. Onu,doğrultmaya kalkarsan kırarsın! Hali üzere bırakırsan, eğrilikte devam eder. Kadınlar hakkında âze hayırlı olmanızı tavsiye ederim." (Buharı Enbiyâ 1; Müslim, Rada 61-62) bu sözüde Hz. Havva'nın, Hz. Adem (a.s)'dan yaratıldığını gösterir. Hadiste her ne kadar açık bir şekildeyaratilma olayı anlatıimasa da ayetler ve yazarın rivayet ettiği bunu apaçık bir şekilde desteklemektedir. Zaten Havva'ya "Havva" denilmesinin sebebi, bir hayy yani canlıdan yaratıldığından dolayı bu isim ona verilmiştir.(ç). 61[61] Huld cenneti, müminlerin öteki alemde yerleşip içinde ebedi kalacakları cenıetin ismidir, (ç). 62[62] Ibu Kesîr (rh.a); bu görüşün, ehl-i kitaptan alındığını ve mevcut Tevrat'ta da tunun geçtiğini belirtir. Ayrıca Kurtubî'de, tefsirinde (1/302), bu bilgiyi aktarır, (ç). 63[63] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 270-272.

Alimlerin cumhuru, ayetlerde geçen cennetin Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yaşadığı "Huld Cenneti" olduğuna dair deliller getirmişlerdir. Bu delillerin en önemlileri şunlardır: 1. Delil: Cenab-ı Allah'ın bu cenneti bildirmiş olması. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ey Adem! Sen ve eşin "cennet"te iskan edin..." 64[64] Ayette geçen "el-cennet" kelimesinin başında bulunan harfi tarif yani elif-lam, zihinde daha önceden bilmen şey için kullanılır. Zihinde bilinen bu şey ise 'Huld Cenneti'dir. 2. Delil: Yüce Allah (Bakara: 2/36)da Hz. Adem'e işlemiş olduğu masiyetten dolayı bir ceza olarak yeryüzüne inmesini emretmiş olması. Bu da, cennetin semada bulunduğunu gösterir. Çünkü iniş, yüceliği ve yüksekliği gösteril-. Buna göre Hz. Adem (a.s), semada bulunan "Huld Cenneti"nden yeryüzüne indirilmiştir. Zira Yüce Allah şu ayeti kerimede bunu anlatmaktadır. "Onlara, "Birbirinize düşman olarak "inin" ve yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz" demiştik." 65[65] 3. Delil: Yüce Allah'ın "cenneti" en güzel vasıflarla vasfetmiş olması. Bu da, onun "Huld Cenneti" olduğunu gösterir. Yüce Allah bunu şöyle anlat maktadır: "(Ey Adem!) Doğrusu cennette ne acıkırsın ve ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın ve ne de güneşin sıcağında kalırsın. 66[66] 4. Delil; "Şefaat Hadisi"nde de geçtiği üzere mahşer günü insanlar Hz.Adem'e gelip; "Ey atamız! Cennetin kapısını bizim için açılmasını (Allah'tan) iste" derler. Hz. Adem'de; "Zaten atanız (Adem)in (yasak ağacın meyvesini yeme) hatası sebebinden başka, sizi cennetten çıkaran bir şey mi var sanki!" 67[67] Kurtubî, tefsirinde "Ehl-i sünnet alimlerinin, Hz. Adem (a.s)m indirdiği cennetin "Huld Cenneti" olduğunda icma ettiklerini'* muhtasar bir şekilde nakletmiştir. 68[68] İblisin Hz. Adem (a.s)'i Aldatması: Hz. Adem ve Hz. Havva cennette iskan ettikten sonra şanı yiice olan Allah cennette bulunan bütün ağaçları ve meyveleri ikisine mubah kıldı. Fakat ikisini imtihan etmek için sadece cennet ağaçlarından bir ağaçtan yemelerini yasakladı. Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Adem ve Hz. Havva'ya yasak edilen ağacın hangisi olduğunu zikretmemiştir veya onun ismini de zikretmemiştir. Yüce Allah'ın haber vermediği bu konuda delilsiz ve kanıtsız olarak sözlere dalmaya gerek yoktur. 69[69] Hafız İbn Kesîr bununla ilgili olarak şöyle der: "Yüce Allah ayette sözü edilen ağacın adını ve vasıflarını zikretmeyip belirsiz bırakmıştır. Eğer bu ağacın adını ve vasıflarını belirtmekte fayda olsaydı, -Kur'an'da belirsiz bırakılan diğer yerlerde 64[64]

Bakara: 2/35. Bakara: 2/36 (Ayrıca bununla Ügilİ ayetler için b.k.z: AVâf: 7/13, 18; Sâd: 38/77)(ç). 66[66] Tâhâ:2O/118-119. 67[67] İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'I-Bârî alâ şerhî'l-Buharî, VI/371. (Müslim "Sa-hîh"inde Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etmiştir: "İçinde güneşin doğdığu en hayırlı gün Cuma günüdür; o günde Adem yaratıldı, o günde cennete kondu, o günde de "cennetten" çıkarıldı ve o günde kıyamet kopacaktır) (ç). 68[68] Kurtubî, Câmiu li Ahkamı'1-Kur'an. 1/303 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 272-273. 69[69] İbn Cerîr et-Taberî der ki: "Hz: Adem ve onun zevcesi, cennet ağaçlan arasında belirli bir ağacın meyvesini yemekten nehyolunrmışlardı. Odar bu meyveden yemişlerdir. Bunun hangi ağaç olduğuna dair bir bilgimiz yoktur. Çünkü Allah bu konuda ne Kur'ân-ı Kerîm'de bir delil koymuştur, ne de Sahîh sünnette vardır. Onun buğday olduğu, üzüm ağacı olduğu, incir ağacı olduğu da söylenmiştir. Bunlardın herhangi birisi olabilir. Ancak bilindiği takdirde bilene faydası olmayacağı gibi bilinmediği takdirde de zaran olmaz." (el-Esas fTt-Tefsir: 1/130) (ç). 65[65]

olduğu gibi- Allah bunu bize belirtir ve gerekli açıklamayı yapardı." 70[70] Yüce Allah, Hz. Adem ve Havva'ya lanetli iblisin hilesine karşı sakınıp uyanık olması için uyarıda bulunmuştu. Fakat onlar, Allah'ın -kendilerine yapmış olduğu- bu tavsiyeyi unutmuşlar ve iblisin "eğer size yasak edilen bu ağaçtan yerseniz, cennette ebedi olarak kalırsınız" şeklindeki sözüyle ikisi de iblisin bu hilesiyle aldatılmış oldular. Özellikle de iblis, ikisine açık ve bariz yeminle yemin ettikten sonra ikisi de, kendilerine yasak edilen bu ağaçtan yediler. Buna göre ikisi de cennette ebediyen kalacaklardı. Yüce Allah bunu şöyle anlatmaktadır: "Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldayıp, "Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada ebedi kalmanızı önlemek içindir. Doğrusu ben, size öğüt verenlerdenim" diye ikisine de yemin etti. 71[71] Hz. Adem ve Hz. Havva kendilerine -Allah tarafından- yasak edilen ağaçtan yiyince, elbiseleri yani avret yerleri açıldı ve daha sonra Allah'ın emrine muhalefet ettiklerinden dolayı da cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirildiler. Bazı tefsircüer bu konuda şöyle derler: "Hz. Adem, Allah'ın, kendisine yasakladığı ağaçtan yemeyi te'vil ederek ve şeytanın yeminine inanarak yemişti. Çünkü Yüce Allah ona, adını ve vasıflarını belirsiz bıraktığı ağacın bizzat kendisinden yemeyi yasaklamıştı. O halde Hz. Adem (a.s) kendisine yasaklanan ağacın dışında bu ağacın cinsine benzeyen başka bir a-ğaçtan yemiştir, (yani yasaklanan ağaçtan değil) Sahüı olan ise Hz. Adem (a.s)'m ilahi azabı unutarak yasaklanan ağaçtan ye-mesidir. Çünkü Yüce Allah'ın, "Andolsun ki Biz, daha önce Adem 'e ahid (yani ona yasaklanan ağaçtan yememesi için emir) vermiştik Fakat o (kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu ve Biz onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve yönelme) bulmadık" ayeti de buna delâlet etmektedir. " (Tâhâ: 20/115) 72[72] Hz. Adem (as)'ın Oğulları Habıl İle Kabil'in Kıssası Tarihçilerin ve ilim ehli kimselerin naklettiklerine göre, Hz. Adem (a.s), Hz. Havva'dan her batın doğumda biri erkek, diğeri kız olmak üzere yirmi batın (yani kırk) çocuk elde etmişti, Hz. Adem (a.s) her batında doğan erkeği ve kızı birbiriyle evlendirmiyordu. Bundan dolayı Hâbîl'in, Kabil'in kız kardeşiyle evlenmesi gerekiyordu. Fakat Kabil'in kız kardeşi Hâbil'in kız kardeşinden daha güzel ve daha çekici olduğundan dolayı Kabil, kız kardeşini kardeşi Hâbil'e vermeyi uygun bulmadı. Hz. Adem (a.s) ise Kabil'e, Hâbil'in kız kardeşiyle evlenmesini emretmişti. Kabil ise Hâbil'in kız kardeşiyle evlenmekten kaçındı ve kendi kız kardeşiyle evlenmeyi istedi. Buna karşılık kız kardeşini Hâbil'e vermeyip ona: "-Onunla evlenmeye, ben, senden daha layığım ve müsta-hakım" dedi. Durum bu şekilde uzayıp gidince, Hz. Adem (a.s) ikisine, "Allah'a birer kurban takdim etmelerini emretti. Kimin kurbanı kabul edilirse, kabul edilmeyen diğerinin kız kardeşini alacaktı ve onlara: - "Hanginiz onunla evlenmeye layıksa, Allah gökten bir ateş indirecek ve onun kurbanını yok edecek" dedi. Hâbil, semiz genç bir koyunu kurbanlık için ayırdı. Zira Hâbil, koyun sahibi bir kimseydi. Bundan dolayı Hâbil, kurbanlık için yanında bulunan koyunların en güzelini seçmişti. Kabil ise çiftçi birisiydi. Aynca ekin sahibi bir kimseydi de. Kurban için yanında bulunan koyunların en kötüsünü seçmişti. Hâbil ve Kabil kurbanlarını emredilen yere koydular. Bunun üzerine gökten bir ateş inip Hâbil'in kurbanını yaktı. Buna göre Hâbiî'in kurbanı kabul olunmuştu. Kabil'in kurbanı ise kabul olunmamıştı. Kabil, kurbanının Allah tarafından kabul edilmeyişine kızdı. Bunun üzerine kalbindeki kıskançlığı İbn Kesîr, el-Bİdâye ve'n-Nihâye, 1/69. Araf: 7/20-21. 72[72] Kurtubî, el-CâmiuliAhkami'1-Kur'an, XI/251. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 273-275. 70[70] 71[71]

ve azgınlığı daha da kabardı ve Hâbil'in yanma varıp: - "Ben seni mutlaka öldüreceğim, ta ki kız kardeşimle evleninceye kadar" dedi. Bunun üzerine Hâbil ise: -"Doğrusu Allah, takva sahibi kimselerin kurbanını kabul eder." şeklinde karşılık verdi. Kıssanın sonunda ise Kabil, kardeşi Hâbil'i öldürmeyi istedi ve onu öldürdü. Hâbil'i öldürmesi itibariyle hüsrana uğrayan kimselerden oldu. Yüce Allah bu kıssayı Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır: "Onlara (yani kitap ehline) Adem 'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat (ki hasedin ve çekemezliğin neler getirdiğini öğrensinler) Hani ikisi (Allah'a) birer kurban takdim etmişlerdi de; birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul olunmayan) O (yani Kabil); "Andolsun (senin kurbanın kabul olunduğundan dolayı) seni öldüreceğim" demişti. (Kardeşi Hâbil'de ona): "Allah, ancak takva sahibi kimselerin (kurbanını) kabul eder. Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben, seni öldürmek için elimi sana u-zatmayacağım. Şüphesiz ki ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Dilerim ki sen, benim günahımı da kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası da işte budur" demişti. Bunun üzerine (Kabil) kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürdü de, hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek için ona, yeri kazan bir karga gönderdi, (bunu görünce) "yazık olsun banal Bu karga gibi olmaktan aciz kaldım ve kardeşimin ölüsünü Örtmedim" demişti. Artık pişmanlık duyanlardan oldu. 73[73] Hadisi şerifte de geçtiği üzere, Rasulullah (sav) bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Bir kimse zulüm yoluyla öldürüldüğünde öldürülenin kanının günahından, Adem'in oğlu (Kabil'de kardeşi Habil'i öldürdüğünden dolayı) gerekli payını alır. Çünkü o, öldürme sünnetini (yani olayını) başlatan kimselerin ilkidir." 74[74] Hz. Adem (a.s)'in Yeryüzünde İstihlâf 75[75] Edilmesinin Hikmeti: Hz. Adem (a.s)'ın yeryüzündeki istihdafında yüce hikmetler vardır. Çünkü bunlara, Hz. Adem (a.s)'ın yaratılış kıssasında geçen ayetlerde işaret edilmişti... Bu hikmetler Hz. Adem'in kendisi ile nesli arasında bir bağlantının devam etmesi için yeryüzünün imar edilişindeki Yüce Allah'ın geniş ilmine ve ezeli hikmetine işaret etmektedir. Bundan dolayı eğer Yüce Allah nıahlukatı yaratmamış olsaydı, yeryüzü imar edilmemiş, orada milletler ve ümmetler ile yaratıklar ve nesiller olmazdı. îşte bu hikmetler, meleklerin ilminden uzak olmuştu. Bundan dolayı da Yüce Allah onlara bu varlığı yaratmasındaki hikmeti ve garip bir duruma sahip bu yeni mahluku istihlâf etmesindeki sırları Mâide: 5/27-31. Geniş bilgi için b.k.z: İbn Cerîr Taberî, Tarihü'I-Taberî, 1/162; İbn Kesîr, elBidâye ve'n-Nihâye, 1/86). 74[74] Bu hadisi, Buharı, Enbiyâ (6/364) de; İbn Hacer el-Askalanî, Fethü'l-Bâri'de; Müslim Kasâme (3/1304)de; Ahmed b. Hanbeİ. Müsned, 1/383 rivayet etmiştir, (Ay-nca b.k.z: Suyuti, Camiu's-Sağir, H. No 4670)(ç) 73[73]

İbn Kesîr, bu hadisle ilgili olarak şöyle der: "Ne var ki kıyamet gününde bazı şahıslarla şöyle bir duruma rastlanılabilecktir: Öldürülen, öldürenden hak talebinde bulunacaktır. Öldürenin dünjada iken işlediği iyi ameller, öldürülenin bu talebini karşılayamayacak, böyle olunca da öldürülenin günahları, öldürenin boynuna yüklenecektir. Öldürme dışındaki haksızlıklarla ilgili böyle bir Sahili hadis mevcuttur. Adam öldürmekse. Haksızlıkların en büyüğüdür: (İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/87) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 276-278. 75[75] İstihlâf lügatte, tayin etme, vekil bırakma, aday göstermelerine geçirme vb. manalara gelir. Yüce Allah'ın Hz. Adem'i istihlâf etmesi demek; oıu ve onun soyundan gelenleri, yeryüzünde kendi adına vekil bırakması yani halife kılması demektir. (Ç).

onlara muttali kılmasının sebebini açıklamadıkça, onlar Yüce Allah'ın bu önemli hikmetini anlayamadılar. Yüce Allah bu hikmeti Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır: "Hani Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Bunun üzerine (melekler): "Biz seni hamd ile teşbih ve takdis edip dururken yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın?" demişlerdi. Bunun üzerine (Allah'da): "Ben, sizin bilmediklerinizi bilen birisiyim" dedi." 76[76] Üstad Abdüîvehhâb en-Neccâr, "Kasasü'I-Enbiyâ" adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Yüce Allah Hz. Adem (a.s)'ı yeryüzüne istihlâf etmekte hiçbir kimseden gizlemiştir. Yalnız bu istihlâfın meleklerden gizli tutulması, ilahî hikmetin tek başına bir manayı kapsamadığını göstermek içindir... Eğer Yüce Allah -Adem'in yerine-meleklerin yeryüzünde istihlâf etmiş olsaydı, bu kainatın yaratı-lışmdaki sırlar bilinmezdi ve oradaki çoğu ilimler ile seçkin kimseler bulunmazdı. Çünkü melekler -yaratılış itibariyle- yeryüzünde bulunan bir şeye ihtiyaçları yoktur. Zira onların vasıfları ve özellikleri, insanların vasıflarına ters düşen ve farklı olan-vasıf üzeredirler. Bundan dolayı gemiler yapılmaz, ekin ekümez-biçilmez, eşyanın Özellikleri, kimyevi terkipler, tabiî faydalar, psikoloji ve insanın yıllarını harcayarak sonuna ulaşamadığı birçok bilimler anlaşılmazdı. Buna göre şanı yüce olan Allah, bunun gibi şeylerden münezzehtir." 77[77] Hz. Adem (a.s) Nebi midir?: Kati bir şekilde Hz. Adem (a.s) nebilerdendir. Bu görüş, a-limlerin cumhurunun görüşü olup bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur. İhtilaf sadece Hz. Adem (a.s)ın resul mü? Yoksa resul değil midir? Ve elçi olarak bir kavme gönderilmiş midir? hakkında-dır.... Hz. Adem (a.s)'m nübüvvetine dair delillere gelince bunlar, , Kur'ân-ı Kerîm'de ve sünnette geçmektedir... Fakat bu deliller, Kur'ân-ı Kerîm'de açık ve bariz bir şekilde değildir. Bundan dolayı nübüvvet yani peygamberlik lafzı, Hz. Adem (a.s)'m dışında Hz. İbrâhîm, Hz. İsmâîl, Hz. Mûsâ, Hz. İsa ve daha birçok peygamberlerin de olduğu gibi Hz. Adem (a.s) için peygamberlik lafzı açık bir işaretle kullanılmamıştır. Fakat Yüce Allah ona vasıtasız olarak direkt hitap ettiğini Kur'an'da belirtmiş ve bu hitapta ona bir yol açarak; bir resul olarak gönderilmeksizin ona bazı şeyleri yapmasını emretmiş, bazı şeyleri yasaklamış, birtakım şeyleri helal kılmış ve birtakım şeyleri haram kılmıştır. İşte bu -daha önce anlattığımız gibi- nebüiğin manasıdır. Hz. Adem (a.s)'m risâletine yani resul olduğuna gelince ise bunda ihtilaf vardır. Bazı alimlerin görüşüne göre; Hz. Adem (a.s), resuldür ve kendi nesline Peygamber olarak gönderilmiştir. Bazı alimlerin görüşüne göre ise Hz. Adem (a.s), resul olmayıp sadece nebidir. Buna da, Müslim'in Sahîh'inde geçen şu şefaat hadisini delil olarak getirmişlerdir: "İnsanlar, Nuh'a giderek ona: "Sen, Allah'ın yeryüzü halkına gönderdiği 'resullerin ilkisin' derler." 78[78] Buna göre eğer Hz. Adem (a.s) resul olsaydı bu sözü kullanmazlardı, derler. Fakat Hz. Adem (a.s)'m risaletini yani resul plduğunu savunanlar ise bu sözü, tufandan sonraki resullerin ilkinin Hz. Nûh (a.s) olduğu şeklinde te'vil etmişlerdir. Doğrusu bu işin hakikatini Allah bilir. Tercih edilen görüş ise alimlerin cumhurunun, Hz. Adem (a.s)'m nebilerden olduğu görüşüdür. Hz. Adem (a.s)'in peygamberliği ile ilgili Kur'an'daki delillere gelince ise onlar şunlardır: 1. Delil: Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Allah, 'Adem'i, Nuh'u, İbrâhîm ailesini (n soyundan gelenleri) ve İmrân ailesini (n soyundan gelenleri) alemlerin üzerine seçmiştir." 79[79] 76[76]

Bakara: 2/30. Abdüîvehhâb en-Neccâr, Kasasü'l-Enbiyâ, s. 6. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 278-279. 78[78] Buharî, Enbiyâ 3, 8 Tefsir-i Beni İsrail 5; Müslim, İman 327 (194); Tirmizî. Kıyameti 1 (2436). 79[79] Ai-i İmrân: 3/33. 77[77]

Ayeti kerimenin dış görünüşü ve risalet ile olduğu kastedilmektedir. 2. Delil: Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Onlara "inin oradan hepiniz, tarafımdan size bir yol gösterici mutlaka gelecektir. Cundan dolayı Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" dedik." 80[80] Bu ayeti kerimede ise Yüce Allah'ın bir yol göstericiyi göndereceğine dair sözü ve risâlete işaret vardır. 3. Delil: Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Daha sonra Rabbi onu (yani Adem 'i peygamberliğe) seçip (işlemiş olduğu günahtan dolayı onun) tövbesini kabul etti ve onu hidâyete eriştirdi. " 81[81] Ayetin dış görünüşüne göre; Yüce Allah'ın onu seçmesi ve onun tövbesini kabul etmesi, ancak Allah'ın Hz. Adem (a.s)'ı nübüvvete ve risâlete seçtiğine delâlet etmektedir. Nebevi sünnette geçen delillere gelince bunlar, Hz. Adem (a.s)'m peygamberliğine açık bir şekilde delâlet etmektedir. İşte bu deliller, şu hadislerde geçmektedir: 1. Ebu Saîd el-Hudri'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet gününde Ademoğullarmm efendisi (övünmeksi-zin) benim orada hamd sancağı (övünmeksizin) benim elimdedir ve o gün "Adem ve diğer (Peygamberlerde" dahil olmak üzere benim sancağımın altında olmayan hiçbir Peygamber yoktur." 82[82] 2. Ebu Zerr el-Gifari (r.a)'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Resulü! Nebilerin ilki hangisidir? diye sordum. O da: - "Adem'dir" buyurdu. Ben: - "Ey Allah'ın resulü! O nebi midir?" diye tekrar sordum. O da: - "Evet! O Allah ile konuşan bir nebidir" buyurdu. Ben: - "Ey Allah'ın resulü! Resullerin sayısı ne kadardır?"diye sondum o da: - "Üç yüz on kişilik bir grup" buyurdu." Bu hadisi, Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. 83[83] İşte bu delillerle, Müslüman alimlerin Hz. Adem (a.s)'ın nübüvvetinde ittifak ettiklerini görmekteyiz. Zaten bunda hiçbir ihtilaf yoktur. Doğruyu en iyi bilen Yüce Allah'tır. 84[84] Hz. Adem (a.s)'ın Peygamberliği Etrafında Dolaşan Şüpheler Bazen birisi çıkıp da, "Hz. Adem peygamberlerden olduğu halde Allah'ın emrine nasıl isyan etmiştir? Halbuki peygamberler günahları işlemekten korunmuşlardır" şeklinde bir söz söyleyebilir. Buna cevap ise şu şekildedir. Bu konu daha önce "Peygamberlerin Masumiyeti" bölümünde genişçe geçmişti. Biz ise bunu şimdi kısaca şöyle Özetleyebiliriz: 1. İşte bu yani Hz. Adem (a.s)'ın Allah'ın emrine isyan etmesi, Hz. Adem (a.s)'dan unutarak meydana gelmiştir. Kasten ve bilerek meydana gelmemiştir. : Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Andolsun ki Biz, daha Önce Adem'e ahid (yani ona yasaklanan ağaçtan yememesi için emir) vermiştik. Fakat o (kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu ve biz onda (Allah 'in emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve yönelme) bulmadık." 85[85] İşte bu, Kurtubî'nin de tercih ettiği görüştür. 86[86] 2. Hz. Adem (a.s), yasaklanan ağaçtan yeme hususunda te'vil etmişti. Çünkü Hz. Adem (a.s), Yüce 80[80]

Bakara: 2/38. Tâhâ: 20/122. 82[82] Bu hadisi Tirmizî, Menâbb (36İ8)de rivayet etmiştir. Tirmizî, bu hadisin, "Hasen Hadis" olduğunu söylemiştir. 83[83] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/178 (Ayrıca bu hadis, îbn Hibban'm Sahîh adlı kitabında, Ebu Zerr el-Gıfari'den rivayet edilmiştir.). 84[84] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 280-283. 85[85] Tâhâ:20/115. 86[86] Kurtubî, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an, 11/251. 81[81]

Allah'ın "ikinizde bu ağaca yaklaşmayın" (Bakara: 2/35) ayetinde geçen ağaçtan maksadın, bizzat bu ağaç olduğunu zannetmişti. Bundan dolayı da yasaklanan ağacın dışında bu ağacın cinsine benzeyen başka bir ağaçtan yemişti. Bundan dolayı Allah'ın emrine aykırı muhalefet meydana gelmiştir. 3. Hz. Adem (a.s)'m yasaklanan ağaçtan yemesi peygamberliğinden önce idi. Bundan dolayı da Hz. Adem (a.s), yasaklanan ağaçtan yediği sırada daha henüz Peygamber değildi. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Daha sonra Rabbi onu (yani Adem 'ipeygamberliğe) seçip tövbesini kabul etti ve onu hidâyete eriştirdi." 87[87] Melekler ile Cinler Arasındaki Fark Nedir? Tevhidi düşünceye sahip alimler, melekleri şöyle tanıtıyorlardı: 1. Melekler: Nurani latif istedikleri herhangi bir şekle bürünmeye ve girmeye güçleri yeter, erkeklik ile dişilikle vasıfla-namayan ve ibadet etmek ile itaat üzere yaratılmış varlıklardır. Yüce Allah meleklerin vasıflarını şöyle anlatmaktadır: "Melekler Allah'ın kendilerine emrettiğine isyan etmezler ve kendilerine emredilenleri yerine getirirler." 88[88] Melekler, üreme yoluyla çoğalamazlar, birbirleriyle evle-nemezler olağanüstü güçlere sahiptirler ve onlara herhangi bir suret ile hükmedilmez. Cinlere gelince ise onlar; süflî (saf ateşin karışımından o-luşmuş) dumansız alevden yaratılmış istedikleri herhangi bir şekle girmeye güçleri yeten, birbirleriyle üreyip, çoğalabilen birbirleriyle evlenip çoğalmaları şeklinde nesilleri olan ve erkeklik ile dişilikleri var olan varlıklardır. Onlar insanlar gibi Allah'a ibadet etmekle ve itaat etmekle mükelleftir. Onların grisinde müminler ve kafirlerde vardır ve belli bir suretleri rdır. Melekler ile cinlerin yaratılışı arasındaki açık fark ve görü-îi değişiklikler; yaratılışlarının temelindeki yücelik sebebiyle duğu bu tariflerden anlaşılmaktadır. 2. Buna göre melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler ise imansız alevden yaratılmışlardır, Hz. Peygamber(sav)'in şu zü de bunu göstermektedir: "Melekler nurdan, cinler dumansız alevden ve Adem ise si-vasfedilenden (yani topraktan) yaratılmıştır." 89[89] Yüce Allah ise cinlerin neden yaratıldığını şöyle latmaktadır: "Cinleri de daha önce (yani insanın yaratılışından önce) mansız alevden yaratmışızdır." 90[90] 4. Yüce Allah, melekleri bir başlangıcı olan yeni bir varlık dinde yaratmıştır, üreyip çoğalmaları olmadığından dolayı ceklik ve dişilikleri yoktur. Ama cinlere gelince, insanlar arasında olduğu gibi dişilik, teklik, ve birbirleriyle evlenme gibi durumları vardır. 5, Melekler, eşya ve canlı cisimlerin şekline girmeye güçle-/eter. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'den ve sünnetten çok sayıda sslar sabit olmuştur. Mesela; Yüce Allah Hz. Cebrail (a.s)'a ir şöyle buyurmaktadır: a. "Bunun üzerine ona (yani Meryem'e) ruhumuzu (yani brâil'i) gönderdik. Fakat (Cebrail) tam bir insan şekline gire-: ona görünmüştü" 91[91] b. Yine Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s)'ın misafirlerinden şöyle haber vermektedir: "(Ey Muhammedi) İbrâhîm 'e ikram edilmiş misafirlerinin haberi sana gelmedi mi? Onlar, ibra-hîm'in 87[87]

Tâhâ: 20/122. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 284-285. 88[88] Tahrim: 66/6. 89[89] Müslim, Zühd (2996). Bu hadis, daha önce de geçmişti. 90[90] Hicr: 15/27. 91[91] Meryem: 19/17.

yanına girip: "Selam olsun sana" demişlerdi, ibrahim 'de: "Selam size " demişti. İçinden de, onların "tanınmış bir topluluk" olduğunu geçirmişti." 92[92] Melekler, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yanma erkek insanlar şeklinde girmişlerdi. Hz. İbrâhîm (a.s) onların önüne yemek getirip koyduğunda onlar, takdim edilen yemekten kaçındılar. Onların bu davranışlarından dolayı Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kalbine bir çeşit korku düşmüştü. Melekler, Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu durumunun farkına varınca Hz. İbrâhîm (a.s)'a kendilerinin insan olmadıklarını ve Hz. Lût(a.s)'m kavminde bulunan yalancıları helak etmek için Allah'ın onlara gönderdiği melekler olduğunu haber verdiler. c. Melekler, Hz. Lût (a.s)'a tüyü bitmemiş güzel ve yakışıklı bir genç şeklinde geldiklerinde, Hz. Lût(a.s)"n kavmi içerisinde bulunan akılsız kimseler onların geldiklerini haber aldıklarında meleklere kötü fiillerini yapmayı arzuladılar. Böylece Hz. Lût(a.s)'ın kavmi içerisinde bulunan kimseler Hz. Lût (a.s)'a koşarak geldiler. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Elçilerimiz (İbrâhîm 'in yanından çıkıp) Lût'a gelince; onların gelmelerinden dolayı (kavminin onlara kötü fiillerde bulunmaya kalkışacaklarından dolayı) üzüldü ve (onları yeterince koruyamayacağından korktuğundan dolayı) endişelenip sıkıldı ve işte (bugün) çok çetin bir gün (olacak) dedi. Kavmi (Lût'a misafirlerin geldiğini haber aldıklarında) ona koşa koşa geldi-te Zira onlar, Önceden beri kötü fiiller işlerlerdi- (Kavmi'tan misafirlerini istediğinde onlara): "Ey kavmim! İşte kızlanın, bunlar sizin (onlardan) daha temizdir. Allah'tan korkun! Misafirlerime karşı beni rezil etmeyin. İçinizden doğru düşünen hiçbir kimse yok mu? Dedi. Bunun üzerine onlar: "Sende bilirsin ki, senin kızlarınla bir ilgimiz yoktur. Ne istediğimizi sen daha iyi bilirsin" dediler. (Lût'ta) "Keşke size karşı koyabileceğim bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere (yani güçlü birisine) sığınsaydım" dedi. (Bunları gören melekler Lût'a): "Ey Lûtl Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar asla sana ilişemeye-ceklerdir. Bir ara geceleyin ailenle birlikte yola çık! Karının dışında (ailenden) hiçbir kimse geriye dönüp bakmasın. Doğrusu onların başına gelen, onun da başına gelecektir. Onlara tayin edilen (helak olma) zamanı sabahleyindir. Sabah yakın değil mi? " dediler." 93[93] Burada görüldüğü üzere melekler, istedikleri herhangi bir şekle bürünmeye ve girmeye güçleri yeter. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde de geçtiği üzere Hz. Ömer (r.a)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Bir ara Resulullah (s.a.v)'in yanında oturmaktaydık. O sırada yanımıza elbisesinin beyazlığı ve saçının siyahlığı çokça olan üzerinde yolculuk eseri görülmeyen ve bizden hiçbir kimsenin tanımadığı birisi yanımıza çıka geldi ve Resulullah (s.a.v)'e, imandan, İslam'dan, ihsandan ve kıyametin kopacağı vakitten sordu. Resulullah (sav)'de ona geniş bir şekilde cevap verdi. (Yolcu çekip gittikten sonra) Resulullah (s.a.v) sahabelerine: - "Soru soranın kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabeler: - "Allah ve Resulü (bizden) daha iyi bilir" dediler. Resulullah (s.a.v): - "Soru soran o kimse Cebrail idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti, buyurdu." 94[94] Cinlerde istedikleri herhangi bir şekle bürünmeye ve girmeye güçleri yeter. Onlar, insanlardan bir topluluk şeklinde Resulullah (s.a.v)'e gelmişler, ondan Kur'an dinlemişler ve daha sonra da iman edip kavimlerine uyarıcılar ve tebliğciler olarak dönmüşlerdir. Nitekim Yüce Allah bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Hani Kur'an 'ı dinlesinler diye sana cinlerden bir topluluğu yöneltmiştik. Onlar yanına gelince (birbirlerine) "Susun (ve Kur'an'ı) dinleyin" demişlerdi. (Resulullah'in Kur'an okuması) tamamlanınca her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi. (Kavimlerine geldiklerinde onlara): "Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Mûsâ 'dan sonra indirilen ve kendinden öncekileri (yani ondan önce peygamberlere indirilmiş kitapları) doğrulayan, hakka ve dosdoğru yola ileten bir kitap dinledik Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine (yani Muhammed'e) uyun ve ona iman edin ki, Allah 92[92]

Zâriyât; 54/24-25. Hûd: 11/78-81. 94[94] Bıı hadisi, Buharı ve Müslim, Hz. Ömer b. Hattab'dan rivayet etmiştir. 93[93]

sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem verici bir azaptan kurtarsın. Allah 'in davetçisine uymayan kimse bilsin ki, Allah'ı yeryüzünde aciz bırakamaz ve onların ondan başka dostları da yoktur. İşte onlar (yani Allah'ı aciz bırakmaya çalışanlar ve Allah 'dan başka dostlar edinenler) apaçık bir sapıklık içerisindedirler" 95[95] Buna göre cinler, bu yönden yani istedikleri şekle girmeye ve bürünmeye güçlerinin yetmesinde meleklere benzerler. Fakat cinler, meleklerden şu konuda farklıdırlar: Cinler bir şekle girme ile hükmedilir, melekler ise bir şekil ile hükmedilmez. Bunun manası şudur: "Eğer cinler insan ve kuş şekline dönüşseler veya girseler, insan, cine doğru bir ok doğrultup atsa insanın kılıçla veya mızrakla öldürüldüğü gibi ölür. Fakat melek hangi şekle veya surete girerse girsin o suret üzerine hükmedilmez. Bundan dolayı eğer insan, meleğe doğru bir ok doğrultup attığında veya ona karşı bir cinayet işlemeye kalkıştığında melek öldürülmez. Zira melek, insan veya başka bir şekle girmiş olsa bile ezadan bir şey ona nail olmaz. 6. Ayrıca melekler, cinlerden şu konularda da farklıdırlar: Melekler yemezler, içmezler, onların arasında insanlar gibi çekişme ve masiyeti işleme yoktur. Bunlarla birlikte istikâmet," ibadet etmek ve itaat etmek üzere yaratılmışlardır. Nitekim Yüce Allah, meleklerin bu vasıflarım şöyle anlatmaktadır: "Melekler, gece-gündüz bıkmadan (ve usanmadan Allah'ı) teşbih ederler." 96[96] Yine Yüce Allah, onlarla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Melekler, Allah'ın kendilerine emrettiğine isvan etmezler ve kendilerine emredilenleri yerine getirirler." 97[97] Cinlere gelince ise, onların arasında müminler, kafirler, iyiler, günahkarlar vardır. Bunlardan dolayı cinler, bu çerçevede insanlar gibidirler. Nitekim Yüce Allah, iblisinde cinlerden olması itibariyle ondan şöyle haber vermektedir: "iblis, cinlerden idi. (yaptığı kötü fiilden dolayı) Rabhinin emrinin dışına çıktı, (yani fasık oldu) " (Kehf: 18/50) Yine Yüce Allah, "Cin Sûresinde" cinlerden şöyle haber vermektedir: "(Cinler) "İçimizde, Müslüman olanlarda yazık edenlerde vardır. Buna göre Müslüman olan kimseler işte onlar, doğru yolu arayanlardır. Kendilerine yazık edenlere gelince ise onlar, cehennemin odunları oldular." 98[98] Cinler, diğer insanlar gibi şer'î hükümlerle ve tekliflerle mükelleftirler. Yüce Allah bu durumu şöyle anlatmaktadır: "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattim. 99[99] Cinlerin içerisinde de Allah'ın emirlerini ve nehiylerini tebliğ eden resuller ve nebiler vardır. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle haber vermektedir: "Ey insanlar ve cinler topluluğu! "içinizden " (minkum) size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün (yani kıyamet gününün) gelip çatacağından sizi uyaran "sizden'[peygamberler gelmedi mı? 100[100] Ayette geçen "minkum" zamiri onların içerisinde hem insanlardan bir peygamberin ve hem de cinlerden bir peygamberin olduğunu gösterir. Hz. Muharnmed (s.a.v)'in risâletine gelince ise insanlardan ve cinlerden oluşmuş bütün yaratıkları kapsamaktadır. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle anlatmaktadır: "Alemleri uyarmak üzere kulu Muhammed'e furkanı (yani hakkı batıldan ayırdeden Kur'an 't) indiren Allah, yücelerin yücesidir." 101[101] Cinler, insanlardan önce yaratılmış yaratıklardır. Yüce Allah'ın şu sözü bunu göstermektedir: 95[95]

Ahkâf: 46/29-32. Enbiyâ: 21/20. 97[97] Tahrîm: 66/6. 98[98] Cinn: 72/14-15. 99[99] Zâriyât:51/56. 100[100] En'âm: 6/130. 101[101] Furkân:25/I. 96[96]

"Doğrusu Biz insanı kuru çamurdan, değişmiş ve şekillenmiş kara topraktan yarattık. Cinleri de "daha önce" (yani insanın yaratılışından önce) dumansız bir alevden yarattık. " 102[102] Ayette geçen "Hamâe" kelimesi, değişikliğe uğrayabilen, siyah çamur, mesnûn kelimesi, suret verilmiş; semûm kelimesi ise derideki deliklerin arasından nüfuz eden kavurucu sıcak manasmdadır. Cinler insanları, insanların onları göremeyeceği yerlerden görürler. Allah'ın şu sözü bunu göstermektedir: "Sizin, onları "göremediğiniz" yerlerden o (yani iblis) ve taraftarları sızı görürler. 103[103] 7. Bunlardan sonra melekler, cinlerden şu konularda da farklıdırlar: "Melekler, olağanüstü büyük güçlere sahiptirler. Bundan dolayı da melekler, dağı yerinden söküp koparmaya, denizlerin diplerine dalmaya ve yeryüzünü, sakinleriyle birlikte altını üstüne çevirmeye güçleri yeter. Nitekim melekler, Hz. Lût(a.s)'ın kavminin altını üstüne çevirmişlerdi. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle anlatmaktadır: "(Lût kavminin) memleketlerini altını üstüne çevirdik." (Hicr: 15/74) Nitekim Cebrail (a.s), Tur dağını yerinden söküp koparmış ve onu, Allah'ın emrine karşı gelen İsrail oğullarının üstüne kaldırmıştı. Yüce Allah bunu ise şöyle anlatmaktadır: "Tur dağını gölgelik gibi onların üzerine kaldırmıştık. Onlar, tepelerine düşeceğini sanmışlardı. Onlara: "Size verdiğimiz kitaba (yani Tevrat'a) sıkıca sarılın, içinde olanı düşünün ki takva sahibi kimselerden olasınız." 104[104] Meleklerin kanatlan vardır. Bazılarının iki, bazılarının üç, dört veya daha çok kanadı vardır. Yüce Allah bununla ilgili o-larak şöyle buyurmaktadır: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan "melekleri ikişer, üçer, h| dörder kanatlı" elçiler kılan Allah'a mahsustur. Yaratmada dilediğini artırır." 105[105] Sahîh bir hadisi şerifte, Resulullah (s.a.v), Cebrail'i ufuğu kapatmış bir vaziyette altı yüz kanadı olduğu halde hakiki suretinde görmüştür. 106[106] Şeytanlar ile Cinler Arasındaki Fark: Şeytanlar, cinlerden bir topluluktur. Şeytanlar, azgın ve a-sidirler. Liderleri, Allah'ın kendisine lanet ettiği iblistir. Bundan dolayı cinlerden azgınlaşanlardan her birine "şeytan" denilir. Tıpkı insanlardan her asi olana "fasık", bile bile inkar eden herkese "kafir" denildiği gibi. Bu anlatılanlara göre; her şeytan cindir. Fakat her cin şeytan değildir. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle anlatmaktadır: "(İnsanlardan) her azgın şeytana uyan insanlar vardır. "(Hacc: 22/3) Allah, başarıya ve doğruya ulaştırandır. 107[107] Hz. Adem (A.S)'ın Kıssasından Alınması Gereken İbretler İnsanlığın atası olan Hz. Adem (a.s)'m kıssasından bazı öğütler, ibretler, nasihatler vb. şeyler bulmaktayız. En önemlileri şunlardır; 1. Cenab-ı Allah, Hz. Adem (a.s)'ı yarattı, ruhundan ona üfledi, melekleri ona secde ettirdiğinde ve yeryüzünde onu halife kılmakla bu tür insanı kerem sahibi yani üstün kılmıştır. Bu üstünlük, Hz. Adem (a.s) ve onun nesli içindir. 2. Yüce Allah her şeye gücü yeter. Zira Yüce Allah, toprak ve çamur gibi küçük bir şeyden büyük ve önemli bir şeyi meydana getirmiştir. Bundan dolayı Hz. Adem (a.s)'ı ilk önce topraktan yaratmış, 102[102]

Hicr: 15/26-27. A'râf: 7/27. 104[104] A'râf: 7/171. 105[105] Fâtır: 35/1. 106[106] Bu hadis için b.k.z: Buharı, Babü'I-vahy 3 ve İbn Hacer el-Askalani, Fethü'1-Bâri, 1/21 BuharTdeki hadis, talik olarak rivayet edilmiştir.(ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:285-293. 107[107] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 293. 103[103]

daha sonra da onu tam bir insan şekline getirmiştir. Bu Allah'ın Hz. Adem'i yeryüzüne istihlaf etmeye ehil kılmasmdaki hikmetinin işsizliğinin ve kudretinin sırlarının dolup taştığını göstermektedir. Tüm eşyaların isimlerini Allah, Hz. Adem (a.s)'a öğretmiştir. 108[108] 3. İnsanın, şeytanın hilelerine karşı uyanık ve dikkatli olması gerekmektedir. Çünkü şeytan, atamız Hz. Adem (a.s)'ın cennetten çıkmasına sebep olmuş ve şeytanın bize olan düşmanlığı, Hz. Adem (a.s) yaratılışından itibarendir. Yani şeytanın bize olan düşmanlığı yeni olmayıp eskiden beri süregelen biı- olaydır. Yüce Allah, şeytanın bu düşmanlığını şöyle haber vermektedir: "Şüphesiz, şeytan, sizin düşmanınızdır. Buna göre sizde onu düşman edinin.." 109[109] Buna göre lanetli iblisin vesveselerine ve fısıltılarına karşı aîdanmamamız gerekmektedir. Çünkü iblis, bize karşı kıyamet gününe kadar sürecek bir savaş ilan etmiştir. 110[110] 4. İnsan, kendisine unutma hasıl olacak şekilde hata ve günah üzere yaratılmıştır. Çünkü insan, zayıf bir varlık olarak yaratılmıştır. İnsandaki bu zayıflık sebebiyle, Hz. Adem (a.s)'dan Allah'ın emrine karşı muhalefet meydana gelmiştir. Bu nedenle Hz. Adem (a.s), iblisin davetine icabet etmiş ve Allah'ın kendisine yaptığı ilahi emri unutmuştu. 111[111] 5. İnsan, bir hata işlendiğinde ve pişman olacağı bir şey kendisinde hasıl olduğunda veya elem verici bir günahı işlediğinde, insana gereken Yüce Allah'ın rahmetinden ümit kesmemesi ve Allah'ın affedeceğine dair olan sözünden ümitsizliğe düşmemesidir. Çünkü Yüce Allah, böyle bir şey yaptığımızda nasıl tövbe edeceğimizi ve günajı ile masiyetlerden nasıl kurtulacağımıza dair-Hz. Adem (a.s)'m nasıl tövbe etmesi gerektiğini ona öğrettiği gibi- bize de öğretmiştir. Yüce Allah bunu, bize şöyle haber vermektedir:

108[108]

Fahreddin er-Rân, Yüce Allah'ın Hz. Adem'e öğrettiği isinier hakkında şöyle der: "Allah, Adem'e bütün isimleri öğretti."(Bakara: 2/31) ayetini siyle tefsir etmişlerdir. Allah, Hz. Adem'e eşyanın sıfatlarını, vasıflarını ve Özelliklerini bildirmiştir. İkinci görüş: -ki meşhur olan budur- Buna göre isimler lafzından Allah'ın muradı, O'nun sonradan yaratmış olduğu ve günümüzde insanların konuşmuş olduğu Arapça, Farsça, Rumca vb. muhtelif dillerin isimleridir. Ademoğullan bu dillerle konuşuyorlardı. Hz. Adem ölüp çocukları dünyanın her tardına dağılınca, onlardan her biri, bu dillerin belirli birisiyle konuşmaya başladı. Böylece konuşulan bu dil, bu Adama hakim oldu.... İşte Hz. Adem'in çocuklarının farklı dilleri konuşmalarının sebebi bıdur." Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, 2/264-265(ç). 109[109] Fâtır: 35/6. 110[110] Bununla ilgili ayetler için B.k.z: A'râf: 7/14-18; Hicr: 15/34^3; Isrâ: 17/62-65 vb. ayetler (ç). 111[111] Bununla ilgili bilgiler ise daha önce geçmişti.(ç).

"Adem, Rabbinden "kelimeler" 112[112] belleyip aldı. (Adem'in bu kelimeleri söylemesiyle Yüce Allah) Onun tövbesini kabul etti. Şüphesiz H tövbeleri çokça kabul eden ve çokça merhamet eden O'dur O. "(Bakara: 2/37) 6. Hayat, imtihan ve ibtila üzerine kurulmuştur. Allah'a itaat ve boyun eğmenin ortaya çıkması için Hz. Adem (a.s), yasak edilen ağaçtan yemek suretiyle yasak bir şey ile imtihan edilinişti. Bundan dolayı da alemlerin Rabbi olan Allah'a ubudiyyetin yani ibadetin gerçekleşmesi için Hz. Adem (a.s)'m nesli de, emirlerle ve yasaklarla imtihan edilir. 113[113]

112[112]

Bununla ilgili çeşitli görüşler vardır. Biz bunlardan banlarını aşağıya kısaca â-dık. Şöyle ki:

a. Mücâhid ve Katade, iki rivayetlerinden biline göre şöyle demişlerdir: "Bu kelimeler, Cenab-i Hakk'ın, "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ki hüsrana uğramış kimselerden oluruz."(Arâf: 7/23) ayetidir. b. Said b. Cübeyr'in, İbn Abbas (r.a)dan rivayetine göre bu kelimeler, Hz. A-dem (a.s)'m şu sözleridir; "(Ey Allah'ım) Senden başka ilah yoktur. Seni teşbih eA-rîm ve sana hamdederim. Ben (yasaklamış olduğun ağacın meyvesinden yemek sue-tiyle bir) kötülük işledim ve kendime zulmettim. Beni bağışla. Çünkü sen, bağışt-yanlann en hayırhsısın. Senden başka ilah ycktur. Seni teşbih ederim ve sana hamdederim. Ben bir kötülük işledim ve kendime zulmettim. Bana rahmet et. Çünkü sen rahmet edenlerin en hayırlsisın. Senden başka ilah yoktur. Seni teşbih ederim ve sana hamdederim. Ben kötülük işledim ve kendime zulmettim. Tövbemi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul eden ve rahmeti çok olansın." c. Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: "Cenab-ı Hakk, Adem'in tövbesini kabul etmeyi dilediği zaman, Hz. Adem, yedi defa Kabe'yi tavaf etti. Kabe o zaman kırmızı bir tepecik idi. İki rekat namaz kıldığında Kabe'ye yöneldi. "Allah'ım! Sen benim sımmı da biliyorsun ve gizli olan şeylerimi de Benim özrümü kabul eyle! Sen benim ihtiyacımı da biliyorsun, bana istedğimi ver! Sen benim içimde olanı biliyorsun ve onun için günahlarımı bağışla! Allah'ım! Senden, kalbimi dolduran bir iman ve doğru bir yakîn istiyorum. Ki böylece baıa, ancak senin yazdıklarının İsabet edeceğini bifeyim ve bana .ayırdığın nasibe razı olayım" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah'da Adem'e: -Ey Adem! Günahını bağışladım ve senin soyundan kim, senin bana yaptığın bu duayı yaparsa onun günahım da mutlaka bağışlarım, gam ve kederini gideririm, fakirliği gözünün önünden söker alınm ve o istemese bile, dünya ona akıp gelir. d. Nehaî şöyle demiştir: İbn Abbas'a geldim ve ona, "Adem'in Rabbinden aldığı kelimeler ne idi?" diye sordum o da bana şu cevabı verdi: - "Yüce Allah, Hz. Adem ve Havva'ya hacc ibadetini öğretti onlarda hacceti-ler. işte bu kelimeler, hacc esnasında söylenen dua ve zikirbrdir. Onlar haccı tamamlayınca, Allah onlara: - "Ben sizin tövbenizi kabul ettim" diye vahyetti." Fahreddin er-Razî, Tefsiri Kebîr, ü/422/423 (ç). 113[113] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 294-297.

Hz. Adem (a.s)'ın Vefatı Bazı tarih ve tefsir kitaplarında geçtiği üzere, Hz. Adem (a.s) bin yıl yaşamıştır. Allâme Tabcrî, tarih kitabında naklettiğine göre; Hz. A-dem (a.s), 936 yıl yaşamış ve bundan sonra ölmüştür. Meşhur bir görüşe göre; Hindistan'da cennetten indirildiği Serendip dağının eteğine demedilmiştir. Bir rivayete göre ise; Mekke-i Mükerreme'deki "Ebu Kubeys" dağına delnedilrniştir. Hz. Adem (a.s) vefat vakti yaklaştığında, melekler ona semadan kefen ve cennetten "hunût" 114[114] ile geldiler. Daha sonra onu yıkadılar, kefenlediler, lahitli 115[115] bir şekilde çukur kazdılar, cenaze namazım kıldılar ve daha sonra da onu mezara indirdiler ve onun üzerini kerpiçle kapattılar ve mezarın üzerine de toprak döktükten sonra: - Ey Adem oğulları! İşte ölüleriniz hakkında tutacağınız yol bu şekildedir" dediler. 116[116] Allah, atamız Hz. Adem'e rahmet eylesin ve onun toprağını geniş tutsun ve bizi ebedi kılınacak yer olan cennette onunla birlikte bir araya getirsin. Amin. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. 117[117]

Hunût: Ölünün kefenine saçılan güzel kokulu şeylere denir{ç). Lahit: Mezann alt tarafında kıble yönünde ölünün sığacağı kadar bir çukur kamaya denir.(ç). 116[116] İbn Cerîr et-Taberî, Tarihü'l-Taberî, 1/158; İbn Kesir. el-Bidaye ve'n-Nihaye, I/9İ. 117[117] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 298. 114[114] 115[115]

ALTINCI BOÖ LUÖ M

ÛLU'L-AZM OLAN PEYGAMBERLER

HZ. NUH (A.S) "Andolsun ki Biz Nuh'u kavmine (Peygamber olarak) gönderdik (kavmine Peygamber olarak gönderilişinden itibaren onların) aralarında elli yıl müstesna olmak üzere bin yıl kaldı." (Ankebût: 29/14) 1[1] Hz. Nûh (a.s)'ın Soyu: Tarihçilerin 2[2] belirttiğine göre; Hz. Nûh (a.s)'ın soyu şu şekildedir: Nûh İbn Lâmek b. Mettuşalah ibn Ahnûh yani İdrîs'dir. Buna göre Hz. İdrîs(a.s), Hz. Nûh (a.s)'ın büyük atası yani dedesinin babası olmaktadır. Hz. Nûh (a.s)'m soyu, Şîd ibn -Ebu'l-Beşer olan- Hz. A-dem (a.s) ile sona ermektedir. 3[3] Hz. Nûh ile Hz. Adem'in arası 1000 seneden fazla bir zaman vardır. Tevrat'ın rivayetine göre4[4] ise ikisinin arasında geçen zaman, 1056 yıl olarak belirtilmektedir. Buharı'nin rivayetine gelince ise; Buhârî, İbn Abbas (r.a)'m şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepsi de İslam dini üzereydiler." 5[5] îbn Kesir, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı kitabında bu ha-is ile ilgili olarak şöyle der: "Hadisi şerifin metninde geçen "Karn" yani "nesil" kelimesinden maksat, 100 sene ise -nitekim insanların çoğu bu :elimeyi işittiklerinde ilk olarak ona 100 sene anlamını verir-er- demek ki Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında (100x10=) 1000 ;ene geçmiştir. Ama bu, İbn Abbas'm koymuş olduğu "(Bu n neslin) hepside İslam dini üzereydiler" kaydına ters düş-nemektedir. Çünkü bu durumda ikisinin arasında Müslüman almayan başka nesiller geçmiş olabilir. Fakat Ebu Ümâme'nin hadisi ise, ikisinin arasında sadece on neslin geçmiş olduğuna delâlet etmektedir. İbn Abbas'm rivayet ettiği hadis ise, ikisi arasında geçen nesillerin Müslüman oldukları kaydını eklemiştir ki bu da, tarihçilerin ve diğer Ehl-i Kitab'ın ortaya attıkları "Kabil ve oğullan ateşe tapınışlardır1' iddiasını çürütmektedir. Ebu Ümâme'nin hadisini ise İbn Hibbân, "Sahili" 6[6] adlı kitabında ondan şöyle rivayet etmiştir: "Adamın birisi Resulullah (sav)'e:. - Ey Allah'ın resulü! Adem(a.s) Peygamber miydi?" diye sordu, Resulullah (s.a.v)'de: - Evet! O, Allah ile konuşan (yani Allah'ın kelamına muhatap olan) bir peygamberdi, diye cevap verdi. Bunun üzerine o adam: - Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında ne kadar zaman geçti?" Diye tekrar sordu. Resulullah (s.a.v)'de: - On nesil, diye cevap verdi." 7[7] Hz. Nûh (a.s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi:

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 301. Hz. Nûh (a.s)'m bu şekilde soyunu zikreden tarihçilerden bazıları şunlardır: İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 1/100; İbn Esîr, el-Kâmil, 1/47; Mes'ûdî, Murucu'z-Zeheb, 1/37; Belâzürî, Ensabü'l-Eşraf, 1/3; Ya'kubî, Tarih, I/8(ç). 3[3] Hz. Nûh (a.s)'in, Hz. İdrîs (a.s) ile Hz. Adem (a.s)'in oğlu Şü arasındaki soy silsilesinde dört kişi vardır. Bunlarda şunlardır: Yerd b. Mehlâil b. Kayn b. Enuş. bunu da yukarıda ismi zikredilen tarihçiler nakletmiştir.(ç). 4[4] TevrâL Tekvin 7/6, 9/28-29 (ç). 5[5] Buharî'nin rivayet ettiği bu hadisi, Buhaıî'nİn Sahîh'mde bulamadım. Ayrıca bu hadis için Concardanca'da da bir şey geçmemektedir. Yalnız bu hadisle ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, Tefsir 1/218, Daru'l-Kalem Hakim, Müstedrek, n/546-547.(ç). 6[6] îbn Hibbân, Sahih, VHI/24. H.No: 6157(ç). 7[7] îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/100 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 301-302. 1[1] 2[2]

Hz. Nûh (a.s)'ın Kur'ân-ı Kerîm'in 43 yerinde 8[8] zikredilmiştir. Hz. Nûh (a.s)'m kıssası ise Kur'an'da detaylı bir şekilde birçok surelerde anlatılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: A'raf Sûresi (59 ile 64 arası), Hûd Sûresi (25 ile 48 arası), Müminûn Sûresi (23 ile 30 arası), Şuara Sûresi (105 ile 122 arası), Kamer Sûresi (9 ile 17 arası) vb. sureler. 9[9] Ayrıca Kuv'ân-ı Kerîm'de "Nûh Sûresi" diye isimlendirilen bir sure ise Hz. Nûh (a.s)'ın ismine mahsus olarak zikredilmiştir. Kısacası bu surelerin hepsi, Hz. Nûh (a.s)'ın Peygamber olarak gönderilişine, peygamberliğine, davet metodunu kavminin bile bile inkarına ve isyanına, onların eziyetlerine karşı göstermiş olduğu uzun bir müddet sabredişini, yalanlayıcılarm üzerine yapmayı gerekli kıldığı azap -ki oda boğulmadır- ve ona iman edenlerin kurtuluşunu anlatmaktadır. Hz. Nûh (a.s)'m kıssası ise geniş olarak birazdan anlatılacaktır. 10[10] Hz.Nûh (a.s)'ın Yeryüzüne Gönderilen Resullerin İlki Oluşu: Tarihçilerin naklettiğine göre; Hz. Nûh (a.s) Cenab-ı Allah'ın yeryüzü halkına Peygamber olarak gönderdiği resullerin ilkidir. Bundan dolayı da Rabbi ona, kavmini uyarmasını ve onlara Allah'ın azabından sakındırmasını emretmiştir. Buna göre Hz. Nuh (a.s) uyarıcı nebilerin ve resullerin ilki olmaktadır. Bunun delilleri ise şunlardır: a. Nitekim Yüce Allah da bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Kavmine elem verici bir azap gelmezden önce onları "uyar" diye Nuh'u, kavmine (Peygamber olarak) gönderdik." 11[11] b. Buna başka bir delil ise Buhârî ve Müslim'in Sa-hîh'lerinde rivayet edilmiş olan şefaat hadisidir. Hz. Peygam-ber(sav) bunu şöyle anlatmaktadır: "Allah kıyamet günü, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onları görür, çağıran onları işitir, güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı insanların tahammül edemeyecekleri ve güç yetiremeyeçekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: - Babanız Adem var! Derler. Ona gelerek: - Ey Adem! Sen insanların atasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı. Kendi ruhundan sana üfledi, (bütün isimleri sana öğretti) meleklerini senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Bunlardan dolayı Allah katında itibarın ve makamın var) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi ve başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Adem: Bugün Rabbinı öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelenmedi ve bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok. Çünkü cennette iken Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa karşı geldim. (ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bana yeter) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Nuh'a gidin! diyecek. Bunun üzerine insanlar Nuh'a gelecekler ve ona: - Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul12[12] diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin katında bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nûh'da: - Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi ve bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Çünkü benim bir dua hakkım vardı. Bende onu kavmimin a-leyhine (beddua olarak) kullandım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim'e gidin! diyecek..." 13[13] 8[8] Al-i İmrâtv. 3/33: Nisa: 4/163; En'âm: 6/84; A'râf: 7/59. 69; Tevbe: 9/70; Yûnus: 10/71; Hûd: 11/25, 32, 3, 42, 45, 46, 48, 89; İbrahim: 14/9; tsrâ: 17/3. 17; Meryem: 19/58; Enbiyâ: 21/76; Hacc: 22/42; Müminûn: 23/23; Furkâıı: 25/37; Şuarâ: 26/105, 106. 116: Ankcbût: 29/14; Ahzâb: 33/7; Saffât: 37/75, 79; Sâd: 38/12; Ğafir (Mümin): 40/5, 31; Şûra: 42/13; Kâf: 50/12; Zâriyât: 51/46; Necm: 53/52; Kamer: 54/9; Hadîd: 57/26; Tahrîm: 66/10; Nûh: 71/1, 21, 26. Bunlardan on tanesi izafetle gelmiştir, (ç) 9[9] Hz. Nûh (a.s)'m kıssası, Kur'ân-ı Kerîm'in 28 Sûresinde geçmektedir. Bunludan beşi dalıa Önce yazarımız Sabunî taralından nakledilmiştir. Geri kalan on düt surede ise bazen detaylı ve bazen de kısa olmak üzere Hz. Nûh (a.s)m kıssası anlaü-rnıştır. Bu dokuz sure ise şunlardır: Yûnus: 10/71-74; Enbiyâ: 21/72, 77: Furkân: 25/37; Ankebût: 29/14-15; Saffât: 37/75-82; Ğafir (Mümin): 40/5; Zâriyât : 51/46; Necm: 53/2; Nûh: 1 28 (ç) 10[10] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 303. 11[11] Nûh: 71/1. 12[12] B.k.z: İsrâ: 17/3. 13[13] Bu hadisin geçtiği yerler için B.k.z: EHıharî, Enbiyâ 3, 8, Tefsir Beni İsrail S, Tefsir Nûh. Tefsir Bakara 1, Tevhid 19, 36, 37, Rikâk 51; Müslim, İmân 327 (194), 322 (193); Tirmizî, Kıyamet 11 (2436) tbn Esir; Câmhı'1-Usûl, 10/482; İbn Hacer el-Askalanî, Fethüi-Bâri; 6/371 (ç).

Nakledilen bu hadisi şerife göre; Hz. Nûh (a.s), yeryüzü halkına gönderilen ilk resuldür. Bu görüş birçok alimin ileri sürdüğü Sahîh bir görüştür. Fakat hadisi şerifte geçen bu ifade, Hz. Nûh(a)'dan önce hiçbir Peygamber gönderilmemiştir şeklinde değildir. Çünkü Hz. Nûh'dan önce Hz.Adem, Hz. Şid ve Hz. İdrîs gibi nebiler vardır. Bunların hepsi Hz. Nûh (a.s)'dan "önce Peygamber olarak gönderilmişlerdir. Fakat Hz. Nûh (a.s)'dan önce gönderilen bu nebiler, resul değildirler. Bu münasebetle, Hz. Nûh (a.s) ilk resuldür. Ama ilk nebi değildir. Çünkü nübüvvet (yani nebüik) ile risalet (yani elçilik) arasında bir farkın olduğu herkes tarafından bilinen bir özelliktir. Zira resul; Yüce Allah'ın kendisine bir şeriatla vahyettiği ve insanlara, Allah'ın kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir. Nebi ise; Yüce Allah'ın kendisine bir şeriatla vahyettiği, fakat insanlara, Allah'm kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tutmadığı kimseye denir. 14[14] Yine de doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 15[15] Hz. Nûh (a.s)'ın Yaşadığı Müddet: Hz. Nûh (a.s) uzun bir müddet yaşamıştır. Bundan dolayı da çok ömürlü olmuştur. Zira Hz. Nûh (a.s) ömür bakımından peygamberlerin en uzun ömürlü olanı ve mücadele bakımından da onlardan en fazla olanı idi. 16[16] Çünkü Hz. Nûh (a.s), peygamberlerden bir çoğunun tahammül edemeyeceği eziyetlere tahammül etmiş, kavmini, gece-gündüz ve açık-gizli olarak Allah'a davet etmiş ve onların arasında 950 sene kalarak onlara vaaz etmiş, hikmetle ve nasihatle onları putlara tapmaktan men edip bir olan Allah'a ibadet etmeye çağırmıştır. Fakat Hz.Nûh (a.s) bu yaptıklarının karşılığında onlardan, yalanlamanın, zulmün, yüz çevirmenin ve zorbalığın bütün şekliyle karşılaştı. Zira onların kalpleri taştan daha katılaşmış ve akılları demirden daha da sertleşmişti. Hz. Nûh (a.s) onların arasında uzun bir müddet kaldığı halde onlardan çok azı iman etmişti. Nitekim Yüce Allah, bu durumu şöyle haber vermektedir: "Çok az kimse onunla (yani Nuh'la) birlikte iman etmişti." (Hûd:lI/40) Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısı hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: a. Bazı tefsirciler; Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısını on kişi olarak bildirmektedir ki bunlar, Hz. Nûh (a.s) ile birlikte tufan esnasında gemiye binen kimselerdir. 17[17] b. Diğer bazı tefsirciler de; Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısını kırk kişi olarak bildirmektedir. c. îbn Abbas'tan nakledilen Sahîh rivayete göre, onlar kadınlarıyla birlikte seksen kişi idiler. 18[18] İşte bu son görüş, Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenler hakkındaki tefsircilerin görüşlerinden en güvenilir olanıdır. Çünkü onlar Allah tarafından boğulmaktan kurtulmuştur. Hz. Nûh (a.s)'m bu sıkıntılı musibetler ile yaşadığı bu uzun müddet zarfında -ki, bu peygamberlerden sabır sahibi olan ulu'1-azm peygamberlerin tahammül etmeye güç yet irebileceği sıkıntı, kendisini müdafaa, zulüm, bela vb. şeylerle dolu olan zor bir hayat devresi sırasında- nail olduğu zorluğun sınırının ortaya çıkması da bunu göstermektedir. İşte bütün bunlardan dolayı Hz. Nûh (a.s); Yüce Allah'ın, yaratılmışların efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben geçtiği: "(Ey Muhammed) Peygamberlerden "ulu'l-azm" (yani a-zim sahibi) olanların (eziyetler, sıkıntılar vb. şeyler, karşısında) sabrettiği gibi sen de (onlar gibi) sabret. " (Ahkâf: 46/35) ){ bu sözünde zikredilen ilulu'l-azm" peygamberlerdendir. Zira Yüce Allah, bu sözünde, Hz. Muhammed (s.a.v)'e, ulu'1-aznı peygamberlerin metodu ve yolu üzere yürümeyi emretmiştir. Ulu'1-azm peygamberler ise beş kişi olup şunlardır: Bu konuda geniş bilgi için B.k.z sh: 8 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 304-306. Hz.Nûh (a.s)'in ne kadar yaşadığı konusunda alimler ansında ihtilaf vardır. Bu-nunia ilgili açıklama birazdan yapılacaktır. Ayrıca yine bu konu, Hz.Nûh (a.s)'in kıssasının sonunda tekrar bahsedilecektir, (ç). 17[17] Burada kadınlar hariç tutulmuştur.(ç). 18[18] Eu rivayet için b.k.z: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, 17/228; Kurtubi, el-Câmiu li Ahkâmı'1-Kur'an, 9/35; îbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nibâye. 1/98; Taberî, Tarîhur-Rüsûl ve'1-Mülûk, 1/95. Ayrıca bu üç rivayetin dışında onların sayısı ile ilgili olarak 7, 8. 12, 13, 20 rivayetleri nakledilmiştir, (ç). 14[14] 15[15] 16[16]

1. Hz. Nûh (a.s) 2. Hz. İbrahim (a.s) 3. Hz. Mûsâ (a.s) 4. Hz. İsa (a.s) 5. Bunların en sonuncusu ise Hz. Muhammed (s.a.v)'dir. 19[19] Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun. Bazı tarihçilerin naklettiğine göre; Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'ı kavmine Peygamber olarak gönderdiğinde o, 50 yaşındaymış. Onların arasında 950 sene kalmış ve kavminin helak edilişinden sonra da 350 sene daha yaşamış. Buna göre Hz. Nûh (a.s)'m ömrü, 1350 sene olmuş olur. Asıl itibariyle bu görüş, Tevrat'tan nakledilmiştir. 20[20] -Bu görüşün kendisinde kalbin tam olarak mutmain olmayacağı Tevrat'ın naklettiği diğer rivayetler gibi mübalağa vardır- Halbuki Tevrat'ın naklettiği bu görüşü almakla, Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı "(Nûh kavmine Peygamber olarak gönderilişinden itibaren onların) aralarında "elliyıl" müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. "(Ankebût: 29/14) bu görüşü terk etmekteyiz. İşte bu a-yeti kerime, delaleti kati ve yakın bir sabitlikle sabit olmuştur. Bundan dolayı bizini, Kur'an'm belirttiği görüşün dışında kalan rivayetlere ve haberlere ihtiyacımız yoktur. 21[21] Nûh Kavminin Putlara Tapması: Ayeti Kerimelerin, Hz. Nûh (a.s)'m kıssası hakkında işaret ettiği üzere; Hz. Nûh (a.s), Allah'a şirk koşan, taşlardan ve bakırlardan yapılan putlara tapan, Allah'tan başkasını 'ilah" e-dinen, ve bu taptıkları şeylerin, kendisine veya kendisine tapanlara gelebilecek herhangi bir zararı uzaklaştıracağına, fayda sağlayacağına, gördüğüne, işittiğine, hayrı kendileri için çekip çıkarmaya güç yetireceğine, kendilerinden her türlü kötülüğü uzaklaştıracağına, Allah'ı bırakıp onların sadece kendilerine fayda sağlayacağına ve zenginleştireceğine inanan bir kavme Peygamber olarak gönderilmişti. İşte Hz. Nûh (a.s)'ın Peygamber olarak gönderildiği bu kavim putlara tapan ve Allah'a şirk koşan kavimlerin ilkidir. 22[22] Bundan dolayı Cenab-ı Allah, Hz. Nûh (a.s)'ı onlara, putları bırakıp Allah'a ibadet etmedikleri takdirde başlarına gelecek olan Allah'ın azabıyla onları uyarmak ve korkutmak amacıyla Peygamber olarak göndermişti. Nitekim Yüce Allah bu durumu şöyle haber vermektedir: "Kavmine elem verici bir azap gelmezden önce onları u-yar diye Nuh'u kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. O da: "Ey kavmim! Şüphesiz ki ben, (Allah tarafından) size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. (Putları bırakıp yalnızca) Allah 'a ibadet edin. Ondan ittika edin ve (Allah'ın vahyettiği doğrultuda) bana itaat edin ki Allah günahlarınızı bağışlasın ve ecelinizi belli bir süreye kadar ertelesin... " demişti." 23[23] Hz.Nûh'un kavminden önce yaşayan insanlar Allah'a ibadet eden, ona hiçbir şeyi ortak koşmayan, taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmayı bilmeyen, Allah'ın vahdaniyetine yani birliğine inanan mümin kimseler olup fıtrat dini olan Tevhid yani İslam dini üzereydiler. İşte bütün bunlardan dolayı Yüce Allah, puta tapanları uyarmak ve Allah'ın yabanlarından sakındırmak için onlara bir resul gönderdi. Uyarmak ve korkutmak için "Rasib oğullan" denilen bir kavme gönderilen ilk resul, Hz. Nûh (a.s)'dır. Bu kavim, sapıklık içerisine dalmış, inat ve sapkınlıklarını artırmış ve büyük bir şekilde haddi aşmışlardı. İşte Hz. Nûh (a.s), bunlara Peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Nûh (a.s), onlara apaçık deliller ve kesin kanıtlar getirdiği halde onlardan yüz çevirmenin, zulmün, akılsızlığın, sapıklığın, eğlencenin ve alayın her türlüsüyle karşılaşmıştı. Nitekim 19[19]

Ulu'1-azm peygamberleri ile ilgili bir hadis için b.k.z: Hakim, Mesledrek. 2/546. Tevrat, Tekvin. 7/6; 9/28-29 (ç). 21[21] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 306-309. 22[22] Nûh kavminin taptıkları putların isimleri; Nûh: 71/23'de geçtiği üzere şunlardır: Ved, Suva, Yeuk ve Nesr. Aslında bunlar, Nûh kavminin salİh kimseeriydi. Fakat Nûh kavmi, aşın gittiklerinden dolayı Allah'ı bırakp bu salİh kimselere taptılar.(ç). 23[23] Nûh: 71/1-3. 20[20]

Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'m bu durumunu "Nûh Sûresinde" şöyle anlatmaktadır: "Nûh: "Ey Rabbiml Doğrusu ben, kavmimi gece-gündüz (senin bana vay ettiklerine) çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklaşmalarını artırdı. Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda (çağırışımı işitmemek için) parmaklarını kulaklarına tıkadılar (tanınmamak için) elbiselerine hüründüler (davetime karşılık devamlı olarak) direndiler ve büyüklendikçe büyüklendiler. Ayrıca ben onlara (davetime) açıktan açığa gizliden gizliye de söyledim ve: "(İşlemiş olduğumuz günahlardan dolayı) Rabbinizden bağışlamayı dileyin kidoğrusu O sizi çok bağışlayandır- size gökten bol bol yağmur indirsin, sizi mallar ve oğullarla desteklesin, sizin için bahçeler var etsin ve ırmaklar akıtsın. Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yaklaştıramıyorsunuz. Oysa sizi merhalelerden geçirerek o yaratmıştır. Allah 'in göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasının sağlamıştır. Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra da sizi oraya (yani yer altında) geri döndürür ve yine sizi oradan geri çıkarır. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmemiz için onu (yani yeryüzünü) size yayan O'dur, dedim" 24[24] Bu ayeti kerimeler; Hz. Nuh'un kavminden önce yaşayan insanların mümin kimseler olduklarını, putlara tapmayı ve Yüce Allah'a şirk koşmayı bilmediklerini göstermektedir. Nitekim Yüce Allah'ın: "(İlk Önce) İnsanlar bir tek ümmetti. Allah, insanların ihtilafa düşecekleri konularda aralarında hüküm vermek için peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi ve onlarla birlikte de hak kitaplar indirdi." 25[25] ayeti kerimesi hakkında İbn Abbas'm şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepside Hak şeriat (yani İslam şeriatı) üzereydiler. Daha sonra ihtilafa düştüler." 26[26] Bunun üzerine Allah, peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. İşte "İnsanlar bir tek ümmetti. Daha sonradan ihtilafa düştüler" ayeti, Abdullah b. Mes'ud'un kıraatinde bu şekildedir. Katâde'de bununla ilgili olarak şöyle söylediği rivayet e-dilmiştir: "İnsanlar (ilk önce) toplu halde hidayet üzereydiler. Daha sonradan ihtilafa düştüler. Bunun üzerine Allah, (bu ihtilafa düşenlere) peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. Bunlara gönderilen peygamberlerin ilki de Hz. Nûh(a)'dır. 27[27] Putçuluğun Yayılışı Ve İnsanların Putlara Tapmasının Sebebi: Daha öncede geçtiği üzere Hz.Nûh'ım kavmi, putlara tapan toplulukların ilkidir. Zira onlardan önceki insanlar, tevhid ve iman üzere olup putçuluğu bilmeyen ve putlara tapmayan kimselerdi. Nûh kavminin putlara tapan kimseler olduğuna dair delil; şanı yüce olan Allah'ın, Kur'ân-ı Kerîm'inde Hz. Nûh (a.s)dan haber vererek naklettiği şu ayetlerdir: "Nûh: "Ey Rabbiml Doğrusu bunlar (yani kendilerine senden aldığım vahiyleri tebliğ ettiğim bu kavmim, senin emirlerini dinlemeyip) bana isyan ettiler ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye (yani halk, malı, çocuğu ahirette kendisine sadece zarar getirecek olan liderlere) uydular. (Bu liderler halka karşı kendilerinin hidayet ve hak üzere olduklarını göstermek için) büyük hileler kurup insanlara: "Sakın i-lahlannızı (yani putlara tapmayı) bırakmayın. Hele hele vedd, Suvâ, yeğus, Yeük ve Nesrputlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece (O liderler kavmimin) birçoğunu saptırdılar. (Benim söylediklerimi değil de, liderlerinin sözlerini dinleyerek putlara tapan) zalimlerin, sapıklıklarından başka bir şeyini artırma!" dedi." 28[28] Ayeti kerimede ismi geçen bu putlar, Hz. Nûh (a.s)'m Peygamber olarak gönderilişinden önce yaşamış salih kimselerin isimleri ve mukarrabin meleklerin isimleridir. Nûh kavmi, bu Salih kimselerin yaptıkları güzel işleri devamlı olarak hatırlamak istediklerinden dolayı -bu iddialarına binâen- onlar için heykeller diktiler. Nûh kavmi onların heykellerini 24[24]

Nuh: 71/5-20. Bakara: 2/12-13. 26[26] Hakim, Müstedrek, 2/546-547 (ç). 27[27] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 309-312. 28[28] Nûh: 71/21-24. 25[25]

yapmakla, onların yaptıkları güzel işleri hatırlayarak unutmayacak ve iyi işlerde onları örnek edinip aynısını yapmaya çalışacaklardı. Nûh kavmi, bu iddialarına binaen uzun zamanlar geçince bu putlara tapar hale geldiler. Buharı ve Müslim'in Sahîlı'lerinde Hz. Aişe(ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v)'in (ömrünün sonlarına doğru) hastalandığında hanımlarından bazıları "Mariyete" isminde bir kiliseden söz ettiler. Hanımlarından Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe, hicret dolayısıyla Habeşistan'a gitmişler ve kiliseyi orada görmüşlerdi. Kilisenin güzelliğini, içindeki suretleri anlattılar. Bunun üzerine Resulullah (sav) başını kaldırarak: - Onlardan sâlih bir kişi öldüğü zaman onun (öldüğü yerin) yanı başında bir tapınak yaparlar ve içine de ölen kişinin suret ve heykellerini koyarlar. Kıyamet günü onlar, şanı yüce oîan Allah katında yarattıklarının en şerlisidirler" buyurdu." 29[29] Buharı, Yüce Allah'ın: "(Nûh kavminin liderleri halka:) "Sakın ilahlarınızı (yani putlara tapmayı) bırakmayın. Hele hele Vedd, Suva, Yeğus, Yeük ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler/' (Nûh: 71/23) ayeti hakkında İbn Abbas'dan şöyle rivayet etmiştir: "Nûh kavminde mevcut olan putlar sonradan Araplara intikal etmiştir. 30[30] Şöyle ki: "Vedd adlı put, Dümetü'l-Cendcl'deki olup Kelb kabilesine aitti. Süvâ adındaki put, Hüzeyl kabilesine aitti. Yeğus adındaki put, (önce) Murad'm sonrada Sebe' şehri yanındaki Cevf vadisinde bulunan Gutayfoğullanna ait oldu. Yeük, Hemedân'ın idi. Nesr, Âl-i Zilkelâ'dan Himyer'in putuydu. Buradaki put isimleri, aslında Nûh kavminden Salih kimselerin isimleri idi. Bunlar ölünce şeytan, bu salih kimseler? Kavimlerine; "Salih kimselerin hayattayken oturmuş oldukları yerlere (onların hatırasına) putlar dikin ve onlara bu kimselerin isimlerini verin" diye ilham etti. Halk bu ilhama uyup söyleneni yaptılar. Başlangıçta bu putlara tapınma yoktu. Ancak bu putları yapanlar ölünce ve onlar hakkındaki bilgi de unutulunca bu putlara tapılmaya başlandı." 31[31] Bu konuda derim ki: Nûh kavmindeki salih kimselerin, zamanla insanlar onları hatırlamak için elleriyle heykeller yapıp daha sonra da onlara tapmalarından dolayı İslam şeriatı, ruh sahibi herkesin el ile suretlerinin ve heykellerinin tasvir edilmesini yasaklamıştır. Böylece heykeller edinmeyi ve resimlerin yapılmasını İslam şeriatı haram kılmıştır. İşte heykellerin ve resimlerin yapılmasının haram kılınmasının sebebi bundan dolayıdır. Buharı, Sahîh'inde Hz. Peygamber(sav)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir; "Kıyamet gününde insanların azap bakımından en şiddetlisi olanlar, Mûsâvvir (yani Allah'ın yarattıklarına benzer şeyler yapan)lerdir. Kıyamet gününde o Mûsâvvirlere; "Haydi bakalım! Yarattıklarınızı diriltin" denilir" 32[32] Bu konuda şöyle bir hadis daha rivayet edilmiştir: "Melekler, içerisinde köpek, suret (yani resim), heykel ve cünub bulunan bir eve girmezler." 33[33] Yine bu konuda şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Her kim bir suret yaparsa, Yüce Allah kıyamet günü o-nun yapmış olduğu suret ve heykeli karşısına getirecek ve ona, can (yani ruh) verene kadar azap edecektir. Zaten onun, ona can (yani ruh) vermesi de mümkün değildir." 34[34] Bu anlatılanların hepsi insanların putlara tapmalarını engellemek suretiyle kötülük yollarını kapatmak (yani seddu'z-zerâi) 35[35] ve akideyi korumak için yapılmıştır. Nitekim Nûh kavminde meydana gelen bu fesat ve kötülük, daha sonra başkalarıyla ve onlardan da daha sonra gelenlere intikal etmiştir. 36[36] 29[29]

(ç).

Buharî, Salât48, 54, Cenaiz 71, MenâkibırL-Ensâr 37; Müslim. Mesâcid 16, 18; Nesâi, Mesackl 13, Müsiıed 6/51; İbn Hacer eî-Askaianî, FethiTl-BÜn, 3/208

Bazıları bu putların Araplara intikal ettiği değilde sadece isimlerinin Araplara intikal ettiği görüşündedir. Bununla ilgili olarak b.k.z: Said Ha'va, el-Esâs-ı fi'tTefsir, 15/361 (ç). 31[31] Buhârî, Tefsir Sure-i Nûh 1; İbn Esir, Câmiu'1-Usûi.. 32[32] Buharı, Libâs 89, 91, 92, 95, Edeb 75, Tevhid 56; Müslim, Libas 96, 97, 98, 99; Nesâi Zinet 112, Müsned 1/275, 426; 2/26, 55, 4 (ç). 33[33] Buharı, BediH-Halk 7, 17, Nikâh 76, Mağazî 12, Enbiyâ 8. Libas 92, 95 Müslim Libas 85, 86, 96; Ebu Davut, Taharet 89, Libas 44, 45; Tirmizî, Edeb 44; Nesâi Taharet 167, Sayd 9, 11, Zinet 110; Darimi, İsti'zan 34, Müsned 1/83, 104, 107, 139, 146, 148, 150, 277; 2/90; 4/28, 29, 3,; 6/143, 246, 330 (ç). 34[34] Buharı, Tabir 45, Büyü 104, Libas 97; Müslim, Libas 100, 99; Ebu Dâvud, Edeb 88; Tirmizî Libas 19; Nesaî. Zinet 112; Müsned 1/216, 241, 246, 308, 350, 359, 360; 2/145, 504 (ç). 35[35] SeddiTz-Zerâyi: ''Kötülüğe vesile olan sebepleri engelleyerek ortadan kaldırmaktadır." Zerîa, vesile demektedir. Buna göre harama vesile olan haram, helale vesile olan helal, vacib'e vesile olan vacib ve mubaha vesile olanda mubah olmaktadır. Hanefiler, bu delili uygulamalı olarak kullanırlar, (ç). 36[36] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 312-315. 30[30]

Kavminin, Kendisini Yalanlamaları Üzerine Hz.Nüh'un Buna Sabretmesi: Hz. Nûh (a.s) Allah'dan kendisine indirileni tebliğ etmek suretiyle kavmiyle mücadeleye girişmiş ve hiçbir kimsenin tahammül ve kudret göstermeye gücünün yetmeyeceği kavminin eziyetlerine ve zulümlerine karşı sabretmiştir. Hz.Nüh'un kavmi ile olan mücadelesi, batın1 olan şeylere karşı yapılan mücadeleydi. Sabrı ise kavminin liderlerine, eziyetlerine, zorluklarına ve zulümlerine karşı idi. Hz. Nûh (a.s) yaklaşık 1000 sene gibi uzun bir müddet zarfında Allah'ın davetine tebliğden vazgeçmemiş, Allah'ın rızasına gerekli olan nasihat ve hatırlatmaya başladığı andan itibaren zaafa düşmemiş, dimdik ayakta kalmış ve onlara karşı mücadelesini en güze] bir şekilde sürdürmüştür. Fakal Hz. Nûh (a.s)'ın bu davranışına karşılık olarak işe Nûh kavmine mensup müşrikler, Hz.Nûh'u davetinden vazgeçirmek ve her türlü sabır ile sebattan onu müstağni kılmak için alay eden ve eğlenceye alan gruplar oluşturmuşlardı. Müşrikler bununla da yetinmeyip Hz. Nuh'u çeşitli ithamlarla suçlamışlardı ve çeşitli iftiralarda bulunmuşlardı. Onların bu davranışları, Hz.Nûh'un Allah'a olan imanını, teslimiyetini, sabrını ve mücadelesini daha da artırıyordu. Bundan dolayı Hz. Nûh (a.s), Allah'a yakın olan ve sabırlı olan ulu'1-azm peygamberlerdendi. 37[37] Hz. Nûh (a.s)'a Yapılan Çeşitli Suçlamalar: Hz. Nûh (a.s)'m, kavmine yapmış olduğu tebliğ karşılığında ona yapılan ithamlar şunlardı: 1. Hz. Nûh (a.s)'m akılsızlıkla ve sapıklık ile suçlanması: Yüce Allah bunu şöyle anlatmaktadır: "(Nûh) kavminin ileri gelenleri (Nuh'a): "Doğrusu biz, senin apaçık sapıklık içerisinde olduğunu görüyoruz" dediler. Nûh'da: "Ey kavmim! Bende bir "sapıklık"yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum, sizin bilmediğiniz şeyleri ben Allah katından (Jıaber ile) biliyorum. Sakınmanızı ve böylece rahmete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşırıyorsunuz?" dedi." 38[38] 2. Hz, Nûh (a.s)'in delilik ile suçlanması. a. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'indc bunu şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi Senin kavminden olan) bu putperestlerden önce de Nûh kavmi (kendilerine Allah tarafından Peygamber olarak gönderilen Nûh 'u da) yalanmış ve (bununla da yetinmeyip) kulumuzu yalanlayarak ona; "deli"dir dediler ve o, (kavmi tarafından risaletini yerine getirmekten) alıkonulmuştur. 39[39] b. Kur'ân-ı Kerîm, onların kendi dillerinden Hz. Nûh (a.s)'i delilikle nasıl suçladıklarını şöyle haber vermektedir: "Bu adamda (yani Nûh 'da) nedense biraz "delilik" 40[40] var... 3. Hz. Nûh (a.s)'m tartışmasının çokluğuyla ve (Allah katından bir azap getireceğini söylemesinden ötürü) Allah'a karşı iftira etmekle suçlanması. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bu konuda onlardan naklen şöyle buyurmaktadır; "Ey Nûh! Bizimle gerçekten tartıştın. Hem de (bizimle o-lan) tartışmam çoğalttın, eğer sen gerçekten doğru sözlü kimselerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler." 41[41] 4. Hz. Nûh (a.s)'ın, taşlama ile tehdit edilmesi: '-"' Yüce Allah, bunu şöyle anlatmaktadır: "(Nûh kavminin ileri'gelenleri) "Ey Nûh! Eğer bu işe (yani tebliğine) sek vermezsen, şüphesiz "taşlanacak" kimselerden olacaksın " dediler." 42[42] 5. Hz. Nuh (a.s)'ın yaptığı tebliğe, Nuh kavminin olay ve eğlence yoluyla karşılık vermeleri. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 315-316. A'râf: 7/60-63. 39[39] Kamer: 54/9. 40[40] Mii'minûn: 23/25. 41[41] Hûd: 11/32. 42[42] Şuarâ: 26/116. 37[37] 38[38]

Yüce Allah, bunu ise şöyle haber vermektedir: "(Nuh) gemiyi yaparken kavminin ileri gelenleri (Nuh'un) yanına uğradıkça (yaptığı işten dolayı) onunla "alay ederlerdi" oda: "Bizimle (yaptığımız bu işten dolayı) "alay ediyorsunuz". Ama (siz bizimle) "alay ettiğiniz" gibi (Allah'ın azabı üzerinize geldiğinde o zaman) bizde sizinle "alay edeceğiz" derdi." 43[43] Nuh kavminin ileri gelenleri ve alt tabakadakiler, Hz. Nûh (a.s)'ın azmini ve gayretini köreltmek için eziyetlerini ve suçlamalarını işte böyle davetçi, Hz. Nûh (a.s) gibi böyle bir şekil üzere bulunduklarında iftiralar ve suçlamalar, kafirlerin her zaman onlara karşı kullandığı bir silah olmuştur. Nûh kavmine mensup müşriklerin bu durumu, sadece Nûh kavmine ait bir özellik olmayıp kıyamete kadar gelecek olan bütün müşrikler ile yaratılmışların efendisi olan Hz. Muham-med (sav)'e şöyle demişlerdi: "(Mekkeli müşrikler) "Ey kendisine kitap indirilen kimse! Sen (böyle şeyleri söylediğinden dolayı) mutlaka "delisin" dediler." 44[44] "Zalimler, (müminlere) "Siz sadece "büyülenmiş" bir a-dama uyuyorsunuz" diyorlar. " (İsrâ: 17/47) Yine Mekkeli müşrikler Hz.Muhammed(sav) hakkında şöyle diyorlardı. "Kafirler; (kendilerine Peygamber olarak gönderdiğimiz Muhammed'e dair) "bu, çokça yalancı olan bîr 'sihirbazdır' dediler." (Sâd: 38/4) Din düşmanları ve kafirler, her Peygamber ve davetçi bu şekil üzerine bulunduklarında devamlı olarak onlara karşı suçlama ve iftira silahını işte böyle kullanmaktadırlar. Bundan dolayı da davetçilerin ve ıslahatçıların, bu çeşit silahın bugünkü soğuk savaş çeşidinden olduğunu mutlaka bilmesi gerekmektedir. 45[45] Hz. Nûh (a.s)'ın, Kendi Kavmini Allah'a Davet Etmesi: Hz. Nûh (a.s)'ın hayatı, zorlu ve sıkıntılı bir hayat olup kavmiyîe olan mihneti, elem verici.şiddetli bir mihnetti. Çünkü Hz. Nûh (a.s), kavmi arasında uzun nesiller ve zamanlar kaldığı halde onlarda; sağır bir kulak, kapalı bir kalp ve taşlaşmış bir akıldan başka bir şey göremedi. Zira onların nefisleri, büyük bir kaya parçasından daha sert ve kalpleri, demirden daha sert bir hal almıştı. Hz. Nûh (a.s)'ın uzun müddet devam ettiği nasihat ve ö-ğüdü onlara bir fayda sağlamadı. Ayrıca Allah'ın azabıyla korkutması ile de onları yaptıkları şeylerden alı koyamadı. Zira Hz. Nûh (a.s) onlara, nasihat ve öğüdü artırdıkça, onların daha da inadını ve kibrini artırıyordu. Ne zamanki Hz. Nûh (a.s) onlara Allah'ı hatırlatınca, bu hatırlatması onların sapıklık fesadını daha da artırıyor ve diğer çeşitli sapıklık yollarına yöneliyorlardı. Üstelik Hz. Nûh (a.s)'ın davetine aldırış etmiyorlar ve Hz. Nûh (a.s)'m onları, Allah'ın azabıyla korkutması ve uyarması da bir fayda vermiyordu. Hz. Nûh (a.s) kavmi arasında yaklaşık 950 sene davetçi, öğütçü ve nasihatçi olarak kaldı. Bu zaman zarfında Hz. Nûh (a.s) onları sapıklıktan kurtarmak ve onları taşlar ile bakırlardan yapılmış putlara tapmaktan uzaklaştırmak için "hikmetli yolların" hepsini kullandı. Buna rağmen Nûh kavminin ileri gelenleri ile birlikte bulunan diğer kimseler ise hiçbir şekilde kurtuluş yolunu bulamadılar. Fakat Hz. Nûh (a.s), onlarm bu yaptıklarına rağmen gece-gündüz ve gizli-açık olarak davetine devam etti. Ama bunların hepsine rağmen Nûh kavminin kalpleri yumuşamadığı gibi hakkı da bulamadılar. Ayrıca ihsanı kötülüğe ve lütfü zorluğa tercih ettiler. Bununla yetinmeyip Hz. Nûh (a.s)'ı dövmeye, eziyet etmeye ve zulmetmeye yeltendiler. Fakat Hz. Nûh (a.s)'ın onların bu yaptıkları karşısında şöyle demeye devam ediyordu: '*Ey Allahım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar, hakikati bilmiyorlar." Tefsircilerin naklettiğine görefHz. Nûh (a.s), kavmine gidiyor ve onları putlara tapmaktan vazgeçip bir olan Allah'a ibadet etmeye davet ediyordu. Bunun üzerine kavmi, Hz. Nûh (a.s)'a karşı bir araya toplanıp memleketten terk ettirecek bir şekilde onu dövüyorlar, bayıltmcaya kadar boğazını sıkıyorlar, soma da eti kemiğinden soyulmuş bir vaziyette hasırın içerisinde yolun kenarına atıyorlar 43[43]

Hud: 11/38. Hicr: 15/6. 45[45] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 316-318. 44[44]

ve ona: - Bugünden itibaren (almış olduğun bu yaralar ile) yakın bir zamanda ölürsün ve azığın ile Cenab-ı Allah'a dönersin, diyorlardı. Onlar bu sözleri sarf ettikleri halde yine de Hz. Nûh (a.s) onlara -yaralı olduğu halde- geri dönüyor ve onları Allah'a davet ediyor. Fakat onlar, Hz. Nûh (a.s)'m bu hareketine karşılık yine daha önce yaptıkları hareketlerin benzerlerini yapıyorlardı." İşte Nûh kavmi, Hz. Nûh (a.s)'a böyle eziyet ediyor ve ona zulmediyorlardı. Buna rağmen Hz. Nûh (a.s), kavminin kendisine bu yaptıklarına karşılık sabrediyor ve onlara azabın gelmesi için duada bulunmuyor, onlar için ve oğullan için hayr ve kurtuluşu umuyor ve: - Belki Allah, onların soylarından davetimi kabul edecek ve kendisine iman edecek kimseleri çıkarır, diyordu. Bununla birlikte uzun bir müddet Hz. Nûh (a.s) ile beraber, onlardan iman edenler çok azdı. Hz. Nûh (a.s)'ın peygamberliği müddetinde ilk nesil yok olup gidince, onların yerine onlardan sonra daha kötüsü ve Allah'ın rahmetinden uzak olan kimseler geldi. Fakat yeni gelen bu nesil, oğullarına, Hz. Nuh'a iman etmemelerine dair tavsiyede bulunuyorlardı. Çocuk ergenlik çağına eriştiğinde babası, oğluna: - Ey oğlum! Bu adamın davetinden sakm ve ona yüz verme. Yoksa seni atalarının dininden ve ilahlarından geri gönderir, diyordu. Hz. Nûh (a.s), onların iman etmeyeceklerinden ümit kesince, onların azaba uğratılması için Yüce Allah'a şöyle duada bulundu: "Nûh: "Ey Rabbim! (Gece-gündüz ve gizli-açık olarak kavmime tebliğde bulundum. Fakat bunun karşılığında onlar uzun bir müddet geçtiği halde iman etmediklerinden dolayı) kafirlerden yeryüzünde dolaşan hiçbir kimseyi bırahna! Çünkü sen onları (yeryüzünde dolaşır bir vaziyette) bırakırsan (sana iman etıniş olan) kullarını (senin hak) yolundan çıkarırlar, (sonra onlar) kötüden ve Öz kâfirden başkada çocuklar doğurmazlar" 46[46] Buna göre tufan, Hz. Nûh (a.s)'ın bu duasından sonra olmuştur. Abdullah ibn Mesud (r.a)'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Sanki ben, Hz. Peygamber(sav)'i, "Kan akıtıncaya kadar kavminin dövdüğü ve yüzündeki kanlan silmeye çalışan ve kavmi hakkında: - Ey Allah'ım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar hakikati bilmiyorlar" diyen peygamberlerden bir peygamberi anlattığını gorur gibiyim. 47[47] Hz. Nûh (a.s)'ın Gemiyi Yapması: Hz. Nûh (a.s), kavminin iman etmesinden ümit kesince, uzun bir müddet bekledi. Daha sonra Cenab-ı Allah, kendisiyle birlikte iman edenlerden başka kavminden hiçbir kimsenin i-man etmeyeceğini ona variyetti. Yüce Allah bu olayı Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır: "Nûh 'a, kavminden (seninle birlikte) iman edenlerden başkası iman etmeyecektir. Onların yaptıklarına üzülme " diye (Allah tarafından) vahyolundu." 48[48] Bunun yanı sıra Hz. Nûh (a.s), kavminin helak edilmesi ve yok edilmesine dair dua etmek suretiyle Allah'a sığındı. Bunun üzerine Allah, Hz. Nûh (a.s)'ın duasını kabul etti ve ona; "kavminin tufan ile helak edileceğini ve onlardan hiç kimsenin kalmayacağını" bildirdi. Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a kendisiyle birlikte iman eden müminler,töpluluğunun tufan sırasında gerekli olan gemiye binmelerKiçin bir gemi yapmasını vahyetti. O zamana kadar Hz.Nûn ve kavmi gemi yapmasını bilmiyorlardı. İşte bundan dolayı Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a, gemi yapmasını vahyetti ve ayrıca ona, gemiyi nasıl yapması gerektiğini de öğretti, nitekim YüCe Allah bu olayı şöyle anlatmaktadır: "(Ey Nûh!) gözetimimiz ve denetimimiz altında gemiyi yap. Zalimler hakkında Bana başvurma. 46[46]

Nuh: 71/26-27. Buharî. Enbiyâ 54; Müslim, Cihad 104: îbn Mâce, iten 23 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 319-321. 48[48] Hûd: 11/36. 47[47]

Çünkü onlar suda boğulacaklardır." 49[49] Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a az önce (Yani Hûd: ll/37de) geçen emri vermişti ki, geri çevrilmeyen ilahi azap o kavme geldiğinde kendisi, affedilmeleri için Allah'a müracaatta bulunmasın ve şefaatçi olmasın diye. Çünkü Hz. Nûh (a.s), kavmine gelen azabı gözüyle gördüğü takdirde olabilir ki onlar için yüreği yurkalaşirdı. Çünkü gözle görmek, duymak gibi değildir. Hz. Nûh (a.s), Allah'ın gözetimi ve denetim altında gemiyi yapmaya başladı. Kavmi ise ona uğradığında, onunla yaptığı iş hususunda olay ediyorlar, eğleniyorlar ve ona: - Ey Nûh! Sen daha düne kadar bir Peygamber olduğunu iddia ediyordun. Bugün ise marangoz olmuşsun, diyorlardı. Ayrıca kavmi bununla da yetirmeyip Hz. Nûh (a.s)'m basma toplanıyor ve onun yaptığına bakarak hem alay ediyor ve hem de gülüşüyorlardı. Hz. Nûh (a.s) ise işi hususunda iyi olup kendisiyle alay eden ve gülen kimselere karşı şöyle cevap veriyordu: (Nûh) gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri (Nuh'un) yanma uğradıkça (yaptığı işten dolayı) onunla alay ederlerdi. Oda: -"Bizimle (yaptığımız bu işten dolayı) alay ediyorsunuz. Ama (siz bizimle) alay ettiğiniz gibi (Allah'ın azabı üzerinize geldiğinde o zaman) bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini pek yakında göreceksiniz, derdi." 50[50] Hz. Nûh (a.s), geminin yapımını bitirince Cenab-ı Allah ona, kendisiyle birlikte ailesini ve iman etmiş müminler topluluğunu dişi ve erkek olmak üzere her gruptan hayvanları yenilecek cinsten canlı yani ruhu bulunan ve neslinin devamını sağlamak için yukarıda sayılanların dışında kalan hayvanları gemiye yüklemesini emretti. Daha sonra Allah, gemi yapımının bittiğini ve tufanın başlayacağına dair bir alameti ona gösterdi ki o alamet, tandırın su ile dolup taşmasaydı. Tefsircilerden çoğunun görüşüne göre bu tandırdan maksat; yeryüzünün şeklidir. Yani yeryüzünün diğer ; yerlerinden suyun kaynamasıdır. İşte bu, Hz. Nûh (a.s)'m L müminler ile birlikte gemiye binmesinin vaktiydi. Bundan sonra tufan ve bütün yeryüzü halkı için boğulma olacaktı. Tufanın başlamasından itibaren gemideki yolcuların dışında yeryüzünde kalanlardan hiçbiri boğulmaktan kurtulamadı..." 51[51] Ne zaman ki Yüce Allah'ın belirttiği alamet görününce Hz. Nûh (a.s), ailesi ve müminler gemiye bindiler. Daha önceden yeryüzü halkının bilmediği ve ondan sonrada yağdırmadığı bir yağmuru Allah, semadan yeryüzüne gönderdi... Yüce Allah yeryüzüne emrederek bütün vadi ve yeryüzünün diğer köşelerinden su çıkarttı. Bunun üzerine yeryüzü geniş yollara ve başka şekillere ayrılarak kaynadı. Nitekim Yüce Allah bu olayı "Kamer Sûresf'nde şöyle anlatmaktadır: "(Kavminin yalanlaması üzerine Nûh 'da Rabbine) "Ben (onlara karşı) yenildim ve (artık onların iman edeceklerine dair ümidimi kestiğimden dolayı onlara göndereceğin bir azap ile) bana yardım et" diye dua etti. Bunun üzerine Bizde gök kapılarını sağanak sağanak boşanan (yani peş peşe ve oldukça fazla yağan) sularla açtık. Yeryüzünde de (adeta gürül gürül kaynayan) pınarlar fışkırttık, nihayet su, (yani bulutlardan a-kan sular ile yerden fışkıran pınarlar) Yüce Allah'ın dilediği şekilde Levh-i Mahfuz'da olacağı) takdir edilen bir emre göre birleşti. Nuh'u da tahtadan yapılmış çiviyle çakılmışa (yani gemiye) bindirdik. (Nûh 'a karşı) nankörlük edilmiş olana mükafat olmak üzere (gemi) Bizim gözetimimizle yüzüyordu." 52[52] Su, yeryüzünde bulunan dağın en büyüğünün doruk noktasını da aşarak on beş zira daha fazla yükseldi. Tufan, yeryüzünün uzunluğu ve eninde bütün her tarafını kaplamıştı. Tufanın yeryüzünün her yerini kaplaması itibariyle, tufan ile birlikte göz kapakları bulunan canlılardan hiçbirisi dahi yeryüzünde kalmayıp hepsi yok olup gitmiştir. Böylece su, Nûh kavminin üzerini de aşmış ve tufan, onları alıp götürmüştü. İşte tufan ile geminin dışında kalan bütün insanlar yok olup, insanlık tekrar Hz. Nûh (a.s) ile başladığından dolayı Hz. Nûh (a.s)'a "İkinci Ebu'l-beşer" denilmiştir. Çünkü tufandan sonraki yeryüzü halkı, Hz.Nûh ve gemide bulunan müminlerden türemiştir. Allah'a iman etmeyen Hz.Nûh'un oğlu ise, babasıyla birlikte gemiye binmemiş ve helak olup 49[49]

Hûd:ll/37. Hûd: 11/38-39. 51[51] Tufanın bütün yeryüzünü mü yoksa yeryüzünün belirli bir kısmını mı kapladığı konusu alimler arasında ihtilalidir. Yazarımız Sâbûm'de tufanın bütün yeryiziinü kapladığı görüşünü benimsemektedir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır, (ç). 52[52] Kamer: 54/10-14. 50[50]

gidenlerden olmuştur. Nitekim Yüce Allah, Hz.Nûh ile oğlu arasında geçen kıssayı şöyle anlatmaktadır: "(Nûh müminlere:) "Gemiye binin! (Su üstünde) yürümesi de (rotayı takip edişi sırasında) durması da Allah 'in adıyladır. Doğrusu Rabbim, gafurdur ve rahimdir" dedi. Gemi dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken Nûh, bir kenarda ayrı kalmış oğluna: "Bizimle beraber gel ve gemiye hin! Kafirlerle birlikte olma (yoksa sende onlar gibi suda boğulur ve cehenneme girersin) diye seslendi. O da: ''Bir dağa (gider) sığınırım. (O dağ) beni sudan (yani boğulmaktan) kurtarır" deyince, Nûh: "Bugün Allah'ın rahmet edeceği kimselerden başkası için Allah'ın emrinden (yani tufandan ve suda boğulmaktan) kurtaracak (Hiçbir kimse) yoktur" dedi. Bunun üzerine aralarına dalga girdi. Zaten oğlu da boğulanlardandı. Denildi ki: "Ey yeryüzü! Suyunu yut. Ey gökyüzü! Sende (yağmurunu) tut. Bunun üzerine su çekildi. (Allah'ın Nuh'a kavmini helak edeceğine dair) iş de bitti. Gemide Cûdî (dağına) oturdu ve "zalimler topluluğu yok olsun " denildi. 53[53] Hz. Nûh (a.s)'ın Çocukları: Hz. Nûh (a.s)'m dört çocuğu vardı. Bunlar Sâm, Hâm, Yâfes ve Ken'an idi. Ken'an'a gelince o, tufan esnasında helak olanlarla birlikte helak olmuştu... Çünkü o, Nûh kavmi gibi kafirlerdendi. O, kâfir olmakla birlikte babasının teklifine rağmen babasıyla gemiye binmekten kaçınmıştı ve daha da ileri giderek: - "Beni sudan koruyacak yüksek bir dağa sığınırım" diyordu. Diğerleri gibi oda boğulmaktan kurtulamadı. O, memleketlerinde bulunan dağların en doruk noktasına kadar çıkmıştı. Fakat babasının davetini kabul etmedikçe Allah, ona bir mutluluk yolu yazmadı. Hz. Nûh (a.s) ise oğlunu şu sözleriyle çağırıyordu: "- Ey oğlum! Bizimle birlikte gemiye bin. Dağın tepesine çıkmakla kurtulacağını zannetme." Oğlu ise Hz. Nûh (a.s)'m bu davetine gerekli önemi vermedi. Bunun üzerine Hz.Nûh, arzusuna ulaşamamış ve başarılı olamamış bir vaziyette oğluna konuşmaktan vazgeçip oğlunun kurtulması için Rabbine şöyle dua ediyordu: "Nûh Rabbine: "Ey Rabbim! Oğlum benim ailemdir. Senin (ailemi kurtaracağına dair) sözünde haktır. Üstelik sen, hakimlerin en hakimisin" diye yalvardı." (Hûd: 11/45) Hz. Nûh (a.s)'m bu duası üzerine Cenab-ı Allah, Hz. Nûh (a.s)'ı şöyle azarlamaktaydı: (Bunun üzerine Allah'da:) "Ey Nûh! O katiyyen senin ailenden (yani kendilerini boğulmaktan kurtarmaya dair söz verdiğim aile halkından) değildir. Çünkü o, (nun iman etmemekle yaptığı iş) saüh olmayan bir iştir. O halde bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Cahillerden olmaman (ve böylece dilemen caiz olmayan bir şeyi istememen) için sana öğüt veriyorum " dedi." 54[54] Hz. Nûh (a.s)'rn diğer üç oğluna gelince ise onlar, gemiye bindiklerinden dolayı boğulmaktan kurtuldular ve onların soylarından yeryüzü halkı meydana gelmiştir. Zira tufandan kıyamete kadar geçen müddet zarfındaki yeryüzü halkı, Hz. Nûh (a.s)'ın üç oğluna nisbet edilirler. Çünkü Yüce Allah bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onun (yani Nûh 'un) "soyunu" (oğullan vasıtasıyla) sürekli kıldık. "(Saffât: 37/77) Buna göre Sâm, Arapların; Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır. Bu konuyla ilgili olarak bazı nebevi hadisler rivayet olunmuştur. a. Bu hadislerden birisi; Ahmed b. Hanbel'in, Resulullah(sav)'den rivayet ettiği şu hadisi şeriftir: "Sâm, Arapların; Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır." 55[55] b. Bezzâr, "Müsned" adlı eserinde Resulullah (s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir: "Nuh'un Sârn, Hâm, Yâfes adında oğulları vardı. Şam'dan, Araplar, Farslar, Rumlar türemiş olup hayr bunlardır. Yâfes'den, Ye'cüc-Me'cüc, Moğollar ve Slavlar türemiştir ki bunlarda hayr yoktur. 53[53] Hûd: 11/41-44. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 322-323. 54[54] Hûd: 11/46 (Hz.Nûh (a.s)'ın Allah tarafından azarlanmasına dair genççe bilgi masumiyetler bahsinde geçmişti. Geniş bilgi için oraya bakılabilir) (ç). 55[55] Ahmed b. Hanbel. Müsned, 2/546; Tirmizî, Sünen, 5/365; Halcim, Müstedrek, 2/546.

Hâm'dan da, Kiptiler, Berberîler ve Sudanlılar türemiştir." 56[56] Kafirlerin Helak Edilişinden Sonra Tufan'ın Sona Ermesi: Yeryüzü halkı tufan ile boğulduktan sonra kafirlerden hiçbir kimse yeryüzünde kalmadı. Bunun üzerine Allah semaya, yağmurunu tutmasını ve yeryüzüne ise çoğalıp taşan sularını içine çekmesini ve tekrar eski canlılığına dönmesini emretti. Gemi. "Cûdî" adı verilen bir dağın tepesine ulaştı. Bu dağ, Irak'taki Musul şehrinin yanında akmakta olan Dicle Nehrinin kenarında bulunan büyük bir dağdır. 57[57] Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesi de buna işaret etmektedir: "Denildi ki: "Ey yeryüzü! Suyunu tut. Ey gökyüzü! Sende (yağmuru) tut. Bunun üzerine su çekildi. (Allah'ın Nuh'a kavmini helak edeceğine dair) iş de (böylece) bitti. Gemide "Cûdî" (dağına) oturdu ve zalimler topluluğu yok olsun" denildi." 58[58] Gemi Halkının Tufandan Kurtulduktan Sonra Yeryüzüne İnmeleri: Gemi Cûdî dağının tepesine oturduğunda Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a ve onunla birlikte gemide bulunan müminlere, aziz ve rahman olan Allah'ın selameti, güveni ve bereketiyle ondan inmelerini emretti. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde bu kıssayı ise şöyle anlatmaktadır: "(Allah tararından Nuh'a: "Ey Nûh! Bizim katımızdan (boğulmaktan kurtulup esenliğe kavuşmuş olarak) selametle (gemiden) inin. Sana ve seninle birlikte olan ümmetlere hayr ve bereketler olsun " denildi." 59[59] Hz. Nûh ve onunla birlikte bulunan müminler yüz elli gün gemide kaldıktan sonra Muharrem ayının onuncu günü olan "Aşûrâ" gününde gemiden inmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Nûh (a.s) bu Aşûrâ gününde tufandan kendilerini kurtardığı için Allah'a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttu. Allah, Hz. Nûh ile birlikte bulunan müminlere de oruç tutmalarmı emretti. Onlarda, o gün Allah'a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttular. Bu Âşûrâ gününde tutulan bu oruç, İsrail oğullarına tevarüs yoluyla geçti. İslam dini geldiğin de ise bugün Aşûrâ gününde tutulan orucu kabul edip onayladı. Bu günde oruç tutulacağına dair Resulullah (s.a.v)'den çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: a. Resulullah (s.a.v), Medine-i Münevvere'ye geldiğinde Yahudilerin Aşûrâ gününde oruç tuttuklarını gördü. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) onlara: - Tuttuğunuz bu oruç ne orucudur? Diye sordu. Onlarda: - Bugün Salih bir gündür. Zira bugün Yüce Allah'ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı gündür. (İsrail oğullarını bu düşmanlarından kurtardığı için) Hz. Mûsâ, bugünde Allah'a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttu" dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): - Biz Musa'ya sizden daha layıkız, buyurdu ve o günde oruç tuttu ve ashabına da o günde oruç tutmalarını emretti." 60[60] b. Tirmizfnin rivayet etliğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Aşûrâ günü orucunun kendinden önceki seneye kefaret olmasını Allah'tan kuvvetle ümit ediyorum." 61[61] Bu hadis Bezzâr1 in Müsned adlı kitabında rivayet edilmiştir. Bu hadisin senedi-de bulunan Yezid b. Sinan Ebu Ferve er-Rchâvî tümden zayıf bir ravi olup güveri-lir birisi değildir. Aynca bu hadisin bir benzerini İbn Abdİlberr rivayet «iniştir. "Yine buna benzeyen başka bir hadiste Said b. Müseyyeb'ten rivaye! cdihniştir. (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 326-327. 57[57] Hûd Sûresi ayet 44' te, Hz,Nûh'un gemisinin Cûdî dağına oturduğu bildirilmekt-dir. Şimdiye kadar Müslüman tarihçiler ile tefsirciler, bu ayetten yola çıkrak, Cûdî dağının, Irak'taki Musul şehrinin yanında akmakta olan Dİcle kenarnda olduğunu söylemektedirler. Üstelik yeryüzünün başka bir yerinde "Cûdî" dağı adında bir dağda yoktur. Buna rağmen ne hikmetse, Hz. Nuh'un gemisi, Ararat yani Ağrı d-gında aranmaktadır. Her halde bu Tevrat'ın tahrif edilmediğim ispatlamak için 3a-pılan bir oyundur. Çünkü Tevrat'a göre Hz. Nuh'un gemisi Ağrı dağına oturmıştur. 58[58] Hud: İl/44. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 328. 59[59] Hûd: 11/48. 60[60] Buhârî, Savm 69. Menâkibu'l-Eiısâr 52, Tefsir süre Yûnus 1, Tefsir sure Tâhâ 2. Enbiyâ 24; Müslim, Siyam 127-130; Ebu Dâvud, Savm 63; Dârimî, Savm 46; Müsned, 1/291, 310, 336, 340; 2/359: 4/409 (ç). 61[61] Tirmizî, Savm 47; Ebu Dâvud, Savm 53: İbn Mâce, Siyam 41, Müsned 5/308, 311, 295-297, 304, 307; Müsiim, Siyam 196 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 328-330. 56[56]

Hz. Nûh ile Beraberindeki Müminlerin Gemide Kaldıkları Müddet: Daha önce de belirttiğimiz üzere; Hz.Nûh ile beraberinde bulunan müminlerin gemide kaldıkları müddet, yüz elli gündür. Bu rivayet, İbn Abbas (r,a)'dan nakledilmiştir. İbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı eserinde de naklettiği üzere İbn Abbas(ra) şöyle demiştir: "Hz.Nûh ile birlikte gemide çoluk çocuklarıyla birlikte seksen kişi vardı. Onlar gemide yüz elli gün kaldılar. Yüce Allah gemiyi Mekke'ye doğru yöneltti. Gemi, Kabe'nin etrafında kırk gün dönüpdolaştı. Daha sonra gemiyi Cûdî dağına doğru yöneltti ve Cûdî dağının tepesinde karar kıldı." 62[62] Hz. Nûh (a.s)'ın Vefatı: Hz. Nûh (a.s) tufandan önce 950 sene kavmi içerisinde yaşamış ve tufandan sonra da bir müddet 63[63] -bu müddeti en iyi bilen Allah'tır- daha kaldıktan sonra vefat etmiştir. İbn Abbas(r.a)'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Hz. Nûh (a.s) 1000 seneden fazla yaşamıştır. Onun ömrü, insanoğlu içersinde yaşayanların en uzun Ömürlü olanıydı." Fakat İbn Abbas (r.a)'dan nakletmiş olduğumuz bu rivayetin sıhhatinde gerçek bir kopukluk vardır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de (yani Ankebut: 29/14'de) anlatıldığı üzere Hz.Nûh, kavmi ile birlikte risâletle görevlendirildiğinden itibaren 950 sene yaşamıştır. Bu konudaki görüşlerden tercih edilene göre; Hz. Nûh (a.s), Mekke-i Mükerreme'de bulunan Mescid-i Haram'ın yakınına defhedilmiştir. Rahmeti geniş olan Allah, Hz. Nûh (a.s)'a rahmet etsin. 64[64] Hz. Nûh (a.s)'ın Kendi Şahsına Ait Bazı Özellikleri: 1. Hz. Nûh (a.s), bir şeriat ile gelmiş resullerin ilki, 2. Yaş bakımından peygamberlerin en uzun olanı, 3. Gönderilmiş peygamberlerin şeyhi, 4. Peygamberler içerisinde kavmini şirkten sakındiranların ilki, 5. Halkı Allah'a davet edenlerin de ilki, 6. Allah, Hz.Nûh'u, "şükredici bir kul" (İsrâ: 17/3) diye isimlendirmiş, 7. Misâk olma hususunda Yüce Allah, Hz.Muhammed (s.a.v)'den sonra onu zikretmiş, 65[65] Allah'ın salât ve selamı onların hepsinin üzerine olsun. 66[66]

62[62]

îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/98. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 330. 63[63] Bu konuda alimlerin ihtilafları var. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm ve Nebevi sünnetten Hz. Nûh (a.s)'m ne kadar yaşadığına dört bir rivayet yok. Sadece Ankebut: 29/14'de Hz.Nûh (a.s)'m 1000 seneden 50 ytl eksik olmak üzere 950 yıl peygan-berlik yaptığı bildirilmekledir. Alimler bu konuda kendilerini zorlamaya giderek birçok görüşler iieri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin çoğu Tevrat, Tekvin 9/28-29:dan alınmıştır. İbn Kesîr ve yazarımız Sabimi, bu konuda kesin bir görüş ileri sürmekten kaçınmaktadırlar. Sadece Kur'an'in verdiği bilgiyİe yetinmektedirler, (ç). 64[64] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 330-331. 65[65] Bununla ilgili olarak b.k.z: Ahzâb: 33/7 (ç). 66[66] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 331.

HZ. İBRÂHÎM (A.S) Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Hayatı: "(Ey Muhammed Sana indirdiğimiz) kitapta (yani Kur 'an 'da) İbrâhîm'i de (babasıyla olan kıssasını o müşriklere) anlat. Çünkü o, gerçekten sıddık (yani dosdoğru) bir peygamberdir." Meryem.: 19/41) Hz. İbrâhîm (a.s) kendisinden sonra gelen peygamberlerin atasıdır. Hz. İbrâhîm (a.s), Resulullah (s.a,v)'in en büyük atasıdır. Zira Resulullah (s.a.v), Hz. İsmâîl(a.s)'m soyundan gelmektedir. Hz. İsmâîl(a.s) ise Hz. İbrâhîm (a.s)'m oğludur. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), Resulullah (s.a.v)'in en büyük atası olmaktadır. Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a mahsus değerli hususiyetler ve özellikler vermiştir. Bu özellik ve hususiyetlerden bazıları şunlardır: 1. Allah onu, peygamberlere ata, 67[1] 2. Muttakilere imam, 68[2] 3. Gönderilmiş peygamberlere örnek 69[3] 4. Resul ve nebiler arasından onu "Halil" yani dost edinmiş. 70[4] Çünkü O, Halilü'r-Rahman yani Rahman'm dostudur. 5. Kendisinden sonra gelen peygamberler, onun soyundan türemiş. 71[5] Bundan dolayı da nesiller birbirini takip etmiştir. İsrailoğulları peygamberlerinin hepsi de, Hz. İbrâhîm (a.s)'m soyundandır. Çünkü İsrail oğulları peygamberleri, Hz.İshâk (a.s)'m oğlu olan Hz.Yakub(a.s)'m çocuklarından gelmişlerdir. Hz.İshâk (a.s) ise Hz. İbrahim (a.s)'in oğludur. Hz. İbrâhîm (a.s) ile başlayan peygamberlik ağacının dalları, yine onun soyundan gelen resullerin ve nebilerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'e kadar devam etmiştir. 72[6] Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v) daha Öncede geçitği üzere- Hz. İsmail (a.s)'ın soyundan gelmiştir. Hz. İsmâîl (a.s) ise Hz. İbrâhîm (a.s)'ın büyük oğludur. Nitekim Yüce Allah bu peygamberlik ağacının dallarının durumunu şöyle anlatmaktadır: "ibrahim'e, İshâk'ı ve Yâkub'u müjdeledik, "soyundan gelenlere" "kitap" 73[7] ve "peygamberlik'' 74[8] verdik. Üstelik İbrahim'e, hem dünyada 75[9] mükafatını verdik ve hem de ahirette 76[10] o, salihlerden olacaktır." 77[11] Hz. İbrâhîm (a.s), Peygamber olarak gönderildikten sonra çeşitli belalarla imtihan edilmiştir. Örneğin; sabr gibi Zira Hz. İbrâhîm (a.s)'m imanı, sarsılmayan, dalgalanmayan ve ölüm korkusu ile zayıflığın giremediği sağlam bir dağ misâli gibidir. Çünkü oğlu İsmâîl'i boğazlamakla emrolunduğunda bu mihnet ve sıkıntısı daha da artmıştı. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'a ibadette, itaatta ve Allah'ın emirlerine karşı boyun eğmede örnek bir kimse idi. işte bunlardan dolayı Allah onu, kendisinden sonra gelen peygamberlere örnek numunesi kılmış ve aynı zamanda kıymet ile değerliliğinden dolayı da onu tek başına bir "ümmet" kılmıştı. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'m tek başına bir "ümmet" oluşunu şöyle anlatmaktadır: "İbrâhîm şüphesiz Allah'a boyun eğen ve Ona yönelen tek başına bir "ümmet" idi. Müşriklerden de Hz. İbrâhîm (a.s)'dan itibaren peygamberlik, iki kola ayrılmaktadır. Bınlardan birincisi, Hz.İsmâîl (a.s)'ın koni, ikincisi ise Hz.îshâk (a.s)'m oğlu olaı Hz. YaTcûb (a.s)'ın kolu. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s)'dan sonra gelen peygamberler, bu iki kol ile Hz, İbrâhîm (a.s)'a dayanmaktadırlar. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), kendisinden sonra gelen peygamberlerin atası olmaktadır. Bununla ilgili olarak bk.z: Ankebût: 29/27 (ç). 68[2] Bununla ilgüi olarak bakınız: Bakara: 2/124 (ç). 69[3] Bu konuda b.k.z: Nahl: 16-120-122 ayetleri ile tefsirlerine (ç). 70[4] Konuyla ilgili olarak B.k.z: Nisa: 4/125; İsrâ: 17/73; Nahl: 16/121(ç). 71[5] B.k.z: Ankebût: 29/27(ç). 72[6] Bu ifadeler Hz.Peygamber (s.a.v)'den sonra resul veya nebi geleceği» iddia e-denlere verilen güzel bir cevaptır. Bununla ilgili açıklama İnşallah ileride yapılacaktır.(ç)b 73[7] Ayette geçen "kitap" ifadesinden maksat, Tevrat, încîl, Zebur ve Kur'ân-ı Kerîm' dir.(ç) 74[8] Ayette geçen "peygamberlik" ifadesi İle de; Hz. ibrâhîm (a.s)'ın soyundan gelenlere peygamberliğin verileceği kastedilmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s)'dan sonra gelen peygamberlerin hayatları iyice incelendiğinde bu açıkça göriilecektir.(ç). 75[9] Hz. İbrâhîm (a.s)1 a dünyada verilen nimet, güzel övgü, kıyametin sonuna kadar ona getirilecek olan salat-ü selâm. Bununla ilgili olarak bakınız Salli ve Barik dulanna. (ç). 76[10] Hz. İbrahim (a.s)'a ahirette verilecek nimet İse; Sarihlerden yani cennet ehlinden oîmasıdır.(ç). 77[11] Ankebût: 29/27. {Ayette Hz.İsmâîl (a.s)'dan bahsedilmemesinin sebebi onun durumunun bilinen bîr husus olmasından dolayıdır. Bununla ilgili oarak b.k.z: Said Havva, eJ-Esas-ı fi't:Tefsir, 11/110 Nesefi tefsirinden naklen). Ayrıca bu konuda b.k-z: Nisa: 4/54(ç). 67[1]

olmamıştır." 78[12] Ayeti kerimede de görüldüğü üzere; Yüce Allahm ondan büyük övgülerle bahsettiğini görmemiz garipsenecek bir durum değildir. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s): a. Peygamberlerin atası, b. Muttakilerin imamı, c. İmanın temsilcisi, d. Sabır konusunda imtihan edilmiş, e. Şükür konusunda da Allah tarafından yardım edilmiş f. Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetler konusunda Allah'a lütufkar bir kul olmuştu. işte bütün bunlardan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı "Halil" yani dost olarak kendisine seçmiştir. 79[13] Hz. İbrahim (a.s)'ın Soyu: Hz. İbrâhîm (a.s)'m soyu, tarihçilerin belirttiğine göre; İbrâhîm b. Târeh b. Nâhûr b. Sâruğ b. Rau b. Fâlığ b. Âmir b. Şâlıh b. Erfahşed 80[14] b. Sam b. Nuh ile bitmektedir. Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz. Nûh (a.s) arasında 1000 seneden fazla bir zaman dilimi vardır. Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu soyunu tarihçiler Tevrat'tan aldıkları bilgilerle nakletmişlerdir. 81[15] Görüldüğü üzere tarihçiler, Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının ismini "Târeh" diye nakletmektedirler. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının ismi "Azer" diye geçmektedir. 82[16] Kur'an'dan nakledilen bu haber güvenilmesi gerekli olan Sahîh bir haberdir. 83[17] Tarihçilerin, Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Tareh" olduğuna dair ileri sürdükleri görüşü ise Tevrat'a dayanarak nakletmişlerdir. Tevrat ve İncil'de tahrif edildiğinden ötürü müslümanlann yanında bu iki kaynağın başka görüşlerinde olduğu gibi bu görüşünde de bir sağlamlığı ve güvenilirliği yoktur. Çünkü Tevrat ve İncil'den nakledilen görüşlerin bir dayanıklılığı yoktur. Bu durum bazı tefsircilerin, tarihçilerin kervanı içerisinde gittiklerini gösteren garipsenecek durumlardan biridir. Çünkü bazı tefsirciler, tarihçilere dayanarak, Hz. İbrahim (a.s)'ın babasının isminin "Tareh" olduğunu iddia etmişlerdir. Kur'an'da geçen "Azer" isminin ise, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın amcasının ismi olduğunu söylemişlerdir. Buna göre tefsirciler, Kur'an'da geçen Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Azer" olduğuna dair nassı, -Hz. İbrâhîm (a.s)'in peygamberlerin atası bir Peygamber olması vb. bir sebepten dolayı ve Hz. İbrâhîm (a.s)'m müşrik bir babanın oğlu olduğunu def etmek için/- te'vil etmişlerdir. Üstelik tefsirciler bu konuda büyük bir çaba sarfederek Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Azer" değil de "Tareh"olduğuna dair birçok deliller de getirmişlerdir. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s)'ın müşrik bir babanın oğlu olması onun Allah katındaki makamına bir zarar getirmediği gibi şeref ve haysiyetini de azaltmaz. Çünkü hidayet ancak Allah'ın eliyledir. Zira Allah, dilediğini sapıtır ve dilediğini de hidayete eriştirir. Çünkü Allah, hidayete erecekleri en iyi bir şekilde bilir. Buna bir örnek olması bakımından şöyle bir örnek verilebilir. Firavun'un karısı Asiye, mümine bir kadın, 84[18] Nuh'un oğlu Ken'an, kafir 85[19] ve Lûl'un karısı da kafir idi. 86[20] Bunların 78[12]

Nahl: 16/120. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 332-334. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Rau'dan itibaren 5 atası tarafımızdan eklenmiştir, (ç). 81[15] Tevrat, Tekvin 11/26, Yazarımız Sâbûnî'nin bahsettiği bu tarihçilerden bazları şunlardır: Taberî Tarihür'r-Rusül ve;l-Mülûk 1/119; İbn Esir, el-Kâmil, 1/94; îbn Haldun, Tarih, 2/33; Belâzurî Ensâbu'3-Eşref, 1/5; İbn Asakir, Tarih, 2/136-137 vb tarihçilerdir.(ç). 82[16] Ayet içinb.k.z: En'âm: 6/74 (ç). 83[17] Doç. Dr. Abdullah Aydemir bu konuda şunları söyler: "'İslam bilginlerim bazıları "Azer" kelimesinin, Hz. İbrahim (a.s)'m babasının lakabı veya erkek kardeşinin ismi yahut babasının adı veya bir putun adı olması ihtimallerinden bahsederek Kur'ân-ı Kerîm'in zahirinden uzaklaşmışlar ve Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının adının "Tareh" olduğunu iddia etmişlerdir. Buna sebepte, hu adın "Tekvin" de böyle tespit edilmiş olmasıdır. (Tekvin, 11/26) Buna Sahîh hadislerde bir işaret yoktur. Bu, İslam'a girmiş olan mühtedilerce ortaya afılmış bir isimdir. Buharı, "et-Târihü'l-Kebîr"inde; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının adını "'Azer" olarak zikretmiş ve bu ismin Tevrat'ta "Tareh" olarak zabt edildiğine de dikkatimizi çekniştir. Bütün telam tarihçileri, Hz. îbrâhîm (a.s)'ın nesebini îespit ederken mutlaka bu "Tareh" kelimesinden söz etmişlerdir. Fakat Buharî dışında hemen hemen hiçbiri bunun Tevrat'ın rivayeti olduğuna dikkat etmemiştir. Bu rivayet. Kur'an'a açıkça zıttır. Bu zıtlık sebebiyle Tevrat'ın bu konudaki açıklaması ve tarihçiler ile tefsircilerin kty-dettikleri rivayetlere itibar edilemez." Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 64 (ç). 84[18] Hz. Asiye'nin mümin bir kadın olduğuna dair b.k.z: Tahrîm: 66/11 (ç). 85[19] Hz-Nûh (a.s)'m oğlunun kafir dduğuna dair b.k.z: Hûd: 11/42,45-46 (ç). 86[20] Hz.Lût (a.s)'ın hanımının kafir olduğuna dair b.k.z: A "raf: 7/83; Tahrîm: 66/11; Ayrıca Tahrîm: 66/11'de, 79[13] 80[14]

kafir olması, bu peygamberlerden hiçbirinin şeref ve haysiyetine hiçbir şekilde zarar vermediği gibi onların şeref ve haysiyet vb. özellliklerini de azaltmaz!! Halbuki Resulullah (sav), Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Azer" olduğunu bize haber vermiştir. Bu konudaki hadisi şerifi, Buharı şöyle rivayet etmiştir: "Kıyamet gününde İbrâhîm "babası Azer" ile (babasının) üzeri tozlu ve siyahlı bir haîde karşılaşacaktır. Bunun üzerine îbrâhîm babasına: - Ben. sana (dünyadayken) bana asi olma demedim mi? Diyecek. Babası da, ona: - İşte bugün sana asi olmayacağım, diye cevap verecek. Bunun üzerine İbrâhîm: - Ya Rabb! Sen bana insanlar diriltilecekleri gün beni rezil etmeyeceğini vaad etmiştin. Şimdi Allah'ın rahmetinden çok uzak olan babamın vaziyetinden daha çok utanmayı gerektirecek hangi rüsvaylık olabilir? diyecek. Allah'da: - (Ya İbrâhîm) Ben cenneti kafirlere haram kılmışımdır, buyuracak. Bundan sonra Yüce Allah tarafından: - Ya İbrâhîm! Şu iki ayağının altındaki nedir? Denilir. Bunun üzerine İbrâhîm. (ayağının altına) bakar ve ayaklan arasında kana bulanmış bir sırtlan görür (ki İbrahim'in babası bu çirkin şekle çevrilmiştir) Bu çirkin manzara üzerine onun ayaklarından yakalanır ve ateşe (yani cehenneme) atılır. 87[21] İşte bu hadisi şerif, Hz. îbrâhîrn (a.s)'m babasının isminin "Azer" olduğunu gösteren bir delildir. Bu görüş, bunun dışındaki görüşe meylettirmeyen doğru olan görüştür. İbn Kesir, bununla ilgili olarak şöyle der: "ibrahim. "Babası Azere": (Allah'ı bırakıp da) putları mı ilah ediniyorsun?, demişti. " (En'am: 6/74). İşte bu ayeti kerime Hz.İbrâhîm (a.s)'ın babasının isminin "Azer" olduğunu ispatlıyor. Aralarında İbn Abbas'mda bulunduğu soyları araştıran alimlerin çoğu, Hz. İbrahim (a.s)'m babasının isminin "Tareti" olduğunu ifade etmişlerdir. Denildi ki: "Tareh, Azer'in taptığı bir putun ismi olduğu için bu kelime (yani Tereh ismi) Azer'e bir lakap olarak takılmıştır. Ibn Cerîr: "Doğrusu Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının ismi Azer'dir. Belki babasının iki ismi de olabilir ya da bu iki isimden biri onun lakabıdır, diğeri de özel ismidir" der. Ibn Cerîr'in bu sözünün gerçeklik payı büyüktür. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır." 88[22] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Künyesi: İbn Asâkir'in, İkrime'den rivayet ettiğine göre; "Hz. İbrâhîm (a.s), "Ebu Dayfan" yani misafirlerin babası diye künleyenmiştir. Bu konuda derim ki: Belki de bu künye, Hz. İbrâhîm (a.s)'a; çok misafirin gelmesinden dolayı verilmiş olabilir. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), cömert ve misafirperverliğini en güzel bir şekilde yapar ve misafirini cömert bir biçimde ağırlardı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)'in kendisi cömert bir kimseydi. Misafirlerine buzağı keser ve et kızartır ve en güzel yiyecekleri çıkarırdı." 89[23] îbn Cerîr, Süddi'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: '"Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yiyecek ve içecek çeşitleri çok olup bunlardan kendisine gelen misafirlere yedirir ve onlara ziyafetler verirdi." 90[24] Kur'ân-ı Kerîm ise, Hz. İbrâhîm (a.s)'a gelen misafirler ile ilgili kıssayı anlatmıştır. Bu kıssada misafirler ile kastedilen meleklerdir. Onlar, Lût kavmini, yapmış oldukları çirkin işten dolayı helak etmek için giderken, yolları üzerinde bulunan Hz. İbrâhîm (a.s)'a da bir çocuk müjdelemek için uğramışlardı. Hz. İbrâhîm (a.s) ise onları ilk anda gördüğünde onları insan zannetmişti. Bundan dolayı gelen misafirlerini ağırlamak için hemen ailesinin yanına koşarak gidip onlar için bir buzağı kesip sonra Hz.Nûh (a.s)'m hanımının da kafir olduğu anlatılmakâdır. 87[21] Buharı,Tefsir Şuarâ Sûresi 232 (288-289), Enbiyâ 11 (24); Müsned 4/53. 88[22] İbn Kesîr, cl-Bidâye ve"n-Nihâye, 1/142. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 335-338. 89[23] îbn Asâkir, Târih, 2/157 (ç), 90[24] İbn Cerir et-Talim, Tarih. 1/127 (ç),

da onu kızartarak onlara getirip önlerine indirmişti. Fakat onlar kendileri için kesilip kızartılan buzağının etinden yemeyip ondan uzak durdular. Bu durum ise Hz. îbrâhîm (a.s)'m kendisinde, onlara karşı bir şüphenin meydana gelmesine sebep oldu. Bu sırada Hz. İbrâhîm (a.s), garipsenecek ve korkmuş bir şekilde onlara bakmaya başladı. Nihayet melekler, ona kendilerinin meleklerden olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s)'dan korku ve şüphe gitmiş oldu. Yüce Allah bu kıssayı Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi) îbrâhîm 'in şerefli misafirlerinin haberi sana gelmedi mi? Hani onlar (İbrâhîm 'in) girip: "Selam" demişlerdi, o da (tarafımdan) tanınmayan bir topluluğa "selâm" demişti. (Misafirlerin gelmesi üzerine misafirlerin yanından gizlice sıvışıp) hemen ailesinin yanına giderek (onlara, malının en hayırlılarından olan) semiz bir buzağı (yi kesip kızartarak kendisine gelen misafirlere) getirmiş ve onların önüne sürüp "Yemez misiniz?" demişti. (Onlarda yemeyince) onlara karşı içinde bir korku hissetti. (İbrâhîm 'in bu durumunun farkına varan misafirler) "Korkma!" dediler. (Daha sonra da) ona bilgili olacak bir çocuğu müjdelediler." 91[25] işte bu ayeti kerimeler; Hz.İbrâhîm Halîl (a.s)'ın cömertliğini anlatan canlı örneklerdir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), hiç tanımadığı misafirlerine dahi deve, sığır, buzağı vb. şeyler boğazlar ve gelen misafirlerine, bu kestiklerini kızartıp önlerine sunar ve onları en güzel bir şekilde ağırlardı, işte Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu hali; yüce kimselerin ahlakından ve cömert kimselerin özelliklerindendir. Araplarda bu övülmüş özellikleri, cömertliği ve ikramlılığıyla tanıdıkları Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'den almışlardır. Çünkü Hz. İsmail (a.s)'da, misafirperverlikte ve cömertlikte babasına benzemekteydi. 92[26] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Doğumu: Bazı Tarihçilerin naklettiğine göre, Hz. İbrâhîm (a.s) 93[27] (bugünkü) Şam şehrinin civarında bulunan Kasyun dağı yanındaki "Berze" denilen köyde doğmuştur. Siyerci ve tarihçilerin yanında meşhur olan sahîh görüşe göre; Hz. İbrâhîm (a.s), Keldânî'lerin ülkesi olan Babil'de doğmuştur. İbn Kesîr'de, birinci görüşü naklettikten sonra Sahîh olan görüşün; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Babil'de doğduğu görüşünü nakletmiştir. Fakat bu yer (yani Berze köyü), Hz. İbrâhîm (a.s)'a nisbet olunmuştur. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), kardeşinin oğlu Lût(a.s)'a yardıma geldiğinde orada namaz kılmıştır." 94[28] Hz. İbrâhîm (a.s), babası 75 yaşında iken doğmuştu. Hz.İbrâhîm Azer'in en büyük oğludur. Hz.İbrâhîm'den sonra ise Azer'in şu çocukları doğmuştu: Nâbar ve Hârân. Hz. Lût (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'m kardeşi Hârân'm oğludur. Ehl-i Kitap ise Hz.İbrâhîm'in, Azer'in ortanca oğlu olduğunu iddia etmektedir. Çünkü Hârân, doğduğu şehir olan Keldâni'lerin ülkesinde bununla Babil kastediliyor- babası hayattayken ölmüştü. Fakat Sahîh olan görüş, birinci görüştür. Hz. İbrâhîm (a.s), genç yaştayken "Sâre" denilen bir kadın ile evlendi. Sâre çocuğu olmayan kısır bir kadındı. Hz. İbrâhîm (a.s), babası ve hanımıyla birlikte Keldânilerin ülkesinden çıkıp Ken'anlıların ülkesine hicret etti ki, burası mukaddes şehirlerdi. Bunun üzerine Harran'da bir müddet kaldılar. Harran şehri, Şam bölgesine yakın bir şehirdi. Buranın halkı, bu sırada yedi yıldıza tapmaktaydılar. Şam bölgesi halkı ile Cezire halkı, -İbn Kesîr'in de anlattığı gibi-buranın sapık akidesi üzerineydi. Bunlar, ibadet ederken kuzey kutbuna yönelir, çeşitli dua ve hareketlerle yedi yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki, 91[25]

Zâriyât: 51/24-28 (Benzeri ayetler için b.k.z: Hûd: 11/69-76; Hicr: 15/51-60;,' Ankebut: 29/31/33) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 338-340. 93[27] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ismi Kur'ân-ı Kerîm'in 25 Sûresinde olmak üzere toplam 69 yerinde geçmektedir. Bunlar şunlardir: Bakara:2/124, 125, 125, 126, 127, 130, 132, ' 133. 135, 136, 140, 258, 258, 258, 260; Âli İmran: 3/33, 65, 67, 68, 84, 95, 97;' Nisa: 4/54, 125, 125, 163; En'âm: 6/74, 75, 83, 161; Tevbe: 9/70. 114, 114; Hûd: 11/69. 74, 75. 76; Yûsuf: 12/6, 38; İbrâhîm 14/ 35; Hicr: 15/51; Nahl: 16/120, 123; Meryem: 19/41, 46, 58; Enbiyâ: 21/51, 60, 62, 69; Hacc: 22/26, 43, 78; Şuarâ: 26/69; Ankebût: 29/16. 31; Alızâb: 33/7; Saffât: 37/83, 104, 109; Sâd: 38/45; Şura: 42/13; Zuhruf: 43/26; Zâriyât: 51/24; Necm: 53/37; Hadîd: 57/26; Mümtehine: 60/4, 4: Alâ: 87/19. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. İbrâhîm (a.s)'tn ismine binaen İbrâhîm Sûresi vardır. Hz. İbrâhîm (a.s)'m kıssasrın geçtiği sureler şunlardır: Ba- ;| kara: 2/124-134, 258, 260; En'âm: 6/74-90; Tevbe: 9/114. Hûd: 11/67-76; İbrahim: | 14/35-42: Hicr: 15/51-60: Nahl: 16/120-122; Meryem: 19/4150; Enbiyâ: 21/51-73; | Hacc: 22/26-30; Şuarâ: 26/69-89; Ankebût: 29/16, 24-27, 31. 33; Saffât: 37/83-113; Sâd: 38/45-47- Zuhruf: 43/26-29; Zâriyât: 51/24-37; Mümtehine: 60/4-6(ç). 94[28] İbn Kesîr, et-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/143 (ayrıca b.k.z: İbn Asâkir, Tarih, 2/137) (Ç). 92[26]

Şam'ın yedi eski kapısından herbirinin üstünde bu yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Halk, bu yıldızlar için bayram ve şenlikler tertipler, kurbanlarkeserlerdi. Harran halkı da bu şekilde putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. O sırada yeryüzü üzerinde Hz. İbrâhîm (a.s), hanımı Sare ve kardeşinin oğlu Hz. Lût (a.s) dışında bulunanların hepsi kafirdiler. Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, kesin hüccetle ve kati delille gönderdi ve bu sapıklıkları ortadan kaldırdı. Çünkü Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a, küçüklüğünden itibaren rüşdü yani dosdoğru görüşlülüğü vermişti. 95[29] Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) güçlü bir azme ve isabetli görüşe sahip bir kimseydi. Zira o, kavmiyle mücadele ve münazara edip Yüce Allah'ın yardımıyla onlara keskin deliller getiriyor ve kat'i kanıtlarıyla da onlara galip geliyordu. Buna karşılık onlar, Hz. İbrâhîm (a.s)'a cevap vermeye güç yetiremiyorlardı. 96[30] Hz. İbrâhîm (a.s)'in Babası Azer'i Tevhid Dinine Davet Etmesi: Kur'ân-ı Kerîm; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babası Azer'i tevhid dinine davet ettiğini bize anlatmıştır. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)'m babası putlara tapan ve Nemrut'u ilah olarak kabul eden müşrik bir kimseydi. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s)'m kendisi için insanlar arasında ilk nasihat edilecek kişi babası idi. Bu nedenle Hz. İbrâhîm (a.s), babasına öğüt vermekten nasihat etmekten ve Allah'ın azabından sakmdırmaktan geri durmayıp tebliğinde devam etti. Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasına olan davetinde, kendisine insanların en yakını olan ve kendisi hakkında iyilikten başka bİr şey istemeyen anne-babaya saygıda nasıl olması gerektiğinde her çocuk için olması gerekli bir örneklik vardır. 97[31] Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasına karşı söylemiş olduğu sözde sert çıkışmıyor, davetini kabul etmediğinde onu ayıplamıyor ve kınamıyordu. Bunların yanısıra babasına, bütün edep ve vakarıyla hitap ediyor ve ona en güzel lütuf ifade eden kelimelerle cevap veriyor ve güzel hal ile hareketlerle işaretlerde bulunuyordu. Babasıyla olan münakaşasında ve mücadelesinde, zarar veremeyen, görmeyen, işitmeyen ve sahibine hiçbir fayda sağlamayan taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmada hatalı olduğunu ona en güzel bir şekilde açıklıyordu. Ayrıca babasına, güç yetiremediğini ve iyilik ile faydayı da birbirinden ayıramadığına dikkat çekiyordu. Çünkü bu putlar, kendileri hakkında bunları dahi yapamadığına göre, başkalarından zararı uzaklaştırmaya nasıl güç yetirebilir idi? Veya herhangi bir şeyi yapmada istenileni yine kendisine tapanlara tahakkuk ettirmeye nasıl olur da güç yetirebilir idi?!.. İşte Hz. İbrâhîm (a.s), babasına olan davetini, edebli ve vakarlı olarak hikmetle, güzel öğütlerle ve nasihatlerle yapmıştır. 98[32] 95[29]

Bununla ilgili olarak b.k.z: Enbiyâ: 21/51 (ç). Konuyla ilgili olarak b.k.z: Bakara: 2/258; En'âm: 6/74-90; Meryem: 19/41-50; Enbiyâ: 21/51-73; Şuarâ: 26/69-89; Ankebût: 29/24-27; Saffât: 38/83-113; Zuhruf: 43/26-29 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 340-342. 97[31] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu tavrında, günümüz Müslümanlarının ibret alması için gerekli çok önemli mesajlar bulunmaktadır, (ç). 98[32] Said Havva, Hz. îbrâhîm (a.s)'m bu tavrından alınacak dersleri şöyle sıralami-tadır: 96[30]

Birincisi: Hz. îbrâhîm (a.s), babasına işlediği bu hatanın gerekçesine dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Bunu söylerken de babasının içinde olduğu durumdaki ısrar ediş ve aşırı fikri sabitten vazgeçmesi için uyandırıcı bir üslup kullandı. Çünkü yaratıklar arasında en şerefli mevkiye sahip olanlar peygambaterdir. Ama insanlar onlara ibadet bile etmişlerdir. Bunlara ibadet eden kiliseler hakkında verilen hü-kümse, apaçık bir sapıklıktır. (Çünkü ibadet yalnız Allah'adır.) Taş veya ağaca ibadet edenin durumu- ne olabilir peki? Çünkü bu tür şeyler, kendisine İbadet edenin zikrini işitmez, ibadet edişini bile görmez, kendilerine İbadet edenlerin başına gelebilecek bir belayı savamaz, onun hiçbir ihtiyacını da karşılayamazlar. İkincisi: Hz. tbrâhîm (a.s), babasını hakka davet ederken yumuşak ve ince bir üs lupla yaklaştı ona. Babasını kara cahillikle, kendisini de üstün bir bilgi ile nitelemedi. Ancak "Sende bulunmayan bir miktar ilim bende var, bu ise dosdoğru yolu gösteren bilgidir" dedi. Farz etti ki ben ve sen bir yolda gitmekteyiz ve o yolu ben, senin bilmediğin bir şekilde ve senden daha tazla bümdeteyim. O halde sen bana uy ki, kaybolmaktan ve başka yollara sumaktan seni kurtarayım" dedi. Üçüncüsü: Hz. İbrâhîm (a.s), babasını üzerinde bulunduğu yolu izlemekten nehyetti. Gerekçe olarak da şunu gösterdi: c'ÇünkÜ bütün nimetlerin kendsinden geldiği rahman olan Allah'a başkaldıran şeytan, seni putlara ibadet etmek çukuruna düşürdü ve onlan sana cazip gösterdi. Sen gerçekte Ailah'a değil ona ibadet etniktesin" dedi. Dördüncüsü: Ona akıbetinin kötülüğünü hatırlatarak korkuttu. Bu (putlara ibadetin başına getireceği sıkıntı ve vebali hatırlattı. Bununla birlikte gereken cdeb ölçülei-ne de riayet etti. Çünkü mutlaka cezaya çarptırılacağım ve onun azap göreceğini açıkça söylemedi. Aksine "Sana bir azabın gelip dokunmasından koıkanm" diyerek, az olacağı hissini veren belirtisiz bir ifade kullaıdı. Şöyle demiş gibi oldu: "Ben rahman olan Allah'ın azap rüzgarlarından bir esintinin gelip sana dokunrm-smdan korkuyorum. Şeytanın dostluğunu ve şeytanın arkadaşları araşma girişini, onunla birlikte olmayı da azaptan dalıa büyük gösterdi. Nitekim

Fakat Hz. İbrahim (a.s)'m babası, oğlunun kendisine hikmetle ve özveriyle yapmış olduğu bu nasihatleri ve öğütleri kabul etmedi. Hatta Hz. İbrahim (a.s)'m kesin delillerle ve kati kanıtlarla ileri sürdüğü düşüncelere de itibar etmemiştir. Bunların aksine sapıklığında ve inadında ısrar etmiştir, ilahlarını ve tağutlarmı da, kötülükle ve çirkinlikle bahsetmeye başlayınca bu sefer oğlunu dövmekle ve hatta sözlerine devam ettiği takdirde öldürmekle tehdit etmiştir. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) ile babası Azer arasında geçen bu kıssayı Kur'an'da şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi Sana indirdiğimiz) kitap'ta (yani Kur'an'da) İbrahim'e dair (yani babası ila olan kıssasında müşriklere) anlat. Çünkü o, gerçekten sıddîk (yani dosdoğru) bir peygamberdir. Hani o babasına: "Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu sana gelmemiş bir ilim (yani vahiy ve Allah bilgisi) bana gelmiştir. Öyleyse (putlara tapmayı bırakıp) bana tabi olda seni dosdoğru bir yola ileteyim. Babacığım! (Allah'ı bırakıp ta) şeytana tapma! Çünkü şeytan rahmana (karşı gelerek emirlerine muhalefet edip ona) isyan etmiştir. Babacığım! Doğrusu Rahman azabı sana dokunurda şeytanın velisi(doslu) olursun diye korkarım. (Bunun üzerine babası ona) "Ey İbrâhîm! Sen benim ilahlarımı beğenmiyor musun ha? Andolsun ki (putlara küfredip hakaret etmek ve onları ayıplamaktan) vazgeçmezsen, seni taşlarım, uzun bir süre benden ayrıl git!" demişti. ibrahim'de: "Selâm olsun sana! Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim. Zira o, bana karşı çok lütufkardır." 99[33] Hz. İbrâhîm (a.s), babası için mağfirette bulunmuştur. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s) duaları arasında babası için mağfirette bulunacağına dair kendi kendine söz vermişti. Bundan dolayıda Hz. İbrâhîm (a.s), babası için Rabbinden mağfiret dilemiş ve yine ondan babasından razı olmasını istemiştir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbine şöyle dua etmişti: "(Ey Rabbim!) Babamı bağışla. Çünkü o, sapıklığa düşmüş kimselerdendir. "(Şuam: 26/86) 100[34] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babası için yapmış olduğu bu istiğfarı, biç kuşkusuz babasının iman etmesini arzuladığından dolayı idi. Fakat ne zaman ki babasının şirk ile putlara tapmaya ısrar ettiği ve Allah'ın dinine bağlananlara düşmanlığı ortaya çıktığında Hz. İbrâhîm (a.s), babasından uzaklaşmış ve onunla olan ilgisini kesmişti. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi. 101[35] Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim çok içli ve yumuşak huylu idi." 102[36] Bu anlatılanlarda; yüce peygamberlere uymada, onların mükemmel yolu üzere yürümede ve onların güzel gidişatında, tevhid ve iman ehli için açık dersler ile ibretler vardır. Buna göre Hz. İbrahim (a.s), babasından ve Hz. Nûh (a.s)'da oğlundan -Allah'a olan düşmanlıkları ve kafir oldukları ortaya çıktığında- uzaklaşmıştır, işte bu durum, imanın kemalindendir. Hz. İbrahim (a.s)'ın babasıyla ve Hz. Nûh (a.s)'m da oğluyla olan akrabalıkları din kardeşliğinden daha yüce ve daha kutsal değildir. Çünkü dini yakınlık ile kardeşlik, soy bağlılığı ve kardeşliğinden daha üstündür. İşte bu anlatılanlar, Allah'ın peygamberlerinin davetinde rol oynadığı mükemmel örneklerdir. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s)'in bu durumu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "ibrahim ve onunla beraber olanlarda (yani müminlerde) sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Zira hani onlar, kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınız (ilahlar)dan uzağız. Sizin dininizi kabul etmiyoruz. Üstelik bizimle sizin aranızda yalnızca Allah 'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgÖstermiştir" dediler. Yalnız ibrahim'in babasına; "Andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir azabı savmaya gücüm yetmez. " Sözü, bu örneğin dışındadır." 103[37] Allah'ın rızasının bizzat sevaptan daha büyük olması gibi. Babasına verdiği her öğüdün başına da "babacığım'" sözlerini eklenerek ona adeta yalvardı, kafir dahi olsa babaya saygı göstermek gereğini hissettirerek onun duygularını okşamaya çalıştı." (Said Havva, el-Esâsı iî't-Tefsir, 8/468^69; Ncsefi tefsirinden naklen) (ç). 99[33] Meryem: 19/41 -47 (Konuyla İlgili olarak benzer ayetler için b.k.z: En'Sm: 6/74, Enbiyâ: 21/51-56; Şuarâ: 26/69-83; Saffât: 37/S3-87; Zuhruf: 43/26-28) (ç). 100[34] Bununla ilgili oiarak b.k.z: İbrâhîm: 14/41 (ç). 101[35] Hz. İbrâhîm (a.s)'m babası Azer için mağfiret isteyeceğini bildiren söz, Mümtahine: 60/4; Meryem: 19/47!de geçmektedir.(ç). 102[36] Tevbe: 9/114.. 103[37] Mümtahine: 60/4.

İşte bu ayeti kerimede, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın imanının sıdk üzere olduğunu gösteren açık bir delil değil midir? veya Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasından uzaklaşmasının sebebi; -iman bağları yok olduğunda- baba ile oğul arasındaki bağında kopmasının gerçekleşmesi babasının oğluna karşı açıkça düşmanlığını ilan etmesinden dolayı değil midir? bunda garipsenecek bir durum söz konusu değildir. Çünkü Hz. İbrâhîm Halil(a.s) , imanın ve akidenin doğruluğu hususunda en güzel Örnek olan peygamberlerin atasıdır. işte bütün bunlardan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), Rahman'm dostu olmaya hak kazanmıştır. 104[38] Hz. İbrâhîm (a.s)'in Kavmi Arasında Yetişmesi: Hz. İbrâhîm (a.s), Babil'de "Nemrut b. Ken'an" ismiyle tanınan 'tağut', 105[39] zalim ve zorbacı hükümdar olan ve -Allah'ın değilde- kendi görüşüyle insanlara hükmettiği bozuk bir ortamda yetişmişti. Nemrut, Babil ülkesini kendi idaresi altına almıştı. Bu sırada Babil halkı da, şirkin ve putçuluğun içerisinde yüzmelerinin dışında, bolluk ve genişlik içerisinde yaşayıp, kendi elleriyle putları yontuyorlar ve daha sonra da Allah'ı bırakıp onları Rabbler ediniyorlardı. İşte böyle bir sırada Nemrut sahip olduğu mülk ve saltanatının havasına kapılıp ve çevresindeki topluluğunda cehalet içerisinde yüzmesinden istifade ederek Babil'de kendisini mutlak otoriter olarak görünce kendisini ilah olarak ilan edip insanları kendisine tapmaya çağırmıştı. Babil halkı ise o sırada putlara tapıyorlardı. Nemrut'u da bu batıl davaya sevk eden şey; kavminin işitmeyen, görmeyen, ve kendilerine tapanlara bir fayda ve zarar sağlayamayan taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmasıydı. Fakat Nemrut ise putların aksine, konuşabiliyor, düşünebiliyor, meseleleri anlayabiliyor, hissedebiliyor ve herhangi bir şeyin farkına varabiliyor, iyi olan şeyleri halka çoğaltabiliyor, kötülüğü onlardan kaldırabiliyordu. O zaman kendisi niçin ilah olmuyordu ki? Çünkü kendisi bu tapmaya kavminin taptığı putlardan ve Allah'tan başka ilah edindikleri şeylerden daha layıktı. İşte Hz. İbrahim (a.s), böyle bir ortamda yetişmişti. Bundan dolayıda Allah ona, doğru görüşlülüğü vermiş ve yine onu hidayete erdirmişti. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), böyle bir ortamda görüşünün İsâbetliliğîyle ve düşüncesinin güçlülüğüyte, Yüce Allah'ın bir tek olduğunu, doğurmadığını ve birisi taralından da doğrulmadığını, kainatı hükmü altına aldığını ve alemi idare ettiğini bilmişti. Yine Hz. İbrâhîm (a.s) bu ortamda bu putların, kendisine tapanlara ve bu heykellerin, kendisini yontanlara bir fayda sağlamayacağının farkına varmıştı, işte bütün bunlardan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini körlük içerisinde bulunmuş oldukları bu şirk ile cahiliyetten kurtarmaya karar verdi. Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbine karşı kalbi imanla dopdolu, Allah'ın kendisine yardım edeceğine dair vaadine güvenle ve yakînle dolu, Yüce Allah'ın kendisine gayb ve iman hususunda vahyettiğine inanan bir kimse idi. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), bunlara rağmen Yüce Allah'dan basiretim, Allah'ın kudretine yakinen inanmasını ve güvenmesini artırmasını istemişti. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden öldükten sonra dirilmeye dair olan apaçık mucizesini görmeyi ve öldükten sonra dirilmeyi yakînen görmeyi istedi. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden, ölen kimseleri nasıl dirilteceğini görmeyi talep etti. Bunun üzerine de Rabbi, Hz. İbrâhîm (a.s)'a şöyle hitap etti: "Allah (İbrâhîm)e: "Ey İbrâhîm! Yoksa ölüleri nasıl dirilteceğime) inanmadın mı?" deyince, İbrâhîm: "Evet! (Senin ölüleri nasıl dirilteceğine hiç kuşkusuz inandım fakat) kalbim (in bu Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 342-347. "Tağut", Yüce Allah'ın Kur'ânı Kerîm'de kullandığı bir kavramdır. Bundan dolayı "tağut" kavramının ayrı bir özelliği vardır. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan Firavun, Nemrut, Ebu Lehep, Hâman birer tağuttu. Bunlar, Kur'ân-ı ICerîm'in örnekleme olarak verdiği bir tiplemedir. İslam şehidi Seyyid Kutub, tağut kavumuu şöyle izah etmektedir!

104[38] 105[39]

"Tağut", insan hatırasına hakim olan, hakka zulmeden Allah'ın kullan için çizdiği sınırları çiğneyen her şeydir. Onda, Allah'a inancın eseri olmadığı gibi Allah'ın koyduğu şeriatle de alakası yoktur. Allah'a bağlantısı olmayan her program ve A-lah'a bağlanmayan her çeşit düşünce, sistem,edcb ve alışkanlık tağuttur. Otoritesini Allah'ın sisteminden olmayan her idare Allah'ın şeriatı üzere durmayan her çeşit sistem, hakka tecavüz eden her düşmanlık tağuttur. Allah'ın otoritesine, uluhiyetine, hakimiyetine düşman olmak en kötü düşmanlıktır ve en şiddetli azgınlıktır. Bu, hem lafız, hem de mana itibariyle tağut kavramına girer." (İslam Şehidi Seyyid Kutub, Fizilalrl-Kur an. 1/292) (ç).

konuda) mutmain olmasını (istedim)" demişti. 106[40] Hz. İbrâhîm (a.s) gerçektende Allah'a iman etmiş ve O'nu doğrulamış bir kimse idi. Fakat Hz. îbrâhîm (a.s), Allah'ın kudretinin acayipliklerini görmek, kalbinin buna mutmain olması ve yakîni imanını artırması için bunu apaçık bir şekilde görmeyi istedi. Yüce Allah da, Hz. İbrâhîm (a.s)'in bu isteğini yerine getirmek üzere ona; dört çeşit kuş almasını, onları çeşitli parçalara bölüp daha sonrada onları biraraya getirerek kendisine doğru yöneltip çağırmasını emretti. Bunun nedeni ise kuşların parçalarının hangisine ait olduğu bilmesi ve onları yaratanı düşünmesi içindi. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın emrettiği şekilde dört çeşit kuş alıp bunların etlerini ve tüylerini birbirine karıştıracak şekilde parçalamış, onların bu parçalarını birbirine karıştırmış ve onların parçalarını çeşitli paylara ayırıp her bir payı bir dağın üzerine bıraktı. Daha sonra da onları kendisine çağırdı. Kuşlarda -Allah tarafından, Hz. ibrâhîm (a.s)'m bu gelişini görüp şahadet etmesi için uçarak değilde- koşarak Hz. İbrâhîm (a.s)'a Allah'ın izniyle geldiler. Her parça kendi benzeriyle bir araya gelince, parçaların herbiri aslî yerine döndü. Bunun üzerine kuşlara, derhal Allah tarafından gizlice ruh üflendi. Böylece kuşlar, Allah'ın izniyle Hz. İbrâhîm (a.s)'a gelmeye güç yetirebildiler. Hz. İbrâhîm (a.s) ise Yüce Allah'ın yaratma ve istediği an herhangi bir şeyi meydana getirmesi huşunda apaçık delillerini görmüş oldu. Her şeyden münezzeh olan Yüce Allah herhangi bir şeyi yapmak istediği zaman o şeye sadece "ol" deyince, o şey anında oluverir. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Hani İbrâhîm: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demişti. Allah'da: "(Ey İbrâhîm! Yoksa ölüleri nasıl dirilteceğime) inanmadın mı?" deyince, İbrâhîm: "Evet! (Senin ölüleri dirilteceğine hiç kuşkusuz inandım. Fakat) kalbim (in bu konuda) mutmain olmasını (isledim)" demişti. 107[41] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Kavmiyle Tartışması: Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini Allah'a ibadet etmeye çağırmada yumuşak davranan bir kimse idi. Bundan dolayıda kavmi ve aile halkını putlardan vazgeçip Allah'a ibadet etmeye dönmeyi hatırlatıyordu. Bunun içinde ilk önce babasını iman etmeye davet etti. Fakat babası oğlunun davet ettiği ilaha iman etmekten kaçındı. Daha sonrada kavmini Allah'a iman etmeye çağırdı. Bunun üzerine kavmi, Hz. İbrâhîm (a.s)'in davetine yanaşmadılar ve onun risâletiyle de alay ettiler. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), onların bu yaptıklarına karşı merhameti, yumuşaklığı, iyi davranmayı ve dikkatli davranmayı elden kaçılmıyordu. Üstelik onları içerisinde bulunmuş oldukları körlük ve sapıklıkta bırakıp gitmeyi istemedi bile. Aksine onların içerisinde bulunmuş oldukları bu batıl inançtan onları kurtarmaya karar vermiş ve her ne kadar onlardan çok eziyet görmüş olsa veya hayatını tehlikeye atmış olsa bile yine de onları dosdoğru yola döndermeye gayret etmişti. Hz. İbrâhîm (a.s), görüşü isabetli olan zeki bir kimse idi. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmine karşı göstermiş olduğu deliller ile kanıtların, sabah aydınlığı gibi ortaya çıkacağım biliyordu. Çünkü his ve görme, bir şeyde birleşmediği müddetçe yeryüzündeki kuraklıkta güzel bir bitki bile bitmez, işte bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmine delillerle görmelerini aydınlatmayı ve kalpleriyle hislerini birleştirmeyi istedi. Bunu yapmasının sebebi ise, belki onların içerisinde bulunmuş oldukları sapıklıktan dönmeleri ve yine fayda sağlamayan, görmeyen ve sahibine hiçbir fayda sağlamayan taşlardan yapılmış putlara tapmaktan alıkoymayı söylemekle kendiliklerinden hakkı bulabilirler düşüncesiydi. Günün birinde Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kavminin büyük bir bayramı vardı. Halk, şehirden çıkıp bayram yerine gidiyorlardı. Çünkü halk, bu bayram günlerinde kendileri için bir tescili ve rahatlama buluyordu. Şehirden çıkıp bayram yerine gitmek istedikleri bir sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yakınları da ondan kendilerine arkadaşlık etmek suretiyle bayram yerine gelmesini istediler. Hz. İbrâhîm (a.s) 106[40]

Bakara: 2/260. Bakara: 2/260. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 347-350.

107[41]

ise onlarla arkadaşlık edip bayram yerine gitmekten kaçındı. Halkın bayram yerine gitmesini fırsat bilen Hz. İbrâhîm (a.s), onlardan bazılarının işitebilecekleri bir şekilde putlarını kıracağına yemin elti. Buna binaen Hz. İbrâhîm (a.s), yakınlarına bir hastalık görüntüsü verdi. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s) da bir hastalık yoktu. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)'daki hastalık onların putlara tapmasından kaynaklanan iğrençlikten kaynaklanmaktaydı. Bu sebeple yakınları bulaşıcı bir hastalık korkusuyla ondan uzaklaştılar. Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s). geride kalanlara seslenerek: "- Allah'a yemin ederim ki! Siz arkanıza dönüp gittikten sonra putlarımıza tuzak kuracağım" dedi. Gericle kalanlar, Hz. İbrâhîm (a.s) ise putlarla başbaşa kalmıştı. Hemen puthaneye gidip putları eliyle tokatlamaya ve ayağıyla da tekmelemeye başladı. Daha sonra da eline bir balta alıp onların üzerine vurarak kırıyordu. Ta ki putlar, kırılmış küçük parçalar oluncaya kadar, Hz. İbrahim (a.s), kırılan bu parçalan, sağa-sola yaydı. Büyük putu kırmayıp onu sağlam bıraktı. Bunun nedeni ise; sağlam bıraktığı bu pul ile onlara karşı putlarını küçük düşürmek. Allah'ın hak dinine yardım etmek, onların kırılmaya ve horlamaya layık olan putlarına tapmalarının bâtıl bir yol olduğunu göstermek amacıyla idi. Bunun üzerine baltayı da sağlam bıraktığı büyük puiun boynuna bağlayıp astı. Zira putları balta ile kırıp parçalamıştı. 108[42] Kavminin Bayramdan Dönüşü: Kavminin bir kısmı bayramdan dönüp -adetleri üzere-direkt puthaneye doğru yürüyüp gittiler. Bu davranış, onların, putlara sevgi 've yakınlıklarını göstermek ve onlara itaati tukdim etmek içindi. Önden gidenler puthaneye vardıklarında gördükleri korkunç haller karşısında şaşkına döndüler ve dehşete düştüler. Çünkü onlar, tapmış oldukları ilahlarını birikinti halinde kırılmış ve ufalmış bir vaziyette görmüşlerdi. Bunun üzerine olayın dehşetinden puthanenin etrafına koşuşturup putların içine düşmüş oldukları zilleti ve küçüklüğü arkadan gelenlere haber verdiler. Neye uğradığım şaşıran halk, lopiu bir şekilde bağırmaya başladılar. Seslerinden dolayı neredeyse yeryüzünün bir kısmı sallanacaktı. Daha sonra kendilerine gelen halk: "İlahlarımıza bunu kim yaptı? Doğru (bunu yapan) zalimlerdendir." (Enbiyâ: 21/59) Kısa bir müddet sonra hepsi susmuştu. Halk kırılmış, ufalmış ve param parça olmuş bu ilahlarının önünde korku ve şaşkınlık içerisindeydiler. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Tam bu sırada halkın arasından bir ses; Hz. İbrâhîm (a.s)'m putlara dair olan vadini onlara şöyle anlattı: "İbrâhîm denilen bir gencin, onları diline doladığını işitmiştih." (Enbiyâ: 21-60) Yani bu putları paramparça edenin İbrâhîm olması gerek, dedi. Bunun üzerine halk, Hz. İbrâhîm (a.s)'i, eliyle yaptıklarına bir ceza olarak'en şiddetli cezayla cezalandırmaya kadar verdiler. Hz. İbrâhîm (a.s)'i en şiddetli bir şekilde cezalandırmalarının sebebi; buna bir daha teşebbüs edenlere bir ibret olması içindi. Bu sebeple Hz. İbrâhîm (a.s)'in putlar hakkında söylediklerini ispatlamak için onun insanların gözü önüne getirilmesini istediler. Bunun üzerine Hz. îbrâhîm (a.s), insanların gözü önüne getirilerek onun bu sözlerine ve yaptıklarına karşılık, cezaların en şiddetli olanını ona gerekli gördüler. Şüphesiz ki halkın büyük bir yerde toplaması Hz. İbrâhîm (a.s)'rn işine yarar. Çünka Hz. İbrâhîm (a.s) böylece onların inandıkları putların bozgunculuğunu delillerle onlara gösterebilecekti. Hz. İbrâhîm (a.s)'m cezalandırılacağı yere, topluluklar geliyor ve gelenler git gide çoğalıyordu. Hz. ibrâhîm (a.s)'ın olayına rağbet edenlerin hepsi; Hz. İbrâhîm (a.s)'dan intikam almaya susamış aç köpekler gibi sadece kendi arzularını yerine getirmek için onun akıbetini cezalandınlışını görmek istiyorlardı. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s)'i bu kalabalık topluluğun ortasına getirdiler ve onu deliller ve şahitler karşısında yargılamaya başladılar. 109[43]

108[42] 109[43]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 350-352. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 352-354.

Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Yargılanması: Halk, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı yargılamaya başladı. Bu sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'ın vereceği cevabı işitmek ve onun sorgulanmasını görmek isteyen kimseler oraya toplanmıştı. Hz. İbrâhîm (a.s)'a sorulan ilk soru "Ey İbrâhîm! Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?"(Enbiyâ: 21/62) sorusuydu. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s), hikmet sahibi dahi bir kimse idi. Her ne kadar sonuç belli ise de onlara maksadını açıklamak ve risaletini tebliğ etmek için tartışmayı başka bir yere çekti. Bunun içinde ilk Önce -belki de dosdoğru yola dönerler diye- delilini onlara devamlı kılmak için onların yÖnel em ivecekleri bir cevaba hikmetli bir yola çekerek şöyle dedi: "Belki de o işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun." (Enbiyâ: 21/63) Hz. İbrâhîm (a.s), bu kesin delilini, onları gaflet uykusundan uyandıracak ve baygınlıktan ayıltacak şekilde onların yüzlerine vururcasma çarptı. Bunun üzerine onlar, kendi kendilerine yönelerek kendi nefislerini kınamaya başlayarak şöyle diyorlardı: "(Kendi nefislerini kınayarak) haksız olanlar sizsiniz siz."(Enbiya: 22/64) "Sizler ilahlarınızı korumasız ve gözetleyicisi olmaksızın puthanede yalnız başlarına bıraktınız. Siz böyle yapınca, onlara inanmayan bir kimse de gelip ilahlarımızı parçalayıp ufaltmış. O putperest topluluk Hz. İbrâhîm (a.s)'in bu sözleri karşısında müthiş bir şaşkınlığa düştü. Dilleri tutuldu ve düşünceli bir vaziyette başlarını önleri eğip sustular. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s) ile konuşmaya yönelerek ona: "Bunların konuşmayacağım andolsun ki sende bilirsin. "(Enbiyâ: 21/65) Yani Ey İbrâhîm! Bu ilahlarımızın soruya cevap vermeyeceklerini, sözü işitmeyeceklerini sende bilirsin! ilahlarımız, sağır ve cansız birer taş parçaları oldukları halde nasıl olurda bizim onlara kendilerini kimin kırdığına dair soru sormamızı istersin" dediler. Böylece o putperestler, ilahlarının acizliğini ve onların kendi etraflarında olup biteni bilme hususundaki eksikliğini ve Hz. İbrâhîm (a.s)'ın sözüne karşılık ilahlarının güç ve kuvvetten yoksun olduğunu kabul ettiler. Sonunda Hz. İbrâhîm (a.s), azgınların hilesini ve tuzağım güzel bir biçimde boşa çıkarmış oldu. Vaktaki Hz. İbrâhîm (a.s), apaçık delili ortaya çıktığında onları, bu aklı selim düşünceye sarılmalarını sağlamak için şahane bir fırsat yakalamıştı. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), hakkı ortaya koyduktan ve o hakkı gündüzün öğle vak^indeki güneşin parlaklığı gibi ortaya çıkardıktan sonra onların cehâletliklerini güzel bir üslupla yüzlerine vurmaya ve batıl üzere sebat göstermelerini kınamaya şöyle başladı: "O halde, Allah 'ı bırakıpta size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?"(Enbiyâ: 21/66-67) O putperestler böylece savunmuş oldukları düşüncede mağlup olunca, durumlarının ortaya çıkmasından korktular. Artık kendileri için ilahları hakkında Hz. İbrâhîm (a.s)'m delillerini inkar edip galebe çalacakları bir delilleri ve kanıtları kalmadı. Tağuti sistemlerde olduğu gibi tağut konumunda bulunan kimselerde zor durumda kaldıklarını görünce aynen burada olduğu gibi hareket ederler. Çünkü bu yöntem, beşeri sistemlerde hiç değişmeyen bir yöntemdir, işte o putperestlerde Hz. İbrâhîm (a.s)'m sözleri karşısında uğradıkları yenilgilerini örtbas etmek ve batıl yolda olduklarını gizlemek suretiyle Hz. İbrâhîm (a.s)'a karşı güç ve kuvvete sarılıp şöyle dediler: "Bir şey yapacaksanız, onu ateşte yakında .-ilahlarınıza yardım edin." (Enbiyâ: 21/68) 110[44] Hz. İbrâhîm (a.s)'in Ateşe Atılması: O putperestler, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı -ilahlarını paramparça ettiğinden dolayı- bir ceza olarak onu yakmayı istediler. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)'i nasıl yakacaklardı? Sonunda onu kızgın bir ateşe atmaya gerek duydular. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), ilahlarına hürmette saygısızlıkta aşırı gittiğinden ve haberleri olmadığı bir sırada ilahlarını paramparça ettiğinden göğüslerinde tutuşmuş kinlerini alevlendirmelerinden dolayı ona karşı bir tepkileri oluşmuştu. Göğüslerinde tutuşmuş bu kinlerini 110[44]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 354-356.

ancak onu ateşte yakmakla söndürebilirlerdi. Bunun içinde onu yakmaya karar verdiler. Bunun üzerine halk, sağdan-soldan ve ordan-burdan odun toplamaya başladılar. Bunu, ilahlarına bir yakınlık ve taptıklarına bir iyilik olsun diye yapıyorlardı. Bu odun toplama işine bütün putperest halk katılıyordu. Hatta hasta olan kadın bile "iyileştiği takdirde İbrahim'in ateşte yanması için mutlaka odun toplayacağına" dair adakta bulunuyordu. Direklere varıncaya kadar odun toplamaya devam ettiler. Neredeyse topladıkları odunlar, Hz. İbrâhîm (a.s)'in yakılacağı yerin alanını daraltmıştı. Odun toplama işi sona erdiğinde ateşi yaktılar. Bunun üzerine ateş tutuştu ve alevlendi. Ateşin alevi, semaya doğru yükseldi ve ışıkları etrafa yayıldı. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s)'i bağlayıp ateşin içerisine mancınıkla attılar. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın gözetimi ve koruması altındaydı. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), ateşin içerisine düştüğünde ateş onu yakmadı. Sadece kendisini bağladıkları ip yandı. O sırada şöyle bir Rabbani ses geldi: "Ey ateş! İbrahim'e serin ve zararsız ol"(Enbiyâ: 21/69) Yüce Allah'ın kulu ve peygamberi olan Hz. İbrâhîm Halilullah(a.s)'ı korumasındaki büyük mucizesi böylece ortaya çıkmış oldu. Üstelik onların Hz. İbrâhîm (a.s)'a karşı kurmuş oldukları tuzaklarını tam zamanında geri çevirmişti. Şöyle ki: "(Müşrikler) İbrahim'e karşı bir tuzak kurmak istediler. Fakat Biz onları (n bu tuzaklarını başa çıkarmakla onları) hüsrana uğratık." (Enbiyâ: 21/70) Hz. İbrâhîm (a.s)'m kavmiyle olan kıssasının anlatıldığı bu ayeti kerimeler, Enbiyâ Sûresinde topluca şöyle geçmektedir: "Andolsun ki (peygamberliğinden) önce İbrahim'e doğru görüşlülüğü verdik. Biz onu (n buna ehil olduğunu) biliyorduk. Hani o' babasına ve kavmine: "Atalarımızı bunlara tapar bulduk" demişlerdi. (Bunun üzerine İbrâhîm onlara:) "Andolsun ki sizlerde atalarınızda apaçık bir sapıklık içerisindesiniz" deyince, (onlar:) "Sen bize gerçeği mi getirdin? Yoksa bizimle eğleniyor musun?" dediler. O da: "Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları da o yaratmıştır. Ve ben buna şahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim, ki, siz dönüp (bayram, yerine) gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım" dedi. Derken kendisine (başvurup bu putları puthaneye geldiklerinde gördükleri manzara karşısında) "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Doğrusu o (bunu yaptığından dolayı) zalimlerdendir" dediler. (İbrahim'in putlarına karşı bir tuzak hazırlanacağına dair yemin ettiğini işiten kimseler) "İbrâhîm denilen bir gencin onları (kıracağını) diline doladığını işitmiştik" dediler. (Emretmek yetkisini ellerinde bulunduranlar:) "O halde onu (yargılamak için) halkın gözü önüne getirin. Belki (ondan işitilen sözleri söyleyerek onun aleyhine) şahitlik ederler" dediler. (Bunun üzerine İbrahim'i halkın önüne getirip ona!) "Ey İbrahim! İlahlarımıza hu işi sen mi yaptın?" dediler. O da (Kırmaksızın bıraktığı putu kastederek:) "O işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabüiyorlarsa onlara (yani kırılan putlara) sorun" dedi. Bunun üzerine kendi nefislerine dönüp "haksız olanlar, sizsiniz siz" dediler. Sonra da eski kafalarına (yani batıl davalarına) döndüler ve ona: "Bunların konuşamayacağını andolsun ki sende bilirsin " dediler. O da: "O halde Allah'ı bırakıpta (kendilerine taptığınız takdirde) size hiçbir fayda (tapmayacak olursanız da) zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de Allah 'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi. Onlar da (halka hitaben:) "Bir şey yapacaksanız, onu (ateşte) yakın da ilahlarınıza yardım edin " dediler. Biz de (onların bu tuzaklarına karşı ateşe:) "Ey Ateş! İbrâhîm. 'e serin ve zararsız ol" dedik. (Onlar) İbrahim 'e karşı (onu yakmakla) tuzak kurmak istediler. Fakat Biz de onları (n bu tuzaklarını boşa çıkarmakla onları) hüsrana uğrattık." 111[45] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Evlenmesi: Hz. İbrâhîm (a.s), büyüyüp gençlik çağına gelince "Sare" denilen bir kadınla evlendi. Sare'nin, yanısıra Hz. İsmâîl(a.s)'m annesi olan "Hacer" ile evlenmiştir. Daha sonra Yüce Allah, yaşlî olmasına rağmen Hz. İbrâhîm (a.s)'a Sare'den "İshâk" adında bir 111[45]

Enbiyâ: 21/51-70. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 356-358.

çocuk verdi. Bu da, küfürlerinden ve ahlaksızlıklarından ötürü kendilerini helak edip yurtlarını harap etmek için Lût kavminin beldesine giderken Hz. İbrâhîm (a. s)'a uğrayıp geçen melekler tarafından verilmişti. Bu müjdeyi perde arkasından işiten Sare'nin yüzü birden bire değişerek: - "Vay başıma gelenlere! Ben bir kocakarı kocamda ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu, şaşılacak bir şey " dedi. (Hûd: 11/72) Sare'nin bu sözüne karşılık melekler: "Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken nasıl Allah'ın işine şaşarsın? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir" dediler. Yüce Allah, yaşlı olmasına rağmen Hz. İbrâhîm (a.s)'a Sare'den böylece bir oğlan çocuğu verdi. İşte bu, Yüce Allah'ın kudretine ve Hz. İbrâhîm (a.s)'m duasını kabul ettiğine dair bir delildir. Zira Hz. îbrâhîm (a.s), kendisinin etmiş olduğu duayı kabul eden Allah'a şöyle hamdetmişti: "İhtiyarlamışken, bana İsmâîl ve İshâk'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim, (kendisine özveriyle yapılan) duaları işitendir." 112[46] Hz. İbrâhîm (a.s). babası 113[47] ve karısıyla birlikte Keldânilerin ülkesinden çıkıp Ken' anlıların ülkesine hicret etti. Burası, mukaddes şehirlerdendir. Muhacirler, buraya yakın "Harran" adında bir yere yerleştiler. Hz. İbrâhîm (a.s)'m babası burada vefat etti. Vefat ettiğinde 250 yaşındaydı. Harran halkı, yedi yıldıza tapmaktaydılar. Bundan dolayı onlar, "Sâbiiler"den 114[48] idiler. Onlar arasında da puta tapıcılık yıldızlara tapma zamanla yayılmıştı. îbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Şam şehrini imar edenlerde bu dine (yani Sabiilik dinine) mensuptular. Buranın halkı, ibadet ederken Kuzey Kutbuna yönelir, çeşitli dua ve hareketlerle yedi yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki, Şam'ın yedi eski kapısından herbirinin üstünde bu yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Halk, bu yıldızlar için bayram ve şenlikler tertipler ve kurbanlar keserlerdi. Harran halkıda işte bu şekilde putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. O sırada yeryüzü üzerinde Hz. İbrâhîm (a.s), hanımı Sare ve kardeşinin oğlu Hz. Lût (a.s) dışında bulunanların hepsi kafir idiler. Yüce Allah da Hz. İbrâhîm (a.s)'ı; (kesin hüccetle ve kati delillerle Peygamber olarak gönderdiğinden dolayı) ondan bu kötülükleri giderdi ve onların bu sapıklıklarını da ondan uzaklaştırdı. Çünkü Cenab-ı Allah küçüklüğünde ona dosdoğru görüşü (veya hidayeti) vermiş ve 112[46]

îbrâhîm: 14/39. Bununla ilgili gerekli açıklama daha önce geçmişti, (ç). 114[48] Sabitler, Kur7an'da Bakara: 2/62; Mâide: 5/69 ve Hacc: 22/17 olmak üzere toplam üç yerde geçmektedir. Fakat alimler bu Sahillerin kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Kesîr, Sabiilerin kimler olduğu hususundaki görüşleri şöyle sıralanmaktadır; 113[47]

1. Mecusi, Yahudi ve Hıristiyanlar arasında kendilerine ait bir dinleri olrrayan bir topluluktur. 2. Eh)-i Kitaptan Zebur'u okuyan bir topluluktur. 3. Meleklere tapan bir topluluktur. 4. Gün de beş defa kıbleye doğru yönelmiş olarak ibadet eden topluluktur. 5. Irak'ın ötesinde bir topluluk olup Kuşaklardır. Bunlar bütün peygamberlere ia-nan, her yıl otuz gün oruç tutan ve günde beş vakit yemene doğru Jönelerek namaz kılan kimselerdir. 6. Allah'ı bir tek oİarak tanıyan, fakat amel edecekleri bir şeriatı bulunmayan ve küfür sözü söylemeyen bir topluluktur. 7. Bir dine mensupturlar. Ceziretü'I-Musul'da yaşamışlardır. "Allah'tan başka İlah yoktur" derlerdi. Onların ne bir ameli, ne bir peygamberi ve ne de bir kitabı vardır. Sadece "La ilahe illallah" sözünü söylerlerdi. Fakat bir peygambere de inanmazlardı. İşte bundan dolayı Mekkeli müşrikler. Hz. Peygamber (s.a.v) ile ashabına: "Sabiiler" diyorlardı. Çünkü bunlar, insanları "La ilahe illallah'" sözüne çağın yor 1 ardı. Bu benzerlikten ddayı Mekkeli müşrikler onları, Sabiilere benzetiyorlardı. 8. Dinleri, Hıristiyanların dinine benzeyen fakat kfcleleri güneye doğru olan ve Hz. Nûh (a.s)'m dini üzere olan bir topluluktur. 9. Dinleri, Yahudilik ile Mecusiliğin karışımından oluşan kestikleri yenntyen ve kadınlarıyla evlenilmeyen bil* topluluktur. 10. Bir peygamberin, davetçinin kendisine ulaşmadığı kimselerdir. (îbn Kesîr, Tefsirü'1-Kurani'l-Azim. 1/94. Daru:l-Kalem) Bu görüşler özetlenerek alınmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi b.k.z:Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 3/56, ank, 1998; Seyyid Kutub, Fizilali'1-Kur/an, 1/156-157, İst, 1992; Elmahlı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/375; Mevdudi,Tarih Boyunca Tevhİd Mücadelesi, 2/46-47 (ç).

onu peygaber olarak görevlendirmişti. Büyüdüğünde ise onu dost edinmişti. Nitekim Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki (peygamberliğinden) önce İbrahim'e dosdoğru görüşü (veya hidayeti) verdik. Biz onu (n buna ehil olduğunu) biliyorduk. " (Enbiyâ: 21/51)" 115[49] Hz. İbrâhîm Halil(a.s)'ın Nemrut İle Olan Tartışması: Hz. İbrâhîm (a.s) çetin ve zor bir dönemde yaşamıştı. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yaşadığı dönemdeki insanlar, şirk ve sapıklık içerisindeydiler. Hz. İbrâhîm (a.s) zamanında kendisinin Rabb olduğunu iddia eden ve şanı yüce olan Allah'ın büyüklüğü ile hakimiyeti konusunda tartışan zorbacı, zalim ve tağut (azgın) bir melik ortaya çıkmıştı. Bu melik, kendisinin Allah'tan başka bir ilah olduğunu iddia etmişti. İşte bu zorbacı melik, "Nemrut b. Ken'an" adında birisiydi. Nemrut, dört dünya meliğinden birisiydi. -Anlatıldığı üzere- dünyada melikler dört taneydi. Bunların ikisi mümin, ikisi de kafirdir. Mümin olanlar: -Kur'an'in Kehf Sûresinde (83-98 arası) anlattığı üzere- Zulkarneyn(a.s) ile Hz. Süleyman 6. Davûd(a.s), kafir olanlar ise, Nemrut ile Buhtu'n-NasrI 116[50]dır. Bunların dışında kalanlara gelince ise onlar, dünya meliki olmayıp sadece bir şehrin meliki veya dünyada birçok şehrin meliki idiler. Örneğin: Firavun gibi. Firavun sadece Mısır ülkesinin melikiydi. 117[51] Tarihçilerin naklettiğine göre; Nemrut'un melikliği 400 sene sürmüştür. Nemrut bu süre zarfında haddi aşmış, böbürlenmiş, zalimce davranmış ve Rabb olduğunu iddia etmişti. İşte bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) onunla tartışmış, akimin kıtlığını ortaya koymuş delillerini boşa çıkarmış ve kuvvetli kanıtlarla onu susturmuştu. Hz. İbrâhîm (a.s)'m Nemrut ile olan ilk tartışması, Hz. İbrâhîm (a.s)'m Nemrut'un huzuruna girdiğinde Nemrut ona: - Ey İbrâhîm! Rabbin kimdir? Senin, benden başka Rabbin var mıdır? Şeklinde sorduğu soru ile gerçekleşmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s) ise ona akli ve imani bir sözle cevap verdi: - "Rabbim dirilten ve öldürendir" (Bakara: 2/258) yani doğrusu o Allah, insanı yokluktan var eden, sonra da onu öldüren ve sonra da onu tekrar dirilten büyük bir ilahtır. Bundan dolayı o Allah, her şeye kadirdir. Öldürme ve diriltme, Allah'ın kudretindeki görüntülerden yalnız bize görünen bir görüntüdür. Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu sözlerine karşılık akılsız ve ahmak Nemrut alaycı bir şekilde Hz. İbrâhîm (a.s)'a gülerek: - "Bende diriltir ve öldürürüm" (Bakara: 2/258) yani bende senin ilahının yaptığım yapmaya güç yetiririm, diye karşılık verdi. Hz. İbrâhîm (a.s) ise ona: - Nasıl diye sordu. Nemrut'ta: - Bekle de gör, dedi ve hemen kapıdaki nöbetçiyi çağırıp ona: - Git! Ve bana zindandan iki adam getir, dedi. Bunun üzerine nöbetçi zindana giderek öldürülmelerine dair idam kararı verilmiş iki adamı alıp hemen Nemrut'un yanma getirdi: Nemrut cellada; birisinin boynunu vurmasını emretti. O da öldürülmesi emredilenin boynunu vurdu ve adam öldü. Bunun üzerine Nemrut Hz. İbrâhîm (a.s):a: - İşte bunu Öldürdüm, dedi. Nemrut sağ kalan diğerinin ise serbest bırakılmasını emretti. Bunun üzerine ikinci adam serbest bırakıldı. Nemrut Hz. İbrâhîm (a.s)'a: - İşte bunu da dirilttim, dedi. İşte bu tartışma Nemrut'un zayıflığı ve ahmaklığı ile böyle neticelendi. Çünkü Nemrut, diriltme ve öldürme suretiyle gücünü ve kudretini açığa vurmak istedi. Halbuki bu iki özellik, Allah'ın kudretinin Özelliklerinden ve onun ezeli sıfatlarındandır. Nemrut'un zindandan getirttiği adamlardan birisini idam edip öldürmesi ve diğerini ise affedip diriltmesi, onun bu yolla zayıflığını ve küçüklüğünü ortaya koymaktadır. İşte bu cahilliğin ve geri İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/132. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 358-361. Batılı tarihçiler. Buhtunnasr'ın, tarihteki, "Nabokodonasscr" olduğunu ileri sirmüşîerdir. (ç) 117[51] İbn Cerir et-Taberî, Tarihu'r-Rusül ve'1-Müiük, 1/240; îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/140. 115[49]

116[50]

kafalılığın zirvesidir. Hz. İbrâhîm (a.s), Nemrut'un küçüklüğünü, aklmm kıtlığını ve düşüncesindeki geri kafalılığı görünce onunla, inatçılığın ve tartışmanın mümkün olamayacağı başka bir delile geçti. Çünkü bu delil, müstekbirlerin sırtını yere vuran ve her inatçının ağzına gem vuran kesin bir delildir. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) Nemrut'a şöyle diyor: - "Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor. Haydi (bakalım) sende onu batıdan getirsene!" (Bakara: 2/258) İşte buradaki Hz. İbrâhîm (a.s)'m delili, mücadeleye ve büyüklenmeye fayda sağlamayan keskin bir delildir. Çünkü bu delil, apaçık bir delil olup Hz. İbrâhîm (a.s), bununla Nemrut'a şöyle demekteydi: Eğer sen iddia ettiğin gibi dirilten ve öldüren bir kimse, dilediği her şeyi yapan ve hiçbir engelle karşılaşmayan ve hiçbir güç tarafından da mağlup edilemeyen aksine her şeyi emri ve hakimiyeti altına alan bir ilah isen, haydi bu işi yap bakalım! Yapamazsın. Demek ki iddia ettiğin gibi biri değilsin. Sen ve herkes pekala biliyorsunuz ki, sen bu işin üstesinden gelemezsin. Bırak bu ilahlık işini. Çünkü sen bir sivrisineği bile yaratmaktan veya ona galip gelmekten acizsin!... Hz. İbrâhîm (a.s) burada tartışmayı sona erdirdi ve küfredeni, şaşırıp dona bıraktı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s) onun sapıklığını, cahilliğini, yalan iddiada bulunduğunu, tuttuğu yolun yanlışlığını bu iddialarıyla cahil kavmi yanında üstünlük tasladığını ortaya çıkardı. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) ile Nemrut arasında geçen bu tartışmayı şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammed) Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrâhîm ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? Hani İbrâhîm ona: "Rabbim dirilten ve öldürendir" demişti. O da "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. Bunun üzerine İbrâhîm, ona "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir! Haydi bakalım sen de onu batıdan getirsem!" demişti. Küfreden (İbrahim'in bu davranışı karşısında) şaşırıp kaldı. Allah zalimler topluluğunu doğru yola (yani hidayete) eriştirmez," 118[52] İşte hakkın sesi, güçlü bir şekilde böyle ortaya çıktı. Batılın sesi ise hak karşısında gizlenip böyle kala kaldı. Yani hak böyle ortaya çıkmış, batıl ise sözü ağzında geveleyip durmuş. Süddî'nin anlattığına göre, bu tartışma ateşten çıktığı gün Hz. İbrâhîm (a.s) ile Nemnit-arasmda geçmiştir. Çünkü o güne kadar ikisi bir araya gelmiş değildi. O gün ikisi biraraya gelerek tartışmışlardı. 119[53] Hz. İbrâhîm (a.s)'in Mısır'a Hicret Etmesi: Kıtlık ve kuraklık bütün Şam bölgesindeki ve Filistin'deki şehirleri kaplamıştı. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), Mısır'a hicret etti. Mısır yolculuğu sırasında ona, karısı Sare arkadaşlık etmişti. Sare övülecek bir güzelliğe sahipti. İşte Hz. İbrâhîm (a.s), beraberinde hanımı Sare olduğu halde Mısır'a girdi. Bunlar Mısır'a girdiği sırada şehrin giriş kapısında bulunan görevli adamlardan birisi Sare'nin bu güzelliğini görünce, onun güzelliğini hemen gidip Mısır kralına haber verdi. Mısır şehrinin bu kralı, zorbacı ve zalim bir kimseydi. Bu kral, Amâlikalı olan Arap krallarından birisiydi, ismi Sinan b. Ulvan idi. Bu zâlim ve tağut kralın adetlerinden birisi de, bir adamın yanında güzel bir kadının bulunduğunu işittiğinde o kadını, o adamdan zorla almasıydı. Hz. İbrâhîm (a.s)'da Mısır ülkesinde konaklayınca bu zalim kral, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın hanımı olan Sare'ye zulmetmeyi yani sarkıntılık etmeyi ve onu kendisine ayırmayı istedi. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s)'ı yanına çağırtıp ona, Sare ile olan akrabalık bağını sordu. Hz. İbrâhîm (a.s), (Sare hakkında "benim hanımımdır" diyecek olursa onun yüzünden kendisinin öldürüleceğinden çekindiğinden dolayı) "O kızkardeşimdir" dedi. Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözüyle din kardeşliğini kastetmiştir. Çünkü müminler ancak birbirleriyle kardeştir.(Hucurât: 49/10) Kral, Hz. İbrâhîm (a.s); Sâre'yi kendisine göndermesini emretti. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), hemen kralın huzurunda çıkıp Sare'nin yanma gelerek ona: - Bu zorba senin, "benim hanımım" olduğunu öğrenirse, senin için bana galebe çalar. Eğer 118[52] 119[53]

Bakara: 2/258. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 361-364.

sana (benim neyin olduğumu) soracak olursa, "kızkardeşinı olduğunu söyle!" Çünkü sen, zaten "İslami yönden (din) kardeşimsin. Bu yeryüzünde (yani Mısır ülkesinde) senden ve benden başka bir mümin bilmiyorum." dedi. Kral, (adam göndererek) Sare'yi yanma getirtti. Sare'de geldi. (Sare'nin gidişinin akabinde) Hz. İbrâhîm (a.s), hemen namaza durdu. Sare, kralın yanma girince kral (onu ayakta karşıladı. Fakat elini ona uzatamadı. Eli şiddetli bir şekilde tutulu kaldı. Artık ayaklarıyla tepinmeye başlamıştı. Sare'ye: - "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare'de Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Ama kral, ikinci defa tekrar Sare'ye sataşmak istedi. Fakat eli Önceki gibi veya ondan daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare'ye: - "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermiyeceğim!" dedi. Sare'de Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. (Ama kral normal hale dönüp) tekrar Sare'ye sataşmak istedi. Kralın eli, önceki iki seferden daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare'ye: - "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare'de Allah'a duâ etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Kral," kadını getiren adamı çağırıp ona: - "Sen bana insan değil, bir şeytan getirmişsin! Bunu ülkemden hemen çıkar!" diye emir verdi. Kral, (Sare'de gördüğü bu hallerden dolayı) ona "Hacer" adında bir cariyeyi hediye olarak verdi. Bunun üzerine Sare Hz. İbrâhîm (a.s)'m yanma geldi. O sırada Hz. İbrâhîm (a.s), namaz kılıyor (ve hanımım zalim kraldan kurtarması için dua ediyordu.) Sare'nin geldiğini hissedince namazını bitirip ona eliyle işaret ederek: - "Nasılsın? Ne haber?" dedi. Sare'de: - "(Hayırdan başka bir şey yoktur) Allah tam zamanında kafirlerin hilesini geri çevirdi. (Yani bana zarar vermek için uzattığı eli, Allah tararından tutula kaldı) ve (kral) bana da "Hacer" adında bir cariyeyi hediye olarak verdi" dedi. (Hadisi anlatan) Ebu Hureyre (r.a): "Ey gök suyunun oğulları! (Yani ey gök suyu ile istifade eden kimseler!) Bu kadm (yani Hacer, sizin annenizdir), Allah onu her türlü kötülükten ve Hz. İbrâhîm Halil(a.s) bir ikram olarak (kralın zulmünden) korunmuştur" dedi. 120[54] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Doğumu: Hz, İbrahim (a.s), beraberinde hanımı Sâre ve onun cariyesi olan Hacer ile birlikte Mısır'dan Filistin'e hicret etti. Sâre, çocuğu olmayan kısır bir kadındı. Kocasına bir erkek çocuğu veremediğinden dolayı devamlı olarak üzülüyordu. Çünkü o, yetmiş yaşma varmıştı. Artık ihtiyar bir kimse olmuştu. Bundan dolayı cariyesi Hacer'i Hz. İbrâhîm (a.s)'a hediye ettikten sonra kocasının, onunla evlenmesini istedi. Böylece Sare; - "Belki Allah İbrahim'e cariyeden ikisininde hayatını aydınlatan bir erkek çocuk verir de, hayatın zorluğunu yüklenmede babasına yardımcı olur" diye düşünüyordu. Hz. İbrâhîm (a.s), hanımının bu görüşünü kabul edip onun isteğine boyun eğdi. Daha sonra da Hz. İbrahim (a.s), Hacer ile evlendi. Hacer, Hz. İbrâhîm (a.s)'e zeki ve akıllı bir erkek çocuğu doğurdu. O da Hz. İsmâîl(a.s)'dır. Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed b. Abdullah (sav)'de onun soyundandır. Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a yaşlı olmasına rağmen bu çocuğu verdi. Bundan sonra da Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kendisi de toparlanıp gayrete geldi. Hz. İbrâhîm (a.s) bu sırada 86 yaşma ulaşmıştı. Belki Sare, sevinçle Hz. İbrâhîm (a.s)'a ortak olabilirdi. Fakat kıskançlığını kalbindeki sessizliğe gömemedi. Aksine üzüntü ve keder kasırgalarından çoğu ona doğru esti. Gece uykusu ve sükunetlik, kendisine haram oldu. Sabahladığında çocuğa bakmaya dahi güç yetiremiyordu. Hacer'i bile görmeye tahammül edemiyordu. Böylece hastalıklı kalbi için bir şifa bulamadı. Ancak Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Buharî, Enbiyâ 9. Büyü 100, Hibe 36, Nikah 12. İkrah 6; Müslim, Fazâil 154(2371); Ebu Dâvud, Talâk 16(2212): Tirmizî, Tefsir sure-i Enbiya 3165, Müsncd. 2/404: îbn Hacer el-Askalanî, Fethü'1-Bâri. 6/388 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 365-367. 120[54]

Hacer'i ve çocuğunu evinden uzaklaştırması ve Hacer'in, gözünün önünden uzak kalmasıyla şifa bulabilirdi, işte bu durum, Allah'ın hikmetindendi. Çünkü Allah, onun böyle yapmasını diliyordu. Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a karısının emrine itaat etmesini vahyetti. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), karısının ricasını kabul etti. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), Hacer ve oğlu İsmâîl'i alıp Mekke'nin büyük kayaları olan dağlara varıncaya kadar sahraları ve ıssız çölleri yürüyerek geçip gitti. Nihayet buraya vardıklarında Hz. İbrâhîm (a.s), karısını ve oğlunu beraber oturacak ve konuşup arkadaşlık edecek birileri olmadığı halde bu ıssız çöl yerinde bıraktı. O sırada Mekke'de hiçbir kimse olmadığı gibi evler ve binalar da yoktu. Hz. İbrâhîm (a.s), karısı ve oğlunu -bu ıssız çöl yerinde-zemzeme yakın büyük bir gölgeliğin yanma terk etti. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), karısının ve oğlunun yanma içerisinde hurma bulunan meşin bir dağarcıkla, içerisinde su bulunan bir su kabını da bıraktı. Daha sonra da Hz. îbrâhîm (a.s), Filistin'e dönmeyi istediğinde Hacer, Hz. îbrâhîm (a.s)'m arkasından gelerek ona: - "Ey İbrâhîm! İçerisinde ne oturup konuşacak bir kimse ve ne de arkadaşlık edecek bir kimse bulunmayan bu ıssız çöl yerinde bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?" dedi. Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın emrini yerine getirememekten ve onun emrinden vazgeçme korkusundan dolayı Hacer'in bu sözüne aldırış etmedi. Hacer ise sözünü tekrar tekrar Hz. İbrâhîm (a.s)'m arkasından söylediyse de Hz. îbrâhîm (a.s), Hacer'in bu sözlerine aldırış etmedi. Bunun üzerine Hacer, Hz. İbrâhîm (a.s)'a: - "Ey İbrâhîm! Bizi bu ıssız çöl yerinde bırakmanı sana Allah mı emretti?" diye sordu. Hz. İbrâhîm (a.s), Hacer'in bu sözüne karşılık. - "Evet! Sizi bu ıssız çöl yerine bırakmamı Allah emretti" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer: - "Öyleyse Allah bize yeter. O, bizi zayi etmez ve himayesiz bırakmaz" dedi. Allahu Ekber... Gerçekten bu acayiplikleri yaptıran, Allah'a olan imandır. Zaten acayiplikler arka arkaya geliyor. Hz. îbrâhîm (a.s), az kalsın daha Allah'ın emrini yerine getiremeyecekti. Öyle Yüce Allah Hz. İbrâhîm (a.s), içerisinde ne bir komşu, ne konuşacak bir arkadaş bulunmayan ıssız bir çöl yeri olan bu vahşi yerde hanımıyîa birlikte süt emmekte olan çocuğunu bırakmaya nasıl oluyor da kalbi mutmain oluyor!! Hacer ise içerisinde ne su, ne yiyecek, bulunan; açlığa ve öldürülmeye, susuzluğa ve saldırgan vahşi hayvanlara maruz kalabileceği büyük kayalıkların bulunduğu bir yerde tek başına kalmaya nasıl oldu da razı oldu?! 121[55] Gerçektende bu; Hz. İbrâhîm (a.s) ile hanımı Hacer'in kalbini sükunete kavuşturan Allah'a imanlarıydı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın emrini yerine getirme yolunda, hanımını ve çocuğunu geniş ve bitkisiz bir yerde Allah'a teberru etmişti. Hz. İbrâhîm (a.s), hanımından ve çocuğundan biraz uzaklaşınca Beytü'l-Haram'a doğru yönelip durdu ve ellerini kaldırarak şu duayı okumaya başladı: "Rabbimizf Ben çocuklarımın bazısını namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yanında çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! insanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır." (İbrâhîm: 14/37) 122[56] Zemzemin Çıkarılması ve Beytü'I-Atîk'in (Kabe'nin) Yapılması: Hacer, bu ıssız çöl yerinde tek başına kalmıştı. İsmail'i emziriyor ve kendisi de, Hz. İbrâhîm (a.s)'m kendileri için bıraktığı kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su tüketince, hem kendisi ve hem de çocuğu susadı. Hacer, çocuğunun susuzluktan dolayı toprak üstünde sızlanarak yuvarlandığına bakmaya başladı. Bu acıklı manzarayı görmemek için, oradan kalkıp ileriye doğru koştu. Oraya en yakın tepenin, safa tepesi olduğunu gördü. Tepenin üstüne çıktı; sonra bir kimseyi görür Yazarımız SaMnî'nin de belirttiği üzere; Hz. Hacer'in bu tavrı gerçektende büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü Hz. Hacer'de Allah'ın emrine kesin bir boyun eğme ve itiraz etmeme vardır. Bunu da yaptıran aıcak Hz. Hacer'in Allah'a olan imanıydı. Hz. Hacer, bu iman sayesinde.Allah'ın emrine karşı gelrremiş ve orada kalmaya razı olmuştu. Zira orada kalmasını Allah emrettiyse buna razı olması gerektiğİmn farkındaydı. Fakat orada bir Mekke şehrinin kurulacağın, Kabe'nin tekrar inşa edileceğini ve oğlu İsmail'in soyundan peygamberlerin ve resullerin sonaı-cusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'in geleceğini bilmiyordu. Ama hikmdi ilahiyenin farkında değildi. Ayrıca urada müslüman kadınlar için alınacak önemli ibretler dersler vardır!! (ç) 122[56] Buharî, Enbiyâ 12 (3, 4. 6) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 367-370. 121[55]

ümidiyle oradan vadiye baktı. Ama vadide hiçbir kim-seVi göremedi. Safa'dan vadiye indi. Vadinin ortasına geldiğinde bütün gücünü topladı ve sonra da yorgun kimse gibi koştu ve vadiyi aştı. Merve tepesine ulaştı. Tepenin üstüne çıktı. Sonra bir kimseyi görür ümidiyle etrafa göz gezdirdi. Ama hiç kimseyi göremedi. Hacer bu şekilde (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti-geldi. 123[57] Bir ara Merve tepesi üstünde iken bir ses işitti ve sesin sahibine: - "Ey ses sahibi! Eğer sen, yardım edecek güç ve kuvvette, isen bize yardım et! (Eğer yetişip yardım etmezsen, ben ve yanımdaki oğlum helak olup gideceğiz) diye seslendi. Bir de ne görsün, bugünkü zemzem kuyusunun yerinde bir melek, topu-ğuyla -yada kanadıyla- toprağı kazıyor. Nihayet suyu çıkardı. Hacer hemen zemzemin çıktığı yere gelerek suyun etrafa akıp gitmemesi için etrafını,toprakla çeviriyor ve eliyle de suyu toparlamaya çalışıyor, bir yandan da suyu avuçlayarak kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su avuçlandıktan sonra yine yerinden kaynıyordu.... Hacer, bu sudan içti ve çocuğunu da emzirdi. Melek de: - "Ey Hacer! Telef ve helak olmaktan korkma. İşte şurası -yerden yüksek bir kum tepesine işaret ederek- Allah'ın evidir. O evi, bu çocuk ile babası yapacaktır. Doğrusu Allah o işin ehlini telef etmez!" dedi. Daha sonrada melek, oradan kaybolup gitti. Beytullah'm yeri, (o sırada) tepe gibi olup yerden yüksekteydi. Uzun zaman seller, sağını-solunu kazıyıp götürmüştü. Kuşlar suya doğru yönelmeye başlayıp onun etrafında dönüp duruyorlardı. Hacer'de bu şekilde yaşarken günün birinde Cürhümlülerden bir topluluk bugünkü Mekke'nin bulunduğu yerden geçerken uzaktan, kuşların zemzemin bulunduğu yerde dönüp durduklarını gördüler. "Bu kuş, bir suyun üzerinde dolaşmaktadır. Oysa biz vadiyi susuz bir yer olarak bilirdik" dediler. Bir ya da iki haberciyi, kuşların dönüp durdukları yere gönderdiler. Haberciler, zemzemin çıktığı yere doğru geldiklerinde bir de ne görsünler! Issız bir çöl vadisinde bir kadın ve oğlu. Üstelik yanlarında bir de su çıkmaktaydı. Haberciler hemen geri dönüp geride kalanlara orada su gördüklerini söylediler. Bunun üzerine bütün kafile oraya yöneldi. Onlar geldiklerinde Hacer, zemzem suyunun yanındaydı. Ona: - "Senin yanında konaklayıp yerleşmemize izin verir misin?" diye sordular. O da: - "Bu su için bizden bir hak (yani mülkiyet) talebinde bulunmamanız şartıyla evet!" diyerek izin verdiğini açıkladı. Onlarda Hacer'in bu şartına karşılık: - "Evet" dediler. Hacer'in ve oğlunun görüşecek ve konuşacak birilerine ihtiyaç duydukları bir sırada Cürhürnlülerin gelişi, Hacer'i sevindirmişti. Cürhümlüîerde oraya yerleştiler. Akrabalarına da haber saldılar. Onlarda yanlarına gelip yerleştiler. Böylece o-raya bir kısım hane halkı yerleşmiş oldu. Daha sonra Mekke'de 124[58] evler çoğaldı. Hacer'in oğlu İsmail'de büyüyüp delikanlılık çağma geldi ve Cürhümiülerden birisinin kızıyla evlendi. Aynı zamanda onlardan Arapça'yı da Öğrenmişti... Mekke, ıssız çöllükten ve vahşi bir yer olmaktan kurtulmuştu. Çünkü Cürhürnlülerin oraya yerleşmelerinden itibaren sakinleri çoğalmıştı. Bir müddet sonra Hacer vefat etti. 125[59] Hz. îbrâhîm (a.s) ise Hacer'den ve oğlundan uzak bir yer olan Filistin ülkesinde hayatını devam ettiriyordu. Sayısız senelerin acılarından sonra Hz. İbrahim (a.s), hanımı Hacer'i ve oğlu İsmail'i bir gece rüyasında gördü ve kalbi, onların hasretiyle yanıp tutuşmaya başladı. Hasretini ve özlemini gidermek için sahraları ve ıssız çölleri yürüyüp geçti. Nihayet Mekke'ye vardı. 126[60] Fakat karısını bulamadı. Zira kansı, kendisi Filistin'de iken vefat etmişti. Oğlunu ise okunu yontup düzeltir bir Bugün Mekke'ye hacı olmak için giden insanlar; Hz. Hacer'den kalma bu sayı yaparak Safa ile Merve arasında gidip gelirler, (ç). "Mekke" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'in iki yerinde geçmektedir. AVİ İrnrân: 3/96 ve Feth: 48/24. Mekke vo Bekke isimlerinin, imla ve telaffuz farkına rağmen aynı yere verîien isim olduğunu söyleyen tarihçiler bulunduğu gibi; Mekke'nin, Harem sınırlan ile birlikte tüm bölgeyi içine alan umumi bir isim; Bekke'nin ise sadece Beytullah'in veya Mescidi Haram'ın ismi olduğunu söybyen tarihçilerde vardır. Mekke'ye, günahları eksilttiği veya giderdiği ve orada zulüm yapaılan helak ettiği, zorbaların ve zalimlerin boyunlarını kırdığı, kibir ve gururları yok ettiği ve insanlar orada toplanıp biriktiği, için "Mekke" ismi verilmiştir.

123[57] 124[58]

M. Asım Koksal, Peygamberler Tarihi, 1/182 (ç). Hz. Hacer bugün Kabe'nin bitişiğinde yarım daire şeklinde bir duvarla çevrili i'Hicr" diye anılan yerde gömülür,(ç). 126[60] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Mekke'ye dördüncü gelişiydi. Hz. îsmâîl (a.s) bu sırada 30 Maşında bulunuyordu. İşte Hz, İbrâhîm (a.s), bu gelişinde oğlu Hz. İsmâîl (a.s) ile Kabe'yi inşa etmiştir. Diğer iki gelişinde oğlu Hz. İsmâîl (a.s) ile buluşamamıştı. Bu üa gelişi de -daha önce geçen- Buharı"nin rivayet ettiği hadiste geçmiştir, (ç). 125[59]

vaziyette buldu. Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu görünce onu tamdı ve ona hemen sarıldı. Yani bir babanın hasretini ve özlemini gidermek için oğluyla yaptığı gibi onun aynısını yaptı. Daha sonra oğluna; - "Ey İsmâîl! Yüce Allah bana önemli bir işi emretti" dedi. İsmail'de: - "Allah sana, ne yapmamı emrettiyse hemen onu yerine getir" dedi. Hz. İbrâhîm: - "Sen bana, bu işte yardım edeceksin" dedi. İsmail'de: - "Bende sana yardım ederim" dedi. Hz. İbrâhîm (a.s): - "Allah bana, kendisi için orada -eliyle zemzeme yakın, yerden yüksek tepeyi yani bugünkü Beytulîah'm yerini işaret ederek- bir ev (yani Kabe'yi) 127[61] yapmamı emretti" dedi. Bunun üzerine ikisi birlikte Kabe'nin temellerini kazmaya başladı. Hz. İsmâîl taşları getiriyor, Hz. İbrahim ise Kabe'nin duvarlarını örüyordu. Kabe'nin duvarları yüksekliğinde Hz. İbrahim (a.s)'ın uzanıp kaldırması zorlaşmca bugün "Makam-ı İbrâhîm" diye anılan taşı 128[62] Hz. İsmâîl getirip Hz. îbrâhîm (a.s)'ın ayağının altına iskele gibi koydu. Hz. İbrahim'de onun üzerine çıkarak yapı işine devam etti. Hz. İsmâîl ise babasına taş getirip vermeye devam etti. Böylece taş, Kabe'nin yapımı bitinceye kadar Hz. İbrâhîm (a.s)'m ayağı altında Kabe'nin her tarafına dolaştırıldı. Kabe'nin yapımı 129[63] bittikten sonra her ikisi, Yüce Allah'a şöyle dua ettiler: "Ey Rabbimiz! Bizden (yapmış olduğumuz şu hizmeti) kabul et. Doğrusu hakkıyla işiten ve kemaliyle bilen sensin sen!"(Bakara: 2/127) Böylece şerefli Kabe'nin yapımını bitirdiler. 130[64] İşte Mek-ke-i Mükerreme, bu zamandan itibaren imar edilmiş ve Allah orayı koruyup muhafaza etmiştir. 131[65] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Kurban Edilme Kıssası: Hz. İbrâMm (a.s), uyurken öyle bir rüya gördü rüyasında: "Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'e; oğlu İsmail'i kendisi için kurban kesmesini emrediyordu." O sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'in İsmail'den başka bir çocuğu yoktu. Üstelik Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a yaşlı ve ihtiyar olduğu bir sırada İsmâîl'i vermişti. Ve şimdi de geri istiyordu. Hz. İbrâhîm (a.s), uykusundan uyandıktan sonra tereddütsüz, kayıtsız ve şartsız olarak Allah'ın "Kabe"ye, Kabe denilmesinin sebebi, dört köşeli olduğu yahut Mekke'de kumlan ilk bina olması itibariyle veya çevresinden tepe gibi yükseklik bulunduğu için verilmiştir. Esasen Araplar, her yüksek eve "Kabe" derlerdi, (ç). Hz. İbrâlıîm (a.s), bu taşın üzerinde durmuş olduğu içindir ki ona "Makam-ı İbrâhîm" ismi verilmiştir, (ç). 129[63] Rivayetlere göre Kabe 11 defa yapılmıştır: 1. Yüce Allah, gök halkının Beyt-i Ma'muru tavaf ettikleri gibi yeryüzü halkının da tavaf ve ziyaret etmeleri için Beyt-i Ma'mur'un yeryüzündeki bir örneği olması üzere melekleri gönderip ilk Kabe'yi yaptırmıştır. 127[61]

128[62]

2. Kabe'nin ikinci yapılışı, Hz. Adem (a.s) tarafından dır. 3. Hz. Adem (a.s)'ııı vefatından Hz. Adem'in oğullan Kabe'yi taş ve şmur ile tekrar yapmışlardır. 4. Tufan ile Kabe'nin binası yok olduğundan dolayı Hz. îbrâhîm (a.s) ve oğlu Hz. İsmâîl (a.s) tarafından inşa edilmiştir. 5. Üzerinden zaman geçip yıkılınca Kabe'yi bu seferde Amalikalılar yemiştir. 6. Bu defa Cürhümlüler tarafından yapılmıştır. 7. Kusayb. Kilâb tarafından yapılmıştır. 8. Kureyşliler tarafından yapılmıştır. 9. Abdullah b. Zübeyr tarafından yapılmıştır. 10. Haccâc-ı zalim tarafından yapılmıştır. 11. Osmanlı padişahlarından Ahmed ve oğlu Murad tarafından yapılmştır.Ayrıca günümüzde Kabe'nin etrafında yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Kabe'yle ilgili bilgiler için b.k.z: Bakara: 2/127-129; Âl-i İmrân: 96-97 (ç). 130[64] Buharî, Enbiyâ 12 (3, 4; 6); İbn Hacer el-Askalani. Fethö'1-Bâri, 6/396. 131[65] Hz. İbrâhîm (a.s), Kabe'nin yapımı sırasında bugün Hacerü'l-Esved" denilen taşı da yerine yerleştirmişti. Rivayete göre, Hacerü'l-Esved taşı, cennetten Hz. Adem (a.s)'m yanında gelmişti. Hacerü'l-Esved taşı cennetten çıktığı zaman kardan daha ak olduğu halde Adem oğullarının müşrik ve kafir olanları onu. günahları ile karartmış (Müsned, 1/307; Tirmizî ve îbn Mâce) her cahiliyet ve İslam devrinde birbiri ardınca meydana gelen yangınlarda o taş daha kara bir haîe gelmiştir.(ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 370-375.

emrini yerine getirmek için hemen Filistin'den Mekke'ye geldi. Hz. îbrâhîm (a.s), Mekke'ye oğlunun yanma geldiğinde 132[66] onun, Allah'ın emrini kabul etmedeki ölçüsünü ve Allah'a olan itaatini görmek için Allah'ın kendisine emretmiş olduğu işi oğluna haber vermeyi isteyerek ona: "Ey oğlum! Doğrusu ben, uykuda iken seni (Allah 'in isteği doğrultusunda) boğazladığımı gördüm. Bir düşün! (Bu konuda) Ne dersin?" dedi. (Saffât: 37/102) Yani Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunun kalbinin huzur ve sükunete kavuşması için ve oğluna Allah'ın emrini zorla kabul ettirmektense daha kolay ve hoş bir şekilde Allah'ın bu emrini oğluna arz etti. Bunun, Allah'ın emri olduğunu duyan oğlu, yumuşak bir şekilde kabul etti. Hz. İsmail'in Allah'ın emrine karşı olan sonsuz itaati ve bunu kabul etmede gösterdiği cüretkarlığı, babası Hz. İbrâhîm (a.s)'ı çok sevindirdi. Hz. îsmâîl(a.s), babasının bu sözüne ka r-şılık şöyle cevap verdi: "Ey babacığım! Ne ile emrolunduysan onu yap. Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin. "(Saffât: 37/102) Hz. İsmail'in bu davranışı, büyük bir iyilik, Allah'tan b ü-yük bir başarı, -babada ve oğulda- dağları şiddetle sallayan ve bu konuda Allah'a kullukta ubudiyyetin en güzel bir şekliyle -babada ve oğulda tezahür eden bir imandı. Baba oğlunu, kurban kesmekle emrolunuyor ve Allah'ın emrini yerine getirmeye koşuyor. Oğul ise babasıyla istişare ediyor ve Allah'ın hükmüne yönelerek ve boyun eğerek kabul ediyor. Sanki bu iş, avuç dolusu sudan bir yudum gibi. Çünkü o-ğul, babasına, sevdiğini kaybetmenin verdiği acıyı hafifletmeyi isteyerek onu maksadına ulaştırmak için yolların en güzeliyle irşat ederek şöyle diyor: - "Ey babacığım! Beni boğazlamak istediğin zaman iple sıkıca bağla. Üstelik bağımı iyi yap ki bıçağın tenime değdiğinde hareket etmeyeyim. Ölümün bana daha hafif ve kolay olması için bıçağını iyice keskinleştir. Boğazımı bıçak ile kesmede çabuk davran ki bıçak beni çabuk öldürsün. Çünkü Ölüm, çok çetin ve zordur. Aynı zamanda bana bakınca, ka I-binde yumuşama meydana gelirde benim hakkımda Allah'ın sana emrettiği işi yerine getirmede kötü bir durum meydana gelebilir. Hz. İbrâhîm (a.s) ise oğluna: - "Ey oğlum! Sen bana Allah'ın emrettiği işi yerine geti r-mede ne güzel yardımda bulundun" dedi. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu bağrına bastı ve onu Öpmeye başladı. Çünkü oğluyla son defa ve dalaşıyordu. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu Allah'a teslim etmek üzere yanı üzere yere yatırdı. Elini ve ayağını omzundan bağladı. Bıçağı boğazına koydu. Boynunun altından bıçağı bastırdı. Fakat bıçak kesmedi. Bıçağı elinde ters çevirdi. Yine kesmedi. Sanki bıçak, sert bir ağaç veya taş parçasıyla karşılamıştı. Hz. İsmâîl, babasına: - "Ey babam! Beni yüzümün üzerine yatır. Çünkü sen, b a-na baktığın da, bana karşı acıma hissin gelirde benim hakkı m-da senin ile Allah'ın emrini yerine getirme arasında engel te ş-kil edersin" dedi. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunun söylediğini ya p-tı. Daha sonra da bıçağı, oğlunun ensesine koyup bastırdı. B ı-çak yine kesmedi. Çünkü Yüce Allah bıçağı, kesin hususi hükmü altına almıştı. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), imtihanı k a-zanmış oldu. Bunun yanı sıra ilahi ses, şu şekilde geldi: "Ey ibrâhîm! Rüyayı gerçek yaptın. İşte Biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız" diye seslendik. Doğrusu (İbrahim'e yapılan) hu (iş) apaçık bir imtihan idi. Ona (bu yaptığı davranışa karşılık) fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik." 133[67] Kurban Edilen Kimdir? Daha önce anlattığımız üzere, Hz. İbrâhîm (a.s)'m kurban etmekle emrolunduğu oğlu, Hacer'in soyundan olan Hz. İsmâîl (a.s)'dır. Alimlerin çoğunun itimat ettiği Sahih olan görüşte budur. Çünkü Rivayetlere göre; Hz. îsmâîl (a.s) bu sırada yedi yaşındaydı, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ise Mekke'ye gelişinin ilkiydi.(ç) Saffât: 37/104-107 (Hadisi şerifte bu kurbanlığın birkaç olduğu anlatıimaktadır. Bu hadis için B.k.z: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/297) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 375-377. 132[66] 133[67]

bu kıssanın Mekke'de meydana gelmesi, Hz. İbrahim (a.s)'m hanımı Hacer'i ve oğlu İsmail'i daha önce o-raya bırakıp gitmesinden dolayıdır. Zaten Hz. İsmâîl, o esnada Mekke'de yaşamaktaydı. İshâk ise o sırada daha bilinmiyordu. Üstelik İshâk, Mekke'ye hiç gelmemişti bile. Hz. İsmâîl ise küçüklüğünde iken Mekke'ye annesi Hacer ile birlikte gelmiştir." 134[68] Ehl-i Kitabın inancına göre; 135[69] kurban edilen Hz. İsmâ-îl(a.s) olmayıp Hz. İshâk(a.s)'dır. Bu görüş, Kur'anî nasslara muhalefet ettiğinden dolayı batıl ve merdut bir görüştür. İbn Kesîr, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Kur'an'm açık ifadesi budur. (Yani Hz. îsmâıl(a.s)'ın kurban edildiğidir. Kur'an'daki ve hadisteki) bu ifadeler, kurban edilenin Hz. İsmâîl(a.s)'ın olduğu hususunda hemen hemen bir delil gibidirler. 136[70] Çünkü bu ayetler de, kurban edilenin kıssası anlatılmakta, 137[71] sonrada şöyle denilmektedir: "iyilerden bir Peygamber olacak "İshâk"ı İbrahim 'e müjdeledik. " (Saffât: 37/112) Hz. İshâk(a.s)'m Hz. İbrahim (a.s)'a müjdelenmesi -ayetlerdeki konunun sıralanışında da görüldüğü gibi - Hz. İs-mâîl(a.s)'m Mekke'de iken kurban edilişinden sonra olmuştu. 138[72] Çünkü Hz. İbrahim (a.s)'m Allah'a olan imanın kuvve t-lenmesi ve itaati, Mekke'ye gelip oğluna Allah'ın emri ni ilettikten sonra ortaya çıkmıştı. Hz. İbrahim (a.s)'m bu imtihanı kazanmasından dolayı Allah ona, Hz. İsmail'in dışında başka bir çocuğu verip ona, -yukarıda geçen ayette görüldüğü üzere-İshâk'ı müjdelemiştir. Kurban edilenin Hz. İshâk olduğunu söyleyenlerin 139[73] dayanakları İsraili rivayetlerdir. Halbuki İsrail oğullarının kitapları tahrif edilmiştir. Üstelik onların yanında bulunan Tevrat'ta Yüce Allah, Hz. îbrâhîm (a.s)'a; bekar olan oğlunu kurban etmeşini emretmişti. Halbuki Hz. İsmâîl 'as o sırada bekardı. (ve Hz. İshâk(a.s) ise o sırada henüz daha mevcut değildi) İsrail oğullarını böyle bir yalan söylemeye iten faktör; Arapları çekemeyişleridir. Çünkü Hz. îsmâîl, Hz. Muhammed (s.a.v)'inde mensup olduğu Hicaz bölgesi Araplarmın atasıdır. Hz. İshâk ise, İsrail oğullarının atası Hz. Yakub'un babas ıdır. Hz. Yakub'un diğer ismi de "İsrail"dir. İsrail oğullan bu yüce şerefi, Araplardan alıp kendilerine mal etmek istediler. Bu nedenle de Allah'ın kelamını tahrif ettiler ve ilaveler yaptılar. Üstelik onlar, yalancı bir kavimdirler. Çünkü onlar, üstünlük ve şerefin Allah'ın Hz. İsmâîl (a.s)'m annesi Hz. Hacer ile birlikte Mekke'ye gelişini bildiren uzunca hadis daha önce geçmişti, (ç) Bununla ilgiii olarak B.k.z: Tevrat, Tekvin, 16-23 bah.(ç). 136[70] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Kurbanlığın, Hz. İshâk (a.s) değil de Hz. îsnıâîl (a.s) olduğuna dair hadisleri ve haberleri şöyle sıralamaktadır: 134[68] 135[69]

1. Bubarî, Enbiyâ 12'de ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned adlı eserinin 1/347'de geçen rivayetler buna delildir. (Kısaltılarak alınmıştır) 2. Hz. Peygamber (s.a.v) bir vesile ile: "Ben iki kurbanlığın oğluyum" buyurmuştur. (B.k.z: Keşfu'1-Hafa, 1/199) İslam tarihçileri iki kurbanlıktan birinin Hz. Peygamber (s.a.v)'in babası Abdullah, diğerinin de Hz. İsmâîl (a.s) olduğunu açıklamışlardır. 3. İslam'ın ilk devirlerinde, Hz. İsmâîl (a.s) için kesilen koçun başını, iki boynuzu ile birlikte Kabe'de asılı'bir halde bulunduğunu ve başın kurumuş olduğuna dair muhtelif senetİerle rivayet edilen hadisler (b.k.z: Müsned, 4/68; 5/379-380) ve tarihi rivayetler mevcuttur. Tek başına sadece bu rivayet bile kurbanlığın Hz. İshâk (a.s) değil, Hz, İsmâîl (a.s) olduğuna delil olarak yeter. Çünkü Mekke'de hakim olan Hz. İsmâîl (a.s)idi. Hz. İshâk (a,s)'m küçükken Mekke civarına geldiğine dair elde hiçbiı delil yoktur. 4. Hz. Peygamber (s.a.v)'den "Gerçekten kurbanlık İsmail'dir" (Kurtubi, Tefsir, 15/100-101) mealinde bir hadis de rivayet edilmiştir. 5. Rivayete göre; el-Esmâî şöyle demiştir: "Bir gün kurbanlığın kim oldu ğunu Ebu Amr ibn el-Alâ'dan sormuştum. Cevabında bana: i(Ey Esma! Sen aklını mı yitirdin? Hz. İshâk (a.s) Mekke'ye nereden gelmiş? Mekke'de ikamet eden Hz. İsmâîl (a.s)'dır. 6. îbn Abbas(ra): "Cam Allah yoluna kurban edilmek İstenen Hz. İsmâîl (a.s)'dır. Yahudiler ise kurbanlığın Hz. îshâk (a.s) olduğunu iddia ettiler ve (böylece de) yalan söylediler" demiştir. 7. İbn Ka'b el-Kurâzî ile ilgili rivayet daha önce geçmişti. (Doç Dr. Abdullah Aydemir, a.g.e, sh. 72-73) (ç) 137[71] Saffât: 37/99-112 (ç). 138[72] "Kurbanlığın Tevrat'ta (Tekvin, 22/1-19) Hz. İshâk (a.s) olarak ismen açıklanmış olmasına rağmen, yine Tevrat'a dayanarak bunun bir yalan ve tahrif olduğunu isbat etmek mümkündür. Şöyle ki: Yüce Allah Tevrat'ta. Hz. İbrâhîm (a.s)'e şu emri verir: ''Şimdi oğlunu, biricik oğlunu. İshâk'ı al... kurban olarak takdim et!" (Tekvin, 22/2) Eğer Tevrat'ı dikkatlice okursak Hz. İshâk'ın "biricik" oğul olmadığını görürüz. Çünkü (Tevrat'a göre) Hz. İshâk doğduğu zaman Hz. İsmâîl 14 yaşında idi. (Tekvin, 17/24-25) Tevrat'a göre Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz İsmâîl (a:s) aynı günde sünnet olmuşlardır. (Tekvin, 17/25-26) Hz. îshâk doğduğu zaman Hz. İbrâhîm (a.s) 100 yaşma basmıştı. (Tekvin, 21/5) O halde Hz. İshâk için kullanılan biricik sıfatı yanlıştır. Kendisinden 14 yıl önce dünyaya gelmiş ağabeyisi Hz. İsmail varken, Hz. İshâk'a "'biricik" oğul denmez. Bu açık bir tahriftir. Muhtemelen bu biricik sıfatı Hz. İsmail'e aittir. Bu isim de bilerek tahrif edilmiştir." (Doç, Dr. A. Aydemir, age. sh.73-74) (ç). 139[73] Bu görüşte olan kimselerin delilleri için b.k.z: Doç. Dr. Abdullah Aydemir, age, sh. 69-71 (ç).

elinde bulunduğunu ve bunları istediği he r-hangi bir yere vereceğini bir türlü kabul etmediler. Selef alimlerinden bir çoğunun söylediğine göre140[74], Hz. İbrâhîm (a.s)'m kurban olarak takdim ettiği oğlu, Hz. İshâk(a.s)'dır. Fakat bunu söyleyenler, bu görüşlerini Yüce Allah Ka'bu'l-Ahbar'dan veya Ehl-i Kitap'm kitaplarından almışlardır. 141[75] Çünkü Hz. İshâk (a.s)'ın kurban edildiğine dair Resulullah (sav)'den sahîh bir hadis nakledilmemiştir. Üstelik bu görüşten dolayı kutsal kitabımız olan Kur'an'm açık ifad e-lerini de terk edemeyiz. Dikkat edildiği takdirde, kurban olarak takdim edilenin, Hz. İshâk olduğu, Kur'ân-ı Kerîm'in ifadelerinden anlaşılmıyor. Biraz düşünürsek, kurban edilenin Hz. İsmâîl olduğunu Kur'an'm ifadelerinden anlarız. Hatta bu husus Kur'an'daki ayetlere bakıldığında- kesin ifadelerle belirtilmiştir. Kurban edilenin Hz. İshâk değil de Hz. İsmâîl olduğu hususunda İbn Ka'b el-Kurazî'nin getirmiş olduğu delil, ne kadar güzel ve ilginçtir. Kurazî'nin getirmiş olduğu delilin kaynağı, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "ibrahim'e, İshâk'ı ve (onun oğlu) Yakub'u müjdeledik" (Hûd: 11/71) Kurazî derki: Bu ayette ilk önce Hz. İshâk'in daha so nra da Hz. İshâk'in oğlu Yakub'un doğacağı Hz. îbrâhîm (a.s)'a müjdeleniyor. Buna göre Hz. İshâk(a.s)'m çocuğu doğmadan kendisi de daha henüz küçücük bir çocuk iken- Hz. İshâk(a.s)'m kurban edilmesi Hz. İbrâhîm (a.s)'a emrediliyor. Küçücük bir çocuk iken kurban edilmesi emredilen bir insanın daha sonra çocuğu hiç doğar mı? Bunun aklen ve naklen olması mümkün değildir. Çünkü bu, ayette geçen müjdeleme ile çelişki halindedir. 142[76] Rivayet olunur ki; Halife Ömer b. Abdulaziz, Şam'da yaşamakta olan bir yahudiye haber salarak huzuruna çağırtmıştı. Yahudi alimlerinden olduğuna kanaat getirdiği o adama Ömer b. Abdulaziz: - "Hz. İbrâhîm (a.s)'a, iki oğlundan hangisinin kurban e-dilmesi emredilmişti" diye sormuş. Yahudi alimi de: - "Hz. İsmâîl'in kurban edilmesi emredilmişti. Allah'a yemin ederim ki, Ey Mü'minlerin Emiriî Yahııdilerde bunu biliyorlar. Fakat onlar, atanız Hz. İsmâîl'in kurban edilmesi hakkındaki ilahi emre boyun eğişi ve sabredişi, faziletinin ve üstünlüğünün Allah tarafından anlatılışını çekemediklerinden dolayı Arap topluluğunu kıskanırlar. Bu sebeple kurban keşi1me emrinin Hz. İsmâîl hakkında verilmediğini bile bile inkar ediyorlar. Bu husustaki emrin Hz. îshâk hakkında verildiğini ileri sürerler. Çünkü Hz. İshâk, onların atasıdır" şeklinde c e-vap vermişti." 143[77] Meşhur olduğu üzere, Hz. Peygamber(sav), "İki kurbanlığın oğlu" diye çağrılırdı. 144[78] "İki kurbanlık" ile kastedilen ise, Hz. İsmâîl ile Hz. Peygamber'in babası Abdullah'tır. 145[79] Hz. İbrahim (a.s)'in Vefatı: Hz. İbrahim (a.s),Sahîh olan rivayete göre, 175 yaşındayken vefat etmiştir. Hz. İbrahim (a.s)'m hayatı, önemli büyük mücadelelerle, cihat, sabr ve imtihan ile geçmişti. İşte bütün bunlardan dolayı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı peygamberlerin atası kılmıştır. Ayrıca Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı dostluğa seçmiş 146[80] ve onu dine karşı çok itaatkar olmada, 147[81] 140[74]

Bu görüşte olanlar şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Ebu Mûsâ eUEş'arİ, Ebu Hureyre, Ka'bu'l-Ahbar, Vehb b. Münebbih ve daha bazı tabiin ve onlan takip eden İslam büyükleri de kurbanlığın Hz. İshâk olduğu yolunda kanaat beyan etmişlerdir. B.k.z; Taberî, Tarih, 1/402; Taberî, Tefsir, 23/71; Zemahşerl Keşşaf, 4/56-57; İbnü'l-Cevzî Tefsir, 7/72; îbnü'I-Esîi\ el-Kâmü, 1/108, 109, -110, ibn Kayyim el- Cevziyye, Zadü'1-Mead, 1/29; Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 26/153-154; Kurtubi, Tefsir, 15/100-101; İbn Kesîr, Tefsir, 4/43-44; İbn Kesir, el-Bidâye, 1/159 (ç) 141[75] Tabressi, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Kurbanlığın, Hz. İshâk olduğunu İddia edenler, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlara dayanıyorlar. Onların bu konuda ittifak etmiş olmalarını öne sürerek, görüşlerini takviye cihetine gidiyorlar. 142[76] Ibn Kesîr. cİ-Bk!âye ve'n-Nihâye. 1/158. 143[77] îbn Kesîr: el-Bidâye, ve'n-Nihâye, 1/160. 144[78] Bununla ilgili hadis için b.k.z: Acluni, Keşlu'1-Hafa, 1/199 (ç). 145[79] İbn Hişam, Siretü'n-Nebeviyye, 1/160 vd; îbn Kesîr, el-Bidaye ve;n-Nihaye, 1/160; Zemahşeri, el-Keşşât; 4/56, İbnül-Esîr, el-Kâmil, 1/108; Tabressi, Tefsir, 4/453, et-Tusi, Tefsir, 8/474; Aynca konuyla ilgili olarak İvad İbrâhîm tarafindan "MecelletiT 1-Ezher" adlı derginin üçüncü sayısının sh. 241 ve devamında bir makale yayın lanmışîır.(ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 377-382. 146[80] Bununla ilgili olarak b.k.z: Îbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/123-124; Taberî, Tarihü'r-Rüsul ve'1-Müluk, 1/160-161; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, 1/174. Ayrıca Hz. İbrâhîm (a.s)'m 200 yaşında vefat ettiğine dair rivayetlerde vardır, Fakat yazarımız Sabunî, birinci görüşü tercih etmiştir, (ç). 147[81] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Nisa: 4/125, İsrâ: 17/73; Nahl: 16/121(ç).

uysallıkta 148[82] ve ona çokça yönelip tövbe etmede 149[83] insanlar için örnekti. İşte bütün bunlardan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, övmüş ve onu insanlara örnek bir kimse kılmıştır. Şöyle ki: "Rabbi, İbrahim'i birtakım emirlerle imtihan etmiş, o da bu emirleri yerine getirmişti. Bunun üzerine Allah, ona: "Sem insanlara önder kılacağım " demişti. O da: "Soyumdan da (gelenleri önder kıl) deyince, "Zalimler, benim ahdime erişemez " buyurmuştu." 150[84] Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın komşuluğuna göç edince oğullan Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk (a.s) onu, beni Hays kabilesinin yaşadığı Habrun kasabasında aynı kabileden Aftan b. Sahr adlı bir adamın tarlasındaki mağaraya, hanımı Sare'nin yanma demettiler. Habrun kasabası, bugün Kudüs tararında "Halil" şehri olarak bilinen bir yerdir. Bu Habrun kasabası, daha önce "Erba' kasabası" diye bilinirdi. Hz. İsmâîl (a.s) ise 137 yaşındayken vefat etmiştir. 151[85] Beytullah'a yakın "Hicr" denilen yerde annesi Hacer'in yanma derhedilmiştir. 152[86] Allah'ın salât ve selamı onların hepsinin üzerine olsun. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. 153[87]

148[82]

Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç). Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç). Bakara: 2/124. 151[85] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/193; Talvn Tarihü'l-Rûsul ve'1-Müluk, 1/162; Mes'udi, Mumcu'z-Zeheb, 2/48 (ç). 152[86] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, 1/193; Tarvn Tarihü'l-Rüsul vc'1-Miiluk, 1/162; İbnü'î-Esîr, el-Kâmil, 1/125; İbn Haldun, Taııl. 2/39; İbn Sa'd, Tabakât, 1/52 (ç). 153[87] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 382-383. 149[83] 150[84]

HZ. MÛSÂ (A.S) "(Ey Muhammedi Sana indirdiğimiz) Kitap (Kur'an)'da (Firavun ile olan kıssasını, o müşriklere) anlat. Çünkü o, seçkin kılınmış bir kimse ve (tarafımızdan) gönderilmiş bir peygamberdir." (Meryem: 19/51) Hz. Mûsâ (a.s)'m, Firavunla olan kıssası 154[1] Kur'ân-ı Ke-rîm'in bir çok surelerinde çeşitli şekil ve üsluplarla anlatılmıştır. Hz. Mûsâ (a.s)'m, İsrail oğullarıyla olan kıssası 155[2] ise, keza açık, detaylı ve net bir şekilde geniş olarak, özellikle de A'raf 156[3] ve Kasas 157[4] surelerinde; kendine özgü bir şekilde ortaya konulmuş ve açıklanmıştır. Hz. Mûsâ (a.s)'m Firavun ile olan kıssası 158[5] ise; sadece hir şahsın, bir hükümdarla ve bir peygamberin büyük bir zorbayla arasında geçen tek bir kıssadan ibaret olmayıp her zaman ve her mekanda tekerrür edebilecek ve her vakit ile her zamanda ortaya çıkabilecek bir kıssadır. Bu kıssa; zor bir olayın gerçekte şekillenişi, hak-batıl arasında mücadele edenlerin çatışması ve Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusu arasında alışılmış bir savaşın kıyasıya mücadelesidir. Allah'ın veli kullan ile Allah'ın düşmanları arasında geçmekte olan bu savaş, insan varlığının ortaya çıkışından ve yine davetçilerin, ıslahatçıların, nebilerin ve resullerin hayat sahnesine çıkmasından itibaren kıyamete kadar devam edecektir Tağut, batıl davası ve şeytanın ordusundan oluşmuş çoğunlukta bulunan bir kesimin yanında durarak; imana, tevhide ve semavi risaletlere karşı meydan okumaktaydı. Hakk ise; hayırlı kimselerin özünden, nebiler, resuller, davetçiler ve ıslahatçılardan oluşmuş azınlıkta bulunan bir kesimin yanında durmaktaydı. İman ile küfür ve Hak ile tağut arasındaki bu savaş kızışıp şiddetlendi. Sonuçta ise çok yorucu ve zorlu bir mücadelenin sonunda iman, küfre karşı zaferi kazandı ve Hak böylece batıla karşı yücelmiş oldu. Çünkü yardım, iman ordusunun yanındaydı. Yüce Allah, bunu destekleyici mahiyette şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu Biz, (batıla karşı mücadele eden) peygamberlerimize ve (onların destekçileri olan) müminlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri kıyamet gününde yardım ederiz" 159[6] İşte iman ve hakkın; küfre ve tağuta karşı zafer kazanması, dünya hayatındaki Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde ise bir değişme olmaz. Kötülük, kocaman inatçı bir düşman suretinde bulunur. Barışı, selameti, insafı ve vicdanı yoktur. Halbuki Hak ise Rabbani daveti yerine getirmeyi ister. Hayrı, hedef tutar. Sevgi, kardeşliğe ve insanlığa çağırır. Yeryüzünde 1 yaşayan halklar arasında adaleti ve barışı yerleştirmeyi çalışır!. Kötülük; kızgınlığı açıkça belli olan, kirlenmiş, ama sesi kesilmiş ve köpek dişlerini sırıtarak gösteren bir varlığa bü| rünmüş olarak durmaktadır. Bu nedenle de Allah'ın peygaı berleri ile veli kullarında bulunan Rabbani davetin üstün mezif yetini, temizlik ve safiyetini yok etmek istemektedir. 154[1]

Hz. Mûsâ (a.s)'m ismi Kır'ân-ı Kerîm'in 34 Sûresinde olmak üzere toplam 136 yerinde geçmektedir. Bunlar şunlardır: Bakara: 2/51, 53, 51, 55, 60, 61, 67, 87, 92, 108, 136, 246, 248; Âl-i İmrân: 3/84; Nisa: 4/153, 153, 164; Mâide: 5/20, 22, 24; En'âm: 6/84, 91, 154; A'râf: 7/103, 104, 115, 117, 122, 127, 128, 131, 134, 138, 142, 142, 143, 143, 144, 148, 150, 154, 155, 159, 160; Yûnus: 10/75, 77, 80, 81, 83, 84, 87, 88; Hûd: 11/17. 96, 110; İbrahim: 14/5, 6, 8; İsrâ: 17/2, 101, 101; Kehf: 18/60, 66; Meryem: 19/51; Tâhâ: 20/9, 11, 17, 19, 36, 40. 49, 57, 61, 65, 67, 70, 77. 83, 86, 88, 91; Enbiyâ: 21/48; Hacc: 22/44; Mü'minûn: 23/ 45, 49; Furkân: 25/35; Şuarâ: 26/10, 43, 45, 48, 52, 61, 63, 65; Nemi: 27/7, 9, 10; Kasas: 28/3, 7, 10, 15, 18, 19, 20, 29. 30, 31, 36, 37. 38, 43, 44. 48, 76; Ankebût: 29/39; Secde: 32/23; Ahzâb: 33/7. 69: Saffât: 37/114, 120; Gâfir: 40/23, 26, 27, 37, 53; Fussilet: 41/45; Şür: 42/13; Zulıruf: 43/46; Ahkâf: 46/12, 30; Zâriyat: 51/38; Necm: 53/36; Saff: 61/5; Naziât: 79/15; A'lâ: 87/19. Hz. Mûsâ (a.s)'m Kur'ân-s 'Kerîın'de geçtiği kıssaları için b.k.z. Bakara: 2/40-100; Nisa: 4/153-155; Maide: 5/20-26; A'râf:7/103-17l; Yûnus: 10/75-93; Hûd: 11/96-102; İbrahim: 14/5-8; İsrâ: 17/101-104; Mü'minûn: 23/45-49; Şuarâ: 26/10-68; Nemi: 27/7-14; Kasas: 28/3-83: Ankebût: 29/39-40: Secde: 32/23-26; Saffât: 37/114-122: Gâfir: 40/23-46, 53-54; Zuhruf: 43/46-54; Zariyât; 51/38-40; Saff: 61/5: Nâziat: 79/15-25 (ç). 155[2] Bakara: 2/40-100: Nisa: 4/153-155; Mâide: 5/20-26; A'râf: 7/128-171; İbrahim: 14/5-8: Meryem: 19/51-53; Tâhâ: 20/77-98; Şuarâ: 26/52-68; Nemi: 27/9-14; Secde: 32/23-26; Saffât: 37/i 14-115: Gâfir: 40/53-54: Saff: 61/5; Nâziât: 79/15-25 (ç). 156[3] A'râf: 7/128-171 (ç). 157[4] Kasas: 28/3-83 (ç). 158[5] B.k.z: Yûnus: 10/75-93: Hûd: 11/96-102; isrâ: 17/101-104; Tâhâ:20/40-76; Mü'minûn: 23/45-49; Şuarâ: 26/ 10-68; Kasas:28/36-42; Ankebût: 29/39-40; Gâfir: 40/23-46; Zuhruf: 43/46-54: Zariyât: 51/38-40 (ç). 159[6] Mümin (Gâfir): 40/51 (Konuyla ilgili benzeri ayet için b.k.z: Tevbe: 9/40) (ç).

Buna, Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı kıssalar da tehdit yollu açık seçik örnekler verilir. Çünkü peygamberler, azgın ve taş-km kimseler tarafindan kötülüğe hedef tutulmuşlardır. Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Kafirler, (kendilerine gönderilmiş) peygamberlerine: 'Ya bizim (mensup olduğumuz şirk) dinine geri dönersiniz ya da sizi, memleketimizden çıkarırız' dediler. Bunun üzerine Rabbleri, peygamberlere: 'Biz, (size ve bana karşı yaptıkları haksızlıklardan dolayı) zalimleri mutlaka helak edeceğiz. Onlardan sonrada yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir' diye vahyetti. Peygamberler de (Allah'tan) yardım istediler. Böylece (Allah'ın yardımıyla) her inatçı zorba hüsrana uğradı. " 160[7] İşte bu düşünce, her zaman her vakitte bulunabilen tağutlarm düşünce şeklidir. Bu düşünce şekli, hiçbir zaman delil ve ispat yoluyla anlaşılmaz. Akıl ve mantık ölçüsü yoktur. Onun yolu ancak; "saldırma", "korkutma", "cezalandırma" ve "azablandırma" şeklindedir. Nitekim Yüce Allah, bu yolu, Firavunun ağzından naklen şöyle buyurmaktadır: "Onların oğullarını öldürüp kadınlarını da sağ bırakmak suretiyle elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz. "(A'râp 7/127) İşte bu düşünce, Hz. Mûsâ (a.s) zamanında yaşayan Firavunun düşünce şeklidir. Genel olarak ise, her zamanda ve her mekanda var olabilecek "Firavunluğun" düşünce şeklidir. Peygamberlerin düşünce şekli ise; akıl ve hikmet doğrultusunda gelişen bir düşünce şeklidir. İşte bu düşünce şekli, kendisine çeşitli eziyetleri ve zulümleri tattırdıktan sonra kavmine şu sözü söyleyen Hz. Mûsâ (a.s)'m sözünde de şöyle ortaya çıkmaktadır: "Mûsâ, (Firavunun sözlerinden ve tehdidinden dehşete kapılan) kavmine: 'Allah'tan yardım isteyin ve (başınıza gelebilecek olan şeylerde) sabredin. Yeryüzü şüphesiz ki (Firavun değil,) Allah'ındır. Allah, kullarından dilediğini yeryüzüne mirasçı kılar. Sonuç; (Firavun ve onun hanedanının değil,) muttakilerindir' dedi." 161[8] Görüldüğü üzere, bu ayeti kerimede; bütün resullerin ve nebilerin davetlerinde yön ve hedefin bir tek olduğu güzel bir şekilçle bize açıklanmış oluyor. Nitekim aynı şekilde burada sapıklık ehli ile batıl davetçilerin tek gaye ve tek hedefte ittifak etmeleri de ortaya çıkıyor. İşte bu durum, hak ile batıl ve hidayet ile sapıklık arasındaki mücadelenin her vakit ve her zaman da tekerrür etmiş bir şeklidir. Bunun sonucu ise -daha öncede geçtiği üzere- inanç ashabının ve iman ehlinin zaferi kazanması ve sapık ile zalimler topluluğunun ise hezimete uğratılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Yüce Allah, bu sonucu şöyle haber vermektedir: "Biz, yeryüzünde muşta zaf olanlara iyilikte bulunmak, onları (yeiyüzünde) önderler kılmak, onları (mülk ve egemenlikte başkalarına) vâris yapmak, onlara yeryüzünde (egemenlik vennek suretiyle) imkan hazırlayıp yerleştirmek ve onlara Firavun, Haman ve ikisinin askerlerine de (israil oğullarının hakimiyeti altına girmekten) çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk." 162[9] İşte bu kıssa, Hz. Mûsâ (a.s)'ın Firavun ile olan kıssasından bir ibret tablosudur. Bu kıssa, sadece Hz. Mûsâ (a.s) ilef smırlanmayıp bütün nebiler ve resullerin kıssaları içinde ge1çerlidir. 163[10] Hz. Mûsâ (a.s)'ın Soyu: Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Mûsâ (as)'m soyu şu şekildedir: Mûsâ b. İmrân b. Yashur b. Kâhis b. Lâvi b. Ya'k'ûb b. İshâk b. İbrahim. 164[11] Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ı, Firavuna, kendi risaletini tebliğ etmek için göndermek istediğinde, Hz. Mûsâ (a.s)'a destekçi ve yardımcı olarak kardeşi Hz. Hârûn (a.s)'ı onunla birlikte Peygamber olarak göndermiştir. 165[12] İbrahim: 14/13-15. A'râf: 7/128. Kasas: 28/5-6.. 163[10] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 382-388. 164[11] Hz. Mûsâ (a.s)'ın soyu için b.k.z: İbn Cerir etTaberî, Tarih, 1/198; İbnü'l- Esir, ci-Kâmii, 1/169; İbn Sa'd, Tabakât, 1/55; Mes'udî, Murûcu'zZeheb, 1/48; Hâkim, el-Müstedrek, 2/574; İbn Kuteybe, el-Maârif, sh.20 (ç) 165[12] Bununla ilgili olarak b.k.z: Kasas: 28/33-35; Meryem: 19/53; Şuarâ: 26/12-14 (Ç). 160[7] 161[8] 162[9]

İşte Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte Firavuna gönderilmesi görevi, Hz. Musa'nın: "Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap" (Tâhâ: 20/30) şeklinde yapmış olduğu duadan dolayı idi. 166[13] Hz. Mûsâ (a.s)'ın Doğumu: Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın en büyük düşmanlarından biri o-lan tuğyan ve zorbacılığıyla meşhur olan tağut Firavunun zamanında doğdu. Firavun, Allah'ın mülkünde O'nunla çekişti. Azgınlığını ve isyanını ilan etti. Rablığmı ve Allah'ın dışında tek tapılacak ilahın kendisi olduğunu iddia etti. İşte bu tağutun ismi, Velid b. Mus'ab idi. 167[14] Lakabı ise, Firavun idi. Firavun lakabı, Mısır ülkesinde zorbacılığıyla tanınmış her hükümdara verilen bir isimdi. Aynı şekilde Kisra lakabı da, eski Fars şehirlerindeki hükümdarlardan her biri için kullanılan bir lakaptı. Kayser lakabı da, Rum şehirlerindeki hükümdarlardan her biri için kullanılan bir lakaptı. Firavun Velid, -Hz. Yûsuf (a.s)'ın İslam'a davet ettiği-kardeşi Kâbûs'un ölümünden sonra onun yerine tahta geçmişti. Kâbus, Hz. Yûsuf (a.s)'m davetinden kaçınıp iman etmemişti. 168[15] Kâbus, zorbacı ve bilgili bir kimseydi. Hz. Yûsuf (a.s), Kâbus zamanında, Rabbinin komşuluğuna göç etmişti. Kâbûs'un saltanatı ise uzun bir müddet sürdü. Kâbûs'un bu saltanatı zamanla daha da şiddetlendiyse de bir müddet sonra hefak olup gitti. Firavun Velid, kardeşinin yerine tahta geçince, İsrail oğullarına karşı olan zalimliği daha da arttı ve onlara, çeşitli zulumleri ve işkenceleri tattırdı. Firavunun İsrail oğullarına karşı giriştiği zulmü neredeyse İsrail oğullarının soyunu bitirecekti. Bu zalim ve zorbacı Firavun, kardeşi Kâbus'dan daha da az-gmlaşmış, daha da kafırleşmiş ve zorbalaşmıştı. Firavunun sal-tanatlık günleri gitgide daha da şiddetlendi. Hz. Yûsuf (a.s)'m ölümünden sonra İsrailoğulları ise, atalarının dini üzerindeydi-ler. Atalarının dini ise, Hz. İbrahim (a.s)'m kolaylık dini olan Haniflik dini idi. İsrail oğulları, Hz. Yûsuf (a.s)'m ölümünden sonra kendilerine daha önceden ve sonradan hiçbir kimsenin tattırmadığı zulmü ve işkenceyi bu zalim ve zorbacı Firavundan gördüler. Firavunlar içerisinde, bu zorbacı Firavundan daha zalimi ve daha azgını o zamana kadar daha hiç gelmemişti. Nitekim Yüce Allah. Kasas Sûresinde, Firavunun bu zulmünü ve azgınlığını şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi) İman eden bir topluluk için Mûsâ ve Firavundun kıssasını olduğu gibi sana anlatacağız. Firavun, yeryüzünde (egemen olduğu topraklar üzerinde) zorbalığa yöneldi. Ve halkını da (istediği şekilde kendisine boyun eğip itaat edecekleri ve hiç kimsenin itaatsizlik edemeyeceği şekilde) fırkalara ayırdı. İçlerinden bir fırkayı (Israiloğullarını) muşta'zaf bularak onların oğullarını boğazlıyor ve kızlarını da (hizmetçi olmak üzere) sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, (böyle yaptığından dolayı) fesatçılardandı. Bizde, yeryüzünde (bu) muşta'zaf olanlara iyilikte bulunmak, onları yeıyüzünde önderler kılmak, onları (mülk ve egemenlikte başkalarına) varis yapmak, onlara yeıyüzünde (egemenlik vermek suretiyle) imkan hazırlayıp yerleştirmek ve onlara, Firavun, Haman ve ikisinin askerlerine de (İsrail oğullarının hakimiyeti altına girmekten) çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyordu." 169[16] Firavunun Hükümdarlık Müddeti: Firavun, İsrailoğullan içerisinde 400 seneden fazla yaşamıştı. Firavun, onları kötü işkencelere maruz bırakıyor, onları zorla emri altına alarak en kötü ve değersiz işlerde hizmetçi olarak iş gördürüyordu. Ayrıca onları, daha iyi emri altına almak için çeşitli fırkalara da ayırmıştı. 170[17] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 388-389. B.k.z: İbn Cenr et-Taberî, Tarih, 1/199; İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/170 (ç). 168[15] Hz. Yûsuf"(a.s)'ın davetini kabul eden Firavun, Reyyân b. Velid idi. Hz. Yûsuf (a.s), Reyyân'm ölümünden sonra onun yerine geçen ve aynı soydan gelen Kâbûs'u da Allah'a iman etmeye davet etmiş ise de ona kabul ettiismemişti, (B.k.z: İbn Cerîret-Taberi, Tarih, 1/187; îbnü'I-Esîr, el-Kâmil; 1/147 (ç). 169[16] Kasas: 28/3-6. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 389-390. 170[17] Geçmişte Firavun bu şekilde bir uygulama yapıyordu. Günümüzde bazı ülleler, halkı müsiüman olan ülkeleri sömürmek ve zayıflatmak için oradaki etnik grupları bahane ederek onların arasına sınırlar çizmekte. Böylece bu ülkeler güçsüz bırakılıp onları köle gibi kendi çıkarları doğrultusunda kıilanmaktadırlar. İşte 166[13] 167[14]

Onlardan bir fırka bina inşa etmede, bir fırka ziraatla uğraşmakta, bir fırka insanın pislikleri temizleme yani bugünkü anlamda kanalizasyon işinde çalışmakta ve çalışmaya ehil görülmeyenden de cizye alınmaktaydı. Nitekim Yüce Allah, Kur'an'da bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Size işkence eden, kadınlarınızı (hizmetçi olarak kullanmak için) sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun hanedanından sizi kurtarmıştık..." 171[18] Her türlü şeyden münezzeh Yüce Allah, Israiloğullarını, bu tağut ve zalimin şerrinden kurtarıp ve onun zulüm ile tuğyanından İsrailoğullarmı çekip çıkararak feraha kavuşturmak için onlara Hz. Mûsâ (a.s)'ı Peygamber olarak gönderdi. 172[19] Hz. Musa (a. s)'m İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderilişi, hiç kuşkusuz onlara bir rahmet ve onları, bu zalim zorbaci hükümdarın zulmünden kurtarmak içindi. 173[20] Firavunun Rüyası: Firavun, bu işi de kontrol etmek için; onların arasından çeşitli temsilciler de seçti. Fakat ebeler, Firavundan korktuklarından dolayı İsrail oğulları kadınlarından doğan her erkek çocuğu hemen doğar doğmaz öldürmek suretiyle Firavunun emrini yerine getiriyorlardı. Kız çocuklarına gelince ise onları erkek çocuklarının aksine öldürnıeyip hizmetçi olarak kullanmak için ve onları zorla emirleri altına almak için sağ bırakıyorlardı. İşte Yüce Allah'ın "Kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan " (Bakara:2/49) ayetinin anlamı bundan dolayı idi. O vakitte doğan İsrail oğullarının erkek çocukları, işte Firavunun emriyle böyle öldürülmekteydi. Böylece Firavun, o sırada doğan çocukları öldürttüğü gibi ondan sonra da öldürt-me işine devam etti. Firavunun adamları, İsrail oğulları içerisinde hamile olan kadınlara eziyet etmeye başladılar. Öyle e-ziyet ediyorlardı ki, sonunda kadın, çocuğunu düşürüyordu. O sırada İsrailoğulları içerisinde bulunan yaşlılar ve ihtiyarlar; erkek çocuklarının öldürülmesi ve kadınların çeşitli işkencelere tabi tutulmasından dolayı onlar arasında da ölümler hızlandı. Bunun üzerine Mısır'daki Kıptî liderler, İsraiîoğulları içerisinde doğan erkek çocuklarının öldürülmesini ve ihtiyarlarında ölüp gittiğini görünce telaşa kapılarak hemen Firavunun huzuruna çıkıp ona: - "Sen, İsrail oğullarını küçük çocuklarını Öldürüyorsun. Üstelik ölüm, onların içerisinde bulunan ihtiyarlar ve yaşlılar arasında da meydana gelmeye başladı. Yakında bizim dışımızda işleri yapacak hiçbir kimsenin kalmamasından ve bundan dolayı da bütün işlerin bizim üzerimize kalmasından korkuyoruz. Sen, onların erkek çocuklarını sağ biraksan iyi olacak" dediler. Bunun üzerine Firavun, adamlarına; İsrail oğullarının erkek çocuklarının hepsinin helak olmaması için, doğan erkek çocuklarını, bir yıl öldürmelerini ve bir yılda sağ bırakmalarını emretti." 174[21] Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hârûn (a.s), Ne Zaman Doğdular? İsrail oğullarının erkek çocuklarının öldürülmesiyle onlar üzerindeki işkencenin artmasından ötürü Firavun, Kıptî liderlerin istekleri üzere, İsrail oğullarının doğan erkek çocuklarını bir yıl öldürmelerini ve bir yıl ise sağ bırakmalarını emretmişti. İşte Hz. Hârûn (a.s), erkek çocuklarının öldürülmeyip sağ bırakıldığı yıl içerisinde doğmuştu. 175[22] Hz. Mûsâ (a.s)'da, erkek çocuklarının öldürüldüğü yıl içerisinde doğmuştu. Firavunun düşüncesi de buydu. Fakat Firavun, İsrail oğullan hakkında bunları düşünürken Hz. Mûsâ (a.s)'m kendisinin başına bela olacağını hiç düşünmemişti. Çünkü Atah'ın hilesi, Firavun ve onun gibilerinin hilesinden daha büyüktür, (ç). 171[18] Bakara: 2/49 (Konuyla ilgili benzeri ayetler için b.k.z: A'râf: 7/14; İbrâhîm: 14/6. 172[19] İsrail oğul lannm bulunmuş olduğu durumdan kurtulması için Yüce Allah, on&ra Hz. Mûsâ (a.s)'ı Peygamber olarak göndermişti. Kur'âm Kerîm ise bize, tüm peygamberlerin davetlerini ve yöntemlerini örnek almamız için onların hayatlarını anlatmaktadır. (ç). 173[20] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 391-392. 174[21] Sa'bbi, KasasiTl-Enbiyâ, s, 167-168. (Ayrıca b.k.z: Îbnü'1-Esîr, ei-Kâmil, 1/170-171; İbn Cerîr et-Taberî, Tarih, 1/199-200) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 392-394 175[22] Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mûsâ (a.s)'dan ne zamandan önce doğdığu hususunda tarihçiler arasında ihtilaf vardır. Burada geçtiği üzere Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan bir yıl önce doğmuştur. Diğer bir rivayete göre ise Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan üç sene önce doğmuştur. Yazarımız Sabûnî, burada ilk görüşü naklederken, Hz. Hârûn (a.s)'ın hayatını müstakil olarak anlatırken ise ikinci görüşü nakletmiştir. Ayrıca Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mâsâ (a.s)'dan bir yaş büyük olduğuna dair b.k.z: İbn Cerir et-Taberî, Tarih. 1/200 (ç).

Hz. Mûsâ (a.s)'ın doğumuna gelince onun doğumu, daha önce geçtiği üzere, erkek çocuklarının öldürüldüğü yıla rastlamıştı. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi doğum yapacağı zaman yaklaştığında, Firavunun yapmış olduğu zulmü gördüğünden dolayı kederi ve tasası daha da artmıştı. Bunun üzerine Yüce Allah, onun üzüntüsünü gidermek için ona, (ilham vasıtasıyla) korkamamasmı ve üzülmemesini vahyetti. Çünkü doğacak o-lan bu çocuğun durumu; büyük olacak, Allah onu Firavunun tuzağından koruyacak ve daha sonrada onu peygamberlerinden kılacaktı. Böylece Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)?m annesinin kalbine sükuneti attı ve ona oğlunun öldürülmesine dair bükerim gelmediği müddetçe oğlunu emzirmesini, korku geldiğinde ise oğlu için odun ve tahta parçalarından bir sandık yapmasını, daha sonrada oğlunu onun içine koymasını ve onu Nil Nehrine bırakmasını ve bundan dolayı da üzülmemesi gerektiğini ona (ilham yoluyla) vahyetti. Çünkü oğlu, Yüce Allah'ın koruması ve gözetimi altındaydı. Allah ise koruma ve yardım bakımından her şeye gücü yetendi... Nitekim Yüce Allah, Kasas Sûresinde, Hz. Mûsâ (a.s)'m annesiyle ilgili olan bu durumu şöyle anlatmaktadır: "Musa'nın annesine; 'onu emzir, onun için (onun öldürülmesinden) korktuğun zaman (odun ve tahta parçalarından yaptığın sandığın içerisine koymak suretiyle) onu (Mısır'daki Nil nehrinin) suya bırak! (Suda boğulmak, kaybolmak gibi ona bir zarar geleceğinden) korkma! Ve (ondan ayrılacağından dolayı da) üzülme! Şüphesiz Biz, onu, sana (uygun bir şekilde) döndürecek ve onu peygamberlerden kılacağız' diye (ilham ya da rüya şeklinde) vahyettik, " 176[23] Yüce Allah'ın, Hz. Mûsâ (a.s)'i Koruması ve Firavunun Sarayında Yetiştirmesi: Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, oğlunu gizli olarak doğurmuştu. 177[24] Annesi, Yüce Allah'ın korumasına güvenmiş olduğundan dolayı oğlunu rahatlık içerisinde emzirmeye devam etti. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, Firavunun kan döken zebanilerinin, oğlunu bulup öldürecekleri hususunda korkuya düşünce, bir sandık yapıp onun içerisine biraz pamuk döşedi. Daha sonrada oğlunu, sandığın içerisine koyup sandığın ağzını kilitledi ve sandığı Nil Nehrine bıraktı. Kızma da sandığı uzaktan takip etmesini emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, bunların hepsini, her şeyden münezzeh Allah'ın (ilham veya rüya vasıtasıyla olan) vahyi ile yapmıştı. 178[25] Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, her şeyden münezzeh Allah'ın bu çocuğu koruyacağını, onu tekrar kendisine döndüreceğini ve Firavunun gözü önünde olsa bile onu öldürmeye güç yetirenleyeceğine kesin olarak inanmıştı. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, sandığı Nil Nehrine bırakınca su, sandığı alıp götürür bir vaziyette iken dalga sandığı bir yukarı kaldırıyor, bir aşağı indiriyordu. En sonunda sandık, bu şekliyle Firavunun sarayına ulaştı. Firavunun cariyeleri bir ara Nil nehrinde yıkanır ve süslenir bir vaziyette iken Nil nehrinde kendilerine doğru akıp gelmekte olan -Hz. Mûsâ (a.s)'ın içinde bulunduğu- sandığı durdurup aldılar. Onlar, sandığın içerisinde bir mal olabileceğini zannetmişlerdi. Cariyeler, sandığı buldukları şekilde alarak efendileri olan Firavunun karısı Asi-ye'ye götürdüler. Sandığı açtıklarında, içerisinde bir çocuk buldular. Yüce Allah, anında Hz. Mûsâ (a.s)'m sevgisini, Asiye'nin kalbine atmıştı. Asiye'nin kocası olan Firavun, bu olayın üzerine çıka geldiğinde, onların yanında bir çocuk gördü ve onu, öldürmeyi isteyerek hemen cellatlarına onu öldürmelerini emretti. 179[26] Bunun üzerine Asiye, Firavuna, çocuğu kendisi için sağ bırakmasını istedi. Çünkü Asiye'nin çocuğu olmuyordu. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Asiye'nin bu sözünü şöyle anlatmaktadır: "(Bu çocuğu öldürme! Belki o,) hem benim için ve hem de senin için göz aydınlığı (huzur kaynağı) olur. Onu öldürmeyin. Belki size faydası dokunur veya onu oğul ediniriz." 180[27] 176[23]

Kasas: 28/7-8. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 394-395. 177[24] Çünkü Hz. Mûsâ (a.s)'in doğduğu yıl, İsrail oğullarından doğan çocukların öldürüldüğü yıldı. Bundan dolayı da annesi, Hz. Mûsâ (a.s)'ı gizli olarak emziriyadu.(ç). 178[25] Eş'ariler, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesine gelen bu vahye dayanarak onun, 'kadın bir Peygamber' olduğunu iddia etmişlerdir. Fakat Eş'ariierin bu görüşü gerçeğe uygun değildir. Bu konuyla ilgili geniş açıklamalar için b.k.z: Prof. Dr. Süleyman Toprak ve Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Kelam, s. 289-290 (ç). 179[26] Firavunun, Hz. Mûsâ (a.s)'ı gördüğünde onu öldürmeye kalkışrnasınmsebebi, Hz. Mûsâ (a.s)'ın İsrail oğullarına ait bir çocuk olması endişesinden dolayı idi. Çünkü kendisinin tahtmı gördüğü rüyada İsrail oğullarından doğıcak bir çocuk ele geçirecekti. Bununla ilgili olarak b.k.z: Said Havva, el-Esas-ı İî't-Tefsir, 10/481 (ç). 180[27] Kasas: 28/9.

Günün birinde Asiye, Firavuna, Hz. Mûsâ (a.s)'ı uzatarak: "Hem benim ve hem de senin için "göz aydınlığı" olan bu çocuğu al" demişti. Firavun ise Asiye'ye: "Bu çocuk, senin için göz aydınlığıdır. 181[28] Benim ona ihtiyacım yoktur" diye karşılık verdi. Bazılarının naklettiğine göre: "Eğer Firavun, Hz. Mûsâ (a,s) için; "benim içinde göz aydınlığıdır" demiş olsaydı; belki Allah, onu, Hz. Mûsâ (a.s) ile iman etmeye ulaştırırdı. Tıpkı Asiye'nin böyle söylemesinden dolayı hidayete ermesi gibi. Fakat Firavun ise Asiye'nin aksine, bu sözü söylemeyi terk ettiğinden dolayı mesut olamadı ve hidayete eremedi Aksine o, azgın ve zalim bir kimse olarak hayatını sürdürdü. 182[29] Hz. Mûsâ (a.s)'a Annesinin Dışındaki Süt Annelerinin Yasaklanışı: Asiye'nin, Firavundan; Hz. Mûsâ (a.s)'ı bağışlamasını istediği ve Firavun'un da, Hz. Mûsâ (a.s)'ı, hanımı Asiye'nin hatırı için bağışladığı andan itibaren Hz. Mûsâ (a.s), Asiye'nin yanı başında Firavunun sarayında hayatını sürdürdü. Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m sevgisini, Asiye'nin kalbine -daha Öncede geçtiği üzere- yerleştirmişti. Aynı şekilde Hz. Mûsâ (a.s)'ı, (zamanla) Firavuna, hem sevdirmişti ve hem de merhamet göstermesini sağlatmıştı. Nitekim Yüce Allah'ın şu ayeti, bunu doğrulamaktadır: "(Allah, Musa'nın annesine) 'Bana ve Musa'ya 'düşman olan' biri onu alsın.' (Ey Mûsâ! Firavunun ev halfa ile diğer insanlar tarafından sevilmen için ve) benim gözetimim altında yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lütfettim." 183[30] Asiye, Hz. Mûsâ (a.s) için hem onu emzırecek ve hem de onu terbiye edecek bir süt annesi bulmak için süt annelerini araştırmaya başladı. Hz. Mûsâ (a.s), getirilen her süt annenin göğsünü emmekten kaçınıyordu. Hz. Mûsâ (a.s) bu durumda iken açlığı ve ağlaması daha da arttı. Firavunun karısı Asiye ise Hz. Mûsâ (a.s)'m açlıktan dolayı helak olmasından korkuyordu. Bunun üzerine bizzat kendisi Hz. Mûsâ (a.s) için süt annelerini araştırmaya başladı. Hz. Mûsâ (a.s)'rn kız kardeşi, sonradan sonraya Hz. Mûsâ (a.s)'ı gözetleyip durumunu öğreniyordu. İşte Hz. Mûsâ (a.s)'m kız kardeşi, bu durumunu görmüştü. Bunun üzerine hemen Asiye 'nin yanına gelip ona; çocuk için temiz ve güvenilir süt emziren bir kadını kendisine getirebileceğini arz edip bu süt emzireni bir ücret karşılığında getireceğine taahhüt etti. Bunun üzerine Asiye, ona: - "O süt emziren kadını bana getir! Eğer onun göğsünü emerse sana çeşitli ikramlarda bulunurum' dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'m kız kardeşi, Asiye'nin söylediklerini annesine haber verdi. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, bu süt emzirme işini kabul edip hemen Asiye'nin yanma gitti. Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m annesinin kalbine sebat vermemiş olsaydı çocuğu gördüğünde az kalsın daha "bu benim çocuğum" diyecekti. Fakat Firavunun ailesi, süt annenin Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi olduğunun farkına varmadı. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, oğlunu alarak bir odanın içerisine girip göğsünü eliyle oğlunun ağzına verdi. Hz. Mûsâ (a.s)'da annesinin göğsünü istekle ve lezzetle kanmcaya kadar emmeye başladı. Hz. Mûsâ(a.s)'ın karnı iyice doymuştu. Bunun üzerine Asiye, çocuğun bu şekilde emmesine çok sevindi. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesine, bu çocuğu emzirmesi için sarayda kalmasını istedi, kaldığı takdirde kendisine çeşitli hediyeler vereceğine ve çeşitli ikramlarda bulunacağına dair vaatte bulundu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'in annesinin iffeti açığa çıkıp Asiye'ye: - "Eğer kendin onu bana vermeyi uygun bulursan, onu e-vime götüreyim ve kendi çocuğuma baktığım ve koruduğum gibi onu şefkatle ve gözetimimle bakıp koruyacağıma dair sana söz verebilirim. Çünkü ben, evimi ve çocuklarımı bu çocuk yüzünden terk etmeye güç yetiremem" dedi. Bunun üzerine Asiye, çocuğu görmek için ara sıra getirmesi şartıyla çocuğu, Hz. Mûsâ (a.s)'m annesine vermeye razı oldu. Süt anne, bir müddet sonra tekrar kendisine getirecekti. Çünkü çocuğun sevgisi, Asiye'nin kalbine düşmüştü. Böylece Allah'ın (Tâhâ: 20/ 39'da geçen) vaadi yerine gelmiş oldu. Çünkü bu çocuk, Asiye'nin iman etmesine sebep olacaktı, (ç). Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Cerîr et-Taberî, Tarih, 1/202; İbnul-Esîr, el-Kâmil, 1/173 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 395-397. 183[30] Tahâ: 20/39. 181[28] 182[29]

Hz. Mûsâ (a.s), annesinin, kendisini emzirmesi için -Allah'ın izniyle-geri annesine dönmüştü. Annesi ise oğlunun, Firavun himayesi ve gözetimi altında bulunduğundan dolayı güven ve kalbi mutmainlik içerisindeydi. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bu kıssayı şöyle anlatmaktadır: "Musa'nın annesi, (oğlunun, Firavunun eline düştüğünü işittiğinde) yüreği bomboş olduğu halde sabah etti. Eğer müminlerden olması için kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu (ona sabır vererek kalbine güç bağışlamamış olsaydık, ileri derecedeki keder ve üzüntüsünden dolayı oğlunun Firavunun yanına gittiğini) açığa vuracaktı. (Fakat onun kalbine sabrı ve metaneti yerleştirdiğimizden dolayı onu açığa vurmadı.) Mûsâ 'nın kız kardeşine, 'onu izle (ve durumunu takip et)' dedi O da, Musa'yı uzaktan gözetledi. Onlarda onun, (Mûsâ 'nın kız kardeşi olduğunun) farkında değillerdi. (Ama) önceden Biz, onun süt annelerinin memesini kahul etmemesini sağladık. (Bundan dolayı da getirilen hiçbir süt annenin memesini emmiyordu. Bunun üzerine çocuğun açlıktan helak olmasını engellemek için başka süt anneler araştırmaya başladılar. Mûsâ 'nın kız kardeşi onların Mûsâ için süt anne aradıklarını görünce:) "Size, sizin adınıza ona bakacak ve ona iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi? Dedi. Böylece Mûsâ ile (birlikte kalmak suretiyle) gözü aydın olsun (ondan ayrılık dolayısıyla da) tasalanmasın ve Allah'ın (kendisine yapmış olduğu yavrusunu geri çevireceğine dair) vadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. Ama onların çoğu (Allah'ın vadinin hak olduğunu) bilmezler (de bundan dolayı şüpheye düşerler) " 184[31] Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Bir Kıptî'yi Öldürmesi ve Medyen 185[32] Ülkesine Hicreti: Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun sarayında gençlik çağma girmişti. Bu sırada Firavunun sarayında hükümdarların çocuklarının yaşadığı gibi izzetli ve şerefli bir şekilde hayatını sürdürüyordu. Firavunun bineklerine biniyor, onun giydiği elbiselerin benzerini giyiyordu. Artık insanlar, Hz. Mûsâ (a.s)'ı5 "Mûsâ b. Firavun" yani Firavunun oğlu Mûsâ diye çağırıyorlardı. İnsanlar, ona, Firavunun (üvey) oğlu olmasından dolayı saygıda ve hürmette bulunuyorlardı. Hz. Mûsâ (a.s)'da çok kısa bir zamanda gelişip gençlik çağma ulaşmıştı. Günlerden bir gün şehre girdi. Bir ara şehrin yollarında ve sokaklarında gezip dolaşıyordu. -Vakit, öğle vaktiydi. Dükkanlar kapalı olduğundan dolayı insanlar, evlerinde idiler- Hz. Mûsâ (a.s) yolda yürürken İsrail oğullarından bir adam ile Firavun hanedanından olan Kıptî bir adam, birbiriyle kavga edip birbirlerine vuruyor ve birbirlerine giriyorlardı. Kıptî adam, İsrail oğullarına mensup adamın hakkını yemişti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s) yolda giderken, İsrail oğullarına mensup adam, bu Kıptî'nin haksızlığından kurtarması için Hz. Mûsâ (a.s)'dan yardım isteyince, Hz. Mûsâ (a.s), asıl itibariyle kendi kavminden olan bu adamı Kıptî'nin haksızlığından kurtarmak ve eziyeti ondan uzaklaştırmak istedi. Bunun için de Kıptî a-dama doğru yönelip onun çenesine bir yumruk vurdu. Bu durum, Hz. Mûsâ (a.s)'ın aleyhine olmuştu. Çünkü Kıptî adam, ölü olarak yere yıkılıp hareketsiz kalmıştı. Halbuki Hz. Mûsâ (a.s), Kıptî'yi öldürmek istememişti. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s) İsrail oğullarına mensup adama haksızlığından dolayı Kıptî'yi sadece ondan uzaklaştırmayı istemişti. Fakat sonuçta ölüm ile karşılaşmıştı. Hz. Mûsâ (a.s), Kıptî'nin ölmesine üzülüp yaptığına pişman olmuştu. Bunun üzerine Allah'a yönelerek on dan bağışlanmayı ve yine O'ndan mağfireti ve rahmeti istemişti. Fakat Hz. Mûsâ (a.s)'m, Kıptî adamı öldürdüğünü; Yüce Allah'tan ve İsrail oğullarından başka gören hiçbir kimse olmamıştı. Hz. Mûsâ (a.s) Kıptî'yi öldürünce, yaptığı işin sonucunu beklemek için korkar bir vaziyette şehirde sabahladı. Bu olayı işiten Kıp-tîlerin ileri gelenleri, bu olayı açığa çıkarması için Firavunun yanma gidip ona: - "İsrail oğulları, bizden bir adamı öldürdüler. Bizim hakkımızı onlardan al ve onlara bu konuda 184[31]

Kasas: 28/10-13. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 397-400. 185[32] Medyen: Kulzum denizinin üst tarafında Tefcük şehrinin hizasında Tebük'e altı merhale kadar uzaklıkta, Tcbük'ten büyük birbirine komşu iki şehirdir. Hz. Mûsâ (a.s)'m davarlan suladığı kuyu üzerine bir bina yapıimış olarak halen durmaktadır. Medyen'e, Hz. İbrahim (a.s)'m oğlu Medyen'den dolayı "fvfedyen" ismi verilmiştir. (Ya'kud, Mu'cemu'l-Buldan, 1/299. 5/77) (ç).

kolaylık gösterme! Yoksa onlar, bize karşı böyle yapmaya devam ederler" dediler. Firavun ise onlara: - "Katili ve onun, sizden olan adamı öldürdüğüne dair bir de şahit getirin!" dedi. Bunun üzerine Kiptiler, katili ve bu konuyla ilgili haberleri araştırmak üzere şehirde gezip dolaşıyorlardı. O sırada Hz. Mûsâ (a.s)'da yolda giderken bir gün önce, Kıptîlere mensup adama karşı kendisine yardım ettiği İsrail oğullarına mensup adamı görmüştü. İsrail oğullarına mensup bu adam, düşmanı Kıptîlere mensup bir adama karşı yine yardım istiyordu. Hz. Mûsâ (a.s)'da, İsrail oğullarına mensup bu adamın yanına kızgın bir şekilde varıp Kıptî'yi yakalayıp İsrailliye yardım etmek istiyordu. Fakat İsrailli adam, Hz. Mûsâ (a.s)'ın yüzünde kızgınlık izleri gördüğünden ve onun: "Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın." (Kasas: 28/18) sözünü duyduğundan ötürü Hz. Mûsâ'nm, kendisini yakalamak için geldiğini sanarak ona: "Ey Mûsâ! Dün bir (Kıptî'nin) canına kıydığın gibi (bugün de) benim mî canıma kıymak istiyorsun?" (Kasas 28/ 19) dedi. Kıptî adam, onun bu sözünü işitip oradan hemen ayrılıp kendi taraftarlarına gidip onlara; dünkü Kıptî'yi öldürenin, Mûsâ olduğunu söyledi. Katili aramakta olan Kiptiler, hemen Firavuna giderek ona durumu anlattılar. Bunun üzerine Firavun, askerlerine; Mûsâ'nm, Kıptîlere mensup bir adamı öldürdüğünden dolayı onu aramalarım ve yakalayıp getirmelerini emretti. Firavunun askerleri, Hz. Mûsâ(a.s)'ı şehrin yollarında ve sokaklarında aramak üzere şehre gittiler. Firavun hanedanından mümin olduğunu gizleyen bir a-dam, -rivayetlere göre bu adamın ismi, Hazkıl idi- hemen Hz. Mûsâ (a.s)'a'gelerek Firavunun, kendisi hakkında vermiş olduğu emri haber verip ona, Mısır ülkesinden çekip gitmesini söyledi. Çünkü Firavunun askerleri, Hz. Mûsâ (a.s)'ı nerede bulurlarsa onu yakalayıp Firavuna götürecekler ve o da Kıptî adama karşı Piz. Mûsâ (a.s)'ı öldürmek isteyecekti. Bunun ü-zerine Hz. Mûsâ (a.s), hem Firavunun zulmünden kurtulmak ve hem de Allah tarafından peygamberliğe hazırlanmak için jvledyen ülkesine doğru yöneldi. Rabbine; kendisini dosdoğru bir yola iletmesi, Firavunun zulmünden kurtarması (ve düşmanlarda hiçbir kimsenin göremeyeceği şekilde kendisini insanların gözlerinden saklaması) için dua etti. Hz. Mûsâ (a.s)'in Medyen'e doğru yol aldığını haber alan Firavun, hemen onun peşi sıra casuslar gönderdi. Casuslar da Hz. Mûsâ(a.s)'ı aramak üzere yollara döküldüler. Fakat Hz. Mûsâ (a.s)'ı düşmanlarından hiçbir kimse göremedi. 186[33] Nitekim Yüce Allah, bu olayı Kasas Sûresinde şöyle anlatmaktadır: "Mûsâ, halkının (Firavun hanedanının veya kendi ailesinin) haberinin olmadığı bir sırada (öğle vaktinde) şehre girdi ve orada birbirleriyle dövüşen iki adam gördü. Birisi, kendi adamlarından (israil oğullarından kendi dinine mensup bir adam), diğeri de düşmanlarındandı (Kıptilerdendi). Kendi tarafından olan adam, düşmanına karşı Mûsâ 'dan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ, ona bir yumruk vurdu ve onun ölümüne sebep oldu. Mûsâ, 'Bu (Öldürme işi,) şeytanın işindendir. Çünkü şeytan (düşmanlığı) besbelli saptırıcı bir düşmandır.' (Mûsâ:) 'Ey Rabbim! Doğrusu (yaptığım bu işle) kendime zulmettim. (Bu yaptığımdan dolayı) beni bağışla' dedi. Bunun üzerine Allah onun (bu yaptığını) bağışladı. Şüphesiz ki Allah (hataları bağışlamak suretiyle) Gafur ve (utanç verecek şeyleri gidermede de) Rahîm olandır. Mûsâ: 'Rabbim1. Bana verdiğin (makam, izzet) nimet hakkı için artık suçlulara asla yardımcı (ve destek) olmayacağım' dedi'. Şehirde (Kıptî'yi öldürdükten sonra yaptığı için sonucunu beklemek için) korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. (Ertesi gün yolda giderken) birde baktı ki, dün kendisinden (o öldürdüğü Kıpti'ye karşı) yardım isteyen kimse (yine bir Kıptî tarafından haksızlığa uğradığından dolayı) bağırarak Mû-sâ'dan yine yardım istiyordu.. Mûsâ, ona (İsrail oğullarına mensup kişiye): 'Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın. Mûsâ (yine İsrail oğullarına mensup adama yardım etmek için) ikisinin de (hem Mûsâ 'nın ve hem de İsrail oğullarına mensup adamın da) düşmanı olan (Kıptî'yi) yakalamak isteyince; (Musa'nın kendisine doğru kızgın bir şekilde geldiğini gören İsrail oğullarına mensup adam, Musa'nın kendisini yakalamak istediğini zannederek:) 'Ey Mûsâ! Dün bir (Kıptî'nin) canına kıydığın gibi (bugün de) benim mi canıma kıymak istiyorsun? Sen ancak (beni de öldürmek 186[33]

Ayın durum. Mekke'den Medine'ye hicret ederken Hz. Peygamber (s.a.v.)'iiı de basma gelmişti, (ç).

suretiyle) yeryüzünde (bu ülkede) bir zorba olmayı mı istiyorsun? Sen, (öfkeni yenerek ve öldürülmeyi hak edeni de öldürerek ) ıslah edicilerden olmayı istemiyorsun?' dedi. Şehrin Öte başından (lıızlıca) koşarak (Firavun hanedanından mümin olduğunu gizleyen) bir adam gelip Musa'ya: 'Ey Mûsâ! İleri gelenler (Kıptî'yi öldürdüğünden dolayı ona karşılık olarak) seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen (bu ülkeden) çık (başka bir yere) git! Doğrusu ben sana (samimiyetle) öğüt verenlerdenim. Bunun üzerine Mûsâ, korku içerisinde etrafını gözetleyerek oradan (Mısır'dan) çıktı ve: "Rabbim! Beni, (arkamdan gelebilecek) zalimler topluluğundan kurtar' dedi. 187[34] (Medyen tarafına yöneldiğinde Mûsâ:) "Umarım ki Rabbim., beni, (buraya gitmekle) doğru yola iletir" dedi." 188[35] Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Şuayb'ın Kızıyla Evlenmesi ve Hayvanlarını Otlatması: Hz. Mûsâ Kelimullah, kurtuluşu isleyen mazlum bir adarnın misali gibi, Mısır ülkesinden çıkıp Medyen ülkesine doğru ayaküstü yürüyerek gitti. Fakat Firavun hanedanından birinin kendisine yetişir korkusuna kapılmıştı. Üstelik Medyen'e g i-derken yanına yiyecek bile almamıştı. Bundan dolayı da ağaç yaprağı yiyerek karnını doyuruyordu. Medyen ülkesine varı n-caya kadar sekiz gece boyunca, yolculuğuna devam e tti. Nihayet açlıktan ve yorgunluktan takati keşi İmiş bir vaziyette iken bir ağacın altına oturdu. Abdullah ibn Abbas bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hz. Mûsâ (a.s), Mısır'dan çıkıp Medyen'e gitti. Mısır ile Medyen arasında sekiz gecelik bir yürüyüş v ardır. Hz. Mûsâ (a.s), bu yolculuğu sırasında taze ot ve ağaç yaprağından başka yiyecek olarak bir şey yememişti. Yalınayak yürüdüğünden dolayı ayaklarının altı parçalanmıştı. Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın yarattığı temiz ve iyi kullarından birisi olduğu halde bir ağacın gölgesinde oturmuştu. Çünkü açlıktan karnı sırtına yapışmıştı. Bundan dolayı da yediği taze otlar (veya baklalar) daha hala karnında duruyordu. O, yarım bir hurmaya biie muhtaçtı." 189[36] Hz. Mûsâ (a.s), dinlenmek için oturduğu bir sırada çoba n-ların Suladığı büyük bir kuyudan koyunlarını sulamak isteyen iki kızın, çobanların az ilerisinde, koyunlarını otlattıklarını gördü. Fakat onlar, kendi koyunlarını diğer koyunlara karıştırmamak için 190[37] koyunlarını diğer koyunlardan ayrı bir yerde bekletiyorlardı. Bundan dolayı Hz. Mûsâ (a.s), onların bu durumuna çok üzülüp onların yanına gitti ve erkeklere karşı boyle yapmalarının sebebini sordu. Onlarda, kendilerinin, bu k o-yunları gütmek zorunda olduklarını, çünkü babalarının ihtiyar ve yaşlı olduğunu, babalarının yanında bu koyunların güdül-mesi ve sulanması görevini üzerine aldıklarım söylediler. B u-nun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), onların koyunlarını sul adı. Daha sonrada bir ağacın gölge yerine oturarak Rabbine dua etti. Nitekim Yüce Allah, Kasas Sûresinde, Hz. Mûsâ (a.s) ile Şuayb'm kızları arasında geçen kıssayı şöyle anlatmaktadır: "Mûsâ, Medyen (e yakın) bir su (kuyusuna) varınca, kuyunun kenarında davarlarını sulayan bir insan topluluğu gördü. Onlardan ötede de davarlarını (diğer çobanların koyunlarıyla karıştırmamaktan) alıkoyan iki kadın buldu. (Onların yanma giderek:) 'Bu yaptığınız da nedir?' (Niye bu çobanlan geçip sizde koyunlarınızı sulamıyorsunuz?)' dedi. Onlar da: 'Çobanlar (kuyunun başından) ayrılana kadar biz, (koyunlarımızı) s u-lamayız. (Ancak onlar iş lerini bitirdikten sonra koyunlarımızı sularız.) Babamız da çok yaşlıdır. (Onun yaşlılığı sebebiyle buna gücü yetmiyor. Üstelik babamızın yanında bu koyunları güdecek erkek çocukları da yoktur. Bundan dolayı da koyunl a-n gütme ve sulama görevini üzerimizi aldık)' dediler. Bunun üzerine Mûsâ, (iyilik yapmak ve darda kalana yardımcı olmak maksadıyla) onların yerine davarlarını suladı. Sonrada (bir ağacın) gölgesine çekildi ve: 'Rabbim! Doğrusu bana indireceğin Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) de Mekke'den Medine'ye hicret ederken şöyle diyordu: "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere (Medine'ye) hoşnutluk ve esenlikle dahil et. Çıkaracağın yerden de (Mekke'den de) hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." (İsrâ: 17/80) (ç). 188[35] Kasas: 28/15-21. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 400-404. 189[36] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Cerîr ei-Taberî, Tarih, 1/205; Îbnü'1-Esîr, cl-Kâmil, 1/1 76; İbn Asâkir, Tarih, 6/322 (ç). 190[37] Bu olay, kızların ne kadar iffetli ve edepli olduğunu gösterir, (ç). 187[34]

hayra 191[38] muhtacım' dedi." 192[39] İbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Çobanlar, davarlarını sulama işini bitirdikten sonra kuy u-nun ağzına büyük bir kaya parçasını koyuyorlardı. Daha sonra da bu iki kız, koyunlarını sulamak için onlardan sonra kuyunun ağzına gelerek çobanların davarlarından artta kalan suyla içendi koyunlarını sulardı. Fakat o gün ise Hz. Mûsâ (a.s), k u-yunun başına gelerek kuyunun ağzındaki o büyük kaya parç a-smı tek başına kaldırdı ve kızlar için kuyudan su çıkardı ve onların koyunlarını bu su ile suladı. Daha sonrada o kaya parçasını tekrar eski yerine koydu. O güne kadar k uyunun ağzında bulunan o kaya parçasını ancak on kişi bir araya gelerek yerinden kaldırabilirmiş. Hz. Mûsâ (a.s) ise, kaya parçasını tek başma kaldırmış 193[40] ve daha sonrada tekrar eski yerine tek başına koymuştu. Bunun üzerine kızlar, Hz. Mûsâ (a.s)'m yukarıda geçen duasını işitmişler ve hemen babalarının yanma dönüp Hz. M û-sâ (a.s)'m kendilerine yapmış olduğu iyiliği ve (ne kadar) güçlü olduğunu anlattılar. Babalarından da, onun bu güzel davranışlarından dolayı ona ikramdan bulunmasını ve koyunlarını güttüğünden dolayı ona bir ücret vermesini istediler. Babaları da, kendisinin çağırdığını söylemeleri için kızlarından birini ona gönderdi. Kızda yüzünü örtüp utana utana bir şekil de yürüyerek Hz. Mûsâ (a.s)'a gelip ona: - "Bize yaptığın sulama hizmetinin karşılığı olarak ücretini ödemek için babam seni çağırıyor" dedi. Hz. Mûsâ (a.s)'m herhangi bir şüpheye kapılmaması için Şuayb'm kızı, Hz. Mûsâ (a.s)'a bu şekilde açıkça söyledi. Bu da; kızın ne kadar iffetli, hayalı ve kendisini koruduğunu göstermektedir. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), Şuayb'm yanına gelip ona, başından geçen olayı anlattı. Şuayb ise ona: "Korkma! Artık zalimler topluluğundan kurtuldun" dedi. (Kasas: 28/25) Daha sonrada koyunlarını gütmek şartıyla kızlaından birisiyle onu evlendirdi.. Bu yaşlı adamın kim olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu konuda çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Bazıları; onun, Hz. Şuayb (a.s) olduğunu söylemiştir. Alimlerin çoğuna göre, meşhur olan görüşte budur. Hasan el -Basri, bu görüşü; Malik b. Enes'ten naklen açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: Hz. Şuayb (a.s), kavminin Allah tarafı n-dan helak oluşundan sonra uzun bir müddet yaşamıştı. Nihayet Hz. Mûsâ (a.s) onunla buluşmuş ve onun kızıyla evlenmiştir. 2. Bazıları; onun, Hz Şuayb (a.s)'m kardeşinin oğlu old u-ğunu söylemiştir. 3. Bazıları da; onun, Hz. Şuayb (a.s)'m amcasının oğlu olduğunu ve Yüce Allah'ın Medyen halkına gönderdiği Pe y-gamber Şuayb'm olmadığını söylemiştir. Tercih edilen görüş, birinci görüştür. Bu da, tefsircilerden çoğunun kabul ettiği görüştür."194[41] Hz. Mûsâ (a.s), Hz. Şuayb'm kızıyla evlendikten sonra şart koşulan müddeti tamamlayıncaya kadar onun koyunları otlattı. Rivayete göre bu müddet, on yıldı. 195[42] Rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v.)', Musa'nın (Şuayb'm koyunlarını sekiz mi? Yoksa on yıl mı otla t-tığı ile) iki süreden hangisini tamamladığı soruldu. O da: - "İki süreden en tamam ve en mükemmel olanını tama m-lamıştır" buyurdu. 196[43] Hz. Mûsâ (a.s)'m koyunları otlatmış olduğu bu müddet, Hz. Şuayb (a.s)'ın kızıyla evlendiğine karşılık ona verdiği mehir idi. Hz. Mûsâ (a.s) koyun otlattığına göre; insanlardan hiçbir kimseye de bu gibi işlerle uğraşmasında bir ayıplık söz konusu değildir. Çünkü yaratılmışların efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'de koyun otlatmıştı. Sahih bir hadisi şerifte, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle söylediği nakledilmiştir: Yani nimete, yardıma vb bir şeye ihtiyacım var demektir (ç). Kasas: 28/23-24. 193[40] On kişinin kaldırabildiği bu koskoca kaya parçasının, karnı sırtına geçmiş bir vazıyette olan Hz. Mûsâ (a.s) tarafından kaldırılmasında garipsenecek bir durum yoktur. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s), bunu. Allah'ın izniyle yapmıştı, (ç). 194[41] İbn Kesir, el-Bidâye ve;n-Nihâye, 1/243-244 (ç). 195[42] Alimler arasında bu müddet* hususunda ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, Kasas: 28/27'deki ayetin delaleti zannİliginden ve bazı değişik hadislerden kaynaklanmaktadır. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s)'a ayette; ilk önce sekiz yıl şartı koşuluyor. Fakat bunu on yıla tamamladığında bunun bir lütuf olacağı belirtilmektedir. Bundan dolayı da Hz. Mûsâ (a.s)'m bu iki rakamdan hangisini tamamladığı ayette belirtilmediğinden ve değişik hadislerden ötürü bu konu alimler arasında ihtilaflıdır. Yazarımız Sabûnî'de, bu müddetin on sene olduğu görüşünü benimsemiştir, (ç). 196[43] Bu hadisi, el-Bezzar ve İbn Ebî Hatim çeşitli senetlerle rivayet etmiştir. Ayrıca buna benzeyen bir hadisi, Buhâri ve İbn Mace de rivayet etmiştir. Bu hadislerin hepsİ için İbn FCesîr'in tarihine bakılabilir, (ç). 191[38] 192[39]

"Hiçbir Peygamber yoktur ki, koyun otlatmamış olsun" buyurdu. Sahabeler: - 'Ey Allah'ın resulü! Sende mi koyun otlattın?' diye sordular. O da: - 'Ben Kureyş'in koyunlarını "Karârît" 197[44] denilen yerde otlatırdım* buyurdu." 198[45] Nebiler ve resuller açısından koyunları otlatmak da bir çok hikmetler vardır: Onlar bu sayede sükunetliğe ve tevazuya al ı-şırlar. Ayrıca bu durum, onlar için, ümmetini idare etmek ve yönetmek için bir alıştırma mahiyetindedir. Tıpkı çobanların koyunların istediği gibi kumanda ettiği gibi onlarda, ümmeti e-rini, Öyle yönetirler ve önderlik ederler. Çünkü onlar, ümmetin durumunu düzeltip yönettiklerinden ve önder olduklarından ümmetin sorumluluklarını üzerlerine almışlardır. İşte peygamberler, koyun gütmelerinden dolayı ümmetlerin önderliğine böyle gelmişlerdir. Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun. 199[46] Hz. Mûsâ (a.s)'ın Mısır'a Tekrar Dönmesi ve Cenab-ı Allah ile Tur Dağında Konuşması Hz. Mûsâ (a.s), Medyen ülkesinde on sene kaldıktan sonra kalbine vatanının özlemi düştü. Bunun üzerine vatanı olan M ı-sır ülkesine hanımı ve çocuklarıyla dönmeye karar verip yola koyuldu. Bir ara Hz. Mûsâ (a.s), soğuk karanlık bir gecede yolunu şaşırdı. Yanlışlıkla Tur dağının sağ tarafına kadar gelmişti. Fakat önüne çıkan dağ geçidinden hangisine gideceğine dair bir işaret bulamadı. Hava şartlarının çok kötü olmasından d olayı ateş yakıp çevresini ve ailesini ısıtmak için çakmağını çıkarıp çaktı. Ama çakmak ateş çıkarmadı. Üstelik çakmağı tutuştur a-cak bir şeyde bulamadı. Gecenin bütün karanlığı ve soğukluğu şiddetlenmişti. Aynı zamanda Hz. Mûsâ (a.s)'m hanımı da hamile idi. Bu sırada hanımının doğumu da yaklaşmıştı. Bunun üzerine hanımını bir yere oturttu. Bir yandan kötü hava şartları ve bir yandan da hanımının hamile olması Hz. Mûsâ (a.s)'ı şaşkınlığa uğramıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bu durumunu gidermek için bir ayağa kalkıyor, bir oturuyordu. Belki bir şey görürüm veya bir şey işitirim diye utku gözetlemeye başladı. Hz. Mûsâ (a.s) bir ara böyle bir durumda iken Tur dağının yan tarafında bir ışık gördü. Onu da, bir ateş zannetti. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu durumunu şöyle anlatmaktadır: "Hani Mûsâ (Tur dağının yan tarafında) bir ateş görmüştü de ailesine durun! Ben bir ateş gördüm. Size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum' demişti." (Tâhâ: 20/10) Hz. Mûsâ (a.s), Tur dağının yakın bir yerine ulaştığında gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzanmış büyük bir ateş demeti gördü. Hz. Mûsâ (a.s), gördüğü şeyden dolayı şaşırmı ş-tı. Fakat Hz. Mûsâ (a.s) ateşe yaklaştıkça -ateş ağaca indiğinden dolayı- ağaç geri geri çekilmeye başladı. Hz. Mûsâ (a.s), ağacın geri geri çekildiğini görünce korkup geri dönmeye k a-rar verdi. Bu sırada Cenab-ı Allah'ın hitabını işitti. Allah ona ayakkabısını çıkartmasını ve daha sonrada şu kutsal olan Tuva vadisine girip Tur dağına yaklasmcaya kadar gitmesini emretti. Çünkü Cenab-ı Allah, bir yandan onunla konuşuyor. Daha sonrada onu Peygamber olarak seçiyor ve peygamberliğ ini tebliğ etmesi için Firavuna gönderiyor. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m bu durumunu Tâhâ Sûresinde topluca şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi) Mûsâ 'nın haberi sana geldi mi? Hani Mûsâ (Medyen'den vatanı olan Mısır'a dönerken kötü hava şartlarının yüzünden yolunu şaşırmış ve bu sırada Tur dağının yan tarafında) bir ateş görmüştü de ailesine (beraberinde bulunan hanımına ve çocuklarına olduğunuz yerde) durun (ve ayrılmayın.) Ben (uzakta) bir ateş gördüm-. Size ondan bir kor (bir değneğin ucunda veya fitil haline getirilmiş otları tutuşturarak oradan bir ateş) getiririm veya ateşin yanında bir.yol gösteren (yanlışlıkla girdiğimiz bu yolu bilen veya bana yolu gösterecek kimseleri) bulurum' demişti. 197[44]

Kararît" lafzı hakkında iki görüş vardır. Birincisi: Bir para birimi olarak "Kı-rât'ın" çoğulu olmasıdır. Buna göre Karârît. Kırât'm çoğuludur. Bazılarına göre, dirhemin altıda biridir. Bazılara göre ise, dinarın onda birisinin yarısıdır. Ki bu, dinarın yirmide birisi eder. Diğer bazıları da. dinarın (1/24) yirmi dörtte biri olarak hesap etmiştir. İkincisi ise:Karârit, Mekke yakınında bulunan bir yerin adı olmasıdır. Ibrâhîm el-Harbi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in burada koyun güttüğünü bildirmiştir. Buna göre hadiste geçen Karârît kelimesi; para birimi olarak alındığında Hz. "cyganıber (s.a.v.)'in para karşılığında Kureyş'in koyunlarını otlattığı Mekke'nin dışmda bulunan bir yer olduğu anlaşılır. Tarihi olaylara ikinci görüş daha uygun düşmektedir, (ç). 198[45] Buhârî, İcâre 3. 199[46] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 405-410.

Ateşin yanına gelince 200[47]: 'Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, (sana hitap eden ve seninle konuşan) senin Rabbinim. (Ayaklannda-ki) ayakkabılarını çıkart. Çünkü sen, kutsal (tertemiz veya mübarek kılınmış) Tuva vadisindesin ve Ben, seni (peygamberliğe) seçtim. Şimdi (sana) vahyolunanlan dinle 201[48] "Şüphesiz ki Ben Allah'ım! Benden başka hiçbir "ilah" yoktur. - Öyleyse (beni dinle, bana itaat et ve bana hiçbir kimseyi | ortak koşmaksızın yalnızca) bana ibadet et. -Beni (her an ve her zaman) hatırlamak için namaz kıl. 202[49] -Kıyamet mutlak olarak gerçekleşecektir. -(Fakat Ben onun) vaktini (insanlardan) gizli tutarım. -Her canlı (dünyada iken) işlediğinin karşılığını görsün diye (kıyameti mutlaka gerçekleştireceğim) - O'na (kıyametin kopacağına) inanmayan, kıyametin kopacağını tasdik etmeyen ve (Benim emirlerime muhalefet konusunda) arzularının peşinden giden kimse, seni bundan (kıyametin kopacağına inanmaktan, tasdik etmekten ve kıyamet için hazırlanmak maksadıyla amel etmekten) alıkoymasın. Yoksa helak olursun." 203[50] İşte Hz. Mûsâ (a.s) böylece Peygamber seçildi ve "Tur-u Sina" diye isimlendirilen Tur dağının yanında Rabbiyle böyle konuştu. Bu konuşma sırasında Allah, ona Firavuna ve onun hanedanına karşı peygamberliğinin doğruluğunu gösteren mucize vermişti. Bu mucize ise "asa" ile "el" mucizesi idi. Ayrıca Allah, ona, kendisine davet etmesi için Firavuna gitmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), Rabbinden; risâleti tebliğ ederken kendisine yardımcı olması için kardeşi Harun'u da kendisiyle birlikte Peygamber olarak göndermesini istedi. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m bu isteğini şöyle anlatmaktadır: "Mûsâ: 'Rabbitn! Doğrusu ben, onlardan (Firavun hanedanından) bir kişi öldürdüm. (Oraya gittiğimde bundan dolayı beni buldukları takdirde) beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili, benimkinden daha düzgündür. Onu, benimle birlikte yardımcı olarak (Peygamber) gönder ki, (Hâtûn, gerek duyulacak yerlerde) beni tasdik etsin. Çünkü (Firavun ve onun hanedanına tek başına gittiğim takdirde) beni yalanlayacaklarından korkarım" dedi. Bunun üzerine Allah: 'Senin (bu) gücünü, kardeşin (Hârûn) ile pekiştireceğiz. İkinize de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyeceklerdir. (Onlar, sizin tebliğiniz karşısında size zarar verme imkanını bulamayacaklardır)' buyurdu. " 204[51] Bazı tefsirciler 205[52] bu konuda şöyle demektedirler: Hz. Mûsâ (a.s), bu ateşe yaklaştığında ateşin gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzandığım ve bu ateşin dumansız ve büyük bir ateş olduğunu ve ateşi yeşil bir ağacın içinde alevlenmekte o1duğu halde ağacın yeşilliğini artırmaktan başka bir şey yapm a-dığıtıı gördü. Hz. Mûsâ (a.s), bu duruma çok şaşırmıştı. Üstelik Hz. Mûsâ (a.s), ateşe yaklaştığında -ateş ağaca indiğinden dolayı- ağacın kendisinden uzaklaştığını görünce korkusu daha da arttı ve geri dönmeye karar verdi. Bu defa da ateşin alevi kendisine doğru yaklaşıyordu. Bunu gören Hz. Mûsâ (a.s), ne yapacağını şaşırmıştı ki tam bu sırada Rabbi ona Ku tsal Tuva vadisinde seslendi. Yüce Allah, ona ilk önce, bastığın yerin kutsal bir yer olmasından dolayı tazim ve saygı göstererek a-yakkabısraı çıkartmasını emretti. Ayrıca ona sağ elinde bulunan asayı yere atmasını emretti. Bunun üzerine o da onu yere attı. Elinde olanı yere attığında asa, koşan bir yi lan oluvermişti. Daha sonrada Allah ona, elini koltuğunun altına yani koynuna koymasını ve sonrada geri ç ıkarmasmı emretti. Hz. Mûsâ (a.s) elini koynundan çıkardığında el inin bembeyaz olduğunu Kasası 28/30'da bu nidanın, ağaç cihetinden geldiği bildirilmektedir, (ç). Merhum Said Havva, bu ifadeden şu sonuçlan çıkarmaktadır: "İlk önce Yüce Allah Hz. Mûsâ (a.s)'a takınacağı tavırda mütevazi olmasını öğretti. Çünkü, ayakkabılarını çıkartması emrini verdi. Sonrada edebini takınmasını istedi. Buda şunu göstermektedir; edebin Öğretilmesi ve öğrenilmesi, terbiyede sağlıklı bir başlangıçtır. Nice eğitici var ki. edebi öğretmekle işe başlamadığından, hiçbir şey elde edememiş ve onun öğrettikleri kendi aleyhine sonuç vermiştir. Bu bakımdan, her bir resulün, kavminden takva ve İtaat olmak üzere iki şey istendiğini görmekteyiz, ilmi elde etmek hakkını vermeleri gerekir." 200[47] 201[48]

(Said Havva, el-Esâsi fi't-Tefsir, 9/34} (ç). 202[49] Bu. Tevhidden sonra namazdan daha büyük fariza olmadığının bîr delilidir, (ç). 203[50] Tâhâ: 20/9-16 (Benzeri ayetler için b.k.z: Kasas: 28/29-32, Nemi: 27/7-12; Naziâl: 79/15-16) (ç). 204[51] Kasas: 28/33-35 (Benzeri ayetler için b.k.z: Tâhâ: 20/25-39) (ç). 205[52] B.k.z: Taberî, Tarih. 1/206-207; İbnü'1-Esîr. el-Kâmil, 1/178-179 (ç)

ve güneş gibi pırıl pınl parlamakta olduğ unu gördü. 206[53] Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Mısır'a Gitmesi ve Firavunu Yüce Allah'a İman Etmeye Çağırması: Hz. Mûsâ (a.s), Rabbiyle Tur dağında konuşup Peygamber olduktan sonra geri dönüp ailesiyle birlikte Mısır'a doğru yürüyüp gitti. Mısır'a bir gece yarısı vardı. Cenab-ı Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m kardeşi Harun'a, Hz. Mûsâ (a.s)'ın kendisine doğru gelmekte olduğunu ve onunla buluşmasını müjdeledi, ayrıca kendisini, Hz. Mûsâ (a.s)'m yardımcısı ve onunla birlikte Firavunu Allah'a davet etmek için Peygamber olarak gönderdiğini bildirdi. Daha sonra Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'ı karşılayıp bir araya gelerek Firavunu Allah'a kulluk etmeye çağırmak üzere ona gittiler. Saraya vardıklarında Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun huzuruna girmek için kapıdan kendisine izin vermesini istedi. Kapıcı ise Hz. Mûsâ (a.s)'a: "Firavuna ne söylemek istiyorsun?" diye sordu. Hz. Mûsâ (a.s) ise kapıcıya: "Firavuna alemlerin Rabbinin peygamberinin geldiğini söyle?" diye cevap verdi. Kapıcı ise Hz. Mûsâ (a.s)'m bu sözlerinden korkup hemen efendisinin huzuruna girerek Hz. Mûsâ (a.s)'m söylediği ve ondan işittiği sözleri Firavuna şöyle haber verdi: - "Kapıda deli bir adam bulunup kendisinin alemlerin Rabbinin peygamberi olduğunu iddia ediyor" dedi. Firavun: - "Onu içeri al" dedi. Hz. Mûsâ (a.s), beraberinde Hz. Hârûn (a.s) olduğu halde Firavunun huzuruna girdiler. Daha sonra Hz. Mûsâ (a.s) konuşmaya başlayarak Firavunu Allah'a kulluk etmeye davet edip ona Rabbinin risaletini tebliğ etti. 207[54] Firavun ise Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu sözleriyle alay ederek ona: - "Burada benden başka bir ilah var mıdır?" diye sordu. Daha sonra Firavun Hz. Mûsâ (a.s)'ı inceleyip düşünerek onu kendi sarayında yetiştirdiği Mûsâ olduğunu anlayıp ona, daha Önceki durumuna dair -Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı gibi-şöyle dedi: "Çocukken biz seni (Nil nehrinden alarak) yanımızda alıp yetiştirmedik mi? Ve sen hayatının birçok yıllarını (Kıptî'yi öldürmezden önceki dönemini) aramızda geçirdin ve yapacağın işi (bizden olan Kıptî'yi öldürme işini) yaptın. Sen (bu kadar iyi imkanlarda yetiştiğin halde ve bunun karşılığı olarak bir Kıptî'yi öldürmekle) nankörlük edenlerdensin' dedi. (Firavun Musa'nın davetine cevap vermekten kaçınıp ona iyilikleri hatırlattı.) Mûsâ: 'Ben, bu (Kıptî'yi öldürme işini) cahillerden olduğum halde yaptım. (Bu işin öldürmek noktasına ulaşacağını bilmiyordum ve bu olay; Yüce Allah'ın, beni, hidayet ve vahyi ile lütuflandırıp Peygamber yapmasından önce idi.) Bundan dolayı siz (in beni öldüreceğinizden korktuğum için (Medyen'e) kaçtmı. Sonrada Rabbim bana hüküm (peygamberlik ve ilim) ihsan etti. (Böylelikle bilgisizlik ve sapıklıktan kurtuldum) ve beni peygamberlerden kıldı." İşte senin başıma kalktığın bu nimet 208[55], İsrailoğullannı (emrin altında kullanmak üzere) köle ettiğin içindir' dedi. (Bunun üzerine Firavun ise:) 'Alemlerin Rabbi dediğin de nedir? ' dedi. (Mûsâ 'da:) 'Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir? Eğer siz yakın (yani eşyayı delilleri ile bilip delil) getirebilenlerden iseniz (bu böyledir)' dedi. 209[56] Hz. Mûsâ (a.s) ile Sihirbazlar, Firavunun Huzurunda: Hz. Mûsâ (a.s), Rabbinin asaletini Firavuna anlatmaya devam ediyor. Firavun ise onu, hapiste 206[53]

Konuyla ilgili ayetler için h.k.z: Nemi: 27/12, Kasas: 28/32 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 410-414. Hz. Mûsâ (a.s)'m bu durumu için b.k.z: Tâhâ: 20/4S44, 47-48; Şuara: 26/10-18; Naziat: 79/17-19 (ç). 208[55] "Yani İsrâiloğullarını, zelil köleler japtığın için bu böyle olmuştur. Böylelikle Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun lütuf diye göstermeye çahşttği 'Hz. Mûsâ {a.s)1! besstmesini' kökten çürütmüş olmakta ve buna "nimet" adının verilmesini kabul etm-mektedir. Çünkü böyle bir işin asıl sebebi; İsrail oğularının kökleştirilmesi, Hz. Mûsâ (a.s)'ın Firavunun yanında büyümesinin sebebi olmuştur. Eğer onlara inmemiş olsaydı, Hz. Mûsâ (a.s)'ı anne babası yetiştirmiş olacaktı." (Said Havva. elEsas fi't-Tefsir, 10/275) (ç) 207[54]

Şuarâ: 26/18-28 (Benzeri ayetler için b.k.z: A'râf: 7/103-105) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 414-416. 209[56]

cezalandırma ve kovma gibi tehditlerde ve vaatlerde bulunuyordu. Hz. Mûsâ (a.s) ise ona: - "Biz sana apaçık delillerle gelen kimseleriz" dedi. Firavun ise: - "Senin yanındaki de nedir?" diye sordu. Hz. Mûsâ (a.s)'da yanında bulunan asayı yere attığında asa büyük bir ejderha oluvermişti. Elini de koynuna koyup çıkardığında ise eli, güneşin parlamakta olan ışığından bir parçası gibi olmuştu. 210[57] Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucizeler karşısında şaşkınlığa uğrayıp hemen üst düzey devlet yöneticilerini çağırdı ve onlarla Hz. Mûsâ (a.s)'m durumunu istişare etti. Onlar, Firavuna, Hz. Mûsâ (a.s)'ın getirdiği mucizeleri boşa çıkarabilmek için sihirbazlarının ona karşı toplanmaları gerektiğini söylediler. 211[58] Çünkü onlar böyle söy-iemekte, Hz. Mûsâ (a.s)'ı normal sihirbazlardan biri olduğunu zannetmişlerdi. Bir müddet sonra sihirbazlar Firavunun huzurunda toplandılar. Firavun onlardan, "Musa'nın sihrine karşı bütün güç ve kuvvetlerini toplamalarını ve hedeflerini birleştirrmelerini" istedi. Eğer bunu başarırlarsa kendilerini, "mal ve makam ile mükafatlandıracağını" ve Musa'yı yendiklerinde ise onları, "kendisine yakın kimselerden yapacağına" dair söz verdi. 212[59] Daha sonra her iki taraf, önemli bir günde 213[60] şehrin geniş bir yerin de halkın huzurunda bir araya geldiler. 214[61] Sonuç ise; sihirbazlar sayı bakımından çoğunlukta 215[62] olduklarından dolayı onlar, Hz. Mûsâ (a.s)'dan yanında bulundurduğunu yere atmasını istediler. Hz. Mûsâ (a.s)'da, onlara, kendilerine saygıdan dolayı ve onları yeneceğine inandığından kendilerinin yanlarında bulundurduklarını yere atmasını istedi. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) ile sihirbazlar arasında geçen olayı şöyle anlatmaktadır: "Sihirbazlar: 'Ey Mûsâ! Sen mi (asanı) atacaksın yoksa (yanımızdakileri) atanlar biz mi olalım?' dediler. Musa'da: '(ilk önce) siz atın!' dedi. (Bunun üzerine sihirbazlar, yanlarında bulundurdukları ipleri yere) atınca (attıkları ipleri çeşitli hile ve göz bağcılık yaparak) halhn gözlerini büyülediler, (yaptıkları hileler ile) onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirdiler. Biz de, Musa'ya: 'Asanı (yere) bırak' diye vahyettih. Bir de (sihirbazlar ile halk) ne görsünler! (Yere atılan asa,) onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu ve sihirbazların yaptıkları şeylerde boşa gitti...." 216[63] Sihirbazlar, yanlarında bulundurdukları iplerini ve değneklerini yere attılar. Sihirbazlar, çeşitli hile ve gözbağcılık ile yere attıklarını yılan haline dönderdiklerinden dolayı; 'Firavun hakkı için, şüphesiz biz (Mûsâ 'ya karşı) mutlaka üstün geleceğiz' dediler." 217[64] Hz. Mûsâ (a.s), sihirbazların yere attıkları iplerin ve değneklerin sanki koşan yılanlar gibi vadiyi dolduran ve birbiri üzerine binen dağlar gibi gösterildiğini gördüğünde onların, bu yaptıklarına karşılık içine bir korku düşmüş ve dehşete kapılmıştı. Fakat Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a, önünde yükselip kalkmakta ve hareket etmekte olanların hepsi karşısında sükunete erdirdi ve ona korkmamasını, çünkü kendisinin onlara karşı zafer kazanacağına ve kendisine yardım edileceğine dair vahiyde bulundu. Bundan dolayı Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a, yanında bulundurduğu asasını yere atmasını emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'da asasını yere attığında, asa, büyük bir ejderha oluverip sihirbazların yalan ve dolandan yapıp da yere attıkları yılanların vb. şeylerin hepsini yakalayıp yutuverdi. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m sihirbazlara karşı durumunu şöyle anlatmaktadır: "(Sihirbazların çeşitli hile ve gözbağcılıkları ile yaptıkları dalaverelerle yere attıkları ipleri ve değnekleri koşan yılanlar gibi gördüğünde Mûsâ taşıdığı yapı nedeniyle veya insanların bunlardan dolayı tereddüte kapılıp kendisine tabi olamayacaklarından dolayı) içinde bir korku hissetti. B.k.z: A'râf: 7/106-108; Şuarâ: 26/30-33 (ç). B.k.z: A'râf: 7/109-112 (ç) ]. 212[59] [B.k.z: A'râf: 7/113-114 (ç). 213[60] B.k.z: Tâhâ: 20/59 (ç). 214[61] Halkın önünde Hz. Mûsâ (a.s)'m sihirbazları Allah'a davet ettiğine dair b.k.z; Tâhâ: 20/61 -62 <ç). 215[62] Bu sihirbazların sayısı hakkında ihtilaf vardır. Muhammed b. Kab'a göre bunk-nn sayısı, seksen bin; Kasım b. Ebi Berde'ye göre yetmiş bin; Süddi'ye göre otuz bm küsur; Ebu Ümame'ye göre on dokuz bin; İbn İshâk'a göre on beş bin; Kabüi Ahbar:a göre on iki bin; Abdullah ibn Abbas'a göre yetmiş veya kırk kişi idiler, (ç). 216[63] A'râf:7/115-I19. 217[64] Şuarâ: 26/44. 210[57] 211[58]

(Musa'nın durumunu gören Yüce Allah, ona:) 'Ey Mûsâ! Onların bu yaptıklarından dolayı korkma! Çünkü (bu mücadeleden) üstün çıkacak olan sensin sen. Sağ elinde bulunan (asayı yere) at da onların (gerçeğe aykırı olarak) yaptıkları (bu gösteri ve uydurmalarını) yutuversin. Çünkü onların bu yaptıkları sadece bir sihirbaz hilesidir. Nerede olursa olsun sihirbaz asla başarı kazanamaz' dedik. 218[65] Tarihçilerin kaydettiğine göre; 219[66] Hz. Mûsâ (a.s) elinde bulunan asayı yere attığında, asa, uzun ve kaim bir boynu ile insanı ürküten korkunç büyük bir yılan haline dönüvermişti. Öyle ki asanın bu hale dönüştüğünü gören insanlar, ondan u-zaklaşmaya ve kaçmaya başlamışlardı. Bu yılan, firavun ve halkın gözlerine doğru koşan yılanlar gibi görünen sihirbazların iplerini ve değneklerini hızlı bir şekilde birer birer toplayıp yutmaya başladı. Bu sebepledir ki insanlar, onun yaptığından etkilenerek korku içerisinde, bozguna uğramış bir vaziyette, dehşet içerisinde ve zor bir durumda kalmışlardı. Daha sonra Hz. Mûsâ (a.s), büyük bir yılan şekline dönüşen asasını tekrar eline alınca, eskiden olduğu gibi -sihirbazların yılanlarını ve değneklerini yutmuş olduğu halde- asa haline donuverdi. Hz. Mûsâ (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucizenin; büyü, göz boyama, hayal, yalan, iftira ve sapıklık olmadığını iyiden iyiye anlamış olan sihirbazlar, bu mucizenin ancak Yüce Allah tarafından yapılabilecek bir mucize olduğunu kabullenmişler ve Hz. Mûsâ (a.s)'a inananların da ilki olmuşlardı. Çünkü Allah, kalplerindeki gaflet perdesini aralamış ve kalplerini içinde yaratmış olduğu hidayet nuruyla aydınlatmış ve kalplerinin katılığını gidermişti. Onlarda kalplerine yönelerek huzurunda secdeye kapanmışlardı. İşte bu sihirbazlar, Firavunun düşmanı olan Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı zafer kazanmaları için ve galip gelmeleri için getirttiği sihirbazlardı. Sihirbazlar, Hz. Mûsâ (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucize karşısında iman edip Şanı Yüce Allah'ın birliğini kabul etmişlerdir. Çünkü sihirbazlar, bu mucizenin; sihir, gözbağcılık, yalan ve iftira olmadığını kesin ve net olarak anlamışlardı. Firavuna karşı peygamberliğinin doğruluğuna bir delil olması için Hz. Mûsâ (a.s)'m eliyle ortaya çıkan bu mucize, ancak galip gelen Allah'ın mucizelerinden bir mucizeydi. Sihirbazlar bu mucizeyi gördüklerinde, bunu yapmaya insanın güç ye kudret yetiremeyeceğine anlamışlardı. (Çünkü kendileri, sihri en ince noktalarına kadar bilen kimselerdi.) İşte bu mucize, (insanlara garip ve) acayip gibi görünen şeyleri yapan ancak ilahi bir güç ve kuvvetten kaynaklanmaktaydı. İşte sihirbazlar, bu ilahi güç ve kuvvet karşısında yenilgiye uğradıklarından dolayı Allah'a yönelerek huzurunda secdeye kapandılar ve: "Alemlerin ve Mûsâ ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler."(Şuam: 26/47-48) Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'ı aciz bırakamayıp aksine Hz. Mûsâ (a.s)'ın, kendisini aciz bıraktığının farkına vardığından dolayı Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı kaybettiği güç ve kuvvetinin tekrar kendisine dönmesini sağlamak için ve yenilgisini örtbas etmek için -daha önce hile ve düzenbaz kimseler olan- sihirbazlara: "Doğrusu Mûsâ sizlere sihri (asıl) öğreten büyüğü-nüzdür. Andolsun ki (Musa'ya inandığınızdan dolayı sizlerin) ellerini ve ayaklarınızı çaprazlama olarak keseceğim. Hurma kütüklerine asacağım. O zaman hangimizin (azabının)daha çetin ve daha devamlı olduğunu yakında bileceksiniz." (Tâhâ: 20/71) Ayette de görüldüğü üzere; Firavun, sihirbazları Allah'a iman ettiklerinden dolayı öldürmek, asmak ve elleri ile ayaklarını çaprazlama olarak kesmek ve onları, Hz. Mûsâ (a.s)'m kendilerine sihir öğretmek suretiyle onun emri altına girerek onu kendilerine sihir öğretmek suretiyle onun emri altına girerek onu kendilerine lider seçtikleri şeklinde ithamda bulundu. Halbuki Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'m daha önceden onları tanımadığını ve onlarla birlikte bir araya gelmediğini yakîni bir bilgi ile biliyordu. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s), bu olaydan önce yaklaşık on sene Medyen halkı içerisinde kalmıştı. Bu sebeple Hz. Mûsâ (a.s), nasıl olurda onlara sihri öğreten büyükleri (ve liderleri olur)?! Üstelik Hz. Mûsâ (a.s), onları bir araya topla-nıadığı gibi onların bir meydanda kendisine karşı toplandıklarını dahi bilmiyordu. Bilakis Firavun, sihirbazları, Hz. Mûsâ (a.s)'ın davetini ve mucizesini boşa çıkarabilmek içki onları ülkenin çeşitli yerlerinden çağırıp bir araya getirip onları Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı kışkırtmıştı. Sonunda ise Firavun mağlup olduğundan 218[65] 219[66]

Taha: 20/68-69. B.k.z: tbn Cenret-Taherî, Tarih, 1/209-210 (ç).

dolayı kendi hatasını örtbas edip kapatabilmek için uğraşmaktaydı. Çünkü Firavun, Hakkın karşısında hiçbir şeyin fayda sağlamayacağını bilmemekteydi. Sihirbazlara gelince ise onlar, iman üzere sebat ederek Firavunun ceza ve tehditlerine aldırış etmediler. Üstelik onlar, cesurca ve imanlarının yardımıyla, Firavunun zalimliğini ve zorbalığını, ona meydan okurcasına onun yüzüne karşı şöyle söylediler: "(Ey Firavun!) Seni bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. (Hakkımızda) ne hüküm vere-ceksen ver! Çünkü sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. (Senin hükmün, dünyada geçerli olabilir. Daha önceden işlemiş olduğumuz) hatalarımızı (günahlarımızı) ve (Allah'ın ayetine ve peygamberinin mucizesine karşı çıkmak için) bize; zorla yaptırdığın sihri (n günahım) bağışlasın diye biz, Rabbimize iman ettik. Çünkü Allah (bizim için senden veya ona itaat edenlere vereceği sevap ve ecirden) daha hayırlı ve (kendisine isyan eden kimselere cezası da daha) devamlıdır." 220[67] Said b. Cübeyr, bu sihirbazların durumu ile ilgili olarak şöyle der: "Sihirbazlar (Hz. Musa'nın göstermiş olduğu mucize karşısında Allah'a yönelerek onun huzurunda yere kapanarak) secde ettikleri zaman, cennette kendileri için hazırlanmış olan ve oraya varışlarını beklemekte olan süslü köşklerini ve saraylarını gördüler. Bundan dolayı sihirbazlar, Firavunun tehdit ve cezalandırmalarına aldırış etmediler. Bilakis hakkı, Firavunun yüzüne karşı söylediler." 221[68] Zalim Firavun, tehdit ettiği şeyle onların ellerini ve ayaklarını çaprazlama keserek şehit etti. Firavun onları, en kötü bir şekilde cezalandırmıştı. Fakat bununla birlikte Firavunun tehdit ve korkutması, onları, Allah'a olan imanlarından vazgeçirmedi. Sonuçta ise onlar, şehitler ve iyi kullar olarak öldüler. Allah onların hepsinden razı olsun. Abdullah ibn Abbas (r.a), bu sihirbazlar hakkında şöyle der: "Onlar, günün ilk başlarında sihirbazdılar. Günün sonlarına doğru ise (Allah katında) iyi kullar ve şehitler oldular." 222[69] Firavunun Sapıklıkta Sonuna Kadar Devam Etmesi: Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'ın doğruluğunu gösteren ve galip getirici mucizeler ile kesin delilleri görmüştü. Fakat Firavun, Hz. Mûsâ Kelimullah (a.s) 'in getirdiği apaçık mucizelerden yüz çevirerek küfründe sonuna kadar devam etti ve inadında ısrar etti. Devletin üst düzey yöneticileri, Firavunu; Hz. Mûsâ (a.s)'ı ve onun kavmini serbest bıraktığı takdirde ülkede bozgunculuk çıkaracaklarını söyleyerek Firavunun bu hareketini kınayarak onu, Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte iman edenlere karşı kışkırttılar. Bunun üzerine Firavun perişanlıktan, yenilgiden ve otoritesizlikten kurtulup Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte i-nıan edenlere karşı üstün gelmek için devletin üst düzey yöneticilerine; Hz. Mûsâ (a.s)'m kavminin erkeklerini öldürmeye ve kadınlarını hizmetçi olarak kullanmak için sağ bırakmaya dair onlara söz vermek suretiyle onların bu konudaki zihnini ve kalbini teskin etti. Daha sonra Firavun, kavminin ileri gelenlerine vermiş olduğu sözü yerine getirmek için pratiğe dökmeye başlayınca, İsrailoğulları, kendilerini kuşatan Firavunun zulmünü, eziyetini, zorbalığını şikayet etmek suretiyle bunlara tahammül gösteremediler. Hz. Mûsâ (a.s) ise onlara, Firavunun bu yaptıklarına karşı sabretmelerini tavsiye etti ve onlara bu şekilde devam ettikleri takdirde güzel bir sonuca ulaşacaklarını vaat etti. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Firavunun kavminden Heri gelenleri, (Firavuna:) 'Mûsâ 'yi ve kavmini yeryüzünde (üstünlük sağlamak ve halkının dinini değiştirmek suretiyle Mısır topraklarında) bozgunculuk çıkartsınlar ve ilahlarını (ilah durumunda olan seni ve üstelik senin tapmakta olduğun ilahlarını) terk etsinler diye mi serbest bırakıyorsun?' dediler. (Bunun üzerine Firavun, ileri gelenlerine cevap vermek üzere:) 'Onların erkek çocuklarını öldürte-cek ve kadınlarını (lıizmetçi olarak kullanmak için) sağ bıraTâhâ: 20/72-73 (Sihirbazlar ile ilgili ayetler için b.k.z: A'râf: 7/113-126; Yûnus: 10/80,82, Tâhâ: 20/61-73, Şuarâ: 26/38-51) (ç). İbn Cesîr, el-Bidlye ve'n-Nihâye, 1/256. 222[69] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 416-422. 220[67] 221[68]

kacağız. (Böyle yapmakla kendilerinin önceden de olduğu gibi, halen elimizin altında zillet içinde yaşayacaklarını bilsinler dive) elbette biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz dedi. 223[70] Firavun Hanedanının, 'Dokuz Mucize' ile İmtihan Edilmesi: Firavun zulüm yapmak suretiyle insanlara üstünlük kurma fikri kaplayıp Allah'a karşı azgınlaşmada, Hz, Mûsâ (a.s)'ı yalanlamada ve İsrail oğullarına eziyet etmede sonuna kadar devam etti. Yüce Allah'ta, Hz. Mûsâ (a.s)'a; Firavun ile hanedanının, İsrailoğullarını serbest bırakmayı engellemelerine ve onları yalanlamalarına ceza olarak yakında onların üzerine şiddetli bir azabın geleceğini bildirmesini emretti... Onların üzerine azab gelince, Hz. Mûsâ (a.s)'a Rabbinden; kendilerinin üzerine gelen azabı kaldırmasını istemek üzere ona geldiler. Hz. Mûsâ (a.s)'da, onlara; iman etmek ve kendisine tabi olanlara eziyet etmemeleri şartıyla Rabbinden kendilerinin ü-zerine gelen azabın kaldırılmasını isteyeceğini söyledi. Onlarda, Hz. Mûsâ(as)'a iman-edeceklerine ve kendisine tabi olan müminlere eziyet etmeyeceklerini dair söz verdiler. 224[71] Bunun üzerine Allah, indirdiği azabı onlardan kaldırdığında onlar, tekrar eski azgınlıklarına dönüp Hz. Mûsâ (a.s)'a verdikleri sözlerinde durmadılar ve Allah'a karşı isyan ettiler. Onların, sözlerinde durmamalafından ötürü Allah onların üzerine çeşitli musibetler ve belâlar gönderdi. Bu bela ve musibetlerin hepsi de, onların, akılları başlarına gelsin ve Hakka dönsünler diye Allah tarafından bir korkutma ve ikaz mahiyetindeydi. Yüce Allah'ın, Firavun hanedanının üzerine gönderdiği bu mucizevi azaplar dokuz tane olup onlar şunlardır: 1. Kıtlık ve Kuraklık: Bu; Kur'ân-ı Kerîm'de "seneler" şeklinde ifade edilmiştir. Ayette geçen "seneler" tabirinden maksat ise, Firavunun hanedanına isabet eden kuraklık seneleridir. Böylece Firavunun hanedanı, bu seneler içerisinde ekinlerden kâr ile gelir alamıyorlar ve ko yunlarından da süt elde edemiyorlardı. 2. Mahsullerin Azalması: Bu; musibetler, afetler, salgınlar ve hastalıklar sebebiyle ağaçlarında mahsullerin azalması şeklinde meydana gelmiştir. 3. Tufan: Bu da; ekinleri ve meyveleri telef eden yağmurların çoğalması şeklinde meydana gelmiştir. Bu rivayet, Abdullah ibn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Bu rivayete göre ise, bu bela; Nü nehrinin, onların üzerine taşması şeklinde vuku bulmuştur. 4. Çekirgeler: Yüce Allah, bunları; görülmemiş bir şekilde Firavun hanedanını üzerine göndermiştir. Bu çekirgeler, yeşillikleri biçip talan ediyor ve kalabalık olmalarından dolayı da güneş ışığının yere değmesini dahi engelliyorlardı. Onlar, geriye ne bir ekin ve ne de bir meyve bırakıyorlardı. 5. Küçük Kene: Bu da; hububatları bozan güvedir. Bir rivayete göre ise; bu, herkes tarafından bilinmekte olan bir kenedir. Başka bir rivayette ise; bu, Firavun hanedanının yattığı yerleri altını üstüne getiren ve onların kapalı evleri ile yaşamalarına imkan vermeyen sivri sinektir. 225[72] 6. Kurbağa: Bu herkesçe bilinmekte olan kurbağadır. Bu kurbağalar, onların yanında öyle çoğaldı ki, onların yaşamlarını bulandırmaya başladı. Çünkü bu kurbağalar; onların yemeklerinin ve su kaplarının içerisine düşüyor, onların sergilerinin ve elbiselerinin üzerine sıçrıyordu. Hatta onlardan birisi bir Şey yemek veya içmek için ağzını açacak olursa, çevredeki kurbağalardan biri gelip ağzına atlıyordu. 7. Kan: Bu da; apaçık mucizelerden biridir. Çünkü içtikleri sular onlar için kana dönüşüyordu. Bundan dolayı kuyudan, nehirden ve her nereden içmek için biraz su aldıklarında o suyun, hemen o anda taze bir kana dönüştüğünü görüyorlardı. Fakat bundan hiçbir şey tamamıyla İsrail oğullarına zarar vermiyordu. 223[70]

Arâf: 7/127-129. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 422-423. Bununla ilgili olarak b.k.z: A;râf: 7/134-136 (c). 225[72] Bazı rivayetlerde bunun, küçük bir cins maymun olduğu belirtilmektedir, (ç). 224[71]

8. Asa: Asanın, koşan şekildeki yılana (veya ejderhaya) dönüştüğüne dair Hz. Mûsâ (a.s)'ın mucizelerinden birisi olan bu mucize, daha önce (iki defa) geçmişti. 9. El: Hz. Mûsâ (a.s), elini koynuna koyduğunda elini bembeyaz olarak çıkarmaktaydı. Nitekim Yüce Allah, bu mucizeler hakkında şöyle bilgi vermektedir: "Andolsun ki Biz, Mûsâ 'mn (peygamberliğine ve kendisini Firavuna gönderen Yüce Allah'tan getirmiş olduğu haberlerin doğruluğuna delil olacak) 'dokuz tane' apaçık mucize verdik (Bundan dolayı Ey Muhammedi Mûsâ 'mn onlara geldiği zaman hakkında) İsrail oğullarına sor (u sor). Hani onlara, Mûsâ gelmişti de (bütün bu mucizelere ve bunları gözleriyle görmesine rağmen) Firavun, Musa'ya: 'Ey Mûsâ! Doğrusu ben, seni büyülenmiş zannediyorum' demişti. Musa'da: 'Andolsun ki (Ey Firavun!) Sende bu mucizeleri apaçık deliller olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmemiş olduğunu elbette biliyorsun. (Fakat inat etmektesin. Bu bakımdan) doğrusu Ey Firavun! Bende senin helak olacağını sanıyorum' dedi. 226[73] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz, Firavun hanedanını düşünüp ibret almaları için "yıllarca kuraklık" ve "mahsullerin azalmasıyla" cezalandırdık Onlara (sağlık ve bolluk şeklinde) bir iyilik geldiğinde, bu (bolluk bizim sayemizde geldiği için bu bolluk), bizim hakkımızdır' dediler. Eğer onlara (kıtlık, kuraklık, hastalık şeklinde) bir fenalık gelirse, (bunları,) Mûsâ ile beraberindeki (mümin)lerin uğursuzluğu (olarak) kabul ederlerdi. İyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah katındandır. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler. Onlar: 'Bizi onunla büyülemek için ne kadar mucize gös-terirsen göster biz sana inanacak değiliz dediler. Bunun üzerine Biz de ayrı ayrı mucizeler olmak üzere onlara "tufan", "çekirge", "küçük kene", "kurbağalar" ve "kan" gönderdik. Yine de (Musa'ya iman etmeyerek) büyüklük tasladılar. (Küfürleri, isyanları Allah 'a, resulüne ve müminlere eziyet vermeleri sebebiyle) onlar, günahkar bir topluluk idiler' 227[74] Burada kastedilen; Yüce Allah'ın Firavun hanedanının ü-zerine çabucak gelebilecek olan dünyevi azaplardan bir çoğunu çeşitli şekillerde göndermesidir. Bundan dolayı da Yüce Allah onların üzerine ayrı ayrı azaplar olarak, tufanı, çekirgeleri, küçük keneyi, kurbağalan, kanı vb şeyleri göndermiştir. Firavun hanedanı ne zaman ki bir azabı gördüklerinde üzgün ve pişman olduklarım açıklamak üzere kendilerinin üzerine gelen azabı ve cezayı kaldırmak için Rabbine dua etmesini istemek üzere Hz. Mûsâ (a.s)'a geliyorlardı. Hz. Mûsâ (a.s)'da onlara iman etmeleri şartıyla Allah'a dua edeceğini söylüyordu. Onlarda kendilerine teklif edilen bu şartı kabul ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'da Allah'a dua ediyordu. Hz. Mûsâ (a.s)'ın duası üzerine o azab, onlardan kaldırıldığı zaman onlar daha önceden üzerinde oldukları küfür ve şirke tekrar dönüyorlardı. Bu durum, Firavun ve onun askerlerinden hiçbir kimsenin kurtulamadığı büyük azab gelinceye kadar devam etti. Bu büyük azab ise Firavun ve onun askerlerinin denizde boğulması olayıdır. Nitekim Yüce Allah, bu büyük azabı şöyle anlatmaktadır: "Onlar, (Allah'ın dininden çıkan) fasık bir kavim idi. (Onlar, günah işlemekte ve Musa'ya verdikleri sözlerinde durmadıklarından dolayı) Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık. Bundan dolayı onların hepsini suda boğduk. Üstelik onları sonradan gelecek olanlara geçmiş bir örnek ve ibret kıldık. " 228[75] Firavun ile Askerlerinin Helak Olması: Firavun; küfrünü, inadını, Allah'ın peygamberi ve Allah'ın kendisiyle konuştuğu Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı muhalefetini sonuna kadar sürdürdü. Hz. Mûsâ (a.s)'m, çeşitli azap ve mucizelerle Firavunu korkutması ve uyarması da ona bir fayda sağlamadı. Üstelik Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'a, İsrail oğullarının kendisi ile birlikte gitmesine izin vereceğine dair vermiş olduğu sözde de durmadı. İsrâ: 17/101-102. A'râf: 7/130-133. Zuhruf: 43/55-56. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 424-428. 226[73] 227[74] 228[75]

Bundan dolayı Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a; İsrailoğulları ile birlikte gece yarısı Mısır ülkesinden çıkıp Filistin ülkesine gitmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte bulunan İsrailoğulları hazırlandılar. Rivayete göre; İsrail oğullarının, çocukları dışındaki sayısı 600.000'den fazlaydı. Hz. Mûsâ (a.s), İsrailoğulları ile birlikte geceleyin Mısır'dan çıkıp Kızıldeniz yönünde bulunan Süveyş kanalına doğru yürüyüşe geçti. Firavun ve onun askerlerine de yakalanmamak için yürüyüşlerini çabuklaştırarak hızlı hızlı yürümeye başladılar. Firavun ertesi gün olduğunda, Hz. Mûsâ (a.s)'ı ve İsrail oğullarını şehirde göremeyince, onların, ülkeden çekip gitmiş olduklarını anladı. Firavun neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette hemen bütün ordusunu hazırladı. Bir rivayete göre; Firavunun süvarileri 100.000 kişiydi. Askerlerinin toplam sayısı ise 1.600.000'den fazlaydı. 229[76] Firavun, onların Mısır'dan ayrılışlarının ikinci gününün sabahında askerleri ile birlikte onlara ulaştı. Bu sırada iki topluluk birbirini gördü. İsrail oğulları sayı bakımından zayıf oldukları için tehlikeyi hissedip helak olacaklarım zannettiler. Çünkü önlerinde deniz, arkalarında ise düşmanları durmaktaydı. Kendileri ile Ölüm arasında sadece birkaç saat veya bir an kalmıştı. Bu durumda Allah'a tevekkül etmeleri gerekirken bağırma ve sızlanma şeklinde kargaşa çıkartarak: - "Ey Mûsâ! Doğrusu biz, (düşmanlar tarafından erişilip) yakalanacağız" dediler. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), onların belirginleşmiş korkularım sakinleştirdi. Onlardan korkuyu gidermek içinde asasını kaldırıp denize vurdu. Deniz, Allah'ın kudreti sayesinde yarıldı. İsrail oğullarının boylan sayısınca 12 kuru yol meydana geldi. Mucize olarak bu 12 yol arasında deniz suları yüksek bir dağ gibi hareketsiz kaldı. Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte bulunan İsrail oğulları, görenlerin akıllarını hayrete düşürecek şekilde bu büyük mucizeyi gördükten sonra Firavun ve askerlerinden kurtulacaklarına dair müjdelenmiş olarak koşar adımlarla -yürüdükleri yer, Allah tarafından kurutulduğundan ötürü- denizin zemininden yürüyüp gittiler. Nihayet İsrailoğulları, denizi sapasağlam geçip en sonda gelenlerle birlikte tamamen denizden çıktıklarında, Firavun, ordusunun başında Öncü komutanı olarak Hz. Mûsâ (a.s) ve Israiloğullarını denizde yetişip yakalamak için onların arkasından denizin kıyısına geldi. Tam bu sırada Hz. Mûsâ (a.s), denizi, Firavun ve askerlerinin giremeyeceği yani kendileri ile onlar arasında denizin bir engel teşkil edeceği bir şekle döndürmek için asasıyla denize tekrar vurmayı istedi. Fakat Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a denizi terk ettiği hal üzere bırakmasını emretti. Çünkü Allah, onların denizde boğulmasını istiyordu. Şöyle ki: "(Ey Mûsâ!) Denizi (yarıp kavmini geçirdikten sonra onu terk ettiğin hal üzere) açık olarak bırak. Çünkü onlar, boğulacak bir ordudur" (Duhân: 44/24) ayette geçen "denizi açık olarak" ifadesinden maksat, denizi kendi halinde sakin olarak "bırak" demektir. Firavun, denizin kıyısına geldiğinde denizde yollar açıldığını, o dehşetli ve hayret verici bu manzarayı kendi gözleriyle gördü. Bunun, Yüce Allah'ın bir eseri olduğunu iyice anladı. Bundan dolayı da ürperdi ve denizin içine doğru ilerleyip girmekten korktu. İsrail oğullarını takibe çıktığına bin pişman oldu. Ama pişmanlığı, kendisine bir fayda sağlamadı. Askerlerine karşı sağlam ve cesur görünmek zorunda kaldı. Saldırgan ve güçlü rollere girdi. Ahlaksız ve inkarcı karakteri, küçümseyip itaati altına aldığı batıl davasının peşinden koşturduğu askerlerine: - "Görmüyor musunuz, deniz, benden ve benim heybetimden korktuğundan dolayı benim için nasıl da açılıp yol oldu. Bana itaat etmekten ve tapmaktan vazgeçip kaçan kölelerime mutlaka yetişeceğim. Onları yakalayıp ülkeme (kahredilmiş ve kovulmuş olarak) geri götüreceğim" dedi. Firavun böyle söylerken de içinden, denizden kurtulmanın bir yolunu bulmayı istiyordu. Bundan dolayı da kendisi arkada kalıp askerlerine, önünde durmakta olan denizi küçümseyerek cesaretlendirip onları denize doğru yürütmeyi düşünüyordu. Ama ne gezer! Artık vakit geçmişti ve ecel saati gelip çatmıştı. Firavun, bir ileri bir geri gidiyor ve askerlerini denize girmek için teşvik ediyordu. Kendisi ise denize girmekten kaçmıyordu. 229[76]

Bu rivayeti; îbn Kesîr, "el-Bİdâye ve:n-Nİhâye, 1/253'te kaydetmiştir.

Tam bu sırada Cebrail dişi kısrak at üzerinde oraya gelip Firavunun erkek atının önüne geçerek atını ileri doğru sürmeye başlayınca Firavunun atı da» Cebrail'in dişi kısrak atının peşine düştü. Cebrail hemen kısrağını süratlendirerek açık durumda olan deniz yollarından biline girdi. Firavunun atı da koşarak denizdeki yola girdi. Firavun artık bir şey yapacak durumda değildi. Zira askerleri de onun denize girdiğini görünce onun peşi sıra hızla açık durumda olan deniz yollarına girdiler. Artık hepsi denize girmişlerdi. İlk başta açılan deniz yollarına girenler, karşı kıyıya çıkmak üzereyken Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a denizin eski haline dönmesi için asasıyla denize vurmasını emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'da asasıyla denize vurduğunda denizin büyük dağlar gibi havaya kalkmış bulunan dalgaları eski haline geri döndü. İsrail oğulları dışında Firavun ve askerlerinden hiçbir kimse kurtulamadı. Zira deniz, Firavun ve askerlerini içine çekip boğmuştu. Nitekim Yüce Allah, Şuarâ Sûresinde bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Derken (Firavun ve askerleri onların Mısır'dan ayrılışlarının ikinci günü) güneşin doğduğu vakitte (onların denize girdikleri sırada) onların ardına düşüp yetiştiler. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları, (Musa'ya): Eyvah! (Düşmanlarımız tarafından) yakalanacağız' dediler. Mûsâ ise (Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadin güveni ile: 'Düşmanlarınız) asla (size yetişemeyeceklerdir!) Muhakkak ki Rabbim (onların bize yetişip zarar vermelerine fırsat vermeyecek şekilde) benimdir ve bana dosdoğru yolu gösterecektir' dedi. Bunun üzerine Mûsâ 'ya: 'Asanı (önünde bulunan) denize vur' diye vahyettik O denizde hemen (İsrail oğullarının boyları sayısınca 12 yola) yarıldı ve (denizden ayrılan) her bir parça büyük bir dağ gibi (lıavaya kalkmış dalgalar) oldu. Sonrada diğerlerini (Firavun ve askerlerini açık olan) deniz (yollarına doğru) yaklaştırdık. Mûsâ 'yi ve beraberindekileri topluca (denizden çıkartmak suretiyle denizde boğulmaktan) kurlardık. Daha sonra ise diğerle/ini (Firavun ve askerlerini, açık olan denizyollarına girdiklerinde hepsini) suda boğduk. (Ve onlardan hiçbir kimse kurtulamadı.)" 230[77] Deniz, Firavun ve askerlerinin üzerine kapanınca onlardan hiçbir kimse kurtulamayıp hepsi boğuldu. Firavuna gelince ise o, denizin dalgaları arasında boğulma ve ölümün yaklaştığı bir sırada Allah'a iman ettiğini ve O'na teslim olduğunu söyledi. Nitekim Yüce Allah, Firavunun bu durumunu şöyle anlatmaktadır: "Nihayet Firavun, boğulacağı anda: 'israil oğullarının iman ettiği ilahtan başka ilah olmadığına inandım. Artık bende Müslümanlardanım' dedi. (Başın sıkıştığından dolayı, daha önce değil de) şimdi mi inandın? Halbuki daha önce (Allah 'a) başkaldırmıştım Üstelik (hem kendini ve hem de başkalarım dosdoğru yoldan saptırdığın, İsrail oğullarına zulmettiğinden dolayı) bozgunculuk edenlerdendin." 231[78] Fakat Firavunun, dalgalar arasındayken yapmış olduğu imam ve günahlarından tövbe etmesi kendisine hiçbir fayda sağlamadı. Üstelik denizin dalgalan içinde askerleriyle birlikte helak oldu. 232[79] İsrailoğulları Tih Çölünde: Yüce Allah, Firavun ve askerlerini denizin dalgalan arasında boğmak suretiyle helak edip İsrail oğullarını da çetin bir azaptan kurtarınca, Hz. Mûsâ (a.s)'a, İsrail oğullan ile birlikte Beytü'lMakdis'e doğru gitmesini emretti. Bu emir üzerine hemen yola koyuldular. Yolda gittikleri bir sırada İsrailoğulları şiddetli bir şekilde susadılar. Bunun Üzerine sitemli bir şekilde Hz. Mûsâ (a.s)'a şikayette bulundular. Ondan, kendilerine su bulup getirmesini istediler. Allah'ta, Hz. Mûsâ (a.s)'a; asasıyla orada bulunan taşa vurmasını emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'da asasıyla orada bulunan taşa vurdu. Taş, İsrail oğullarının içerisinde bulunan 12 boydan her birisinin ondan akan suyu içebileceği şekilde 12 gözeye ayrılıp, ondan su fışkırdı. Daha sonra Allah, onlara gayret ve zahmet çek-meksizin rızık olarak gökten Şuara: 26/60-66. Yûnus: 10/90-91 (Benzeri ayetler için b.k.z: A'râf:7/136, İsrâ:17/103; Tâhâ: 20/78, Şuarâ: 26/66; Kasas: 28/40; Duhân: 44/24) (ç). 232[79] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 428-432. 230[77] 231[78]

"bıldırcın" ve "kudret helvası"nı gönderdi. 233[80] Sonrada Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a; İsrail oğullarına vaat ettiği kutsal şehre onları sokmasını emretti. Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte bulunan İsrailoğullan, Allah tarafından kendilerine vaat edilen kutsal şehre yaklaştıklarında orada Heysanlıların 234[81] kalıntılarından ve Ken'anlılardan oluşan zalim bir kavmin yerleşmiş olduğu bir şehir buldular. Hz. Mûsâ (a.s), onlara; şehre girmelerini, onlarla savaşmalarını ve onlaıı kutsal şehirden çıkarmalarını emretti. Fakat onlar bunu yapmaktan kaçınıp cihattan kaçtılar ve düşmanlarıyla karşılaşmaktan korktular. îsrailoğulîan, Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı Allah'ın emrinden çıktıklarını gösteren şu sözleri söylediler: "Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz. Şu halde sen ve Rabbin gidin (bizim yerimize onlarla siz) savaşın. Biz burada oturacağız. " 235[82] Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Mûsâ (a.s), İsrail oğullarına bu kutsal şehre girmelerini istemezden önce şehir halkından haber getirmeleri için İsrail oğullarından birkaç kişiyi o kutsal şehre gönderdi. Tefsirciler bununla ilgili olarak şöyle derler: "Hz. Mûsâ (a.s)'tn kutsal şehir halkından haber getirmeleri için şehre gönderdiği kimseler, 12 kişiydiler." Bu kişiler, o kutsal şehre gittiler. Şehre vardıklarında halkın iri ve cüsseli kimseler olduğunu gördüler. Şehir halkının bu halleri, onları korkuya düşürdü. Daha sonra onlar, -Hz. Mûsâ (a.s), onlara; gördüklerini İsrail oğullarına anlatmamalarını tembih ettiği halde yine de- gördüklerini İsrail oğullarına haber vermek için geri döndüler. Geri dönenler, şehir halkında ne gördülerse hepsini İsrail oğullarına anlattılar. Bunun üzerine İsrailoğulları düşmanlarının yanma varıp onlarla savaşmaya ve cihat etmeye dair kendilerinde güç ve kuvvet bulamadılar. Zaten İsrailoğulları, Mısır'da, Kıptîlerin hakimiyeti altında kaldıkları müddetçe zillet ve zorluklara alıştıklarından dolayı böyle bir hayata razı olmuşlardı. İşte bundan dolayı Allah'ın emrini yerine getirmekten kaçındılar ve düşmanlarıyla da savaşmaktan korktular. Onların bu davranışları üzerine Allah, onları, Tih çölüne attı ve onları kırk sene çölde bıraktı. Böylece onlar çölde sersem sersem dolaşıyorlar yok oluyorlar, ölüyorlar, sağa-sola doğru göçüp gidiyorlardı ve daha sonra tekrar dönüp dolaşıp eski yerlerine geliyorlardı. Nitekim Yüce Allah, İsrail oğullarının Tih çölünde kaldıklarına dair şöyle buyurmaktadır: "Allah (Musa'ya): '(Cihat etmekten kaçındıkları için) orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır. (Bu müddet içinde) orada şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sende yoldan çıkmış toplum için üzülme!' dedi." 236[83] Bu, Yüce Allah'tan onlara bir ceza idi. Bu ceza onlardan zillet ve zorluk üzere yaşamaya alışan bu ilk nesil yok olup gidinceye kadar devam etti.. Onların yerine, çölde hür yetişen ve izzetle yaşayan bir nesil geldi. Bu nesil, Yuşa b. Nûn ile birlikte kutsal şehre (Arzı Mukaddes'e) girdiler. 237[84] İsrailoğulları Tarihinden Alınacak İbretler: Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın kendilerine verdiği nimetlere inkarla, lütuf ve ihsana isyanla karşılık veren bu azgın ve asi topluluğun hayatım daha sonra gelen insanların ibret alması için onlardan çokça bahsetmiş ve onların başından geçen hadiselere ve olaylara geniş yer vermiştir. Bunların yanı sıra Yüce Allah; onların üzerine nimetlerini çoğaltmış, onları düşmanlarının tuzağından kurtarmış ve düşmanları olan Firavun ile askerlerini de denizin dalgalan arasında helak etmiştir. Fakat İsrail oğullan, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu sayılamayacak kadar çok olan güzellikler ve ihsanlardan sonra buzağıya tapmışlar, peygamberleri olan Hz. Mûsâ (a.s)'m davetinden yüz çevirmişler, kendilerine gönderilen birçok peygamberi öldürmüşler, iyi kimselerin kanlarını 233[80]

B.k.z: Bakara: 2/57; A'râf: 7/160 (ç). Tarihçiler, Heysanlılan, tarih kitaplarında geçen Hititler olarak kabul emektcdrler (ç). 235[82] Maide: 5/24. 236[83] Maide: 5/26.. 237[84] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 432-435. 234[81]

dökmüşler ve daha birçok tüyler ürpertici işler yapmışlardır. Sonunda ise Allah, İsrail oğullarını maymunlara ve domuzlara çevirmiş, onlara gazap etmiş, onlara lanet etmiş ve onlara horluk ile yoksulluk damgasın! vurmuştur. Nitekim Yüce Allah, bunun sebebini şöyle anlatmaktadır: "israil oğullarının üstüne horluk ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar. (Allah, İsrail oğullarına verilen bu cezaların sebebini şöyle açıklıyor) İşte bu, (onlara verilen cezalar) Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini inkar ettiklerinden ve (kendilerine gönderilen) peygamberleri de haksız yere öldürdüklerinden dolayı idi. İşte bu (nları yapmalarının sebebi ise) isyan etmelerinden ve aşırı gitmelerinden dolayı idi." (Bakara: 2/61) Yine Yüce Allah, onların bu durumunu şöyle anlatmaktadır; "Allah onlara zulmetmedi. Ama onlar kendilerine (çeşitli şekillerde) zulmediyorlar." (Âl-i Imrân: 3/117) Eğer biz, İsrail oğullarının işlemiş oldukları günahları ve suçları genişçe anlatmaya kalksak, (diğer anlatmamız gereken şeyler için) bize yer kalmaz. Üstelik büyük bir cilt kitap yazmak gerekir. Çünkü onların hayatları, insanlık hakkında işledikleri günahlar bir yana, sadece peygamberler ile Yüce Allah hakkında işledikleri sürekli günahlar ile doludur. Zira onlar, Şanı Yüce Allah'a çeşitli iftiralarda bulunmuşlardır. Örneğin; Allah'ı cimrilikle ve aşırı cimrilikle suçlamışlar, yine Allah'a acizliği ve zulmü isnat etmişlerdir. Nitekim Yüce Allah, İsrail oğullarının bu durumunu şöyle anlatmaktadır: "Yahudiler: 'Allah'ın eli bağlıdır (cimridir)' dediler. (Böyle) söylediklerinden dolayı (Yüce Allah'ın zatına yakışmayan bir nitelemede bulunmalarından ötürü) onların elleri bağlansın ve onlara lanet olsun. Hayır, Onun iki elide açıktır. Nasil dilerse (cömertliğinden) öyle infak eder..... " 238[85] İsrail oğullanılın hayatında görülen başka tarihi olaylar ve hadiseler daha vardır. Fa'kat onların hayatlarının uzun ve geniş olması itibariyle sadece bir kısmını anlatmayı uygun bulduk. 239[86] Allah, doğru yola ileten ve başarılı kılandır. 240[87] Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s)'in Kıssası: Kur'ân-ı Kerîrri, bize, Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s) 241[88] arasında geçen kıssayı anlatmıştır. Bu kıssa, ilim talep etme yolunda alçakgönüllülüğü gösteren bir kıssadır. Bu kıssa, Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s) arasında gayb ve garip gibi görünen haberlere dair geçmiş bir kıssadır.... Yüce Allah, gayb ve garip gibi görünen haberleri bu salih kula yani Hz. Hızır'a bildirmiştir. Fakat Ulu'1-azm peygamberlerinden biri olan Hz. Mûsâ (a.s), gayb ve garip gibi görünen haberleri tanıyıp anlayamamıştır... Bazen Şam Yüce Allah'ın yarattığı birisinde, önemli işler olabilir. Çünkü bazen ikinci derecede olan, birinci derecede olanın bilmediği şeyi bilebilir... Bu kıssalar; geminin delinmesi olayı, çocuğun öldürülmesi olayı ve yıkılan duvarın yapılması olayıdır. Bu kıssaların hepsi, Kur'an ile sünnette açıklanmış haberlerden ve normalde garip gibi görünen işlerdendir. Resulullah (s.a.v.) gözetici ve faydalı üslubuyla, Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s) arasında geçen kıssayı bize haber vermiştir. Buhârî ile Müslim, Übey b. Ka'b yoluyla Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "Mûsâ, İsrail oğullan içinde bir gün hutbe anlatmaya kalktığı sırada kendisine: - "İnsanların bilgi yönünden en bilgilisi hangisidir?" diye sordular. Musa'da: Maİde: 5/64. Yazarımız Sabûnî'nin de belirttiği gibi İsrail oğullarının talihleri çok geniş ve uzundur. Geniş bilgi için Kur'ân-ı Kerîm ayetlerine, tefsir kitaplarına ve taribkitapnna bakılabilir, (ç) 240[87] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 435-436. 241[88] Alimler arasında Hz. Hızır (a.s)'ın Peygamber olup olmadığı konusuihtilafhdns Bazısı onun bir Peygamber olduğunu iddia ederken, bazısı da onun veli bir kul otluğunu iddia etmişlerdir. Merhum Elmalın Hamdi de, Hızır'ın yaşamadığı gÖrüji-nü kabul etmektedir. B.k.z: Hak Dini Kur'an Dili, 5/370-371. 238[85] 239[86]

- "Benim" dedi. Mûsâ, bu konudaki bilgiyi Allah'a havale etmedi. Bundan dolayı da Allah, onu, (böyle cevap vermesinden ötürü) kınamış ve ona: - "İki denizin bitiştiği yerde benim bir kulum vardır ki o, (bilgi yönünden) senden daha bilgilidir" diye vahyetti. Mûsâ'da, Allah'a: - "Ya Rab! Ben onunla nasıl buluşabilirim?" diye sordu. Allah: - "Bir balık al ve onu içerisinde su bulunan bir kovanın i-çine koy. Onu yanında taşı. Onu nerede kaybedersen, işte o kulum orada (demek)tir" buyurdu. (Bunun üzerine Mûsâ, bir balık alıp kovanın içine koydu ve yanındaki genç arkadaşına 242[89] - "Balığı nerede kaybedersen, onu bana haber ver" diye tembih etti.) Mûsâ, beraberinde genç bir arkadaşı olduğu halde yola koyuldu. İki denizin bitiştiği yerde bulunan büyük bir kaya parçasının yanma varıp orada başlarını yere koyup uyudular. Kovanın içindeki balık, kımıldayarak kovadan sıçrayıp denize düştü. Fakat Allah, balık için denizin akışını tuttu ve denizin yüzeyinde bir halka oluşturup balığın ondan gizli bir yol bularak denizin içerisine doğru girmesini sağladı. Genç uyandığında balığın denizin içine düştüğünü gördü. -paha sonra uyanan Musa'ya haber vermeyi unuttu. Sonra ikisi de, o günün geri kalanı ve bütün gece boyunca yürüdüler. Ertesi gün olduğunda, Mûsâ, genç arkadaşına: - 'Kuşluk yemeğimizi bize getir (de yiyelim). Doğrusu bu yolculuğumuzdan epey bir yorgunluk çektik' (Kehf: 18/62) dedi. Halbuki Mûsâ, Allah tarafından kendisine emir olunan yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Genç arkadaşı, Musa'ya: - Gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit balığı (n denize düştüğünü sana haber vermeyi) unuttum. Onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu. (Doğrusu balık) şaşılacak şekilde denizin içinde yolunu tut(up git)ti' (Kehf: 18/63) dedi. Balığın şaşılacak bir şekilde denizin içinde yolunu tutup gitmesi Musa'yı ve genç arkadaşını şaşkına çevirmişti. Mûsâ: - "İşte aradığımız (yer) orasıdır (Kehf: 18/64) dedi. Tekrar izlerini takip ederek geldikleri yere geri döndüler. Büyük kaya parçasının yanma vardıklarında, bir elbiseye bürünmüş (ve elbisenin bir tarafını ayaklarının altına, bir tarafını da başının altına sermiş ve arkasının üzerine dümdüz yatmış olan) Hızır'ı gördüler. Mûsâ, ona selam verdi. Hızır' da: - (Kimsenin bulunmadığı) bu yerde (Allah'ın) selamı ha! Kimsin sen?' diye sordu. Musa'da: - Ben, (Allah'ın sana gönderdiği) Musa'yım!' dedi. Hızır: - İsrail oğullarının Musa'sı mısın?' diye sordu. Mûsâ: - Evet! (İsrail oğullarının Mûsâ'sıyım. Sende bir ilim bulunduğu bana haber verildi.) Sana öğretilen rüşdü 243[90] bana öğretmen için sana geldim' dedi. Hızır: - Sen benimle (beraber bulunmaya) sabredemezsin' (Kehf: 18/67) dedi. Çünkü Ey Mûsâ! Ben, Allah'ın kendi ilminden bana öğrettiği öyle bir ilme sahibim ki, sen, onu bilemezsin. Sen ise, Allah'ın kendi ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da, ben bilemem' dedi. Mûsâ: - inşallah' sen, benim, sabrettiğimi göreceksin. Senin (yaptığın) iş (lere) de karşı gelmem' (Kehf: 18/69) dedi. Hızır, Musa'ya: - Eğer bana uyarsan, sana bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma' (Kehf: 18/70) dedi. Bunun üzerine sahile doğru yürüyüp gittiler. Sahilde bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almaları için, gemi sahipleriyle konuştular. Gemi sahipleri, Hızır'ı tanıdılar. Hızır ile Musa'yı, ücretsiz olarak gemiye aldılar. Bunun üzerine Hızır ile Mûsâ, gemiye bindiler. Hızır, Musa'nın beklemediği bir anda ansızın ayağıyla geminin bir tahtasını söktü. Mûsâ, Hızır'a: - Bunlar, bizi, ücretsiz olarak gemiye alan bir topluluk. Sen ise onların gemisini delmeye çalışıp 242[89] 243[90]

Kuran-i Kerîm'de bu şahsın ismi açık bir şekilde geçmemektedir. Fakat bu şiı-sm, Yuşa b. Nûn olduğu ileri sürülmektedir, (ç). Yani dosdoğru görüşlülük, doğru görüş, bilgi vb şey demektir, (ç).

batırmak istiyorsun. (Yoksa sen,) 'gemi halkını boğmak için mi deldin? Gerçekten sen, (zararı) büyük bir iş yaptın' (Kehf: 18/71) dedi. Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla şöyle dedi: "Musa'nın, Hızır'a karşı bu ilk. davranışı, bir dalgınlık ve unutkanlık eseri idi... O sırada bir serçe, geminin kenarına konup denizden bir yudum su almıştı. - Hızır, Musa'ya: ü 'Senin ilmin ve benim ilmim, Allah'ın ilminin yanında, şu serçenin (gagasıyla) denizden aldığı bir yudum su kadar!' dedi. Daha sonra gemiden çıktılar. Deniz sahilinde yürüyüp gittikleri sırada başka çocuklarla oynayan bir oğlan çocuğu gördüler. Hızır, hemen oğlanın başını tutup koparmak suretiyle onu Öldürdü. Mûsâ, Hızır'a: - 'Tertemiz bir canı, hiç bir kimseyi öldürmediği halde katlettin ha!' (Kehf: 18/74) dedi. Hızır'da, Musa'ya: - 'Ben,, sana, benimle beraberliğe sabredemedin, demedim mi?' (Kehf: 18/75) dedi. Süfyan derki: 'Bu, birinci tepkisinden daha ağır idi.' Mûsâ, Hızır'a: 'Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan son Özre ulaştın' (Kehf: 18/76) dedi. Bunun üzerine (yine yola koyulup) gittiler. 'Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Köy halkı ise, onları, misafir etmekten kaçındılar. Bu arada, orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar.' (Kehf: 18/77) Hızır, eliyle onu doğrulttu. Mûsâ, Hızır'a: - 'Bunlar, yanlarına geldiğimiz halde bizi misafir etmeyen ve bize yemek vermeyen bir topluluk. İsteseydin elbette bu yaptığın iş karşılığında bir ücret alırdın' (Kehf: 18/77) dedi. Hızır'da, Musa'ya: - 'İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim' (Kehf: 18/78) dedi. Resulullah (s.a.v.) devamla: 'Allah, Musa'ya rahmet etsin. İsterdim ki, o, sabretseydi. Bu sayede Allah, bize, ikisi arasında geçen işleri haber verirdi!!' buyurdu." Bu hadisi, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. 244[91] Bir İkaz: Allame Kurtubi derki: "Allah'ın veli kullarının kerametleri, mütevatir ayetler ile haberlerin gösterdiğiyle sabittir. Veli kulların kerametlerini ancak inkarcı olan bidatçi ile sapık olan kimseler kabul etmez. Halbuki Yüce Allah'ın, Hz. Meryem hakkında naklettiği haberler ise; kışın yaz meyvelerinin ve yazın ise kış meyvelerinin ortaya çıkması şeklindedir. Bunlar ( da, Hz. Meryem'in, eliyle kuru ) hurma ağacını sal-lamasıyla ağacın meyve verir bir hale dönmesi biçimindedir. Halbuki Hz. Meryem, Peygamber değildi...Hz. Hızır'ın ise gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi ve yıkık duvarı yapması da aynı şekilde kerametin ortaya çıktığını göstermektedir.'' 245[92] Hz. Mûsâ (a.s) 'in Ölümü: Hz. Mûsâ kelimullah (a.s), Tih çölünde kardeşi Hz. Hanından sonra ölmüştür. Hz. Mûsâ (a.s ), İsrailoğullarmı; Allah'ın, kendilerini savaşmakla emrettiği kutsal şehre sokamadı. Fakat bu kutsal şehre, İsrailoğullarmı, Yuşa b. Nun soktu.Bu konuya daha önce değinmiştik.Bu sebeble de bu konuyu tekrar anlatmaya gerek yoktur. Hz. Mûsâ (a.s) öldüğünde, 120 yaşında idi. Buhârî'nin, Hz. Mûsâ (a.s)'m ölümüyle ilgili rivayet ettiği hadiste deniyor ki: "Ölüm meleği, Musa'nın canını almak için onun yanma gelmişti. Mûsâ, ölüm meleğine şiddetli bir şekilde "baktı. Bunun üzerine ölüm meleği, (onun bu bakışından) korktu ve gözü karardı. Daha sonra Yüce Allah'a: - Ey Rabbim! Sen beni öyle bir kuluna gönderdin ki, o kulun, ölmek istemiyor' diye dua etti. Daha sonra Yüce Allah, ölüm meleğini üzerinden o hali kaldırdı. Onu tekrar Musa'nın (canını alması için) görevlendirip ona: Buhârî, İlm 44, Enbiyâ 27, Tefsirü Sure-i Kehf 2.4: Müslim. Fezail 170-174 (2380); Tirmizî, Tefsirü Sure-i Kehf İ; Müsııed: 5/ 117, 118. Kurtubt, el-Camîu li Ahkâmi'1-Kur an, 11/ 28 (ç).. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 437-442. 244[91] 245[92]

- Musa'ya tekrar dön de ona:'elini bir sığırın sırtına koymasını ve elinin, sığırın sırtındaki tüylerden ne kadarmı kapsıyorsa, o her bir tüye karşılık ona bir yıl ömür verileceğini söyle!' dedi. Ölüm meleği, Musa'nın yanma varıp Allah'ın , kendisi hakkında ne buyurduğunu ona söyledi. Mûsâ, bu ilahi mesajı duyunca: - Ey Rabbim! Bu kadar yıl yaşadıktan sonra ne olacağım?' diye sordu. Allah'ta: - (Müddet bittiğinde,) öleceksin' buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ: - Öyleyse ölüm şimdi gelsin' deyip Allah'tan; bir taş atımı mesafeye kadar kendisini kutsal şehir (Kudüs)'e yaklaştırmasını (ve orada ölüp oraya gömülmesini) diledi. (Hadisin ravisi) Ebu Hureyre der ki: "Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla şöyle buyurdu: 'Eğer ben, Musa'nın gömüldüğü yerde sizinle birlikte bu-lunsaydım, onun mezarının, yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunduğunu sizlere mutlaka gösterirdim. 246[93] Allah'ın salât ve selâmı, Hz. Musa'nın üzerine olsun. Amin. 247[94]

246[93] 247[94]

Buhârî, Cenaiz 69, Enbiyâ 31; Müslim, Fezail 157,158; Nesai, Cenaiz 121; Müsned: 2/7, 269. 315, 351, 513, 533 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 442-443.

HZ. MESİH İSA (A.S) "Meryem oğlu İsa sadece peygamberdir. Ondan öncede peygamberler geçmiştir. Onun annesi (Meryem) dosdoğru bir kimsedir." (Maide: 5/75) 248[1] Hz. İsa (a.s)'ın Soyu: Hz. İsa (a.s)'ın soyu şu şekildedir: Mesih Isa, Hz. Meryem'in oğludur. Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun. Hz. İsa (a.s), İsrailoğullan peygamberlerinin sonuncusudur. İsmi, İsa'dır. Lakabı ise Mesih'tir. 249[2]Annesi Hz. Meryem'e nispetten dolayı "İbn Meryem" (Meryem oğlu)" diye künyelenmiştir. Çünkü babasız olarak doğmuştur. 250[3] Hz. İsa, İbranice'de, "Yeşû' " diye bilinir. Manası ise "Kurtuluş" (veya arı, duru) demektir. İncil'de ise -noktalı Şın harfinin yerine noktasız "Sin" harfi ile- "Yesû"' diye geçer. Hz. İsa (a.s), Allah'ın kulu ve peygamberi olup temiz, iffetli, kötülüklerden uzak, Aîlah'a gönül veren bakire Meryem'e Allah'ın attığı bir kelimesidir. Nitekim Yüce Allah, Hz. Meryem ile ilgili bu özellikleri şöyle anlatmaktadır: "(Yine Allah, müminlere) îmrân 'in kız\ Meryem 'i de örnek verdi ki o, "ırzım korudu." Bizde, o(nun rahmin)e, ruhumuzdan üfledik. O, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden (Allah 'a) itaat edenlerden oldu." 251[4] Hz. Muhammed (s.a.v) bütün peygamberlerin sonuncusu olduğu gibi, Hz. İsa (a.s)'da İsrailoğullan içerisindeki peygamberlerin sonuncusudur. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.), hem nebilerin ve hem de resullerin sonuncusudur. 252[5] Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun. 253[6] Hz. İsa (a.s)'ın, İncil'de Belirtilen Soyu: Hz. İsa b. Meryem (a.s)'in soyu daha önce nakledilmiştir. Fakat Hıristiyanlar, Hz. İsa (a.s)'ı kendilerinin yanında Yesû' b. Yûsuf en-Neccâr (Yûsuf en- Neccar'm oğlu Yesû') diye adlandırdıklarından dolayı onun soyunu, Yûsuf en-Neccâr'a dayandığını iddia ederler. İşte bunun Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 444. Hz. İsa (a.s)'a, "Mesih" denilmesinin bazı sebepleri şunlardır: Yeryüzünde çok seyahat etmesi ve hiçbir yeri vatan edinmemesi, dinini zamanın fitnelerden kurta-ması, Yahudilerin ona ve annesine türlü iftiralar atmaları ve onu yalanlamaları, düz tabanlı olduğu için, herhangi bir hastalık üzerine elini meshedip sürdüğü zaman o kişinin şifa bulması sebebiyle, Ibranice "mübarek" anlamına geldiği için... (ç). 250[3] B.k.z: Âî-i îmrân: 3/45 (ç). 251[4] Tahrim: 66/12. 252[5] Bazı çevreler, Ahzab: 33/40'da geçen ayete dayanarak; Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra da resulün gelebileceğini iddia etmektedirler. Zira AhzabSûresinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "nebilerin sonuncusu" olduğu bildirimektedir. Fakat bu kimselerin bu iddiaları birçok yönden çürütülmektedir. Örneğin: 248[1] 249[2]

a. Lügat manası itibariyle nübüvvet, risalet kelimesinden daha geneldir. Çünkü resul, verilen haberi götürme manasmdadır. Nebi -ise; haber + yükselme = risalet şeklindedir. b. Peygamberlerin sayısını bildiren hadisi şerifle; (Müsned, 5/178, Heysemi, Mecmau'z-Zevâhid, 8/210, Beyhâki, Sünen, 9/4) risalet, nebilerin sayısı içerisinde yer almaktadır. Buna göre nübüvvet, risaletten daha geneldir. c. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in birçok hadisi şeriflerinde nübüvvet ve risaletin sona erdiği bildirilmektedir. Bu hadisler için b.k.z; Buharı, Menâkib İ8, Tefsirü Sure-i İsrâ 5; Müslim, Fezâil 22, İman 327; Ebu Davûd, Fiten 1; Tİrmizî, Menâkıb 8, Fiten 43, Kıyamet 10; Dârimi, Mukaddime 8,3; Müsned, 2/398,412,436, 3/79,248, 4/81,84,127,128, 5/278; İbn Mace, İkame 25. d. Hz. Peygamber (s.a.v.) birçok hadisi şeriflerinde, kendisinden sonra eğer bir nebi ve resul gelseydi bunun, Hz. Ömer ya da Hz. Ebu Bekr olacağı bildirilmektedir. Buna göre bu hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra bir nebinin ve resulün gelmeyeceğini belirtmektedir. e. Üstelik Hz. Peygamber (s.a.v.), kendi zamanında peygamberliğiniilan eden yalancı Müseylime ile mücadele etmiştir. Daha sonrada Müseylime, Müslümanlar tarafından Öldürülmüştür. Çünkü Müseylime için geçerli olan şey, risaletini ilan eden herkes içinde geçerlidir. f. Hz. Peygamber (s.a.v.), bazı hadisi şeritlerinde kendisinden sonra birçokyabancı nebi ve resulün çıkacağını belirtmiştir. g. Üstelik bugün risaletini ilan eden kimseler, böyle yapmakla; Hz. Peygamber (s.a.v.)'in getirmiş olduğu hak dine gölge düşürmektedirler. Bö/\e bir şey, en Ç°k İslam düşmanlarım sevindirir, (ç) 253[6] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 444-445.

sebebi ise; Hz. Meryem'in, Hz. İsa (a.s)'a hamile kalmazdan önce Yûsuf en-Neccâr'ın, Hz. Meryem'i (evlilik için) istemesidir. Hz. Meryem hamile kalınca, Yûsuf en-Neccâr'a rüyasında -Hz. Meryem'in her türlü kötülüklerden uzak olması gerektiğinden dolayı onunla evlenmesi, ona bir iftira ve şüphe atılması ihtimali olması itibariyle- (onunla evlenmek için) onu isteyeceğini etrafına yayması ve ondan vazgeçmesi gerektiği emredildi. Matta İncil'inin 1-20 bölümü arasında, Hz. Meryem'in bu özellikleri anlatılmıştır. Yûsuf enNeccârda, İsrailoğulları gençlerinden olup salih bir kimseydi. Yûsuf en-Neccâr'm temiz ve iffetli bir yaşayışı vardı. Daha sonra Hz. Meryem'in iffetini, temiz bir kimse olduğunu vb Özelliklerini görünce onu (evlilik için) istedi. Fakat ikisi arasında evlilik veya cinsel ilişki (yahut flört) meydana gelmemişti. Yûsuf en-Neccâr'ın, Hz. Meryem'i evlilik için istemesi; evlilik öncesi birleşme olmaksızın (flört hayatı yaşamaktan uzak) sadece normal bir evlilik istemesi şeklinde idi. Barnaba İncil'in de anlatıldığına göre; Yûsuf en-Neccâr, Hz. Meryem'de iffctlilik, dine bağlılık vb. özellikler görünce, onun, kendisiyle evlenmesini arzuladı. Dolaylı yollarla (veya direkt olarak) ona evlenme teklifinde bulundu. Zira Yûsuf en-Neccâr; salih, nefsine boyun eğdiren ve takva sahibi önemli kimselerin içerisinde yer almaktaydı. Hem kendisinde ve hem de Hz. Meryem'de bulunan bu güzel özelliklerden dolayı Hz. Meryem'e evlenme teklifini arzu etmesinin sebebi işte bundan 254[7] dolayı idi. Harız îbn Kesîr'in; Yûsuf en-Neccâr'm Hz Meryem'e olaylı yollarla evlenme teklifinde bulunduğuna daiSede ite Hz. Meryem'm Hz. Isa (a.s)'a hamile kalmasından sonra ıkısı arasında geçen konuşmaya dair naklettiği rivayetleri 255[8] inşallah ilen ki sahifelerde anlatacağız. 256[9] Hz. Isa (a.s)'in, İndilerde Geçen Soyu: Hz. İsa (a.s)'ın soyu sadece Matta ve Luka İndilerinde geçmektedir. O kadar İncil'in içerisinde sadece bu ikisinin Hz. İsa (a.s)'m soyu ile ilgili bilgi vermesi sebebiyle bu iki İncîl, bu yönüyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Fakat ne gariptir ki, bu iki İncîl arasında da; Hz. İsa (a.s)'ın soyunu anlatma bakımından çok farklılıklar ve birleştirilmesi mümkün olmayan açık çelişkiler bulmaktayız. Buradan şunu anlıyoruz ki, Kitap Ehli; kendi İndilerin Önüne geleni araştırmadan ve tahkik etmeden yazmış, doğru bilgileri kesin olarak tespit etmeden onlara inanmış," din adamlarının ileri sürdüklerini ve İndilere karıştırdıklarının hepsini düşünmeden tasdik etmişlerdir. Kısacası; Kur'ân-ı Kerîm'in de belirttiği gibi, 257[10] Tevrat ve İncîl kesinlikle tahrif edilip değiştirilmiştir. Şimdi de, İndilerin 258[11] en büyükleri kabul edilen, Hıristiyanlarca da en çok tanınmış ve en meşhur Matla İncîl'i, 1-20.(ç). İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 2/65 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 446-447. 257[10] Konuyla ilgili ayetler için bkz: Bakara: 2/75; Nisa: 4/46; Maide: 5/3,4 (ç). 258[11] “Ahd-i Cedid’i meydana getiren bu kitapların sayası 27'dir. Zaman içinde içinde bu eserler üç kısma ayrılmıştır: 254[7] 255[8] 256[9]

1. Tarihi Kitaplar ki, bunlar dört İncîl ile . 2. Talimi Kitaplar: Pavlos’un mektupları ile “Katolik” diye adlandırılan yedi mektup, 3. Peygamberlik Yuhanna vahyi. Hz. İsa (a.s) Aramca konuştuğu haide başta İndiler olmak üzere Ahdi Cedid kitaplarının hepsi Grekçe (Yunanca)'dır. Sadece Matta İncil'inin Aramca olduğu söylentisi varsa da orjinali mevcut değildir. Ahd-i Cedid'i meydana getiren 27 kitabın metinlerine ait pek çok yazma bı-lumnaktadır. Ve bunların tamamı Grekçe'dir. Ve hiçbiri Ahdi Cedid yazarlarına ait değildir. Orijinal nüshalar, ilk Hıristiyan cemaatler tarafından kutsal metin olarak benimsenmemiştir. 27 kitabın tamamını veya bir kısmını ihtiva eden el yazmaların sayısı 5.000'den fazladır ve her biri diğerinden farklıdır. Ahd-i Cedid;e ait papirüsler üçüncü veya dördüncü asra aittir. Yani Hz. İsa (a.s)'dan 200300 veya 300-400 yıl sonrasından kalmadır. Bu papirüsler ve muhtevaları, birbirinden oldukça farld-dır. Bu el yazmalardan Codex Bezae olarak adlandırılanı altmcı asra yani Hz. I-sa'dan 500-600 yıl sonraya aittir. İndileri, 'Resullerin İşfcri'ni ve oldukça eksik olarak Yuhanna'nm üçüncü mektubunu ihtiva eden Codex Bezae, Latince ve Gnk-çe olarak iki dilde yazılmıştır. Latince metin, Grekçe'nin tercümesi değldir. Ve bu İkİ metin arasında 2000'den fazla fark vardır. Kutsal metinlerin -belki de fazlaca istinsahından dolayı- nüshalar arasında pek çok değişiklik ve fark gözlenmektedir. Öyle ki Grekçe metnin veya eski tercümelerin tamamıyla aynı olan iki nüshası bile yoktur. NüshaSararası farklılıkların 17. asrın sonuna doğru yaklaşık otuz bin olduğu tahmin edilmektedir. Bugün bu rakam iki yüz elli bine çıkmıştır. Bu kadar varyant ve farklılık arasında asıl metne ulaşırının imkansızlığı ortadadır. Tenkitçiferin ortak kanaatine göre. Ahd-i

olan Luka ve Matta İndileri arasındaki Hz. İsa (a.s)'ın soyu üe ilgili zıtlığa ve çelişkiye bir göz atalım: Hz. İsa (a.s)'ın Luka İncîl'indeki Soyu: Yesû' b. Yûsuf en-Neccar b. Hâlî b. Lâvî b. Melkî Yehûzâ b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrâhîm (a.s) Hz. İsa (a.s)'m Matta İncîl'indeki Soyu: Hz. İsa (a.s)'m Matta İncîl'indeki soyu ise şu şekildedir: Yesû' b. Yûsuf en-Neccâr b. Ya'kûb b. Mettân b. Yeâzır. Yehûzâ b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrâhîm (a.s) 259[12] Hz. İsa (a.s)'m soyunu, başından sonuna kadar dikkatle incelediğimizde iki İncîl arasında şu gibi büyük farklılıkların bulunduğunu görürüz: 1. Luka İncil'i; Hz. İsa (a.s)'m soyunun başlangıcı olarak, "Yûsuf b. Hâlî" diyor. Matta İncil'i ise; Hz. İsa (a.s)'m soyunun başlangıcı olarak, 'Yûsuf b. YaVûb" diyor. 2. Luka İncil'i; Hz. İsa (a.s)'ın, Nâsân b. Davûd (a.s)'m çocuklarından olduğunu söylüyor. Matta İncil'i ise; Hz. İsa (a.s)'m, Süleyman b. Davûd (a.s)'m çocuklarından olduğunu söylüyor. 3. Luka Tncîl'i; Hz. İsa (a.s)'m atalarının, hükümdar ve meşhur kimselerden olmadığını söylüyor. Matta İncil'i ise; Hz. İsa (a.s)'m atalarının, hükümdar ve meşhur kimselerden olduğunu söylüyor. 4. Luka İncil'i; Hz. İsa (a.s) ile Hz. Davûd (a.s) arasında 41 nesil vardır derken, Matta İncil'i; Hz. İsa (a.s) ile Hz. Davûd (a.s) arasında 16 nesil bulunduğunu söylüyor.260[13] Anlamıyorum, Hz. İsa (a.s)'m soyu hakkında Hıristiyanlarca kabul edilen bu kutsal kitaplarda geçen farklılıklar ile çelişkilerin birleştirilmesi ve açıklanması nasıl mümkün olur? Çünkü bugün Hıristiyanlardan yüz milyonlarca insan, buna inanıyor!! Ey Allahım! Kur'ân-ı Kerîm'in de belirttiği gibi, bunun, kutsal kitapları değişikliğe uğratan onların din adamlarının değiştirmesinden olmasını diliyorum!! 261[14]

Cedid'in gerek tamamının ve gerekse içlerinden sadece birinin doğru ve detaylı bir orijinal metnini bize ulaştıran hiçbir belge yoktur.''(Doç. Dr. Abdullah Aydemir, îslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 251) (ç) 259[12] Matta, î/16(ç). 260[13] Matta 1/6-7 Aynca diğer çelişkiler ve farklılıklar için b.k.z: Prof. Dr. Mehmet Aydın, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konı-lan; Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, sh. 235 256; G. Tümer ve A. Küçük, Dinler Tarihî, sh. 154-155; Maurice Bucaille, Müspet Dini Açısından Tevrat, İncîl ve Kur'an (ç). 261[14] "Ahd-i Cedîd'i (İncil'i) teşkil eden kitaplar aynı zamanda ortaya çıkmış ve aynı tarihte yazılmış olmayıp Ahd-î Atik (Tevrât)'te de olduğu gibi. uzun süre şifahi (sözlü) olarak nakle-dilmİştir. Hıristiyan inancına göre, bu kitapları Hz. İsa (a.s) ne yazmış ne de yazdırmıştır. O sadece tebliğ etmiştir. Havailer ise bunları uzun süre Şifahi olarak nakletmiş!erdir. Bu sebeple Allah'ın vahyettiği ve Hz. İsa (a.s)'m tebliğde bulunduğu gerek İncîl korunamamıştır. Kitab-ı Mukaddes gerçekte, farklı yazarların, farklı devirlerin ve farklı edebi tarzların kitaplarından meydana gelmş- I tir. Bir yazar ismi altında bazen birçok kişi yazmış ve yazdıklarını tanınrriış bilinin ismine izafe etmişlerdir. Tarihi kitaplar, siyasi ve dini nutuklar, dualar, hikmet kitapları, felsefi konuşmalar ve kanun mecmuaları vardır. Bu ilhamla coşup yazan tarihçi yazdığına "Mûsâ" imzası atmış veya hiç imzalamamış, filozof da "Süleyman" imzası atmıştır. Kitabı Mukaddes yazarları genelde söyleyeceklerişeyin arkasında gölgede kalmışlardır. Az öncede ifade edildiği gibi Hz. İsa (a.s) yazmaz, devamlı konuşurdu. Vâı-yini yazdırmayan veya tarihi sebeplerle yazdırmak istemeyen Hz. İsa (a,s)'ın Havarileri ve onları izleyenlerden her biri kaybolan veya hayatı -Hıristiyan inancına göre- unutulmaz bir acı ile son bulan rehber için birer hatıra yazmışlardır. İnctller Hz. İsa (a.s)'m söyledikleri veya yaptıklarının karışık ifadeleriyle İncîl yazarlarının başka kaynaklardan da öğrenmiş olduklarının tekrarından ibarettir. Bu haliyle İncîl, ne Kur'an ve ne de hadis gibidir. İncîl bir bakıma bazıları sahabe, bazıları da daha sonraki nesillerce kaleme alman siyer veya Hz. Peygamber'in hayatına ait eserlere benzemektedir. {M. Hamİdullah, Kuran Tarihi, s. 17-19) Bir yazarın ifade ettiği gibi, Hz. îsa(a.s)'m hayatını ve doktrinini, dört tanesi elde bulunan İndilerden anlayamayız. İnciller, ilmi bir hal tercümesi (biyografi) değil, eski Hıristiyanlığın problemlerine dokunan ve yine Hıristiyanların kullanacağı birer "Manevi Tarih" ve birer "Katekese"den başka bir şey değildirler. İncil'in bugünkü muhteviyatının tarihi bir muamelenin sonucu olarak kabul edilmesi gec-kir. (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş. sh. 117) Hz. İsa (a.s)'ı bizzat görüp duyanlar azalıp Hıristiyan cemaatler çoğılınca Mesihi krallık beklentisi zayıflamaya başlayınca, Hz. İsa(a.s)'m sözferinin yazıya aktarılma zarureti ortaya çıkmıştır. Böylece "Havarilerin Hatıratı"da denilen İnciler kaleme alınmıştır. Ancak 3. yüzyılın başında Ahd-i Cedid'e ait liste oluşturmaya başlanmıştır. 4. Yüzyılın ikinci yansmda Grek (Ortodoks) kiliselerinde muhtelif kişiler tarafından liste hazırlanmıştır. Bunlardan bir kısmı ise vahiy kitabını da li-teye eklemiştir. Grek kilisesinde Ahd-i Cedid'in listesi 4. Yüzyılın ikinci yarısında lespit edilmiştir. Vahiy kitabıyla (asıl İncil'le) ilgili tartışmalar ise 7 asır devam etmiştir. Latin (Katolik) kiliselerinde İtalya ve Gaules'ta 5. Asrın balarında Ahd-i Cedid listesi tespit edilmiştir. Sonuç olarak 8 Nisan 1546'da Trenle konsilinde Ahd-i Cedid'e dair liste, bugünkü şekliyle resmen ilan edilmiştir. (Hikmet Tanyu, Ahd-ı Cedid, sh. 501-503) Bu ilanın, Hz. İsa (a.s)'dan 16 asır sonra olduğa gerçeğinin altı çizilmelidir Kilise 4 asır boyunca bütün Hıristiyanlar tarafından tasvip ve tasdik edilen bir listeden mahrum kalmıştır. 2. Yüzyılın ortalarına kadar hep bir tek İncil'den balsediimesine rağmen bugün kilisenin benimsediği sayı dörttür. (Doç. Dr. Abdullah Aydemir, a.g.e, s. 252-253) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 447-450.

Müslümanlara Göre Hz. Meryem Kimdir?: Hz. Meryem; Allah'a gönül bağlamış, dosdoğru, tertemiz bir bakire, faziletin (peygamberliğin) kucağında terbiye edilmiş, her türlü kötülüklerden uzak ve temiz bir şekilde hayat yaşamış, Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerîm'inin çeşitli yerlerinde övmüş olduğu ve Kur'an'da ismi geçen İmrân'm kızı Meryem'dir. Yüce Allah'ın, Hz. Meryem'i övdüğü ayetlerinden birisi de şudur: "Mahrem, yerini (veya iffetini) sapasağlam korumuş Imrân km Meryem'i de (Allah örnek vermiştir). Biz, ona, ruhumuzdan (Cebrail, Allah'ın ruhundan onun elbisesinin yakasından rahmine ulaştıracak şekilde) üflemiştir. O, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını doğrulamıştı ve gönülden (Allah'a) itaat edenlerden idi." 262[15] Hz. Meryem'in babası İmrân, İsrailoğulları alimlerinden büyük bir alim ve büyük bir zat idi. İbn îshâk'm da naklettiğine göre; İmrân'm hanımının yani Hz. Meryem'in annesinin 263[16] çocuğu olmuyordu. Bu nedenle İnırân'ın hanımı, bir gün "Eğer hamile kalırsam doğacak çocuğumu Allah'ın azatlısı olarak Beytü'l-Makdis'in (Mescid-i Aksa) hizmetine vereceğim" diye adakta bulundu. Yüce Allah'ta onun bu duasını kabul etti. Kadında Hz. Meryem'e hamile kaldı. Ne zamanki, kadın doğum yapınca çocuğun kız olduğu ortaya çıktı. Halbuki îmrân'ın hanımı, doğacak çocuğun Beytü'lMakdis'te hizmet etmesi için onun erkek olmasını istiyordu. Bunun üzerine mazeretli ve üzgün bir kimse gibi, Yüce Allah'a şöyle yalvarmaya başladı: "(îmrân'ın karısı) Meryem'i doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu bilirken- o yine de: 'Ey Rabbim! Onu (sana adakta bulunduğumu) kız doğurdum. Erkek kız gibi değildir. Ona, Meryem adını verdim. 'Onu' ve 'soyunu' kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığındırıyorum' dedi." 264[17] İmrân'm hanımı üzgün bir şekildeki duasının aksine Yüce Allah', bu kız çocuğunu güzel bir biçimde kabul buyurdu. O-nu, iyi bir şekilde yetiştirdi. Onu ve oğlu Hz. İsa (a.s)'ı, kovulmuş şeytanın şerrinden korudu. 265[18] Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın, Hz. Meryem'i Koruması Altına Alması: Hz. Meryem çok küçük yaşta iken İmrân öldü. Hz. Meryem'in, kendisini koruması altına alacak ve işlerini yürütecek birisine ihtiyacı vardı. Bu sebeple İmrân'm hanımı, kızı Hz. Meryem'i alıp Beytü'lMakdis'e (Mescid-i Aksa) götürdü ve orada devamlı olarak ikamet etmekte olan "Abid Kimselere" teslim etti. Çünkü kızı, onların imamlarının ve liderlerinin kızıydı. Bu nedenle de onlar, "Hz. Meryem'i kim koruması altına alacak ve işlerini kim yürütecek?" diye birbirleriyle mün a-kaşa edip ihtilafa düştüler. Hz. Zekeriyyâ (a.s), o asırda İsrail oğullarının peygamberi idi. Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. Meryem'i koruması altına almayı istiyordu. Çünkü kendisi, Hz. Meryem'in teyzesinin kocası (yani eniştesi) idi. Bir rivayete göre ise; teyzesinin kocası idi. Bundan dolayı Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. Meryem'i koruması altına almaya diğerlerine göre daha hak sahibi idi. Fakat Hz. Zekeriyyâ (a.s) yine de aralarındaki münakaşayı ve ihtilafı kaldırmak için onlarla birlikte kura çekimine katılmayı kabul etti. Kura, kendisine çıktı. Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. Meryem'i böylece koruması altına aldı. Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. Meryem'i koruması altına aldıktan sonra onun için Mescid'de, ondan başka bir kimsenin g i-remeyeceği güzel bir yer ayırdı. Hz. Meryem, kendisi için ayrılan yerde Allah'a gece-gündüz ibadet ediyor ve Mescid'in hizmetiyle ilgili üzerine düşen görevi yapıyordu. Hatta güzel hal ve takvada o kadar ileri gitmişti ki, İsrail oğullan içerisinde örnek bir kimse olarak anlatılır oldu. Zira Hz. Meryem gösterdiği güzel davranışları, üstün ahlakı ve şerefli vasıfları sebebiyle İsrail oğulları arasında şöhret bulmuştu. Tahrım: 66/12. Rivayetlere göre; Hz. Meryem'in annesinin adı, Hanne'dir. (ç). Al-imrân:3/36. 265[18] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 450-452. 262[15] 263[16] 264[17]

Hz. Meryem, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın gözetimi altındayken Hz. Zekeriyyâ (a.s) onda acayip işlerle karşılaşırdı. Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. Meryem'in yanma girdiği zaman çarşıda bulunmayan ve o zamanda var olmayan yiyecekler ile meyveleri onun yanında buluyordu; kışın yaz meyvesini, yazın ise kış meyvesini buluyordu. Dehşet ve şaşkınlık içerisinde Hz. Meryem'e: - Bu sana nereden geliyor?' diye sorardı. Hz. Meryem'de, ona: - Bu, Allah tarafından gelen bir rızıktır' diye cevap verirdi. Nitekim Yüce Allah, Hz. Meryem ile Hz. Zekeriyyâ (a.s) arasında geçenleri şöyle anlatmaktadır: "Zekeriyyâ 'yi da, Meryem 'i Zekeriyyâ 'nın koruması altına verdi. Zekeriyyâ, her ne zaman (Meryem'in bulunduğu) yere girse onun yanında bir yiyecek bulurdu. (Şaşkınlık içerisinde ona:) 'Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?' derdi. (O da:) 'Bu, Allah tarafından (gelen bir yiyecektir)' derdi. Çünkü Al-toh, dilediği (kimseye) hesapsızca rızık verir." 266[19] Hz, Meryem'in, Yüce Allah'a Gönül Vererek Yetişmesi: Hz. Meryem, günahlardan ve haramlardan uzak olarak güzel ve iffetli bir şekilde yetişti. Beytü'lMakdis'in etrafında Allah'ın himayesi ve gözetimi altında O'nun inayetiyle (kötülüklerden) korunmuş olarak yaşadı. Melekler, Hz. Meryem'e gelip ona Allah katındaki üstün ve yüce makamını haber verirlerdi. Kendisini, Yüce Allah'ın diğer kadınlar 267[20] arasından seçtiğini, her türlü pisliklerden ve kötülüklerden temizlediğini müjdelerlerdi. Kendisinden; dünyada ve ahirette şanı yüce olacak, beşikte ve yetişkinlik çağma girdiğinde insanlarla konuşup onlara Allah'ın dinini tebliğ edecek ve salih kimselerden olacak bir çocuğu müjdelerlerdi. Ayrıca onu, ibadet konusunda gayretli olmaya ve Allah'a huşu' ile itaat etmeye teşvik ederlerdi. İşte Hz. Meryem; çirkin ve pis işlerden uzak, temiz ve ibadet üzere böyle yetişmişti. Nitekim Yüce Allah, Hz. Meryem ile ilgili bu durumları şöyle anlatmaktadır: "Hani melekler (Meryem 'e): 'Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni (diğer kadınlar arasından) seçip (her türlü kötü ve çirkin şeylerden) temizledi ve seni dünya kadınlarından üstün tuttu. Ey Metyem! Huşu ile secdeye kapan demişlerdi." 268[21] Yine Yüce Allah, bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Hani melekler (Meryem'e): 'Ey Meryem! Allah (varoluşu) kendinden (olan) bir kelimeyi sana müjdeliyor, ismi, Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada ve ahirette de (onun) şanı yücedir. (Allah katındaki mevkisi sebebiyle) yakın kılınanlardandır. Beşikte ve yetişkinlik halinde de insanlarla konuşacak-tır. Üstelik sâlih kimselerdendir' demişlerdi. " 269[22] Hz. Meryem'in Hz. Mesih İsa (as) İle Müjdelenmesi: Hz. Meryeni, kız çocuklarının ulaştığı ergenlik çağma eriştiğinde 13 yaşında idi. Günlerden bir gün Mescid'de bulunduğu yerden dışarı çıktı. İstirahat ve dinlenmek için Beytü'lMakdis'in doğu tarafına doğru yürüdü. 270[23] Yürürken farkında olmadan ev halkından ve kavminden uzaklaşmıştı. O sırada birdenbire parlak yüzlü güzel ve yakışıklı bir delikanlı yanma çıkageldi. Hz. Meryem, (o gelen adamdan) korktu ve ürperdi. Kendisine bir şey yapacağından endişelendi. Ansızın karşısına çıktığından dolayı ve onun hayal olabileceğini düşündüğünden, onun bu durumu hakkında şüphe duydu. Kendisine yardım edecek ve destek verecek kimsenin bulunmadığı bir yerde, onun, kendisine bir kötülük edeceğinden korkarak ondan uzaklaşmaya başladı ve ona: "Ben, senden Rahman'a sığınırım. Eğer (Allah'tan) korhıyorsan, (bana dokunma!) dedi." (Meryem: Âi-i İmrân: 3/37. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 452-453. 267[20] Hadisi şeritlerde geçtiği üzere; diğer seçkin kadınlarda şunlardır: Hz. Hatice, Hz-Fatıma, Firavunun hanımı Asiye ve Hz. Aİşe. Fakat ayetler ile hadislerde geçen ifadelerden kastedilen anlam; onlardan her birinin kendi zamanlarındaki kadınlar3 nispetle olan üstünlük ve efdaliyeileridir, (ç). 268[21] Âl-ı İmrân: 3/42-43. 269[22] Âl-i İmrân: 3/45-46. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 454-455. 270[23] B.k.z: Meryem: 19/16 (ç). 266[19]

19/18) Hz. Meryem, kendisine bulunduğu yerde görünen bu adamı, sıradan normal bir kimse olduğunu zannetmişti. Halbuki bu kimsenin, Allah'ın peygamberlik ve hikmet vereceği, şan ı-nm yüce olacağı ve temiz bir çocuk müjdelemek için gönderdiği bir melek olabileceği aklına hiç gelmemişti. Daha sonra o kimseye bir baktı ki, o, insan şekline girmiş Cebrail (a.s). Melek, Hz. Meryem'in korkusunu ve ürpertisini giderip ona kalbini rahata kavuşturacak hakikati haber verdi. Daha sonrada gömleğinin yakasından rahmine ulaşacak şekilde Hz. Meryem'e üfledi. İşte Hz. Meryem, bu üfleme üzerine Hz. İsa (a. s)' a hamile kaldı. Nitekim Yüce Allah'ta, bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Kitap'ta (Kur'ân-ı Kerîm'de) Meryem (e dair anlattığımız kıssayı da müşriklere) anlat. Hani Meryem, ailesinden ayrılarak (Beytü'l-Makdis'in) doğu yönünde bir yere (ibadet etmek için yalnız başına bir kenara) çekilmişti. Onlardan gizlenmek içinde bir perde germişti. Derken Bizde ona ruhumuzu (Cebrail'i) göndermiştik. (Cebrail) ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. (Meryem, onun, birdenbire çıka gelmesine ve o-nun, kendisine bir şey yapacağından korkarak) "Ben senden, rahman (olan Allah)'a sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyor-san (bana dokunma)" dedi. O da: "Ben, Rabbinin sana (günahlardan arınmış yahut hayr üzere yetişmiş) tertemiz bir oğul vermek için (müjdelemek için) gönderdiği bir elçiden başka bir şey değilim," dedi." 271[24] Tefsircilerin naklettiğine göre; Hz. Meryem'in elbisesinin yakasından rahmine ulaşacak şekilde üfleyen ve bu üfleme ile Hz. Meryem'in Hz. İsa (a.s)'a hamile kalmasını sağlayan, R u-hu'1-Emin veya Ruhu'I-Kudüs diye bilinen Hz. Cebrail (a.s)'dir. Vahyi peygamberlere indirenin ve Hz. Meryem'in hamile kalmasını sağlayanın Hz. Cebrail (a.s) olduğuna, Yüce A1-lah'ın şu ayeti kerimesi delil olarak getirilmiştir: "(Ey Muhammed) uyarıcılardan olman için kalbine Kuran-, Ruhu'l-Emin (Cebrail) indirdi. " (Şuara: 26/193-194) Buna göre bütün peygamberlere ve bizim peygamberimize vahyi indiren hiç şüphesiz Hz. Cebrail (a.s)'dır. Ebu Hayyân, "el-Bahru'1-Muhît" adlı tefsir kitabında Cebrail'in, Hz. Meryem'e, melek şeklinde değil de insan şeklinde görünmesinin nedeni ile ilgili olarak şöyle der: "Melek, Hz. Meryem'e, kendisine söyleyeceği sözleri bi 1-dirmek ve sözlerinden dolayı kendisinden ürküp kaçmasın diye ona insan şeklinde göründü. Eğer Hz. Meryem'e, melek şeklinde görünseydi, Hz. Meryem, ondan kaçardı. O zaman da meleğin, kendisine söyleyeceği sözleri dinlemeye kadir olamazdı. Bu olay, Hz. Meryem'in iffetli ve son derece haramdan sakınan bir kadın olduğuna delildir. Zira Hz. Meryem, güzel ve yakışıklı bu delikanlıdan Allah'a sığınmıştı. Cebrail'in Hz. Meryem'e böyle güzel bir şekilde gelmesi, Hz. Meryem'i ve iffetini denemek içindi......" 272[25] Hz. Meryem, kendisine böyle tenha bir yerde gelenin, insan değil de bir melek olduğunu anlayınca rahatladı ve sevindi. Fakat meleğin, kendisini bir çocukla müjdelemesi ile ilgii sözüne şaşırdı. Çünkü kendisi, bekardı ve evlenmemişti. Üstelik insanlardan hiçbiri ona yaklaşmamıştı. İffetli ve hiçbir günaha da bulaşmamıştı. Bekarlığı da devam etmekteydi. Kendisine bir erkek yaklaşmadığı halde çocuğunun olması nasıl mümkün olurdu? Yüce Allah, Hz. Meryem'in bu durumunu kendi dilinden Şöyle haber vermektedir: "Meryem: 'Bana bir insan yaklaşmamışken ve üstelik ben, kötü bir kadın olmadığım halde nasıl oğlum olur' dedi. " (Meryem: 19/20) Hz. Meryem'in bu sözü üzerine Cebrail'in ona cevabı şu oldu: "Bu, Allah'ın bir dilemesi ve istemesidir. Şanı Yüce A1lah, hiçbir şeyden aciz değildir. Bir işi yapmak istediğinde o işe sadece "ol" der ve o da anında oluverir. Nitekim Yüce Allah, Cebrail'in Hz. Meryem'e söylediği bu sözler ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Cebrail: 'Bu böyledir. Çünkü Rabbin, 'Bu (işi yapmak) bana kolaydır Onu (senden doğacak 271[24] 272[25]

Meryem: 19/16-19. Ebu Hayyân el-Endelusî, el-Bahru'1-Mubît, 6/180.

çocuğu) insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız. Hem bu, önceden kararlaştırılmış bir iştir diyor' dedi, " (Meıyem: 19/21) 273[26] Hz. Meryem'in Hamilelik Müddeti: Hz. Meryem, Hz. İsa'ya, hamile kaldığında 13 yaşındaydı. Fakat alimler, Hz. Meryem'in hamileliğinin ne kadar sürdüğü konusunda ihtilaf etmişlerdir. Alimlerin bu konudaki görüşleri şunlardır: 1. Bir rivayete göre; Hz. Meryem'in hamilelik müddeti, bir saattir. 2. Başka bir rivayete göre; Hz. Meryem'in hamilelik müddeti, dokuz saattir. 3. Başka bir rivayete göre; Hz. Meryem'in hamilelik müddeti, 8 aydır. Son görüş, Abdullah ibn Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Sahîh olan görüş ise; Hz. Meryem'in, normal bir kadının hamileliği gibi tabii bir hamilelik müddeti geçirmesi ve normal bir kadının doğum yapması gibi tabii bir doğum yapmış olm a-sidır. İbn Kesîr, bu görüşlerle ilgili olarak şöyle der: "Kuvvetli rivayetlere göre; Hz. Meryem, Hz. İsa'yı karnında normal hamile kadınlar gibi 9 ay müddetle taşımıştır. Yine diğer hamile kadınlar gibi zamanı geldiğinde doğum yapmıştır. Eğer bunun aksine bir durum söz konusu olsaydı, bu mutlaka Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılırdı. Bazıları, bu iddialarına; Yüce Allah'ın şu ayetini delil göstermişlerdir: "Meryem, İsa 'ya gebe kaldı. Bu sebeple (çocuk karnında olduğu halde, aile halkından ve insanlardan) uzak bir yere çekildi. Doğum sancıları Meryem 'i, bir hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti... "(Meryem: 19/22-23) Bu ayeti kerimede ('gebe kaldı' kelimesinin başında) geçen "fe" harfi, atıftır. Bu da, "hamileliğin aşamalı" olduğunu gösterir. Doğrusu her şey kendine özgü durumlara göre "aş a-ma" kaydeder. Nitekim 'fe' harfinin atıf olup 'aşama' anlamı ifade ettiği durum, Yüce Allah'ın şu ayetinde de apaçık şekilde görülmektedir: "Sonra nutfeyi (meniyi) kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını da bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu (eskisinden farklı) bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah, ne yücedir." (Mü'minim: 23/14) Bilindiği gibi insanın bu ayeti kerimede bahsedilen "yaratılış aşamaları" arasında 40'ar günlük süre vardır. Nitekim aynı bu husus, sıhhatinde ittifak edilen Sahîh bir hadiste de bu şekilde bildirilmektedir." 274[27] Tefsircilerin kaydettiğine göre; Cebrail, Hz. Meryem'in elbisesinin yakasından rahmine ulaşacak şekilde üfürmüştür. Bu üflemeyle Hz. Meryem, normal bir kadının kocasından hamile kaldığı gibi hamile kalmıştır. İbn Kesîr; Cebrail'in, Hz. Meryem'in elbisesinin yakasından rahmine değil de ağzına üflediği ile ilgili Übey b. Ka'b (r.a)'a nispet edilen bir rivayeti reddederek şöyle der: "Bu rivayet, Kur'ân-ı Kerîm'de bu kıssanın anlatılması esnasında kullanılan ifadelere aykırı düşmektedir. Zira bu kıssa, Kur'ân-ı Kerîm'de Cebrail'in, Hz. Meryem ile konuşmak üzere onun yanma Allah tarafından gönderildiğine, onun elbisesinin yakasından rahmine ulaşacak şekilde üflediğine ve bu üflemesi de onun rahmine sirayet ederek hamile karmasına yol açtığına delalet etmektedir. Nitekim Yüce Allah, Hz. Meryem'in bu durumu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz, (Cebrail aracılığıyla) ruhumuzdan, ona, (elbisesinin yakasından rahmine ulaşacak şekilde) üflemiştik." (Fahrim: 66/12) Bu ayeti kerimede geçen "öna" zamiri, Cebrail'in üflemesinin, onun ağzına değil de rahmine sirayet ettiğini gösterir. 275[28]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 455-458. İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nibaye, 2/64. îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye,2/65 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 458-460. 273[26] 274[27] 275[28]

Hz. Meryem'in Suçlanması: Rivayet edildiğine göre; Hz. Meryem'de hamilelik belirtileri yavaş yavaş fark edilmeye başladığında onun bu durumunu ilk anlayan akrabalarından Yûsuf en-Neccâr denilen kimse oldu. İbn Kesîr'in kaydettiğine göre; bu adam, salih ve çokça ibadet eden kimselerdendi. Aynı zamanda Hz. Meryem'in dayısınm oğluydu. Hz. Meryem'in dine çok bağlılığını, iffetlili-ğini ve çokça ibadet eden bir kimse olduğunu bildiğinden dolayı ve bunun yanı sıra kocası olmadığı halde yinede hamile kaldığını gördüğünden dolayı ondaki bu hamileliğe çok şaşırmıştı. Günün birinde Hz. Meryem ile konuşurken bu konuyu ona şöyle açmıştı: - 'Ey Meryem! Tohumsuz ekin hiç olur mu?' diye sordu. Hz. Meryem'de: - 'Evet! Olur. Yoksa sen, Allah'ın ekini ilk yarattığı gün tohumsuz olarak yarattığını bilmiyor musun?' diye cevap verdi. Yûsuf tekrar: - 'Su olmadan ağaç hiç yetişir mi?' diye sordu. Hz. Meryem: - 'Evet! Allah'ın ilk defa ağacı su olmadan yarattığını, a-ğacı ve suyu da ayrı ayrı yarattıktan sonra suyu, ağacın hayatına vesile kıldığını bilmiyor musun?' diye cevap verdi. Yûsuf: - "Erkek olmadan kadından hiç çocuk doğar mı?' diye sordu. Hz. Meryem: - 'Evet! Sen, Allah'ın Adem'i erkeksiz ve kadınsız yarattığını bilmiyor musun?' diye cevap verdi. Bunun üzerine Yûsuf, ona: - 'Öyleyse sen, bana kendi durumunu anlat?' dedi. Hz. Meryem'de: - 'Doğrusu Allah, bana kendi katından (ismi) İsa (lakabı) Mesih ve (sıfatı) Meryem oğlu olan bir kelimeyi müjdeledi' dedi. 276[29] Yûsuf en-Neccâr, Hz. .Meryem'in bu sözlerinden sonra onun her türlü kötülüklerden ve çirkin şeylerden uzak olduğunu ve ondaki hamileliğin hikmet sahibi Allah'ın bir istemesi ve dilemesi olduğunu anladı. Süddî'nin, sahabelerden sağlam bir senetle rivayet ettiğine göre; Hz. Meryem, günün birinde (aynı zamanda Hz. Zekeriyyâ'nın hanımı olan) teyzesinin yanma girmişti. Teyzesi, ona: - Duydun mu, ben hamileyim?' dedi. Hz. Meryem'de ona: - Bende hamileyim, bunu duymuş muydun?' dedi. Böyle deyince teyzesi, Hz. Meryem'le kucaklaşmış ve ona: - Doğrusu ben, karmmdaki yavrunun senin karnındaki yavruna eğildiğinin (bir çeşit secde ettiğinin) 277[30] farkına varıyorum' dedi. İmam Malik bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Bu olay; Hz. İsa (a.s)'m, Hz. Yahya (a.s)'dan daha üstün olduğuna delâlet etmektedir. . Hz. Meryem'in hamile olduğu haberi İsrailoğulları içerisinde kısa zamanda yayıldı. (Bu olaydan kaynaklanan) üzüntü ve keder, Hz. Zekeriyyâ(as)'ın ev halkına girdiği gibi Hz. Meryem'in de ev halkına girmişti. Çünkü bazı zındıklar; Hz. Meryem'in, Beytü'l-Makdis'te beraber ibadet ettikleri Yûsuf en-Neccâr ile cinsel ilişkide bulunduğu ile ilgili iftirada bulunmuşlardı. Başkaları da; Hz. Meryem'in, Hz. Zekeriyyâ (a.s) ile cinsel ilişkide bulunup ondan hamile kaldığı şeklinde iftirada bulunmuşlardı. İbn Cerir et-Taberi bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Zındıklar; Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m, Hz. Meryem ile zina edip onu hamile bıraktığı şeklinde iftirada bulundular. Bundan dolayı da Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ı öldürmek istediler. Onların bu durumunun farkına varan Hz. Zekeriyyâ (a.s), onlardan kaçıp gitti. Onlarda, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m peşine düştüler. Kaçmakta iken, bir ağaç (Allah'ın izniyle) ikiye yarıldı. Hz. Zekeriyyâ (a.s)'da, onun içine girdi. Ağaçta kapanıverdi. Fakat dışarıda kalan eteğinin ucunu şeytan yakalayiverdi. Sonra onun, o ağacın içine girmiş olduğunu Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m kavmine gösterdi. Kavmi, testere getirerek Hz. Zekeriyyâ (a.s).'m içinde bulunduğu ağacı baştan aşağıya biçtiler. Hz. Zekeriyyâ (a.s), kafir Yahudilerin elleriyle işte böyle şehit edilmiştir." 278[31] Allah'ın saîât ve selâmı onun üzerine olsun. 279[32] B.k.z: Al-i İmrân: 3/45; Nisa: 4/157 (ç). Buradaki secde etmekten maksat, saygı ve ihtiram secdesidir. Bu, selamlaşma anmda yapılan temenna eğilişi gibidir. Nitekim bu, bizden önceki milletlerin serilannda caizdi. 278[31] İbn Cerir et-Taberî. Tarihu'r-Rüsul ve'1-Mülük, 2/22. 276[29] 277[30]

Hz. İsa (a.s)'ın Doğumu: Meşhur ve yaygın olan görüşe göre; Hz. İsa (a.s), Beytü'I-Lahm'da doğmuştur. 280[33] Hz. Meryem, çocuğa Yahudiler tarafından bir kötülük yapılacağından korktuğu için onu hemen alıp Beytü'lMakdis'e götürmüştür. Kur'ân-ı Kerîm, bize, Meryem Sûresinde; Hz. İsa (as)'ın doğumunu şöyle anlatmıştır. Bu kıssa, özet olarak şu şekildedir: Hz. Meryem, Beytü'l-Lahm'da iken hamilelik müddeti tamamlanıp doğum sancıları şiddetlendi. Bu sancılar, Hz. Meryem'i kuru bir hurma ağacının gövdesine dayanmaya mecbur etti. Bu kuru hurma ağacının gövdesi, doğum sancılarının şiddetinden sallandı. Nihayet Hz. İsa (a.s) doğdu. Hz. Meryem, kavminin, -babasız olarak doğurduğu buçocuğu görünce yadırgayacaklarını ve kendisini suçlayacaklarından korkarak üzüntü içerisinde şöyle der: "Keşke bun (u doğurma) dan önce Öîseydim de unutulup gitmiş olsaydım " (Meryem: 19/23) Hz. Meryem, ölümü, dini açısından temenni etmişti. Çünkü bu doğumdan dolayı dini inancı hususunda; Yahudilerin kötü düşüneceğinden ve kavmi ile aile halkı arasında ayıplanacağından korkmuştu Hz. Meryem, çocuğunu doğurduğu sırada meyvesi olmayan hurma ağacının gövdesine dayandığında, doğum sancılarının şiddeti ağacı salladı. Hemen üzerine yaş, olgun ve ballı hurmalar döküldü. Bu taze hurmalardan yiyip etrafta nehir olmadığı halde Allah'ın kendisi için gönderdiği sudan doyasıya içti. Hz. Meryem'e yapılan bu ikramların hepsi, Allah'a olan imanına ve itaatine karşılık Allah tarafından ona verilmiş bir ikramı ve Allah'ın kulu ile peygamberi olan çocuğu Hz. İsa (a.s)'a bir inayetidir. Hz. İsa (a.s)'m doğumunu yaptıktan sonra (ilk önce Beytü'l-Makdis'e götürdü ve orada bir müddet kaldıktan sonra) çocuğunu kucağına alarak kavmine getirdi. Kavmi, Hz. İsa (a.s)'ı görünce, bu büyük olay ve durum karşısında hem korktular ve hem de şaşkına döndüler. Bunun üzerine Hz. Meryem hakkında kötü düşünceler beslemeye başladılar. Çünkü evlenmemiş bir kızın nasıl çocuğu olurdu? Üstelik Hz. Meryem'in soyunu ve aile halkının durumunu bildiklerinden dolayı bu konudaki şüpheleri ve korkuları daha artmıştı. Zira Hz. Meryem, onların yanında şerefli ve faziletli bir kadındı. Babası İmrân ise, Yahudilerin ileri gelenlerinden ve eşraftandı. Üstelik bunların yanı sıra Yahudi alimlerinin lideri konumundaydı. Aile halkı ise; faziletli, izzet-i nefısli ve dine bağlı bir aile idi. Buna göre babası ve aile halkı böyle olduğu halde Hz. Meryem bu kötü ve çirkin durumla insanların yanma nasıl gelebilir ve bu kötü işi nasıl işleyebilirdi?!.. Hz. Meryem, Allah'ın emri üzerine bu konuda onlarla ko-nuşmayıp sustu. Soru soranlara da, kendileriyle konuşması için ve kendisine yöneltilen suçlamaları cevaplaması için henüz memedeki yavrusuna işaret ediyordu. Halbuki Hz. Meryem'in -onlar tarafından da- temiz ve günahsız olduğunun bilinmesine rağmen bunun henüz kundakta olan bir bebeğin konuşmasından ve onların itham ile iftiralarına -annesinin suçsuzluğuna dair- cevap vermesinden daha üstün bir delil olamaz. Nitekim Yüce Allah, Meryem Sûresinde; Hz. İsa (a.s)'ın doğumunu şöyle anlatmaktadır: "Nihayet Meryem Isa 'ya gebe kaldı. Bu sebeple onunla (çocuk karnında olduğu halde aile halkından ve insanlardan) uzak bir yer (olan Beytü'l-Lahm'a) çekildi. Doğum sancıları Meryem'i (meyvesi olmayan kuru) bir hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti. (Meıyem, kavminin babasız olarak doğurduğu bu çocuğu görünce yadırgayacaklarını ve kendisini suçlayacaklarım bildiğinden dolayı) : 'Keşke bu (çocuğu do-ğurma)dan önce öleydim de adım sanım unutulsaydı' dedi. (Meryem böyle bir durumdayken) altından ona (Cebrail veya Isa tarafından) şu ses geldi: '(Karşı karşıya kaldığın sıkıntının şiddeti sebebiyle) üzülme sakın! Rabbin, senin ayağının altında bir ırmak (küçük bir su) akıttı. (Meyvesi olmayan kuru) hurma ağacını (n dalını da) kendine doğru Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 460-463. Beytü’l-Lahm, Beytü’l-Makdis’in yani Mescid’i Aksanın yanında bulunan bir yerin ismidir. (Yakuti, Mucemu’l-Büldan, 1/521) Matta (2/1) ve Luka (4/14) göre; Hz İsa (a.s), Beytül lahm’da doğmuşken, Markos ve Yuhanna’da Hz. İsa (a.s)’ın nerede doğduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Bu incillerin birbirleri arasındaki farklılıkların ve değişikliklerin olduğunu gösteren kanıttır. (ç.)

279[32] 280[33]

(tutup) silkele ki üstüne taze hurma dökülsün! (Hurmalardan) ye! (Ve akan sudan) iç! (Bu sevimli çocuk sebebiyle) gözün aydın olsun. (Eğer Çocuğu kucağına alıp aile halkına ve insanlara doğru giderken) insanlardan birisini görecek olursan (çocuk hakkında sa-na soru sorduklarında ve iftirada bulunduklarında) ben (susmaya) çok esirgeyici Allah'a oruç adadım 281[34] Bundan dolayı bugün (sizden) hiç kimseyle konuşmayacağım' de! Derken çocuğu (kucağına) alıp kavmine getirdi. (Kavmi onunla birlikte çocuğu gördüklerinde:) 'Ey Meryem! Doğrusu (Şimdiye kadar) görülmedik bir şey yaptın. Ey Harun 'un kız kardeşi, 282[35] baban kötü birisi değildi. Annende zina eden birisi değildi' dediler. Bunun üzerine (onlara, İsa ile konuşmalarını işaret ederek kundaktaki) çocuğu gösterdi. (Onlar buna hem kızarak v*e hem de hayrete düşerek:) 'Biz kundaktaki çocukla nasıl konuşabiliriz? ' dediler. Bunun üzerine (İsa, Allah tarafından dile gelerek:) 'Şüphesiz ben, Allah'ın kuluyum. (Allah) bana kitabı (olan İncîl 'i) verdi. (Yakın bir gelecekte) beni Peygamber kıldı. Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe (kendisine) namaz kılmamı ve (insanlara) zekat vermemi emretti. Birde, anneme iyi davranmamı öğütledi. Ve beni bedbaht ve bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kalacağım günde selam olsun bana' dedi." 283[36] Hz. İsa (a.s) ın Hayatı: Hz. İsa (a.s), doğumunun 8. gününde annesi Hz. Meryem onu alıp Beytü'l-Makdis'e götürerek orada sünnet ettirdi. 284[37] Hz. Meryem, Cebrail'in; kendisine, Hz. İsa (a.s)'ı müjdelediği sırada emrettiği gibi onun adını Yesû' (İsa) koydu. Sünnet olma, peygamberlerin sünnetlerinden 285[38] ve fıtrattan 286[39] olan bir şeydir. Üstelik Hz. İbrahim (a.s)'dan itibaren de diğer nebilerin ve resullerin şeriatında da vardır. Barnaba İncil'inde ise; Hz. İsa (a.s)'m sünnet olduğu ile ilgili şöyle bir ibare vardır: "Rabbin şeriatı gereği (doğumunun) 8 'inci günü dolunca çocuğu altp Mûsâ 'nın kitabında da yazılı olduğu gibi- sünnet ettirmek üzere Mabed (Beytü'l-Makdis)'e götürdüler. Sünnet ettirip adım hamilelikten önce meleğin emrettiği gibi 'Yesu' (İsa) koydular." Hz. İsa (a.s), Beytü'l-Lahm'dan uzakta düz, yüksek ve suyu bol olan bir yerde annesi Hz. Meryem 'in himayesi altında yetişti... Nitekim Yüce Allah'ta, Hz. İsa (a.s)'in bu yetişmesini şöyle anlatmaktadır: "Biz, Meryem oğlu İsa 'yi ve annesini, (Bizim her şeyi yaratmaya kadir olduğumuza dair) bir mucize hidık. Üstelik her ikisini de, 'düz ve suyu bol olan yüksek bir yere' yerleştirdik." (Mü'minun: 23/50) 287[40] Herodes'un, Hz. İsa (a.s)'ı Öldürmeye Karar Vermesi: Hz. İsa (a.s)'m doğduğu dönemde orada Kayser Auguste (Oğustos) adına hüküm süren Herodes diye adında zalim bir vali/hükümdar vardı. "Herodes, bazı kahinlerden; yakında bütün Yahudilerin başına geçecek bir çocuğun doğacağını haber aldı. Bunun üzerine Beytü'1-Lahm'da doğacak bütün çocukların Öldürülmesini emretti." Bu kıssa, sadece Matta ve Barnaba İndilerinde anlatılmıştır. Yûsuf en-Neccâr'a, rüyasında, doğan çocuğu ve annesini, bu zorba vali/ hükümdarın kötülüğünden koruması için onları Mısır'a götürmesi emir olunmuştu. Uykudan uyanınca hemen çocuğu ve "Bizden önceki milletlerin şeriatlarında konuşmayarak oruç tutmak meşru idi. Fakat bu uygulama bizirn şeriatımızca nesh edilmiştir, (ç). Burada kastedilen; ibadet hususunda Hz. Hârûn (a.s):a benzeme olabilir ya da Hz. Meryem, Hz. Mûsâ (a.s)'m soyundan geldiğinden dolayı bu isim ona verilmiş olabilir yahut Hz. Meryem'in Hârûn adında bir kardeşi olabilir veya Hz. Maryem'e verilmiş bir lakap vb bir şey olabilir, (ç). 283[36] Meryem: 19/22-33. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 463-466. 284[37] "Sünnet olma işi, Hz. İbrahim (a.s) ile başlamıştı. Daha sonra bu sünnet olma ışi İsrailoğularma geçmişti, (ç). 285[38] Hureyre'den naklen Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "ferahım ' eygamber, 120 yaşındayken keserle sünnet oldu." (Buhârî, Enbiyâ 8, İstİ'zan 51; "slıra, Fezâil 151) Diğer rivayetlerde ise; ilk sünnet olan kimsenin, Hz. îbrâhîm) olduğu belirtilmektedir, (ç). 286[39] Hz. Peygamber (s.a.v.), ntrattan oîan şeyleri sayarken, bunların içerisinde; "sifarna"yi da saymıştır. Bununla ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Libas 63,64, Ed?" 5l' Müs!im> Taharet 9,10; Ebu DavÛd, Taharet 29, Tereccül 16; Tirmizî, 2/270 Nesai> Taharet 9>'°> Zinct 55> İbn Mace> Taharet 8; Müsned 239,283,41O,489, 4/564; Muvatta. Sıfatu'n-Nebi 3. (ç). 287[40] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 466-467. 281[34] 282[35]

annesini alıp Mısır'a götürmüş ve orada, Herodes ölünceye kadar kalmışlardı. Herodes ölünce, Yûsuf en-Neccâr'a, rüyasında; tekrar çocuğu ve annesini alıp onlarla birlikte eskiden oturmakta oldukları şehre geri dönmeleri emir olunmuştu. Çünkü orada çocuğu öldürmek isteyen zalim Herodes ölmüştü. Bundan dolayı da Yûsuf en-Neccâr ikisini alıp eskiden oturdukları şehre geri götürmüştü." 288[41] Hz. İsa (a.s)'ın, Yahudi Alimleriyle Olan Tartışması: Hz. İsa (a.s) 7 yaşına ulaştığında, annesi ve Yûsuf en-Neccâr ile birlikte Mısır'dan (Filistin'deki) elHalîl şehrine gelip "Nasıra" kasabasına yerleşti. Nasıra kasabasına binâen (veya Hz. İsa'ya yardım eden) anlamına gelen Nasıra kelime-sine nispetle Hıristiyanlara "Nasâra" denilmiştir. 289[42] Çocukluğu, hikmetler ve nimetler içerisinde Allah'ın ve yakınlarının gözetiminde geçmiştir. 12 yaşma gelince, annesi Hz. Meryem ve Yûsuf en-Neccar ile birlikte -Tevrat'ta yazılı Rabbin emri gereği- Yüce Allah secde etmek için Kudüs'teki Beytü'l-Makdis'e gittiler. İbadetlerin ve duaların bitiminde İsa'yı kaybettiler. Hiçbir yerde bulamadılar. Akrabalarıyla birlikte eve dönmüştür zannederek geri geldiyseler de onu bulamadılar. Annesi Hz. Meryem, amcasının oğlu Yûsuf enNeccâr ile birlikte akraba ve komşuların arasında aramalarına rağmen İsa'yı bulamadılar. Kayboluşunun 3'üncü gününde onu, Beytü'l-Makdis'te, Yahudi alimlerinin arasında onlarla "Namusu Ekber" konusunda tartışırken buldular. Orada bulunan kimseler, onun soru ve cevaplarına hayret edip: - Okuma-yazmayı öğrenmemiş olan çocuk, bu kadar ilmi nereden aldı?' diyerek şaşkınlıklarını belirttiler. Annesi, onu görünce: - Nedir senin bize yaptığın? Üç gündür seni arıyoruz' diyerek onu azarladı. Bunun üzerine annesine: - Sen! Allah'a hizmetin, anne-babadan önce gelmesinin gerekli olduğunu bilmiyor musun?' diye cevap verdi. Daha sonra onlarla birlikte Nâsıra'ya döndü.290[43] Tarih, Hz. İsa (a.s)'m çocukluk hayatının bu kısmından i-tibaren Peygamber oluşunun başlangıcına kadar geçen bu fetret dönemi hakkında bir şeyler yazmıyor. Buna göre Hz. İsa (a.s)'m geçirmiş olduğu 17 senelik bu müddeti nerede ve nasıl geçirdiği bilinmiyor. 291[44] Hz. İsa (a.s)'ın Peygamberliğinin Başlaması: Hz. İsa (a.s) 30 yaşma gelmişti. Hıristiyanların yanında, Yuhanna el-Ma'medân (Vaftizci Yuhanna) diye bilinen Hz. Yahya (a.s)'m yanına geldi. Hz. Yahya (a.s)'da, onu vaftiz etti. 292[45] Vaftizden sonra Hz. İsa (a.s)'a, Ruhu'l-Kudüs (Cebrail)" geldi. Bundan sonra Hz. İsa (a.s), (Yahudiye) çölünde bulunan insanların arasında aç ve susuz olmak üzere 40 gün oruç tuttu. Vahiy yoluyla "İncil" diye bilinen Yüce Allah'ın kutsal kitabı Hz. İsa (a.s)'a nazil oldu. Bu andan itibaren Hz. İsa (a.s)'m risâleti başlamış oldu. Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İsa (a.s)'m peygamberliğinin ne zaman başladığına ve bunun nasıl nazil olduğuna dair bir bilgi vermiyor. Fakat İndilerin ifadelerine göre; Hz. İsa (a.s), 30 yaşma girdiği sıralarda peygamberliğinin başladığında ittifak edilmektedir. Tarihçilerin ve bazı tefsircilerinde ifadeleri bu yöndedir: İslam alimler bu konuyla ilgili olarak şöyle derler: "Peygamberlik çoğunlukla (peygamberlere) 40 yaşında gelir. Hz. İsa (a.s)'a gelince ise, o, 30 yaşındayken Peygamber olmuştur. Bu durum, sadece Hz. İsa (a.s)'a özgü bir özelliktir. Çünkü Hz. İsa (a.s), 40 yaşma ulaşmadan önce semaya kaldırılmıştır. Bundan dolayı Hz. İsa (a.s)'m peygamberliğine dair delil, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: Üstad Neccâr, KısasÜ'l-Enbiyâ, sh. 386. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 467-468. 289[42] Zaten Kur'ân-ı Kerîmde ve sünnette, Hıristiyanlar için kullanılan kelime; "Nasara" kelimesidir, (ç). 290[43] Hz. Isa (a.s)'ın hayatı ve daveti ile ilgili bu bilgi, Matta ve Barnaba ficîl'inden nmişti. 291[44] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 468-469. 292[45] Hz. Yahya, Hz. İsa (a.s)'i tevbe guslüyie yıkadı. Buna, Hıristiyanferca vaftiz denir. 288[41]

"Hani Meryem oğlu İsa: 'Ey İsrail oğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat 'ı doğrulayan ve benden sonrada ismi Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderdiği 'birpeygamberiyim' demişti." (Saff: 61/6) 293[46] Hz. İsa (a.s)'ın Daveti: Hz. İsa (a.s), Allah'ın kendisine vahyettiği hak dine davet faaliyetini, Yahudi toplumu içerisinde yürüttü. Çünkü Yahudi toplumu, Yüce Allah'ın Hz. Mûsâ (a.s)'a indirdiği Rabbani şeriattan sapmışlar ve azmışlardı. Bu sebeple bu toplumun içerisinde aşırı sapmalar, hurafeler ve bidatler yerleşmişti. İsrail oğullarının üzerinden bu şekilde uzun zaman geçmişti. Bu zaman içerisinde; kalpleri katılaşmış, Allah'ın Hz. Mûsâ (a.s)'a gönderdiği ilahi şeriatı tahrif etmişler, Tevrat'ın nasslarmı o-yuncak haline getirmişler ve kendilerine gönderilen peygamberlerin gösterdiği doğru yoldan sapmışlardı. Bunun üzerine onları; doğru yol olan Allah'ın dinine çevirmesi ve Allah'ın dini içerisine karıştırdıkları tahrifatı ve hurafeleri düzeltmesi için Yüce Allah, onlara, Hz. İsa (a.s)'ı Peygamber olarak gönderdi. Hz. İsa (a.s), onlara; Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye ve kendisine indirilen yeni dinin teşri kılınmış hükümlerini öğretmeye başladı. Bu hükümlerin bir kısmı; Hz. Mûsâ (a.s)'m şeriatında haram kılınan bazı şeyler, onların azgınlıkları ve sapıklıkları sebebiyle onlara bir ceza olarak helal kılınmış ve bazı helal olan şeylerde haram kılınmıştı. Fakat o sırada Yahudilerin, Hz. Mûsâ (a.s)'dan kalmış kendilerine ait cezai hükümleri vardı. Nitekim Şanı Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)'m diliyle bu durumu şöyle anlatmaktadır: "Benden önce gelen Tevrat'ı (n hükümlerini) tasdik edici olarak (Mûsâ 'nın şeriatında:) 'Size haram kılınan bazı şeyleri helal yapayım' diye (Peygamber olarak gönderildim). Size (söylediklerimin doğruluğuna delâlet eden) bir ayet (veya bir delil) getirdim. Artık (beni yalanlamak ve bana muhalefet etmek konusunda) Allah 'tan korkun. (Size yapmanızı söylediğim emirlerde) bana itaat edin. Şüphe yok ki, Allah benimde Rahbim ve sizinde Rabbinizdir. Öyleyse Allah'a ibadet edin. Dosdoğru yol işte budur. " (Âl-i İmrân: 3/50-51) Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)'m peygamberliğini tasdik etmek ve risaletini teyit etmek için onun elinde apaçık mucizeler meydana getirmiştir... Hz. İsa (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucizeleri, inşallah "Mucizeleri" bahsinde açıklayacağız. Hz. İsa (a.s), daveti sırasında Yahudilerin inatçılıkları ve kibirlenmeleri ile karşılaştı. Bunların yanı sıra alaylı tavırlar, küçük düşürücü sözler ve hareketler ile de karşılaştı. Özellikle de, hahamlarından ve din adamlarından tepki gördü. Zalim ve günahkar kimselerin tahrif ettiği -kendisinden önce Hz. Mûsâ (a.s)'m getirdiği- Rabbani şeriatın esasları ve dini kavramlar etrafında onlarla zorlu ve yorucu bir mücadeleye girişti. İbadet etmek için Mabed'e çekilmiş zahitler, vaizler ve mabet hizmetçileriyle tartışıyor, onların hepsini keskin ve parlak delillerle susturuyor, onlara gerçek manada Allah'ı anlatıyor, dosdoğru olmayı emrediyor, yollarının ve gidişatlarının yanlışlığım açıklıyor, riyakarlıklarını ve bozukluklarını gözler önüne seriyordu. Nihayet onlar, köşeye sıkışmışlardı. Bunun üzerine ondan kurtulmaya karar verdiler. 294[47] Yahudilerin, Hz. İsa (a.s)'a Karşı Hile Kurmaları ve Öldürmeye Teşebbüs Etmeleri: Yahudilerin ileri gelenleri ile din adamları bir araya gelip toplandılar ve Hz. İsa (a.s)'ın durumu hakkında birbirleriyle istişare ederek: - 'Doğrusu bu adamın (kendi düşüncemiz doğrultusunda Hz. Mûsâ (a.s)'m getirmiş olduğu ilahi şeriatı tahrif ederek oluşturduğumuz) dinimizi yıkmasından ve insanları (bizim dinimizden kopartarak) kendisine bağlamasından korkuyoruz' dediler. Mabed hizmetçilerinin lideri, diğerlerine: 293[46] 294[47]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 469-470. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 470-472.

- 'Bir adamın ölmesi, halkın, onun izinden yürümesinden daha hayırlıdır' dedi. Bunun üzerine Hz. İsa (a.s)'m öldürülmesi fikrinde anlaştılar. - Roma hükümdarı Kayser adına Yahudileri hükümdarlığı altında bulunduran Romalı Vali Pilatos ekBinti'ye giderek; 'Hz. İsa (a.s)'m, Yahudiler üzerine hükümdar olmayı istediği ve mevcut düzeni devirmek için çalıştığı" şeklinde iddialarda bulunarak valiyi Hz. İsa (a.s)'a karşı kışkırttılar. Üstelik valiye söyledikleri bu sözleri çok süslü bir şekilde süsleyerek söylediler. Sonunda vali, Hz. İsa (a.s)'ı çarmıha germek ve bu şekilde öldürmek suretiyle ondan kurtulmaya karar verdi. O zamanlar, bir kimsenin öldürülmesine karar verildiğinde onu bu şekilde öldürürlerdi. Fakat Hz. İsa (a.s), kavminin kendisiyle ilgili hilesinin farkına vardı. Bunun üzerine valinin adamlarından gizlendi. Valinin adamlarından hiçbirisi, Hz. İsa (a.s)'i yakalayıp öldürülmek üzere valiye teslim etmek için yerini bulamadılar. Havarilerden birisi, valinin adamlarına: - 'Mesih İsa, eşeğinin üzerinde, Kudüs'e girdi' diye ihbarda bulundu. Diğer Havariler ise Hz. İsa (a.s)'ı, temiz bir kalp ile karşıladılar. Hz. İsa (as), onlara: - 'Sizden birisi, hem benimle birlikte yiyip-içiyor ve hem de beni (valinin adamlarına) teslim etmeyi istiyor' dedi. Daha sonrada onlara vasiyet etmeye başlayarak: - 'İnsan oğlunun 295[48] babasına 296[49] döneceği vakit yaklaşmıştır. Ben, sizin benimle gelmeniz mümkün olmayan bir yere gidiyorum. Şu vasiyetimi çok iyi tutun: 'Sizinle birlikte bulunmak üzere Peygamber olarak gönderilecek 'Faraklit 297[50] diye birisi gelecek. 'Faraklit', size, hakkın ve doğruluğun Özünü getirdiğinde beni de size haber verecektir. Bunları, size, zamanı gelince hatır laya siniz diye söylüyorum. Yine ben size şunu da söylüyorum ki; ben Rabbime döneceğim. (Size uymanızı vasiyet ettiğim) o Peygamber gelecek ve sizi topluca doğru yola sevk edecek. Geçmişe ait haberler verip benden Övgüyle size bahsedecek. Artık kısa bir müddet sonra beni göremeyeceksiniz' dedi. Daha sonrada gözlerini semaya dikerek: - 'Vakit geldi' dedi. (Sonrada Allah'a hitaben:) 'Ben seni dünyada yücelttim. Bana emretmiş olduğun görevi de tamamladım' dedi. Hz. İsa (a.s), Havarileri ile birlikte içerisinde kendisinin ve Havarilerin bir araya geldiği yere gittiler. Fakat Havarilerden Yehûza el-Esharyotî denilen hain bir adam vardı. Bu, Hz. İsa (a.s)'ın 'sizden biriniz, hem benimle birlikte yiyip-içiyor ve hem de beni (valinin adamlarına) teslim etmeyi istiyor' diye işaret ettiği Havarilerinden münafık olan birisi idi. Bu adam, Hz. İsa (a.s)'ın saklandığı yeri biliyordu. Hz. İsa (a.s)'ı yakalayıp öldürmek isteyen valinin adamlarını görünce 30 dirhem karşılığında onun saklandığı yeri onlara gösterdi. Hz. Isa (a.s)'m saklandığı yere girdikleri zaman, Allah, bu hain Yehûza el-Esharyotî'yi Hz. İsa (a.s)'m şekline çevirdi. Bunun üzerine valinin adamları, onu, Hz. İsa (a.s) zannettiklerinden dolayı onu yakaladılar ve çarmıha germek suretiyle onu Öldürdüler. Yüce Allah ise Hz. İsa (a.s)'ı kendi katma yükseltti. Nitekim Yüce Allah bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Oysa onlar, İsa 'yi öldürmediler ve çarmıha geremediler. Fakat (İsa 'nın havarilerinden münafık olan hain birisi) onlara (İsa 'nın) benzer(i olarak) gösterildi. İsa ('nın ölüp-Ölmedigi hakkında) ihtilafa düşenler ondan yana şüphe içindedirler. Bu hususta, onların bilgileri yoktur. Onlar ancak (bu konuda) zanna dayanmaktadırlar. Onu gerçekten öldürememişlerdir. Bilakis Allah, onu, 'kendi katma'yükseltmiştir " (Nisa- 4/157-158) 298[51] Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)'ı kendi katına yükselttiğinde o 33 yaşındaydı. Buna göre Hz. İsa (a.s)'ın İsrail oğullarını davet ettiği müddet 3 sene idi. Çünkü Hz. İsa (a.s), 30 yaşındayken İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderilmişti. 299[52] Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun. 300[53]

295[48]

Bununla kendini kastediyor, (ç). Bununla ise Allah'ı kastediyor. (Hıristiyanlıkta Allah'tan daha ziyade "baba" ' olarak bahsedilmektedir. Dört İncil'de çeşidi vesilelerle Hz. İsa (a.s)'ın 150 defa baba" kelimesini kullandığı belirtilrrekte, kelimenin Ahd-i Cedid'dc 300 kez geçı görülmektedir.) (ç). 297[50] Faraklit, Hz. İsa (a.s)'m müjdelediği peygamberdir. Faraklit, Yüce Alah'm; Benden sonra ismi Ahmed olan bir peygamberin geleceğini müjd;leyen..."(Saif:") ayetinde geçen Ahmed kelimesinin Yunanca'daki karşılığıdır. Bu inüjdefeme, Peygamber efendimizin gönderileceğini kesinleştirmektedir. Hz. İsa (a.s)'ın 'insan oğlunun, babasına döneceği vakit yaklaşmıştır' sözü ise Hıristiyan&nn, Hz. İsa (a.s)'m "Allah'ın oğlu" olduğu iddiasna dayanmaktadır. Halbuki Allah, zalimlerin bu büyük iddialarından uzaktır. 298[51] Benzeri bir ayet için b.k.z: Al-i İmrân: 3/54 (ç). 299[52] İbn Kesîr, el- Bidaye, 2/95. 300[53] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 472-475. 296[49]

Hz. İsa (a.s)'in Çarmıha Gerilme Meselesi: Hz. Isa (a.s)'ın çarmıha gerilme meselesindeki biz Müslümanların inancı, önünden ve arkasından hiçbir batılın giremediği Kur'ân-ı Kerîmin haber verdiği en sağlam ve doğru i-nançtır. Bu da şu şekildedir: "Şanı Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)'ı Yahudilerin tuzağından kurtarıp ruhu ve bedeni ile birlikte diri olarak 301[54] kendi katma yükseltmiş, Hz. İsa (a.s)'in saklandığı yeri valinin adamlarına gösteren bu hain münafık Yehûza el-Esharyotî'yi de Hz. İsa (a.s)'ın şekline çevirmiş ve valinin adamları da bu hain münafığı Hz. İsa (a.s) zannederek çarmıha germişlerdir." Yüce Allah'ın bu hain münafık adamı, Hz. İsa (a.s)'m şekline çevirmesi suretiyle Hz. İsa (a.s)'ın yerine bu adamın çarmıha gerilmesi, Yüce Allah'ın kulu ve resulü olan Hz. İsa (a.s)'a bir ikramıdır. Görüldüğü üzere Müslümanların Hz. İsa (a.s) hakkındaki inançları, onun çarmıha gerildiğini iddia eden Hıristiyanların inançlarından daha temiz, daha üstün ve daha şereflidir. Valinin adamları, Hz. İsa (a.s) zannıyla yakaladıkları bu haine her türlü eziyeti ve cefayı yaptılar. Sonrada iki elini ve iki ayağını odun parçalarına germek suretiyle çivileyerek çarmıha gerdiler ve insan oğlunun işlemiş oldukları günahlara kefaret olması için ve insanlığa feda ederek öldürdüler. Yahudiler gibi Havariler de, çarmıha gerilme meselesinde şüpheye ve büyük ihtilafa düştüler. Çünkü çarmıha kim gerilmişti? Hz. İsa (a.s) mı? Yoksa Yehûza el-Esharyotî mi? İşte bu şüphe ve ihtilafın sebebinin kaynağı şu idi: "Bu hain münafık adam, Hz. İsa (a.s)'in yerini gösterdiğinde onlardan, kendilerinin önünde Hz. İsa (a.s)'m bulunduğu yere girmeyi istedi. Çünkü burada Hz. İsa (a.s)'m dışında kimse yoktu. Bundan dolayı Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)'ı kendi katına yükseltti ve bu adamı Hz. İsa (a.s)'m şekline çevirdi. Tam bu sırada valinin adamları oraya girdiklerinde, orada Yüce Allah'ın Hz. İsa (a.s)'a benzettiği Yehûza el-Esharyotî'den başka hiçbir kimseyi bulamadılar." İşte bundan dolayı Havariler: - Eğer bu İsa ise, arkadaşımız Yehûza nerede? Eğer bu Yehûza ise, İsa nerede?' Çünkü valinin adamları, çarmıha germek için onu yakaladıklarında, o, valinin adamlarına: - Ben Yehûza el-Esharyotî'yim. İsa değilim' diyordu. Valinin adamları ise onun bu sözüne gülerek: - Sen, İsa değilim demekle bizi yalanlamak mı istiyorsun? Hiç kuşkusuz ki, sen Yesû' (İsa)sın diyorlardı. Bu sırada Havariler, çarmıha gerilme meselesinde ihtilaflara ve münakaşalara devam ederken onu çarmıha gerdiler. Kur'ân-ı Kerîm ise; Hz. İsa (a.s)'m çarmıha gerildiği yolundaki Yahudi ve Hıristiyanların inançlarını ret ederek Müslümanların kabul ettiği doğru ve sağlam inancı anlatmıştır. Çarmıha gerilme ve insanlığa feda edilme meselesindeki Yahudilerin ve Hıristiyanların bu inançlarının yanlışlığını Kur'ân-ı Kerîm, açık bir şekilde şöyle ortaya koymaktadır: "Bir de; küfretmeleri, 'Meryem'e büyük iftirada bulunmalarından ve Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük' demelerinden ötürüdür. Oysa onlar, İsa'yı öldürmediler ve çarmıha geremediler. Fakat (İsa 'nın Havarilerinden münafık olan hain birisi,) onlara, (Isa 'nın) benzer (i olarak) gösterildi. İsa 'nın (ölüp-ölmediğine, semaya kaldırılıp-kaldırılmadığına, çarmıha gerilipgerilmediği vb. konularda) ihtilafa düşenler, ondan yana şüphe içindedirler. Bu (Mesih İsa 'nın durumu) hakkında, onların bilgileri yoktur. Onlar ancak (bu konuda) zanna dayanmaktadır. Halbuki onu gerçekten öldürmemişlerdir. Bilakis Allah, onu, "kendi katına yükselmiştir." (Nisa: 4/156-158) Ne acayiptir ki; Hıristiyanlar, Hz. İsa (a.s)'ın, hem çarmıha gerilmek suretiyle öldürüldüğünü kabul ediyorlar ve hem de Hz. İsa (a.s)'ın ilah olduğuna ve Allah'ın oğlu olduğuna inanıyorlar!!. Şair ne güzel söylemiş: "Ey İsa'ya tapanlar! İlah (olarak kabul ettiğiniz şahıs) Yahudi bir kimsenin eylemiyle çarmıha geriliyorsa, bu ne biçim ilahtır?" şeklinde size bir sorumuz var. Kafası çalışandan bunun cevabını istiyoruz. Yüce Allah ise kendisi hakkında şunları söylemektedir: "Allah, (zalimlerin) söyledikleri şeylerden çok yüce ve münezzehtir." (İsra: 17/43) 302[55] 301[54] 302[55]

Ya'kubî, Tarih, 1/79. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 475-477.

Hz. İsa (a.s)'ın Kendisini İnsanlığa Feda Etme Meselesi: Hıristiyanlar: "Hz. Mesih İsa (a.s), adem oğullarının işlemiş olduğu günahlarından ve hatalarından kurtarmak için çarmıha gerilmiştir" derler!!! Bu görüş, doğru olabilir mi? İlahi adalete ve aklı selime uyar mı? Hz. İsa (a.s)'ın suçu neydi ki, yaratıkların günahlarına kefaret olması için çarmıha gerilmiş olsun? Bir insanı, başkasının yerine cezalandırmamız adalet midir? Örneğin; senin kardeşin adam öldürme veya zina etme suçunu işlese, senin suçun ne ki onun işlediği suçun ve günahın cezasını çekesin? Çünkü Rabbani hüküm, "Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse bir başkasının (işlediği günahın) yükünü taşımaz." (En'am: 6/164) ve "Her insan kazandığıyla (Allah katında) rehin alınmıştır." (Müddessir: 74/38) şeklinde ortaya çıkmaktadır. İlahi adalet ise "Kim iyi bir iş yaparsa, faydası kendisi-nedir. Kim de kötülük yaparsa, zararı kedisinedir." (Fussilet: 41/46) şeklinde tecelli etmiştir. Zaten sağlam düşünce de, cezanın yalnızca suçu işleyen kimseye verileceğine hükmeder. Fakat kilise adamlarının, gafil zihinlere soktukları hasta düşüncelere ve kör taassuba ne diyelim! Reşid Rızâ, "Tefsirü'l-Menâr" adlı tefsirinde bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hıristiyanlara gelince; onlar da, Hz. İsa (a.s)'ın sonunun böyle kötü ve çirkin bir şekilde olduğunu kabul ettiler. Üstelik bunu, dinlerinin esası ve inançlarının temel direklerinden saydılar. Öyle ki Hz. İsa (a.s)'m çarmıha gerildiğine inanmayanı mümin kabul etmezler. Böyle birisinin salih amelleri, ibadetlefi ve iyilikleri Hz. İsa (a.s)'m çarmıha gerildiğine inanmadıkça kendisine fayda sağlamaz. Bu inanca Ahdi Kadim'de de (Tevrat'ta) bir esas buldular, gu esasın üzerine de, Hz. İsa (a.s)'ın çarmıha gerilmesi meselesinin oturtup: - 'Hz. Adem (a.s), bütün insanlığın ilkidir. Allah'ın kendisine yemesini yasak ettiği ağaçtan yemek suretiyle Allah'a isyan etmişti. Bundan dolayı günahkar olmuş ve onun soyundan gelecek bütün insanlarda -onun işlemiş olduğu bu günahtan dolayı- günahkar olarak ahirette ebediyen helak, olmak suretiyle cezaya müstahak olmuşlardır.' Böylece Adem oğullarının hepsi -veraset yoluylagünahkar olarak dünyaya germektedir. Böylece hem kendilerinin işlemiş oldukları günahlarının yükünü ve hem de babalarının günahının yükünü taşıyorlardı. Allah'ın adalet ve rahmet sıfatları bulunduğundan dolayı bu suçu ve günahı cezasız bırakması O'nun adaletine yakışmaz. Eğer bunu yerine getirmezse adil olmaz. Bundan dolayı kendinden olan 'oğlunun ruhunu' hem orada olup ceset olsun -bundan dolayı da "bu kadının (Meryem'in) oğlu" olmakla mükemmel bir insan ve "Allah'ın oğlu" olmakla mükemmel bir "ilah" olarak- ve hem de bütün günahlardan masum olsun, sonrada insanlar gibi yaşasın, onlar gibi yiyip-içsin, onlar gibi acı duysun, Allah'ın ve O'nun -şeriatının düşmanları gelip çirkin ve kötü bir şekilde onu öldürsünler, iki elini ve iki ayağını odun parçalarına germek suretiyle çivileyerek çarmıha gersinler ve yüzüne vurmalarından, alay etmelerinden sonra öldürsünler diye Adem'in soyundan bir kadının (Meryem'in) rahmine bırakmıştır. İşte bunların hepsi, ne kendisinin ve ne de diğer insanların elemediği bir günahtan (Hz. Adem'in işlediği günahtan) dolayı, onun insanlığa feda edilmesi içindir..." 303[56] Derim ki: Bu sözlerin aslı astan olmayıp saçma sapan sözlerdir. Çünkü söyledikleri gibi olsa o zaman Allah'ın adalet ve rahmet sıfatları gerçekleşmiş olmaz. Zira günahsız bir kimseye başkasının işlediği suçun cezasını çektirmek ve suçsuz bir kimseye de başkasının işlediği günahın cezasını vermek adalet değildir. Sonra bu inanç, aslında onların elindeki kutsal kitaba ters düşmektedir. Çünkü Tesniye kitabında: - "Babalar çocuklarının yerine, çocuklarda babalarının yerine öldürülemez. Doğrusu her insan, günahı (veya hatası) karşılığında dürülür" denmektedir. 304[57] Havariler Kimlerdir?: Hz. İsa (a.s)'ın, "Havariler" diye adlandırılan arkadaşları ve öğrencileri vardı. Bunlara, kalplerinin 303[56] 304[57]

Reşid Rıza, Tefsirii'l-Menâr, 6/25. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 478-480.

temizliği ve sır saklamalarının (veya gidişatlarının) düzgünlüğü sebebiyle "Havariler" denilmiştir. Üstelik bunlar, Hz. İsa (a.s)'m "Ensâr" (yardımcılar) mdandır. Bunlar tıpkı, Resulullah (s.a.v.)'e Medine'de "yardım eden sahabelerine" benzerler. Nitekim Yüce Allah, Havarileri anlatmış ve onları şöyle övmüştür: "İsa, onların (Yahudilerin) kafirliklerini (kesin bir şekilde) anlayınca; 'Allah uğrunda benim 'yardımcılarım' kimlerdir?' dedi. Havariler de: 'Biz, Allah (yolunun) yardımcılarıyız, Allah'a inandık ve O'na teslim olduğumuza (sende) şahit ol (Bunları İsa'ya söyledikten sonra Yüce Allah'a:) 'Ey Rabbimizl İndirdiğin (İncil'e ve ondan önceki kitaplara) iman ettik ve peygamberin (olan İsa 'nın) ardınca gittik. Bizi, şahit olanlarla beraber yaz' dediler." 305[58] Yüce Allah, her peygambere, "yardımcılar" (Ensâr) ve "Havariler" nasip etmiştir. Nitekim Resulullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Benden önce Allah, bir ümmete Peygamber gönderdiğinde, mutlaka ona, ümmetinden, 'yardımcılar' ve 'Havariler' vermiştir." 306[59] Hz. İsa (a.s)'ın Havarileri 12 tanedir. Bunların isimleri şöyledir: 1. Simotin. (Ona, Petros'da denilir.) 2. Endrâvus. (Sem'an'm kardeşi) 3. Ya'k'ûb (b. Zebdî) 4. Yuhanna (b. Zebdî. YaVûb'un kardeşi) 5. Bersolmâvus 6. Filips 7. Matta (el-Aşşâr) 8. Tomas. 9. Ya'k'ûb (b. Halefi). 10. Lebavus 11. Simoun (el-Kanunî) 12. Yehûza (el-Esharyotî) 307[60] Sonuncu sırada yer alan Yehûza el-Esharyoti -daha Öncede anlatıldığı gibi- Havarilikten dönmüş, Hz. İsa (a.s)'a hainlik etmiş ve valinin adamlarına Hz. İsa (a.s)'ın yerini göstermişti. Bu isimler, Matta İncil'inde anlatıldığı üzere, Havarilere aittir. Bunlardan başka Barnaba ve Tedavus diye iki talebesi daha vardır. Fakat bunlar, Hz. İsa (a.s)'a ilah demediklerinden dolayı kilise onları Havarilerden saymamıştır. Barnaba'nm. "Barnaba İncili" diye bilinen bir İncil'i vardı. Bu İncil'in içerisinde, kilisenin inançlarına uymayan şeyler ve Hz. İsa (a.s)'m geleceğini müjdelediği "Ümmi peygamberin (Hz. Muhammed'in) vasıflan bulunduğundan dolayı, kilise, bu İncîl'i bugün muteber saymamaktadır. Nitekim Yüce Allah, bir ümmi peygamberin geleceğinin, Ehli-i Kitabın kitaplarında bulunduğuna dair şöyle buyurmaktadır: "Yanlarındaki 'Tevrat ve İncil'de yazılı' buldukları o Resule, o ümmi Peygambere uyanlar (var ya!) İşte o Peygamber, onlara, iyiliği emreder, kötülükten men eder, temiz (ve güzel) olan şeyleri helâl ve pis (ve zararlı) olan şeyleri de haram kilar." 308[61] Hıristiyanlarca Kabul Edilen İnciller: İncîl: Dört semavi kitaptan biridir. Yüce Allah, bu dört semavi kitabı peygamberlerine indirmiştir. Bu dört kitabında, Allah tarafından indirilmiş olduğuna iman etmek ve içerisindeki hükümleri tasdik etmek her mümin için farzdır. Bunlar: 1. Tevrat 309[62] Âl-i İmrân: 3/52-53. Müslim, İmân 80 (50). Bu isimler için b.k.z: Taberî, Tarih, 2/24; İbn İshâk, es-Siret, 4/255 (ç). 308[61] A'raf: 7/157. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 480-482. 309[62] Kanun", "talim", "şeriat" anlamında olan Tevrat, Eski Alıid Kitapları arasında yer alan ve Hz. Musa'ya nispet olunan 5 kitaptan birinin adıdır. Bu şekilde "Yahudiler, cüz ile küllü isimlendirmişlerdir. Aslında Yahudiler, Tevrat'ın, 5 kitaptan üçifl" cüsünün adı olduğunu bilirler. Ancak beş kitabın hepsine birden Tevrat 305[58] 306[59] 307[60]

2. İncîl 310[63] 3. Zebur 311[64] 4. Kur'ân-ı Kerîm. 312[65] Tevrat, Hz. Mûsâ (a.s)'a indirilmiştir. İncîl, Hz. İsa (a.s)'a indirilmiştir. Zebur, Hz. Davûd (a.s)'a indirilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm ise efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirilmiştir. 313[66] "İncîl" kelimesi, Arapça olmayıp İbranice'dir. "Müjdeleme" manasındadır. Bugün Hıristiyanlarca muteber olan dört İncîl bulunmaktadır. Bunlar: 1. Matta İncili 2. Yuhanna İncili 3. Luka İncili 4. Markos İncili. 314[67] Barnaba İncili diye bilinen bir başka İncîl daha vardır. Fakat kilise bugün bu İncili muteber saymamaktadır. Halbuki Hakka ve doğruya en yakın olanı da bu İncil'dir. 315[68] Bu İncilerin Doğruluk Payı Var mıdır?: Şurası kesindir ki, bugün Hıristiyanların ellerinde mevcut İndilerden hiçbirisi Yüce Allah'ın kulu ve peygamberi olan Hz. İsa (a.s)'a indirmiş olduğu asıl Rabbani İncîl değildir. Kur'ân-ı Kerîm'inde ifade ettiği gibi, bu İncillerin hepsinin içerisine tahrifat ve değiştirmeler girmiştir. Çünkü bu İncillerin hepsinin arasında açık bir şekilde zıtlık ve çelişki vardır. Üstelik: Şanı Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)'a, bir tek İncîl indirmiştir. Buna göre 4 (veya daha çok) încîl nasıl olabilir? Üstad en-Neccâr, "Kasasü'I-Enbiyâ" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Kur'ân-ı Kerîmin bahsettiği, Hz. İsa (a.s)'a indirilen İncil'in aslı bugün nerede? Bugün Hz. İsa (a.s)'ın getirdiği ve müjdeleme görevini yerine getirdiği İncîl, hiçbir yerde mevcut değildir. Fakat şu anda Hıristiyanların ellerinde bulunan İncillerin hepsi, Hz. İsa (a.s)'ın talebeleri veya başkaları tarafından birtakım ilaveler, eksiltmeler, değiştirmeler ve tahriflerle yazılmış hikayelerdir! Halbuki Hz. Mesih İsa (a.s), Havarilerine İncil'i getirmişti. Fakat zamanla insanlar, bu asıl İncil'i terk etmişler. Bu da, asıl İncil'in kaybolmasını beraberinde getirmiştir. Bundan dolayı da asıl İncil'e değil de, Hz. İsa (a.s)'m talebelerinden bazılarının veya talebelerinin talebesinin yahut ta daha sonra gelen kimselerin yazdığı kitaplara sarılmışlar. Zamanla da İnciller feci bir şekilde o kadar çoğaldı ki sayıları 100'ü aşmıştır. Bilinen şu ki; kilise bugün, kendi düşünce yapısına ters o-lan İndileri atmış ve bugün bilinen dört İncil'i kabul etmiştir. Çünkü bu terk edilen İncillerin, nereden ve ne yolla geldiği, hakiki yazarlarının tam olarak kimler olduğu, tercüme edenler ile ravilerinin ne derece güvenilir oldukları, dine bağlılıkları ve dürüstlükleri kesin olarak bilinmiyor. Üstelik bu İncillerin arasında gerçek anlamda korkunç ihtilaflar ve çelişkiler var. Çünkü birinin doğru dediğine, diğeri yanlış diyor. Buna göre ismini «-ririer. Bu beş kitap sırasıyla şunlardır: 1- Tekvin, 2- Huruç, 3-Tevrât (Levilüer), 4- Sayılar, 5- Tesniye (B.k.z: Prof. Dr-Süleyman Toprak, Prof. Dr. Ş. Gölcük, Kelam, sh. 308). "incîl" kelimesinin aslı Yunanca "Evangelium" olup oradan da Arapça'ya gç-miştir. İncîl kelimesi, "beşaret" ve "talim" manasındadır. (ç). 311[64] Zebur kelimesinin çoğulu, "Zubûr"dur. Bu da, "Zuhura" kelimesinden almmş-tır. "'Yazma" manasına gelir. Bugün Hz. Davûd (a.s)'a gönderilen Zebur'un asıl bir nüshası yoktur. Eski Ahid'de yani Tevrat'ta yer alan "Mezâmİr'in" Zebur olabifc-ceği söylenir. Bunlar; şiir şeklinde, manzum ahlakî öğütler ve nasihatlerden ibarettir,(ç). 312[65] Kur'an" kelimesi; "kıraat", "tilavet" yani "okumak" anlamındadır, Kur'an fe-iımesi ayrıca "toplama" manasına da gelir. Ayrıca Kur'an'm; Hak, Hüdâ, Tenzil, rurkân, Zikrâ, Nûr, Mübin, Bürhân ve Azîz gibi daha pek çok ismi vardır, (ç). 313[66] Bu kitapların ne zaman indirildiğine dair şöyle bir hadisi şerif nakledlmiştir: Fevrât, Musa'ya Ramazan'ın ilk altı gecesinde nazil olmuştur. Zebur Davud'a Kamazamn ilk on iki gecesinde nazil olmuştur. Zebur, Tevrat'ın nazil olmasından °~ sene sonra nazil olmuştur. İncîl, Meryem oğlu İsa'ya, Ramazan ayının ilk on ekiz gecesinde nazil olmuştur. încîl'in nazil olması Zebur'un nazil olmasından "iı/ SCne sonra olmuştur, Furkan (Kur'ârn Kerîm) ise. Muhammed'e, Ramazanın "* yirmi dört gecesinde nazil olmuştur. {Suyuti, CamiuVSağir, H. No:2734) (c). 314[67] "İsiama göre Hıristiyanlığın muteber saydığı dört İncil'den hiçbirini Hz. İsa (a.s)'a nispet etmek mümkün değildir. Çünkü bu dört İncîl, ne Hz. İsa (a.s)'a vahy edilen asıl İncil'dir ve ne de onun yaşadığı dönemde kaieme alınmıştır. Mevcut İnciller, Hz. İsa'nın semaya kaldırılmasından çok sonra muhtelif kimseler tarafiıdan kaleme alınmıştır. Ve ilk dönemlerde (bu İnci İler) "Havarilerin Hatıratı" otrak tavsif edilmiştir. Ancak încilleri Havarilere nisbet etmek de doğru değildir. Her ne kadar kilise, bu İncîl kitaplarının ktfsal kabul edilmesi için Havarilere nisbetini şart koşuyorsa da buna evet demek mümkün değildir." (Doç. Dr. Abdıllab. Aydemir, a.£.e, s. 253) (ç) 315[68] Çünkü bu İncîlde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in gönderileceğine dair bilgi ile Tevhİd inancı İşlenmektedir, (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 482-484. 310[63]

sözlerinin biri doğru ise diğerleri yanlış oluyor demektir..." 316[69] Bugün Hıristiyanların ellerinde mevcut olan İndiler, Hz. Meryem ile oğlu Hz. İsa (a.s) ve onun doğumundan yeryüzündeki hayatının sonuna kadar geçen olaylara ait Hıristiyan inancına uygun olarak düzenlenmiş tarihi kıssalardan ibarettir. Nitekim bu İnciller, vaftizci Yuhanna (Hz. Yahya) ile ilgili haberleri de aynı şekilde anlatmaktadır. Bu İndilerden hiçbirisi, Hz. İsa (a.s) hayatta iken yazılmamış olup onun semaya kaldırılışından sonra yazılmıştır. Bugün Hıristiyanlarca kabul edilen 4 İncil'i birazda olsa anlatmakta fayda olacaktır. Zira okuyucu, bu İnciller hakkında bilgi aldığında, bu İncillerin tamamen ilahi kaynaklı olmadığını anlayacaktır: 1. Matta İncili: Bu İncîl, bugün Hıristiyanların ellerinde bulunan İncillerin en eskisi ve Hz. İsa (a.s)'ın semaya kaldırılışından 4 sene sonra İbranice olarak yazılmış ilk İncil'dir. Bugün Hıristiyanların ellerinde mevcut olanı, bunun tercüme e-dilmiş şeklidir. Fakat bunu kim tercüme etmiştir? Tercüme edilmiş aslı nerededir ki, asit ile tercümesi arasında bir bağlantı tamamlanabilsin? İşte bu vb soruların hiçbirisinin, Hıristiyanların yanında cevabı yoktur. Öyleyse bu İncil'i tercüme edenin kim olduğu bilinmeyen ve tercümesi yapılan, fakat asıl nüshası mevcut olmayan bir vesikanın ilmî değeri ne olabilir? Üstelik bu İncil'in, Hz. İsa (a.s)'a veya talebelerine ulaşan bir senedi bile mevcut değildir!! 2. Markos İncili: Bu İncîl, Hz. İsa (a.s)'m semaya kaldırılışından 23 sene sonra Yunanca olarak yazılmıştır. Yalnız Hıristiyanlar, bu İncil'in yazıldığı tarih hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bir grup; bu İncil'i, Havarilerin reisi Petros (Simoun)'un yazdığını söylerler. Diğer bir grup ise; bu İncil'i, Markos'un, Pavlos ve Petros'un ölümlerinden sonra yazdığını söylerler. "Mürşidü't-Tâlibîn" adlı kitapta geçtiği üzere; "Markos İncil'i, M.S. 61 'de Petros'un Hıristiyanlığa hizmet edenlere faydalı olması için yazdığı bir kitaptır. Bu İncil'in önemli olan bir noktası da; Hz. İsa (a.s)'m ilah oluşunu kabul etmemesidir. Görüldüğü üzere; bu İncil'i kesin şekliyle yazanın kim olduğu hususunda Hıristiyan tarihçileri arasında ihtilaf ve şüphe vardır. Nitekim Hz. İsa (a.s)'ın da bu İncil'i yazmadığı ve yazdırmadığı da aynı şekilde sabit olmaktadır. Buna göre insan, nasıl olurda bu İncil'e güvenebilir?! 3. Luka İncili: Bu İncil'in, Hz. İsa (a.s)'ın semaya kaldırılışından 20 sene sonra yazıldığı hususunda Hıristiyan tarihçileri ittifak etmişlerdir. Luka'nm, Hz. İsa (a.s)vın talebesi veya talebesinin talebesi olmadığında Hıristiyan tarihçileri tarafından ittifak edilmiştir. Luka, hayatında Hz. İsa (a.s)'ı hiç görmemiş olan ve İseviliği kuran mutaassıp bir Yahudi olan Pavlos'un talebesidir. Pavlos, Hıristiyanlara açık bir şekilde kötülük eden birisi idi. Luka, Pavlos'un Hıristiyanlara acımasızca yaptığı kötülükleri görünce onun hileli yolundan çıkıp Hıristiyanlığa girdi ve Hz. İsa (a.s)'a iman ettiğini açıkladı. Daha sonrada Pavlos'un sara hastalığına tutulduğunu, bu haldeyken Hz. İsa (a.s)'m ona mesh ettiğini, Hz. İsa (a.s)'m kendisine tabi olanlara eziyet etmekten onu menettiğini, bundan sonrada Hz. İsa (a.s)'m kendisine güvence verip İncil'i okutmakla görevlendirdiği ve Pavlos'un hilelerinin böylece kiliseye de girdiği şeklinde iddiada bulundu. Üstelik insanlara ölü hayvan etini yemeyi ve içki içmeyi mubah kılmıştı. ı Luka, kendi İncil'ine, Matta ve Markos İncillerinde olmayan, okuyucuyu açık bir şekilde şüpheye düşüren çok sayıda ilaveler katmıştır." 317[70] Yine ilim, Luka'ya şüpheyle ve üstadı Pavlos'a ise, Hıristiyanlığın temel inançlarını tahrif etme suçlamasıyla bakıyor. Luka İncil'ine ise, Hz. İsa (a.s)'m onu ne imla ettirdiği ve ne de kitabet yönüyle bir ilgisinin bulunmadığını tespit ediyor. 4. Yuhanna İncili: Bu İncîl ise, Hz. İsa (a.s)'ın semaya kaldırılışından 32 şene sonra yazılmıştır. Kilise, bu İncil'in, Hz. İsa (a.s)'m talebelerinden biri olan Yuhanna el-Zebdfnin yazması olduğunu iddia etmektedir. Fakat büyük Hıristiyan tahkik çilerinin çoğu, bu İncil'in, bu havariye nispet edilmesini kabul etmeyerek Miladi 2. asırda İskenderiye Medresesi talebelerinden birisi tararından bu İncil'in tasnif edildiğini açıklamaktadırlar. 316[69] 317[70]

Üstad Abdulvahhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiyâ, s. 391. Üstad Ahdulvahhab en-Neecar, Kasasul-Enbiyâ. s. 400.

Yazınıma 500 Hıristiyan ilim adamının katıldığı Britanica Ansiklopedisinde, bu İncîl hakkında şu ifadeler kullanılmıştır: "Şek ve şüphe yok ki, Yuhanna İncil'i, uydurma bir kitaptır. Çünkü bu İncil'i yazan kimse, bununla, havarilerden iki aziz olan Yuhanna ile Matta'yı birbirine zıt göstermek istemiştir. Üstelik bu yalancı yazar, kitabın metinlerinde, Hz. İsa (a.s)'m sevdiği havarinin kendisi olduğunu iddia etmiştir." Bu İncil'in önemli olan bir noktası ise; Hz. İsa (a.s)'ın i-lahlığma delalet eden ifadelerin yalnızca bu İncil'de mevcut olmasıdır. Fakat ne acayiptir ki, kilise, bu İncil'in, Yüce Allah'ın Hz. İsa (a.s)'a indirdiği dini esaslara ters olduğunu ve Hz. İsa (a.s)'m havarilerinden olan Yuhanna'ya nispetinin Sahih olmadığını yakinen bildiği halde itikadi konularda bu İncîl'e itimat ediyor! Üstad en-Neccâr, "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında, bugünkü Hıristiyanların ellerinde bulunan İncülerin birbirleriyle olan zıtlıklarından, çelişkilerinden, ihtilaflarından ve insanın onlarda yazılı olanların sağlam olmadığını kolayca anlayacağı şekilde anlatır. Bu konuda geniş bilgi için oraya başvurabilir. Sonuç olarak; bugün Hıristiyanların ellerinde mevcut olan bu İndilerin, Yüce Allah'ın, Hz. İsa (a.s)'a indirdiği İncil'den tamamen başka olduğunu, tahrif edildiğini, senet zincirlerinde ilk kaynakla irtibatlarının kopuk olduğunu ve metinlerde çelişkilerin olduğunu daha iyi anlıyoruz. Bu da, onlardaki haberlerin ve hükümlerin güvenirliliğinin ve sağlamlılığının olmadığına yeterlidir! 318[71] Hıristiyanların, Hz. îsa (a.s) Hakkındaki İnançları: İnsanlardan hiçbiri, Hıristiyanların, Hz. İsa (a.s) meselesi hakkında ihtilaf ettikleri kadar peygamberlerden hiçbirinin meselesi hakkında ihtilaf etmemişlerdir. Yine Hz. İsa (a.s)'m peygamberliği etrafında yapılan münakaşalar kadar diğer peygamberlerden hiçbirinin peygamberliği etrafında münakaşalar meydana gelmemiştir. Ne gariptir ki; Yahudiler ve Hıristiyanlar, Hz. îsa (a.s) meselesi hakkında münakaşaya dalıp hiçbiri hakkı bulamamış ve ifrat ile tefrite düşmüşlerdir. Çünkü Yahudilere göre; Hz. İsa (a.s), "zina çocuğu" dur. Zira normalde her çocuğun bir babasının olması gerekmektedir. Halbuki Hz. İsa'nın bir babası yoktur. Buna göre İsa'nın bir babası olmadığına göre, onun, "zina çocuğu olması lazımdır" şeklinde iddiada bulunmuşlardır. Hıristiyanlara göre ise; Hz. İsa (a.s), "Allah'ın ©ğlu"dur. Çünkü Hz. İsa (a.s), Allah'ın ruhundan yaratılmıştır. Allah'ın ruhu ise, kendisinden bir parçadır. Buna göre Hz. İsa (a.s)'m "Allah'ın oğlu olması gerekir" şeklinde iddiada bulunmuşlardır. Aslında her iki grupta, Hz. İsa (a.s) meselesi hakkında aşırıya kaçmışlardır. Zira bir kısmı; Hz. İsa (a.s)'m, "Allah'ın oğlu" olduğunu söylüyor. Diğer kısmı ise; Hz. İsa (a.s)'ın, "zina çocuğu" olduğunu söylüyor. Doğru olan ise Kur'ân-ı Ke-nm'in bildirdiği olup o da şudur: Hz. İsa (a.s), Yüce Allah'ın peygamberlerinden bir peygamberdir. Yüce Allah, onu, doğru yolu göstermekle ve apaçık mücizelerle İsrail oğullarına Peygamber olarak göndermiştir. Annesi Hz. Meryem ise; iffetli, dosdoğru, tertemiz, gönlünü Allah'a bağlayan, ırzını koruyup herhangi bir erkekle yakınlığı olmayan ve samimiyetle Allah'a kulluk eden bir kadındır. Nitekim Yüce Allah, Hıristiyanların ve Yahudilerin bu görüşlerinin aksine Hz. İsa (a.s) ile annesi Hz. Meryem hakkında şu şahane ifadeleri kullanmıştır: "Meryem oğlu İsa, bir peygamberden başka bir şey değildir. Ondan öncede nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi (Meryem) de, dosdoğru (bir kadın) dır. İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. (Buna göre yaşamak için yemeğe muhtaç olan bir insan nasıl ilah veya Allah 'in oğlu olabilir?) Bir de, Bizim, ayetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonrada onların, (söylediklerinin batıl olduğunu açıkça kanıtlayan belgeleri açıkladığımızda) nasıl yüz çevirdiklerine bir bak!" 319[72] Bu ayeti kerime; Hıristiyanların, Hz. İsa (a.s)'m, "Allah'ın oğlu" ve Yahudilerin ise, Hz. İsa (a.s)'ın, "Zina çocuğu" olduğu şeklindeki iddialarını, "Hz. İsa (a.s)'m sadece bir Peygamber ve annesi Hz. 318[71] 319[72]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 484-488. Maide: 5/75.

Meryem'inde dosdoğru bir kadın olduğu" biçiminde reddetmektedir. Ayrıca ayeti kerimedeki şu yüce edebe bakınız ki, Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa (a.s)'ın normal birer insan gibi yemek yedikleri şöyle ifade edilmektedir: "İ-kisi de yemek yerlerdi" Ayeti kerime bu ifadeyle, Hz. İsa (a.s)'m normal bir şekilde diğer insanlar gibi yemek yemeğe ve bir şeyler içmeye ihtiyacının olduğuna işaret ediyor. Yüce Allah'ın ise hiçbir şeye muhtaç olmadığını güzel bir şekilde anlatmış oluyor. Zira yemek yiyen kimsenin, fazlasını çıkarmaya ve dolayısıyla büyük abdestini yapmaya ve tuvalete gitmeye ihtiyacı vardır. Buna göre mahlukat üzerinde tasarruf sahibi olan bir ilahın veya oğlu olacak kimsenin, böyle bir ihtiyacının olması ona nasıl layık olur?! Kur'ân-ı Kerîm, Hıristiyanların "inanç" bakımından 3 fırkaya ayrıldıklarım detaylı bir şekilde açıklamıştır. Şöyle ki: 1. Bir firka; Hz. İsa (a.s)'m, Allah'ın ruhundan yaratılması itibariyle onun bizzat "Allah'ın oğlu" olduğuna inanmaktadırlar. 2. Bir fırkada; Hz. İsa (a.s)'ın, bizzat kendisinin "Allah" olduğuna inanmaktadırlar. Bunlara göre Allah, Hz. İsa (a.s)'ın şekline girerek insanları, işlemiş oldukları günahlardan kurtarmak için tekrar yeryüzüne inecektir. 3. Bir fırka ise; Teslis akidesine (Ekânim-i Selâse'ye) yani Üç esastan oluşan "bir"e inanmaktadırlar, Bu üç esas ise şunlardır: "Baba" (haşa Allah) "oğul" (İsa) ve Ruhu'l-Kudüs. Bunlara göre bu üç esas, bir tek ilahtır. Bir olan da, üç ilahtır. Üstad en-Neccâr, "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hıristiyanlar; baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs diye üç esastan oluşmuş bir "Allah" inancını meydana getirmişlerdir. Bunlara göre bu üç esas, bir ilahtır. Buna göre Allah, -onların gö-rüşlerindeki farklılığa göre- baba veya oğuldur. Bu babada, Hz. Meryem'e hulul etmiş ve daha sonrada (Hz. Meryem'in rahminde bir müddet kaldıktan sonra) insan şekline gelip Hz. İsa (a.s) olarak doğmuştur. Aslında Hz. İsa (a.s), bu inancı onlara ne söylemiş ve ne de öğretmiştir. Fakat Hıristiyanlar, dinlerini putperestler arasında yaymaya başladıklarında putperestler ilahlarının birtakım şekillere girerek çarmıha gerildiği ve kendilerini insanlığı kurtarmak için feda ettikleri şeklinde bazı temel esaslara inanıyorlardı. İşte bu putperestler, beraberlerinde getirdikleri bu inançları da Hıristiyanlığa getirerek bu inançlar doğrultusunda oluşturdukları din ile bu yeni dinin arasını uzlaştırmak istediler. Daha sonrada Hz. İsa (a.s)'ı ilah edinip: - 'Baba; Ruhu'l-Kudüs'ü şekillendirip birleşmiş, Hz. Meryem'in rahminde ceset bulmuş ve insanlardan bir ilah olarak ortaya çıkmıştı. Böylece Allah, oğul esasına göre indirgemiştır." 320[73] İnsan ister istemez; "Hz. İsa (a.s), diğer insanlar gibi bir kadının rahminden çıktığı ve doğduğu halde nasıl ilah olabilir? Veya yiyen, içen, uyuyan, yorulan, üzülen ve hamama gitmeye ihtiyacı olan bir kimse nasıl ilah olabilir?" diye sorular sorabiliyor. Halbuki tek ilah olan Allah, Hıristiyanların söylediklerinin aksine kendisi hakkında şunları söylemektedir: "Allah, (zalim kimselerin) söyledikleri şeylerden çok yüce ve münezzehtir." 321[74] Kur'ân-ı Kerîm, Hıristiyanların bu batıl ve sapık görüşlerini reddetmiştir. Bunun yanı sıra onların, Hz. İsa (a.s) meselesi hakkındaki yalan, iftira ve sapıklıklarım ortaya koyarak kütur-lerini ve inatçılıklarını şöyle anlatmıştır: "Ey Ehli-i Kitap! Dininizde taşkınlık ettneyin. Allah hakkında ancak (O'na yakışan) gerçeği söyleyin. Meryem oğlu Mesih isa'da, (sizin söylediklerinizin aksine) Allah'ın bir peygamberi, Allah'ın Meryem'e (Cebrail vasıtasıyla) ulaştırdığı kelimesi ve (kaynağı) kendisinden olan bir ruhtur. Artık Al-lah'd ve peygamberlerine iman edin. (Kendi teslis inancınıza göre) Allah üçtür demeyin. Kendi yararınıza olarak bu (teslis inancı) ndan vazgeçin. (Sizin iddia ettiğinizin aksine) Allah, sadece bir tek ilahtır. Çocuk (sahibi) olmaktan münezzehtir. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. (Hiçbir kimseye muhtaç olmayan) Allah, vekil olarak yeter." 322[75] Şanı Yüce Allah, Hıristiyanların bu sapık inancı hakkındaki küfürlerini doğrulayıcı mahiyette Maide Sûresinde şöyle buyurmaktadır: 320[73]

Abdulvehhab en-Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ, s. 454. îsrâ': 17/43. 322[75] Nisa: 4/171. 321[74]

"Meryem oğlu Mesih, (gerçekten) 'Allah'ın (bizzat) kendisidir' diyenler, andolsun ki kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih, (onlara): 'Ey israil oğulları! Benim de Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Zira her kim (Allah'tan başkasına ibadet etmek suretiyle) Allah'a şirk koşarsa, muhakkak Allah ona (muvakkitlerin yurdu olan) cenneti haram. kılar. Onun varacağı yer, ateştir. Zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur. 'Allah (gerçekten) üçün üçüncüsüdür' diyenler de, andolsun ki kafir olmuşlardır. Halbuki (vahdaniyet sıfatına sahip) bir tek ilahtan başka (ikinci) bir ilah yoktur. (İsa hakkında) söylediklerinden vazgeçmezlerse, onlardan kafir olanlara açıklı bir azab dokunacaktır. Hâlâ Allah'a tevbe edip O'ndan mağfiret dilemezler mi? Halbuki Allah, bağışlayıcıdır ve merhamet sahibidir. Meryem oğlu İsa, bir peygamberden başka bir şey değildir. Ondan öncede nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de, dosdoğru (bir kadın) dır. İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. (Buna göre yaşamak için yemeğe muhtaç olan bir insan, nasıl 'ilah' veya 'Allah 'in oğlu' olabilir?) Birde, Bizim ayetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonrada onların, (söylediklerinin batıl olduğunu açıkça kanıtlayan belgeleri açıkladığımızda) nasıl yüz çevirdiklerine bir bak!" 323[76] Yahudiler ve Hıristiyanlar, Hz. İsa (a.s)'ın babasız olarak doğmasına hayret ediyorlar. Halbuki Hz. Adem (a.s)'ın durumu, Hz. İsa (a.s)'m durumuna göre daha hayret vericidir. Çünkü Hz. Adem (a.s), hem babasız ve hem de annesiz olarak doğmuştur. Buna göre Hz. Adem (a.s)'ı topraktan yaratıp sonrada ona "ol" demekle olu verdiren Allah, Hz. İsa (a.s)'ı da babasız olarak yaratmıştır. Zira Şanı Yüce Allah, her şeyi yapmaya gücü yetendir. Çünkü o bir şey yapmak istediğinde yerde ve gökte bulunan hiçbir şey O'nu yapmaktan aciz bırakamaz. İşte bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İsa (a.s)'m bu durumunu, Hz. Adem (a.s)'m şu duruma benzetmiştir: "Doğrusu Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Çünkü Allah onu, topraktan yarattı. Sonrada ona 'ol' dedi. O da (anında insan) oluverdi." 324[77] Hz. İsa (a.s)'ın Mucizeleri: Hz. İsa (a.s)'ın mucizeleri pek çoktur. Bunlardan bazılarını, Kur'ân-ı Kerîm haber vermiştir. Bu mucizeler diğer peygamberlerin mucizeleri gibi (Hıristiyanların iddia ettikleri üzere) Hz. İsa (a.s)'m ilah oluşuna değil de peygamberliğinin doğruluğuna delâlet etmektedir. Hz. İsa (a.s)'ın mucizelerinden bazıları şunlardır: "Hastaları iyileştirme", "körleri iyi etme", "ölüleri diriltme", "gaybtan haber verme", "beşikteyken konuşma." Hz. İsa (as)'ın bunlardan başka daha birçok mucizeleri vardır. Nitekim Yüce Allah, Hz. İsa (a.s)*m bu mucizelerinden bazılarını şöyle anlatmaktadır: ''Hani Allah (peygamberleri toplayacağı günde): 'Ey Meryem oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi 325[78] hatırla. Hani seni, (kavmine karşı bir hüccetinin sabit olması i-çin) Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken (mucize olmak üzere) ve yetişkin iken de (insanlara Allah'ın davetini tebliğ etmek için) insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hihneti, Tevrat'ı ve İncil'i Öğretmiştim. Hani sen, Benim iznimle çamurdan kuşa benzer bir şey yapıyordun da (o yaptığın şeklin) içine üflüyordun ve Benim iznimle kuş oluyordu. Sen, anadan doğma körü, abraşı, Benim iznimle iyi ediyordum. Hani Ölüleri Benim iznimle (kabirden canlı olarak) diriltiyordun. Hani îsrailoğullarım (seni Öldürmek istediklerinde Yahudileri) senden çekmiştim. Kendilerine apaçık "mucizeler" getirdiğin zaman içlerinden küfredenler: 'Bu, apaçık bir sihirden başkası değildir' demişlerdi. 326[79] Hz. İsa (a.s) Yeryüzüne İnecek mi?:

323[76]

Maide: 5/72-75. Âl-i İmrân: 3/59. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 489-494. 325[78] Burada nimet ile kastedilen; Yüce Allah'ın. Hz. Meryem'i tertemiz klnıası ve onu bütün dünya kadınları arasından seçip üstün duruma getirmesidir, (ç). 326[79] Maide: 5/110. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 494-495. 324[77]

Hz. İsa (a.s)'m meselesi bundan sonra da bitmiş kapanmış değildir. Risalet görevini tamamlamak ve davetini insanlara tebliğ etmek için yeryüzüne tekrar inecektir. 327[80] Şu anda Hz. İsa (a.s), semada dilidir. Yüce Allah, onu, ruhu ve bedeni ile birlikte kendisine kaldırmıştır. Kur'an, onun, Allah katma kaldırılışını haber vermiştir. 328[81] Bundan dolayı bizde, Kur'an'rn buna dair verdiği habere ve Resulullah (s.a.v.)'inde buna dair anlattığına inanırız. Zira Resulullah (s.a.v.), Hz. İsa (a.s).'m yeryüzüne ineceğine dair şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsa, muhakkak 'ileri bir zamanda' sizin içinize adaletli bir hakim olarak inecektir. (İndiğinde Hıristiyanlarca kutsal olan) haçı kıracak, domuzu Öldürecek ve cizye vergisini kaldıracak." 329[82] Yeryüzüne indiğinde "Kur'an'm Şeriatı" ile hükmedecektir. Bundan dolayı da hiçbir kimseden İslam dininden başka bir dini kabul etmeyecektir. Rabbimin salâtı ve selamı; onun, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, diğer nebilerin ve resullerin üzerine olsun. 330[83]

327[80] Kur'ân-ı Kerîm,Hz. İsa (a.s)'uı öldürüldüğü ve çarmıha gerüdiği tezini reddd-mektedir. O, öldürülmemiş, ve çarmıha gerilmemİştir. Allah, onu, kendi katna yüceltmiş ve yükseltmiştir. (Nisa: 4/157-158) Hz. İsa'ya ait bu yüceltme ve yüc-seltme işinin; beden ile mi, yoksa ruh ile mi; beden ve ruh diri olarak mı, yoksa beden ölü yalnız ruh olarak mı gerçekleştiği hususu kapalıdır. Bu konu, asırlar boyu Kur'an yorumcularını meşgul etmiştir. Bu konuyu aydınlığa kavuşturmaya çalîşan Tarihçi, ve Müfessirler belli ölçüde Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarından ve onların sözlü geleneğinden etkilenmişi erdir. Yine Hz. İsa'nın, nüzulü ve kıyametten önce dönüşü konusu da tartışılmaktadır. Hadislerde yer alan Hz. İsa'nın dönüşü konusu, müfessirleri, ayetlerde geçen kelimeleri (Al-i İmrân: 3/55; Nisa: 4/156-159; Maide: 5/117).yoruma zorlamış ve"ahad" olsalar da onları değerlendirmeye almalardır. Yalnız bu hadislerin, akideyi ilgilendirmediğine dikkat edilmesi geıeken bir Konudur. Ayrıca tarih boyunca ümmetin büyük bir bölümü, Mesih düşthcesini; uyuşukluk, pısırıklık, ve tembelliğe bir kalkan olarak kullanılışlardır. Bu konuda geniş bilgi İçin şu eserlere bakılabilir:Doç. Dr. Abdıilah Aydemir, a.g.e, s. 254; Mahmut Şeltut, İsa'nın Refi, Ank. Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, XXIII, 319-324, ğ«k- 1978 (tere. E. Ruhi Ftğlah); E. R. Fığlalı, Kadtyanilik, İzm. 1986. s. 5-15 (ç). 328[81] Bk.z:Âl-i İmrân: 3/55 (ç). 329[82] Buhârî, Enbiyâ 51 (118); Müslim, İman (155); Ebu Davûd, Melâhim (4324). Hadisin tamamı için b.k.z: İbnü'1-Esîr, Camiu' 1-Usûl, 10/327. (Bu hadiste; Haçın kırılması, Hıristiyanlığın iptaline delildir. Domuzun öldürülmesi ve cizyenin kali-nlması ise, artık İslam'dan başka bütün din sahiplerine tanınan müsamahaların son bulacağını ifade eder. Esasen Hz. İsa (a. s)'m ad aletli bir hakim olarak tekrar dünyaya inmesi meselesi de o büyük peygambere yapılan iftiralannve o yolda meydana getirilen hurafelerin kökü kazınıp 'İslam'ın her yere hakim olması' ve 'bütün haü-katlerin tamamen anlaşılması' manasıyla da tevili mümkündür. Bu konuyla üg
HZ. MUHAMMED (S.A.V.) "Ey Peygamber! Biz seni (alemlere) bir şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. (İnsanları Allah'ın bu konuda sana verdiği) izin gereğince Allah 'a (ibadet etmeye) çağıran ve aydınlatan bir ışık kıldık (Ahzab: 33/45-46) Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah'ın resulü ve bütün peygamberlerin sonuncusudur. Yüce Allah, semavi kitapları Kur'ân-ı Kerîm ile sona erdirdiği gibi risalet ve nübüvveti de Hz. Muhammed (s.a.v.) ile sona erdirdirmiştir. Bu ne kadar güzel bir sona ermedir! Resulullah (s.a.v.), yaratılış itibariyle peygamberlerin sonuncusu, rütbe ve mevki bakımından onların ilki, dünya ve afairette Adem oğullarının efendisi ve en üstünüdür. 331[1] Nitekim Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Muhammed, sizin adamlarınızdan herhangi birisinin babası değildir. Fakat o, 'Allah'ın resulü' ve peygamberlerin sonuncusudur. " 332[2] Resulullah (s.a.v.)'de, kendisi hakkında şunları söylemektedir: "Allah, mahlukatı yarattı. Beni de, mahlûkatm en hayırhsı i. Kabileleri yarattı. Beni de en hayırlı (olan Kureyş) kabilesinden kıldı. Sonrada kabilelerin en hayırlı ailelerini yarattı. Beni de, en hayırlı (olan Haşim) ailesinden kıldı. O halde ben aile ve şahıs itibariyle sizin en hayırlınızım." 333[3] Yine Resulullah (s.a.v.) kendisi ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ben, kıyamet gününde Ademoğullannın efendisiyim. Bunda övünülecek bir durura yoktur. Kıyamet gününde hamd sancağı benim elimde olacak. Bunda övünülecek bir durum yoktur. Adem ve bütün peygamberler ancak benim sancağımın altmda toplanacaklar. Bunda övünülecek bir durum yoktur." 334[4] Resulullah (s.a.v.)'in Şerefli Soyu: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in soyu, yukarıya doğru şöyledir: Hz. Muhammed (s.a.v.) b. Abdullah b. Abdulmuttalib b. Hâşim b. Kusay b. Abdimenaf b. Kilab b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Galip b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizar b. Mead b. Adnan 335[5] Hz. îsmâîl b. Hz. İbrâhîm (a.s). 336[6] Hz. Muhammed (s.a.v.)'in atalarının hepsi de, ileri gelenlerden ve soylu kimselerdendir. Soyların en şereflilerindendir. Çünkü Allah, göndereceği peygamberi ancak soyu en şerefli olanların içerisinden gönderir. 337[7] Buhârî, "Sahîh" adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şöyle bir hadis nakleder: "Rum meliki Herakliyus, Ebu Süfyân'a: - Muhamrned'in soyu içinizde nasıldır?' diye sormuştu. Ebu Süfyan: - Muhammed, içimizde 'en şerefli soy' sahibiydi' diye cevap verdi. Herakliyus, Ebu Süfyan'm bu sözüne: - İşte peygamberler, kavminin en şerefli soyu içerisinden böyle gönderilir 338[8] yani peygamberler, soy bakımından kavminin en üstünü ve kabile bakımından da kavminin en şerefli-sidir, şeklinde Okuyucunun dikkatine: Burada peygamberlerin sonuncusu olan Resulullah (s.a.v.)'in risaleüni sadece kısa bir şekilde zikrettik. Genişçe allatmadık. Çünkü Kesulullah (s.a.v.)'in hayatım ve davetini anlatmak için detaylı bir kitaba ihtiyaç ardır. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v.)'in hsyatı ve daveti kısa bir şekilde anılacaktır. (Yazar). 332[2] Ahzâb: 33/40. 333[3] Bu hadisi; Tirmizî, Menâkib (3610)'da rivayet edilmiştir. Tirmizî de bu hadis hakkında, "hasen" demiştir. Ayrıca bu hadisi Ahmed b. Hanbel'in, "Müsned" adil kitabında rivayet edilmiştir. (Benzeri hadisler için b.k.z: Mislim, Fezâil 1(2276); Tirmizî, Menakib 1(3609), (3847), (3848) (ç). 334[4] Bu hadisi; Tirmizî, Menakib (3618)'de rivayet etmiştir. Tirmizî, bu hadis h&-_ kında "hasen" demiştir. (Benzeri hadisler için b.k.z: Buhâri, Enbiyâ 3, Tefsir Isra suresi 5; Müslim, İmân 327, 328, Fezâil 3; Tirmizî, Kıyamet 10, Menakib 1, Ttfsir İsrâ suresi 19; Darimi, Mukaddime 8; Ebu Davûd, Sünnet 13; İbn Mace, Zühd37; Müsned, 1/281, 295, 2/435, 540, 3/6,144, 5/388) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 497-498. 335[5] Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Adnan'a kadar olan soy zincirindeki isimlerde yoksa da Adnan'dan Hz. İbrâhîm (a.s)'a ve Hz. İbrâhîm (a.s)'daı Hz. Adem (a-s^a kadar o!an İsimlerde ihtilaf vardır. Fakat Buhârî, Tarih'inde Resulullah (s.a.v.) >n Adnan'dan sonra Hz. İbrâhîm (a.s)'a kadar uzanan yedi ceddini daha sayar. Abo_" lalı ibn Abbas (r.a.)'dan gelen bir rivayetle; Resulullah (s.a.v.), nesebini sayd1!? zaman Meadd b. Adnan'dan ileri geçmez arada dururmuş. (ç). 336[6] Bununla ilgili hadis için b.k.z: Buhârî, Mcnâkibu'l-Ensâr 28 (ç). 337[7] Gerçekten de Yüce Allah ne kadar Peygamber göndermişse hepsi de kavminin seçkinlerinden, ileri gelenlerinden şeref]ilg-indendir. Kur'ân-i Kerîm'de kıssaları katılan peygamberlerin hayatları incelendiğinde bu apaçık bir şekilde görülür, (ç). 338[8] Bu hadis için b.k.z: Buhârî, İman 37, Bed'ü'I-Vahy I, Şehâdât 28, Cihat 11, 99, J°2> 122, Cizye 13, Tefsirü Âl-i İmrân 4, Edeb 8, İstizan 24, Ahkâm 40; Müslim, y*ad73 (1773); Tirmizî, İsti'zan 24 (2718)(ç). 331[1]

cevap vermiştir. Resulullah (s.a.v.)'in doğumu, temiz ve şerefli bir doğumdur. Çünkü ona, cahiliyyet dönemi pislik ve kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmamış ve İslamî nikaha benzeyen Sahîh bir nikahla kurulmuş bir evlilik neticesi doğmuştur. Buna, Resulullah (s.a.v.)'in şu sözü delil teşkil etmektedir: "Ben, Sahîh bir nikahla kurulmuş bir evlilikten vücuda geldim. Kötü bir nikah yolu ile kurulmuş bir evlilikten meydana gelmedim." 339[9] Hz. Aişe (f.a.)Man yapılan başka bir rivayette ise: "Kötü olmayan Sahîh bir nikah ile kurulmuş bir evlilikten doğdum" demiştir. Resulullah (s.a.v.), Hz. İsmâîl (a.s)'ın çocuklarındandır. Hz. İshâk (a.s)'ın çocuklarından değildir. İsrail oğullarına gönderilen peygamberlerin hepsi, Yakub b. İshâk b. İbrâhîm (a.s)'m soyundandır. Resulullah (s.a.v.) ise, Hz. İsmâîl (a.s)'m soyundandır. Müslim'in "Sahîh" adlı kitabında geçen şu hadis de, buna delâlet etmektedir: "Allah, İsmâîl evlatları arasından Kinâne'yi seçti. Kinâne (evlatları arasm)dan Kureyş'i seçti. Kureyş (kabilesin)den Haşim oğullarını seçti. Haşim oğullarından da beni seçti." 340[10] Tirmizî'de geçen rivayette ise: "O halde ben, aile ve şahıs itibariyle sizin en hayırlınızım" buyurulmaktadır. 341[11] Resulullah (s.a.v.)'in Doğumu: Resulullah (s.a.v.), Fil yılında doğmuştur. Rebiü'l-Evvel ayının 12. Pazartesi günü Mekke'de dünyaya gelmiştir. Bu da, yaklaşık olarak Miladi 570 yılına rastlamaktadır. İbn Kesîr bununla ilgili olarak şöyle der: "Resulullah (s.a.v.)'in Pazartesi günü doğduğunda (alimler arasında herhangi bir) ihtilaf yoktur." 342[12] Rivayet edildiğine göre; Abdullah ibn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.), Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü Peygamber oldu. Mekke'den Medine'ye Pazartesi günü hicret etti ve Pazartesi günü vefat etti." Bu hadisi, Ahmed b. jîanbel rivayet etmiştir. 343[13] Resulullah (s.a.v.)'in Fil yılında doğduğu kesindir. Fakat ay ve gününde ihtilaf edilmiştir. İbn İshâk'in "Siyer"in de344[14] de anlattığı üzere, alimlerin cumhuruna göre, Resulullah (s.a.v.)'in doğumu, Rebiü'l-Evvel ayının ikinci günüdür. Abdullah ibn Abbas (r.a.)'m bu konu ile ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v.), Fil yılının Rebiü'l-Evvel ayının 12. Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü Peygamber oldu. Pazartesi günü Miraç'a çıktı. Pazartesi günü (Mekke'den Medine'ye) hicret etti ve Pazartesi günü vefat etti. 345[15] İbn Kesîr ise "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Abdullah ibn Abbas'in bu görüşü, alimlerin cumhurunun yanında kabul edilen meşhur görüştür." 346[16] Resulullah (s.a.v.)'in babası, Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah'tır. Annesi ise, Vehb'in kızı Amine'dir. Resulullah (s.a.v).'in babası ile annesinin soyu, altı göbek yukarıda "Kilâb'da" birleşmektedir. 347[17] İki Kurbanlığın Oğlu: Tarihçilerin ve siyercilerin kaydettiğine göre; Resulullah (s.a.v.), "İbn Zebîhayn" (iki kurbanlığın oğlu) diye isimlendirilmiştir. Çünkü Resulullah (s.a.v.), Hz. İsmâîl (a.s)'m çocuk-larmdandır. Hz. Bu hadisi; el-Esbehânİ, Delâilü'n-Nübüvvet, 1/65'de rivayet etmiştir, eranî'de, e]-Evsâf ta rivayel etmiştir- Tabcrânî, bu hadisin güzelliğine işaret N 'ŞTtI" (Ayrıca bu hadisi; Beyhâkî, İbn Adiy ve îbn Kesîr'de, el-Bidâye ve'n-Ihifye, de 2/255-256 rivayet etmiştir.) (ç). 340[10] Bu hadisi; Müslim, Fezâil 1 (2276)'de rivayet edilmiştir. Tirmizf de, Menâkib 1 (3609)'da rivayet etmiştir. Tirnıizî, bu hadis hakkmda, 'HaseitSahîh' demiştır Hadisin tamamı için b.k.z; îbn Esîr, el-Câmİırl-Usûl, 8/535. 341[11] Tırmizî, Menâkib (3610) (ç).. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 498-500. 342[12] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/ 260. 343[13] Musned, 1/ 8, 277 (ç). 344[14] İbn îshâk, Siyer, sh. 25 (M. Hamidullah tahkiki ve ta'lüri) (ç). 345[15] ibn Kesîr, el-Bidaye ve7n-Nihaye, 1/ 260. 346[16] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/ 260. 347[17] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 500-501. 339[9]

İsmâîl (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'m, rüyasında kurban etmekle emredildiği oğludur. Bundan dolayı Hz. İsmail (a.s), ilk kurbanlıktır. İkinci kurbanlık ise, Resuluİlah (s.a.v)'in babası Abdullah'tır. Birazdan anlatılacağı üzere; Abdulmuttalib, oğlu Abdullah'ı kurban etmek istemişti. 348[18] Resuluİlah (s.a.v.)'in Babası Abdullah'ın Kurban Edilme Kıssası: İbn İshâk bu olayı şöyle anlatır: "Abdulmuttaîib, Zemzem kuyusunu kazarken Kureyşliler'den gördüğü eziyetten dolayı: - 'Eğer 10 oğlum olur da bunlar, buluğ çağma erip beni koruyabilecek bir güce erdiklerinde Allah için onlardan birini Kabe'nin önünde kurban edeceğim' diye adakta bulundu. Haris, Zübeyr, Hacel, Dırâr, Mukavvim, Ebu Leheb, Abbas, Hamza, Ebu Talib ve Abdullah adlarında 10 oğlu oldu. Bunların, kendisini koruyabilecek bir güce eriştiklerini anlayınca, oğullarını toplayarak adağmı onlara anlattı. Onlan, Allah'a verilen sözü yerine getirmeye davet etti. Onlarda, babalarının bu isteğine uyarak: 'Bunu nasıl yapalım dersin?' diye sordular. Abdulmuttalib'de: - 'Her biriniz bir ok alıp üzerine adını yazsın. Yazdıktan sonrada oku bana getirsin' dedi. Onlarda babalarının istediği şekilde yaptılar. Daha sonrada okları, babalarına verdiler. Abdulmuttalib'de, onları, Kabe'nin içinde bulunan Hubel putunun yanma götürdü. Abdulmuttalib, Hubel putunun yanma gelip ok çekince, en çok sevdiği küçük oğlu Abdullah'ın adının yazılı olduğu ok çıktı. Oğlu Abdullah'ın elini tutup bıçağı eline aldı. Sonrada onu kesmek üzere İsaf ve Naile putlarının bulunduğu tarafa götürdü. Öte yandan kendi meclislerinde o-turmakta olan Kureyşliler oraya gelerek: - 'Ey Abdulmuttalib! Ne yapmak istiyorsun?' diye sordular. O da: - 'Abdullah'ı keseceğim' diye cevap verdi. Kureyşliler: - 'Vallahi, sen onu asla kesmeyeceksin. Yoksa bu konuda kusurlu olursun. Çünkü sen oğlunu kesersen, (bu bir adet haline gelecek ve) insanlar oğlunu getirip kesecek. Böylece insanlar azalacak' dediler. Daha sonra meselenin halledilmesi için Abdulmuttalib'e, "Secâh" adında cincilik yapan falcı bir kadına gitmesini tavsiye ettiler. Bunun üzerine Abdulmuttalib, cincilik yapan falcı kadının yanma giderek meseleyi ona anlattı. Kadın ona, kurban edilecek olanla 10 deveyi bir araya getirmelerini, sonrada develerle onun üzerine ok çekmesini, eğer deve çıkmazsa Rabbi razı e-dinceye kadar develerin sayısını artırmasını söyledi. Bunun üzerine Abdulmuttaiib, falcı kadının söylediklerini uygulamak için Abdullah ile on deveyi bir araya getirip oku çekti. Çekilen ok, Abdullah'a çıktı. Daha sonra onar onar artırarak ok çekmeye devam etti. Nihayet develerin sayısı yüz olunca, ok develere çıktı. Bunun üzerine Kureyşliler, Abdulmuttalib'e: - 'Rabbm razı oldu' dediler. Abdulmuttaîib'de, oğlu Abdullah'a fidye olarak develeri kurban etti. İşte bu olaydan dolayı Resuluİlah (s.a.v.), "İbn Zebihayn" (iki kurbanlığın oğlu) diye isimlendirilir oldu. 349[19] Resulullah (s.a.v.)'in İsimleri: Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Ebu'l-Kasım 350[20] ve Ebu İbrâhîm 351[21] diye künyelenmiştir. Birçok isimleri vardır. Bunlardan bazılan şunlardır: 1. Muhammed 352[22] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 501-502. İbn ishâk, Siyer, sh. 10-18 (M. Hamidullah tahkiki ve ta'liki) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 502-503. 350[20] Hz. Peygamber (s.a.v.), oğlu Kasım'a nispetle bu isimle künyelenmiştir. Medine'deki Yahudiler, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, "Ebu'l-Kasım" (Kasım'm babası) diye çağırırlardı, (ç). 351[21] Yine Resulullah (s.a.v.), oğlu İbrahim'e nispetle bu isimle künyelenmiştir. Bu, "ibrahim'in babası" anlamında kullanılır, (ç). 352[22] "Muhammed" kelimesi, hamd kökünden gelmiştir. Tef îi babından geldiğinlen dolayı mübalağa ifade eder. "Tekrar tekrar övülmüş" manasmdadır. Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)Mn bu İsmini, Kur'ân-ı Kerîmin dört yerinde zikretmiştir. Bunla'-da; Âl-i İmrân: 3/144, Ahzâb: 33/40, Muhammed: 47/2, Feth: 48/29'dur. (ç). 348[18] 349[19]

2. Ahmed 353[23] 3. Mâhî 354[24] (Allah, Resulullah'm kendisiyle küfrü mahvettiği için ona bu ismi vermiştir.) 4. Akib 355[25] (Bu isim, ona, kendisinden sonra Peygamber gelmediğinden dolayı verilmiştir) 5. Haşir 356[26] (Bu isim, ona, insanlar kendisinden sonra haşir edileceği için verilmiştir.) 6. Mukaffa 7. Rahmet peygamberi 8. Tevbe peygamberi 9. Savaş (veya kahramanlık) peygamberi 10. Fâtih 11. Tâhâ 12. Yasın 13. Peygamberlerin sonuncusu 357[27] Tevrat ve İncîl, Resulullah (s.a.v.)'in geleceğini müjdelemiştir. Tevrat ve İncil'deki vasıfları, Yüce Allah'ın: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de 'yazılı buldukları' o resule, o 'üm-mi' peygambere uyanlar (var ya!)" (A'raf: 7/157) ayetinde vasıflandırdığı gibidir. Resululîah (s.a.v.)'in Tevrat'taki ismi, Ahmed'dir. İncil'deki ismi de aynı şekildedir. Hz. İsa (a.s), bu isimle, Resulullah (s.a.v.)'ûı geleceğini müjdelemiştir. "Hani Meryem oğlu İsa: 'Ey İsrail oğulları! Doğrusu ben, benden önce geçmiş olan Tevrat'ı doğrulayan ve benden sonrada ismi 'Ahmed' olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah 'in size gönderdiği bir peygamberiyim' demişti." 358[28] Fakat Hıristiyanlar, bütün bu bilgileri tahrif ederek değiştirdiler, Haset ve kinlerinden dolayı İncil'deki Resululiah (s.a.v.)'e ait bütün vasıfları kabul etmediler. Hz. İsa (as)'m müjdelediği peygamberin, bu Muhammed (s.a.v.) değil de kendilerinin beklemekte oldukları Muhammed olduğunu iddia ettiler. Barnaba İncil'inde geçen Resulullah (s.a.v.)'in vasıflarını ise yalanladılar. Resulullah (s.a.v.)'in peygamberliğini kabul etmemek içinde o İncil'in aslının olmadığını ileri sürdüler. Kadı İyâz "eş-Şifâ" adlı kitabında, Resulullah (s.a.v.)'in, "Ahmed" ve "Muhammed" isimleri hakkında şunları söyler: "Kur'ân-ı Kerîm'den önceki kitaplarda geçen ve peygamberlerin müjdelediği 'Ahmed' adına gelince, Yüce Allah, kalbi zayıf kimselerin içine şüphe düşmesin ve Allah resulünü başkalarıyla karıştırmasınlar diye kendi hikmetinin bir gereği olarak Resulullah (s.a.v.)'den başkasının o ismi almasını ve ondan önce bir kimsenin 'Ahmed' adıyla çağrılmasını menetmiştir. 'Muhammed' kelimesi de böyledir. Fakat 'Muhammed 359[29] adında bir Peygamber gelecek' haberi yayılınca ve Resulullah (s.a.v.)'in doğumundan kısa bir süre öncesine kadar ne Araplardan ve ne de başkalarından hiçbir kimse bu ismi almamıştı. Ama bu haberin yayılmasından sonra ve Resulullah (s.a.v.)'in doğumuna yakın bir zamanda, gelmesi beklenen peygamberin kendi oğulları olması umuduyla Araplardan bazı kimseler, o-ğullanna 'Muhammed 360[30] ismini vermişlerdi." 361[31] 353[23] "Ahmed" kelimesi, hamd kökünden gelir. İsmi tafdil siğasındadır. "En çok hamd eden" anlamında kullanılır. Bununla ilgili başka açıklamalar da yapılmıştır. Ayrca bu ismi, Hz. İsa, Saff: 61/6'da haber vermiştir. Ahmed kelimesi, Yunanca'daki Faraklit kelimesinin karşılığıdır. Bununla ilgili açıklama daha önce geçmişti, (ç). 354[24] "el-Mâhî" kelimesi, "mahv" kökünden gelir. Mahveden, yok eden, ortadan kaldıran demektir. Küfrü kaldıran veya kendisine tabi olanlardan kötülükleri kâdıran anlamında yorumlar yapılmıştır. Ayrıca bunun dışında başka açıklamalarda yapılmıştır, (ç). 355[25] "el-Akib" kelimesi, "sonuncu" demektir. Bazı rivayetlerde, "kendinden sonra Peygamber olmayan" diye açıklama gelmiştir. Nitekim ayet ve birçok hadistea gelen delil; Resulullah (s.a.v.)'den sonra Peygamber olmayacağını, onun "Hâtemü;l-Enbiyâ" olduğunu belirtmiştir. Şu halde "Âkİb" ismi, Resululiah (s.a.v.)'in bu mümtaz yönünü belirtmektedir, (ç). 356[26] 'el-Hâşir" kelimesi, "toplayan" demektir. Kıyamet günü ilk önce Resulullah (s.a.v.) diriltilecek sonrada geri kalan insanlar onun peşinden diriltüecektir. Bir başka hadiste; "Kendisinden arz ilk yarılacak olan benim" buyurmuştur. Yani k-yamet günü ilk dirilen o olacaktır. Daha sonrada diğerleri diriltilip onun peşnden haşir edileceklerdir, (ç). 357[27] Bu isimlerin geçtiği yerler ise şuralardır: Buhârî, Menâkıb 17, Tefsirü Saff suresi !: Müslim, Fezâil 125 (2354); Muvatta, Esmaırn-nebi 1; Tirmizî, Edeb 67 (2842). 358[28] Saff: 61/6. 359[29] Hz. Peygamber (s.a.v.)'den önce Muhammed ismini kullananlar şunlardır: Mı-hammed b. Uheyha b. Cülah ei-Evsî, Muhammed b. Mesleme e]-Ensarî (sahabe), Muhammed b. Berrâ el-Berkî, Muhammed b. Süfyân b. Mücaşî, Muhammed b. Humrân el-Cufî, Muhammed b. Huzaî es-Sülemî. Tarihçilerin belirttiğine göre; bu altı kişiden başka Muhammed İsmini alan bir başkası joktur. İlk olarak Muhammed ismini alan şahsın, Muhammed b. Süfyân b. Mücaşî olduğu söylenmtktedİr. (ç). 360[30] Tercümesini yapmakla olduğumuz kitabın orijinal metninde, Mulıammed yeme Ahmed ismi geçmektedir. Bunun bir matbaa hatası olduğu kanısındayız. Tercürneet ise Ahmed yerine Muhammed ismi kullanılmıştır.(ç). 361[31] İmam Kadı İyâz, cş-Şitâ, s. 90 (Osmanlı Baskısı).

Resulullah (s.a.v.), Hz. İbrahim (a.s)'m; - "Ey Rabbimiz! Onların içerisinde yine onlara ayetlerini okuyacak bir Peygamber gönder" (Bakara: 2/129) şeklindeki duasının eseridir. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben, atam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve ninemin, bana hamileyken Şam köşklerini aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını gördüğü rüyasıyım." 362[32] Resulullah (s.a.v.)'in, Tevrat'taki Vasıfları: imam Ahmed, Ata b. Yesâr'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Arnr b. As ile karşılaşıp ona: - Resulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki vasıflarını bana anlatır mısın?' diye sordum. O da: - Evet! Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v.) Kur'an'daki bazı vasıflarıyla Tevrat'ta vasıflanmıştır. Şöyle ki: "Ey Peygamber! Biz seni (insanlara) bir şahit, bir müjdeci, bir korkutucu 363[33] ve ümmiler için de koruyucu olarak gönderdik. Sen elbette benim kulum ve resulümsün. Ben sana "el-Mütevekkil" ismini verdim. Bu Peygamber; kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda rast gele bağırıp çağıran birisi değildir. O, kötülüğü kötülükle uzaklaştırmaz. Aksine o (kendisine yapılan kötülüğü) affeder ve bağışlar. Allah, eğrilip (haktan) sapan bir milleti bu peygamberin irşadıyla 'La ilahe illallah' tevhid sözünü söylemeleri suretiyle doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah, bu tevhid kelimesiyle; birçok kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalpleri açacaktır." 364[34] İbn İshâk, Hassan b. Sâbit'in şöyle söylediğini rivayet e-der: "Ben, yedi veya sekiz yaşlarında yetişkin bir çocuktum. Görüp duyduklarımı anlayabilecek durumdaydım. Bir sabah Yahudi'nin biri, Medine-i Münevvere'de yüksek bir sesle: - Ey Yahudi topluluğu! diye bağırmaya başladı. Halk etrafına toplandı. (Ben de söylenenleri dinliyordum.) Ona: - Yazıklar olsun sana! Ne oluyor sana!' diye sordular. O da: - Bu gece dünyaya gelen (ve Tevrat'ta geleceği müjdelenen) 'Ahmed'in yıldızı doğdu' diye cevap verdi." 365[35] Resulullah (s.a.v.)'in, Süt Anneleri ve Emzirilmesi: Resulullah (s.a.v.)'i; annesi Vehb'in kızı Amine, Süveybe el-Eslemî, Ümmü Eymen, Havle binti Münzîr ve en çok Halime es-Sa'diyye emzirmiştir. Halime, şiddetli açlığın hüküm sürdüğü kıtlık senesinde on tane kadınla birlikte emzirecek çocuk bulmak üzere Sa'd oğulları yurdundan Mekke'ye geldi. Resulullah (s.a.v.)> emzirilmek için bu gelen süt- annelere verilmek istendiyse de, yetim olduğundan dolayı o süt annelerden hiçbirisi onu kabul etmedi. Zira ne zaman süt annelerden birine verilmek istense, onlar: - Onu emzirsek bile annesi, bize (ücret olarak) ne verebilir ki? Biz sadece babası olan çocuktan bir fayda bekleyebiliriz. Annesi bize bir şey veremez ki?' diyorlardı. Halim'e, emzirecek bir çocuk istemek üzere Abdulmuttalib'e geldi. Abdulmuttalib, ona: - 'Yanımda yetim bir çocuk var. Onu Sa'd oğulları kadınlarına vermek istedim. Fakat onlar (yanımdaki çocuğun yetim olmasından dolayı) onu almaktan kaçındılar. Eğer onu sen emzirecek olursan belki onunla bereketlenirsin" dedi. Bunun üzerine Halime gidip kocası Haris b. Abduluzza ile görüştü. Kocası, ona: - 'Böyle yapmanda bir sakınca yok. Belki Allah, onda bizim için bir bereket ve hayr yaratır' dedi. Bende gidip Resulullah (s.a.v.)'i aldım. Vallahi ondan başka emzirecek bir çocuk Bu hadisi, İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/127'de rivayet etmiştir. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 504-507. 363[33] Buraya kadar olan kısım, Ahzâb: 33/45'te de geçmektedir. Ayrıca bu konuyla ı]gıli olarak şuralara da bakılabilir. Feth: 48/8; Fâtır: 35/24; Sebe'- 34/28Furkân-25/56; Enbiyâ: 21/107 (ç). 364[34] Bu hadisi Buhârî, Tefsirü Feth suresi 3, Büyü 50'de rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel'de Müsned, 3/74'de rivayet etmiştir.. 365[35] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 507-508. 362[32]

bulamadığım için onu almak zorunda kaldım. Halime, olayı devamla şöyle anlatıyor: Onu dedesinden a-lır almaz kafileye getirdim. Onu, yakınımda bir yere koydum. Süt emmek isteğiyle göğüslerime yöneldi ve dilediği kadar kana kana sütümden içti. (Süt) kardeşi de kana kana içti. Bu sırada kocam, süt vermeyen devemizin yanma gitti. Bir de ne görsün, devenin memeleri sütle dolmuş. Bizim için ondan süt sağdı. Sonra hem o ve hem de biz doyuncaya kadar içtik. Hayırlı rahat bir gece geçirdik. Ertesi gün kocam, bana: - 'Ey Halime! Allah'a yemin ederim ki, bereketli bir insan yavrusu aldığını görüyorum. Onu aldığımız günün gecesinde evimize dolan hayır ve bereketi görmedin mi!!' dedi. Memleketimize geri dönmek üzere yola çıktığımızda bineğim, kafilenin bineklerinin hepsini geride bırakarak geçti. Her geçtiğim arkadaşım, bana: - Ey Halime! Bu bizimle birlikte gelirken bindiğin o cılız hayvan değil mi?' diye soruyorlar. Ben de: - Evet! Allah'a yemin ederim ki, onun ta kendisi!' diyordum. Onlarda: - 'Vallahi, bunda bir iş var' diyorlardı... Nihayet Sa'd oğullarının yurduna geldik. O zamana kadar dünyanın en kurak ve en kıtlık yeri olarak orasını biliyordum. Ama artık davarlarımız, sabahleyin otlamaya çıkıyor. Akşamleyin sütle dolu olarak dönüyordu. Bizde dilediğimiz kadar onlardan süt sağıyorduk. Başkalarının davarları ise aç ve memesinden bir damla süt olmadığı halde geri dönüyorlardı. Resulullah (s.a.v.) 2 yaşma basıp sütten kesilinceye kadar Allah, bize hayır ve bereketi göstermeye devam etti. Onun çocukluğu, diğer çocuklardan çok farklı bir şekilde yetişti. Allah'a yemin ederim ki, iki yaşma basmadan çok gelişmiş, gösterişli ve güçlü bir çocuk haline gelmişti." 366[36] Resulullah (s.a.v.)'in Göğsünün Yarılması Olayı: Bir ara Resulullah (s.a.v.) süt kardeşiyle birlikte süt annesi Halime es-Sa'diyye'nin davarlarını otlatmaktayken beyaz elbiseli iki adam gelip Resulullah (s.a.v.)'i yere yatırıp karnını yardılar. Bunu gören süt kardeşi hemen Halime'nin evine doğru koşarak olayı ona haber verdi. Halime, olayın gerisini şöyle anlatıyor: Bunun üzerine ben ve süt babası, onun bulunduğu yere doğru koşarak gittik. Fakat onu, ayakta rengi sararmış şekilde bulduk. Süt babası onu kucaklayarak: - 'Neyin var yavrum?' diye sordu. O da: - Beyaz elbiseli iki adam gelip beni yere yatırdılar ve karnımı yardılar. Sonrada karnımdan bir şey çıkarıp attılar. Sonrada karnımı yine kapatıp eski haline getirdiler' dedi. Onu alıp eve getirdik. Süt babası: - 'Ey Halime! Çocuğumuzu cinlerin çarpmış olmasından korkuyorum. Korktuğumuz şey kendisinde görülmeden önce onu sahiplerine götürüp geri verelim' diye teklifte bulundu. Kocamın bu teklifi üzerine Resulullah (s.a.v.)'i alıp Mekke'deki annesine götürdük. Oğlunu getirdiğimizi gören Amine: - Onu yanınızda alıkoymak için çok ısrarlı idiniz, ne oldu size?' diye sordu. Onlar da: - Onun telef olmasından ve başına bazı haller gelmesinden korkuyoruz' dediler. Sonra da olayı ona anlattılar. Amine: - 'Şeytanın ona zarar vermesinden mi korktunuz. Hayır, hayır. Allah'a yemin ederim ki, şeytan ona zarar vermek için hiçbir zaman fırsat bulamayacaktır. Allah'a yemin ederim ki, oğlum büyük adam olacaktır' dedi. Daha sonra annesi Amine: - Onun (büyük bir adam olacağı) haberini size anlatayım mı?' dedi. Biz de: - Evet!'dedik. Oda: - Ona hamile olduğum zaman sanki hiç hamile değil misim gibi hafiftim. Bir gün rüyamda, karnımda bir nurun Şam'ın köşklerini aydınlattığını gördüm. Doğduğu zaman ise ellerine dayanmış ve sanki konuşmak istercesine başını semaya kaldırmış gibi garip olaylar gördüm' dedi. 367[37] İbn Kesîr, Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayı ile ilgili olarak şöyle der: İbn İshâk, Siyer, sh.26-28 (M. Hamidullah tahkiki ve ta'liki) (ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 508-510. 367[37] ibn Kesîr, cl-Bidâye ve;n-Nihâye, slı.275. 366[36]

"Bu hadis, başka yollarla rivayet edilmiştir. Bu, siyer ve meğazi alimleri arasında dolaşan meşhur hadislerdendir. Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayı, üç yaşlarında çocukken Halime es-Sa'diyye'nin yanında bulunduğu sırada meydana gelmiştir. Yine İsra ve Miraç'tan önce de benzeri başka bir olay daha meydana gelmişti. Bu olayda; Resulullah (s.a.v.)'in göğsü yarılmış, şerefli kalbi çıkarılmış, zemzem suyu ile yıkanmış, kalbinden şeytanın payı çıkarılmış ve kalbi ilim ve hikmetle doldurulmuştur." 368[38] İbn İshâk, "es-Siyer" adlı kitabında naklettiğine göre; sahabelerden bazıları bir gün Resulullah (s.a.v.)'e: - 'Bize kendinden söz et' dediler. Resulullah (s.a.v.)'de: - 'Ben, atam İbrahim'in duası, 369[39] İsa'nın müjdesi 370[40] ve annemin bana hamileyken Şam köşklerini aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını gördüğü rüyasıyım.' Sa'd b. Bekr oğulları kabilesinde süt emdim. Bir ara ben orada davarlarımızı otlatmaktayken beyaz elbiseli iki adam yanıma geldi. Beraberlerinde içi kar dolu altından bir leğen vardı. Beni yere yatırıp karnımı yardılar. Sonrada kalbimi çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkarıp attılar. Sonrada kalbimi ve karnımı, o kar ile yıkadılar. Tertemiz hale geldikten sonra kalbimi yerine koyup karnımı eski haline döndürdüler. Bu işi tamamladıktan sonra biri, diğer arkadaşına: - 'Onu, kendi ümmetinden on kişi ile tart' dedi. O da, tarttı ve o on kişiye denk geldi. Sonrada: - 'Ümmetinden yüz kişi ile tart' dedi. O da, tarttı ve o yüz kişiye denk geldi. Sonrada: - 'Ümmetimden bin kişi ile tart' dedi O da, tarttı ve bin kişiye de denk geldi. Sonunda: - 'Bırak onu! Eğer onu ümmetinin tamamıyla tartsan yine de o, ümmetine denk gelir' dedi. İbn Kesîr devamla derki: "Bu hadisin senedi, güzel ve kuvvetlidir." 371[41] Kısacası: Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayı, iki defa meydana gelmiştir: 1- Çocukluğunda Sa'd oğullan yurdunda süt annesi Halime'nin yanında bulunduğu sırada meydana gelmişti. 2- Büyüklüğünde olup bu da Buharı ve Müslim'de geçtiği üzere İsra ve Miraç gecesinde meydana gelmişti. Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayının iki defa olması, Şam Yüce Allah'ın kudreti karşısında garip bir şey sayılamaz. Çünkü günümüzde de göğsün yarılması olayı alışılmış bir iş haline gelmiştir. Zira operatör doktor, ameliyatlarda normal bir şekilde hastanın göğsünü yarar, kalbini çıkarır ve ince işler icra ettikten sonra kalbi yerine kor ve göğsünü eskisi gibi kapatır. Üstelik operatör doktor, hasta üzerinde bunları yaparken hasta acı dahi duymaz. Daha sonra hasta, sanki hiç hasta olmamış gibi sağlam ve kuvvetli bir bünyeye kavuşur. Artık pek çok ülkede kalp nakli ameliyatı yaygın bir iş haline gelmiştir. Bugün cerrahi ameliyatlar bile, bedenin en ince noktalarında yapılan basit ve alışılmış yani normal bir hal olmuştur. Mesele böyle olunca, Resulullah(sav)'in göğsünün yarılması olayı şanı yüce olan Allah'ın kudreti karşısında imkansız olur mu? Ki bazı imanı zayıf kimseler bunu inkar etsin!! Veya olayı batıl bir şekilde tevil etsin ve Allah bu konuda bir delil indirmedi desin!! 372[42] Resululiah (s.a.v.)'in Çocukları: Resulullah (s.a.v.)'in çocukları, 7 tanedir. Mariye el-Kıptî'den olma İbrâhîm dışındaki bütün 368[38]

Resulullah'ın Halime es-Sa'diyye'nin yanındayken göğsünün yarılmasına dair diğer rivayetler için b.k.z: Dârimi, Mukaddime 3, Miisned, 4/184. (ç)

Resulullah (s.a.v.)'in İsrâ ve Mi'raç gecesinde göğsünün yarılmasına dairrivayd-ler için b.k.z: Buhâri, Salât 1, Hacc 76, Enbiyâ 5, Tevhid 37; Müslim, İman 260 262, 263 (163), 264 (164); Müsned, 5/143, 4/184; Nesai, Salât 2 (ç). 369[39]

Bakara: 2/127 (ç). Saff:61/61(ç). İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 2/275. 372[42] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 510-514. 370[40] 371[41]

çocukları, Hz. Hatice (r.a.)'dan olmuştur. Bu çocuklar şunlardır: 1. Kasım: Resulullah (s.a.v.)'in en büyük çocuğudur. Resulullah (s.a.v.), bu çocuğun ismiyle künyelenmiştir. Kasım, iki sene yaşamış ve daha sonra vefat etmiştir. 2. Abdullah: Resulullah (s.a.v.)'in ikinci oğludur. Resulullah (s.a.v.) zamanında küçükken vefat etmiştir. 3. Zeynep: Resulullah (s.a.v.)'in en büyük kızıdır, Ebu'l-As ile evlenmiştir. 4. Rukiyye: Hz. Osman (r.a.) ile evlenmiştir. 5. Ümmü Gülsüm: Rukiyye'nin vefat edişinden bir sene sonra Hz. Osman (r.a.) ile evlenmiştir. 6. Fatımatü'z-Zehra: Hz. Ali (r.a.) ile evlenmiştir. Peygamberin ev halkı (Ehl-i Beyt), onunla devam etmiştir. Resuluîlah (s.a.v.)'in Fatıma adlı kızı dışında bütün çocukları, bi'setten önce doğmuştur. Sadece Fatıma, bi'setten bir sene sonra doğmuştur. Falıma dışında bütün çocukları, Resulullah (s.a.v.)'den önce vefat etmiştir. Sadece Hz. Fatıma, Resulullah (s.a.v.)'den 6 ay sonra vefat etmiştir. Allah onların hepsinden razı olsun. İbn Hişam, bu konuda şunları söyler: "Resulullah (s.a.v.), Hz. Hatice (r.a.) ile evlendiğinde 25 yaşında idi. Hz. Hatice (r.a.)'m vefat edinceye kadar hiç evlilik yapmamıştı. 373[43] İşte Resulullah (s.a.v.)'in çok kadınla evlenmesi, 'talimi', 'teşriî', 'içtimai' ve 'siyasi' birtakım yüce hikmetlere mebnîdir." 374[44] Allah, başarılı kılan ve dosdoğru yola iletendir. 375[45] Kısa İfadelerle Resulullah (s.a.v.)'in Hayatı: Resulullah (s.a.v.)'in hayatını anlatabilmek için doğumunu, yetişmesini, davetini ve risaletini ihtiva eden ciltler dolusu kitaba ve detaylı yazılara ihtiyaç vardır. İşte bundan dolayı burada bazı önemli noktalan anlatıp bununla yetineceğiz: 1. Resulullah (s.a.v.), yetim ve garip olarak hayatın acı ve sıkıntıları içinde doğmuştu. Çünkü daha doğmadan önce -annesinin karnında bir cenin iken- babası Abdullah vefat etmişti. Bundan dolayı da baba şefkati ve sevgisinden mahrum bir yetim olarak dünyaya gelmişti. 2. Dört yaşma geldiğinde süt annesi Halime, onu alıp Mekke'deki annesi Amine'nin yanma götürdü, Altı yaşma kadar annesi ve dedesi Abdulmuttalib ile birlikte Allah'ın koruması, gözetimi ve himayesi altında kaldı. Allah onun yüceliğini ve başarılı olmasını istediğinden dolayı onu güzel bir şekilde yetiştirdi. 3. Resulullah (s.a.v.) altı yaşma geldiğinde annesi Amine, oğlunu yanma alarak babası Abdullah'ın dayıları olan Neccâr oğullarmı ziyaret etmek için Medine-i Münevvereye götürdü. Medine'den Mekke'ye geri dönerken annesi Amine, Mekke ile Medine arasında bulunan "el-Ebvâ" denilen yerde vefat etti. Böylece Resulullah (s.a.v.), hem anne ve hem de babadan dolayı yetim kaldı. 4. Resulullah (s.a.v.), annesi Amine'nin vefat edişinden,, sonra dedesi Abdulmuttalib'in koruması altına girdi. Dedesi onu son derece sever ve değer verirdi. Kendisi için Kabe'nin gölgesinde serilen mindere onu oturturdu. Resulullah (s.a.v.)'in amcaları da, babalarına olan saygılarından dolayı onun yanına oturamazlardı. Fakat Resulullah (s.a.v.), gelişmiş bir çocuk olduğu halde onların yanma gelip dedesinin yanına oturmak istediğinde, amcaları onu oraya oturmasını engellemek için tutup geri çekerlerdi. Ama dedesi Abdulmuttalib, o-ğulİarmm bu hareketini görünce, onlara: - 'Oğluma karışmayın. Allah'a yemin ederim ki, o büyük bir adam olacaktır' der. Sonrada onu, yanındaki minderin üzerine oturtur, eliyle sırtını okşar ve onunla şakalaşırdı. Bu ise; Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v.)'e verdiği inayeti ve güzel ihsanmdandır. Zira Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)'e Resulullah (s.a.v.)'in evlendiği kadınlar şunlardır: V Hatice binti Hüveylid, 2-pvfc binti Zem'a, 3- Aişc bint Ebi Bekr, 4- Hafsa binti Ömer, 5- Zeynep binti aIı5. .6- Zeynep binti Huzeyme, 7-Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye, 8- Ümmü . «abibc binti Ebi Süiyân, 9- Meymune binti Haris, 10- Cüveyriye binti Haris, 11fjtfye binti Huzeyy. 374[44] Bu konuyu. "Ahkam Tefsiri" 2/330 adlı kitabımızda detaylı bir şekilde anlâtık. 375[45] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 514-515. 373[43]

verdiği bu inayeti ve ihsanı şöyle anlatmaktadır: "(Rabbin) seni yetim olarak bulup da (dedenin) yanında barındırmadı mı?" (Duha: 93/6) 5. Resulullah (s.a.v.), dedesi Abdulmuttalib'in koruması altmda 2 sene kaldı. Daha sonra dedesi vefat etti. Dedesinin , vefat etmesinden sonra Resulullah (s.a.v.) 8 yaşındayken amcası Ebu Talib'in koruması altma girdi. Dedesi Abdulmuttalib, vefat edeceği zaman Resulullah I (s.a.v.)'e bakması için Ebu Talib'e vasiyette bulundu. Ebu.'l Talib'e babasının vefatından sonra yeğenini koruması altına aldı. Çünkü Resulullah (s.a.v.), hem kardeşi Abdullah'ın oğlu olduğu için ve hem de babasının vasiyetini yerine getirmek için kendi çocuğundan daha fazla onu seviyor, değer veriyor ve şefkat gösteriyordu. Görüldüğü üzere Resulullah (s.a.v.)'in üzerine musibetler peş peşe geldi. Çünkü anne karnındayken babasını, altı yaşındayken annesini ve sekiz yaşındayken dedesini kaybetmişti. Resulullah (s.a.v.) annesiz ve babasız olduğu halde onu, ne bir terbiye edici yetiştirmiş ve ne de maharetli bir kimse yönlendirmişti. Fakat Yüce Allah, onu, her türlü kötülüklerden koruyor, gözetimi altında bulunduruyor, mükemmel ve büyük bir ahlak ile onu yetiştiriyordu. Nitekim Resulullah (s.a.v.)'in; "Beni, Rabbim terbiye etti. Terbiyemi de ne güzel yaptı." 376[46] buyurmasının sebebi de işte budur. 6. Resulullah (s.a.v.), 25 yaşma geldiğinde Hz. Hatice (r.a.) ile evlendi. 40 yaşma geldiğinde ise Allah ona vahyetti ve peygamberlik verdi. Resulullah (s.a.v.)'in Peygamber olması, Hz. İsa (a.s)'in doğumunun yaklaşık olarak 610 senesine rastlamaktadır. Peygamberliğinin 3. senesinden itibaren Yüce Allah'ın kendisine indirdiği vahyi insanlara açıkça tebliğ etmesini ona emretti. Bunun üzerine insanları hikmet dolu sözlerle ve güzel Öğütlerle Allah'a davet etmeye başladı. Yüce Allah, Medine-i Münevvere'ye hicret etmesine izin verinceye kadar 10 yıldan fazla Mekke'de insanları Allah'a davet etmeye devam etti. 7. Resulullah (s.a.v.), Allah'ın emri ve gözetimi altmda Medine'ye hicret etti. Medine'yi de, davetinin merkezi ve İslam devletinin başkenti yaptı. İşte bu, Yüce Allah'ın emri ve yönlendirmesiyle olmuştu. Ebu Bekr es-Sıddîk ile yaptığı hicret, ne ölümden ve ne de düşmandan kaçma değildi. Çünkü hicret, bizzat Yüce Allah'ın kontrolü ve gözetimi altında gerçekleşmişti. Hicretle İslam devletinin çekirdeği oluşmuş, daha sonrada yeryüzünün doğusunu ve batısını fetheden İslam cemaatının binası kurulmuş, İslam dini dünyanın dört bir tarafına yayılmış ve Allah'ın kelâmı "Kelime-i Tevhid" layık olduğu mevkiye çıkarılmıştı. 8. Yüce Allah insanların dinini kemâle erdirip onların üzerine nimetlerini tamamladığı zaman ve peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'de emâneti eda ettiği, risaletini tebliğ ettiği, ümmetine nasihat ettiği ve onlara yeryüzünü feth etmeye açtığı zaman Allah, Resulullah (s.a.v.)'i (görevi tamamladığından dolayı) kendi komşuluğuna seçti. Nebevi hicretin 11 'inci senesinde Rebiü'l-Evvel ayının 12'inci Pazartesi günü de onun ruhunu almıştı. Allah'ın salât ve selâmı, kulu ve peygamberi olan Efendimiz Hz. Muhamnıed (s.a.v.)'e, aile halkına ve bütün ashabına olsun. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. 377[47] Resulullah (s.a.v.)'in Güzel Şemaili: İzzetli ve yüce bir hayata koşan milletlerin görevlerinden birisi de; -milletin anısını uzun zaman devam ettiren, kadr-ü kıymetini yükselten ve saygısını diğer milletlere karşı artıran-büyük kimseleri, komutanları ve liderleri insanlara tanıtması ve onları şerefli ve değerli bir mevkiye oturtması olduğuna göre bu yüce peygamberin şemailini bilmek her müslüman için değil de her akıllı insan için geçerli bir görevdir. Çünkü bu Peygamber; insanları hidayete ileten güvenilir, merhametli ve hidayete erdirici, Yüce Allah'ın onunla insanlığı şereflendirdiği aydınlatıcı bir kandil, sapıklık içerisine doğru yürüyen ve delâlet ile cehennem çukurunun içine düşmeye az kalmış insanlığın 376[46] 377[47]

Aclmıî, Keşfii'1-Hafa, H.No:164 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 515-518.

kendisiyle merhamet edildiği bir peygamberdir. Yüce Allah, insanlara, peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'i göndermekle büyük bir lütufta bulunduğuna göre; Yüce Allah'ın, hem Arap milletini ve hem de diğer milletleri şereflendirme ve değer verme bakımından kendilerinin içinden Resulullah (s.a.v.)'i Peygamber olarak göndermesi ise Allah'ın, Araplara olan en büyük ve en yüce bir lütfudur. Çünkü Yüce Allah, bu peygamberle, onları; cehalet uykusundan uyandırmış, içine düştükleri sapıklık çukurundan kurtarmış, bir ağırlığı ve kadr-ü kıymeti olmayan ölüm hallerinden diriltmiştir. Ayrıca onlara, bu peygamberi göndermekle oluşan bereketi sebebiyle onları en hayırlı millet ve yine bu peygamberle onları yeryüzündeki nur ve aydınlık meşalesi yapmıştır. Hz. İsa (a.s)'ın mucizesi, ölüleri diriltme şeklindeydi. Resulullah (s.a.v.)'in mucizesi ise, dünyanın dört bir tarafında liderlik koltuğuna oturması için yokluktan yeni bir ümmet çıkartması şeklindedir. Nitekim bu düşünce, şairlerin liderlerinin şu sözünde de en güzel şekilde şöyle ifade edilmektedir: "(Ey Muhammed!) Kardeşin İsa Peygamber, (Kabirde yatmakta olan) bir ölüyü kendine çağırdığında o ölü (Allah tarafından) ayağa kalkmaktaydı. Sen ise yokluktan bir ümmeti dirilttin" İşte bunu, Kur'ân-ı Kerîm, bize, kainatın efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'în Peygamber olarak gönderilmesinden bahsettiğinde şöyle anlatmıştır: "Ümmiler (Araplar) 'in kendi içerisinden yine kendilerine (Allah'ın) ayetlerini okuyan, onları (çirkin pisliklerinden, cahiliyyenin kirliliklerinden, ahlakın kötülüklerinden) arıtan onlara kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti (peygamberliği) öğreten bir Peygamber gönderen odur. Gerçektende onlar (Araplar) daha öncekileri (Muhammed'in Peygamber olarak gönderilmesinden önce) apaçık bir sapıklık (küfür ve bilgisizlik) içerisindeydiler." 378[48] Evet! Allah'a yemin ederim ki, (ayette de görüldüğü üzere) atamız Araplar 379[49] apaçık bir sapıklık, küfür ve hüsran içerisindeydiler. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Peygamber olarak gönderilmesinden Önce Araplar, bilgisiz ve küfür içerisinde bulunduklarından dolayı, onlardan birisi, bir taş alır ve onu eliyle yontar, daha sonrada onu çeşitli şekillere girdirir, sonrada onun için rüku eder ve secdeye kapanır; yaratan için yaratılmışa ibadet eder, nzık ile şifayı elde etmek için ve kötülük ile musibeti kendisinden uzaklaştırmak için kendisine boyun eğen varlığı Rabb edinir!! Nitekim Yüce Allah, sapıklık ve küfür içerisinde bulunan insanların bu durumunu şöyle güzel bir şekilde ifade etmektedir: "Allah'tan başka taptıklarınız (ilahların, putların vb. şeylerin) hepsi biraya gelseler, (şunu-bunu bırakın) bir sinek dahi yaratamazlar. Üstelik (Allah 'in yarattığı) bir sinek onlardan bir şey kapsa, (kaptırdıkları şeyi) sinekten kurtaramazlar. Çünkü isteyende aciz ve istenen de aciz-" 380[50] Bundan daha garibi ise; bir insanın, kendisi için hurmadan veya hamurdan bir ilah edinip sonrada acıktığı zaman onu yemesi olayıdır!! Üstelik bununla yetinmeyip -zahmetlerle ve zorluklarla yetiştirilip de- işlediği bir günahı veya yaptığı bir suçu olmadığı halde sadece kız olduğu için diri diri toprağın altına gömmeye koşan insandan daha büyük akılsız ve daha büyük cahil kim var? Çünkü bu kimse, sapıklık ve cehalet içerisinde olduğundan dolayı erkek çocuklarına değer vermekte ve kız çocuklarına kötü davranmaktadır. Nitekim Yüce Allah, cahil Arapların bu durumunu şöyle anlatmaktadır: "Diri diri toprağa gömülen kıza: 'Hangi günahı yüzünden Öldürüldü?' diye sorulduğu zaman" (Tekvîr: S1/8-9) yani kız çocuğu, ne günah işledi ve suç işledi ki onu diri diri toprağın altına gömüyorsun?' demektir. Hanımları, kız çocuğu doğurduğundan dolayı bunu uğursuzluk ve kötülük sayan atalarımız Arapların hayatmdanki bozuk itikadı gösteren şu ayetler de gayet çarpıcı "O (cahiliyyet döneminde yaşayan Araplardan) birine, kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman içi 378[48]

Cum'a: 62/2 (Benzeri ayetler için b.k.z: Bakara: 2/129; Âl-i İmrân: 3/20) (ç)

379[49]

Yazarımız Sabûnî, burada milliyetçilik gibi bir duyguya kapılmamakladır, öı-sözde de belirtildiği üzere, bu kitap. Şeriat Fakültesindeki Öğrencilere verilen kent'eranslardan oluşmaktadır. Bu konferansla" ise, Arap Öğrencilere hitaben yapıim^-tır (ç) 380[50]

Hacc: 22/73

öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir ve kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi) o doğan kız çocuğunu, ha-karete (uğramış bir şekilde evinde) tutsun? Yoksa onu toprağa mı gömsün?.." 381[51] Yani bu kız çocuğu, yaşaması için hayata bırakıp böyle yaptığından dolayı kavminden çekindiği için zillet ve horluk kendisine mi gelsin? "Yoksa (bu kız çocuğunu diri diri) toprağa mı gömsün? Bak! Ne de kötü hüküm veriyorlar!" (Nahl: 16/59) 382[52] Garip Bir Kıssa ve Haber: Neredeyse insanın kabul edemeyeceği, gerçek manada meydana gelemeyeceği, kalbin sızladığı ve acı ile hasretin fiş-kırdığı şu kıssayı bir dinleyelim: Rivayet edildiğine göre; sahabelerden birisi, Resulullah (s.a.v.)'in meclisine üzüntülü ve kederli olarak gelip gidiyordu. Resulullah (s.a.v.) bir gün onun bu durumunun farkına vararak ona: - 'Şimdiye kadar seni hiçbir şekilde üzüntülü ve kederli görmemiştim?' buyurdu. Sahabede: - 'Ey Allah'ın Resulü! Doğrusu (nu söylemek gerekirse) cahilliye döneminde iken bir günah işlemiştim. Müslüman olduğum halde bile Yüce Allah'ın, (cahilliye de İken işlemiş olduğum bu günahımdan dolayı) beni bağışlamamasından kor•kuyorum!' dedi. Resulullah (s.a.v.): - 'Haydi işlemiş olduğun günahı bana anlat?' buyurdu. Sahabede: - 'Ey Allah'ın Resulü! Ben, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen birisiydim. Bir gün hanımım, kız çocuğu doğurdu. (Hanımım benden, onu Öldürmeyeceğime dair kendisine söz vermemi istedi.) Bende kız çocuğunu hanımıma vermeye dair söz verdim. Nihayet o büyüdü ve her şeyi anlayabilecek bir duruma geldi. Üstelik çok güzel birisi olmuştu. (Kızımın çok güzel olmasından dolayı) birçok kimseler kızımı (evlenmek için) istedi. Bu durum izzet-i nefsime çok ağır geldi. Onu evlendirmeye veya bekar olarak evde bırakmaya da kalbim tahammül etmedi. Hanımıma bir hile kurup ona: 'Akrabalarımı ziyarete gitmeyi istiyorum. Onu da benimle birlikte gönderde teselli bulsun' dedim? Hanım, benim bu düşünceme sevindi. Hemen onu mücevherlerle ve güzel elbiselerle süsledi. Sonrada onu benimle birlikte gönderdi. Onu şehrin dışındaki bir kuyunun başına götürdüm. Sonrada kuyunun içerisine baktım. Kuyunun içine baktığımı gören kız çocuğu, benim kendisini kuyunun içine atmayı istediğimi anladı. Bunun üzerine bana sarılıp kendisini kuyuya atmamama dair yalvarmaya ve ağlamaya başlayarak: 'Babacığım! Annemin vasiyetini zayi etme!' diyordu. Bende onun bu durumuna acıdım (ve onu öldürmekten vazgeçtim). Fakat ikinci kez tekrar izzet-i nefis ağır bastı ve kendimi utançtan kurtarmak için şeytan bana galip geldi. Bundan dolayı onu kuvvetli bir şekilde tutup ters çevrilmiş olarak kuyunun içine attım. Sesi kesilinceye kadar orada bekledim, (sesi kesildikten sonra) yaptığım işten mutmain olarak evime geri döndüm. Artık benden, bu utanç verici durum kaybolup gitmişti' dedi. Resulullah(sav) bu kıssayı dinlediğinde ağladı. Sahabelerde onunla birlikte ağladılar. Daha sonra Resulullah (s.a.v), o sahabeye: - 'Eğer ben, cahiliyyede yaptığı herhangi bir şeyden dolayı bir kimseyi cezalandırsaydım, elbette seni bu günahın sebebiyle cezalandırırdım' buyurdu." 383[53] Diri diri kız çocuğunu toprağa gömme veya öldürme olayı, Arapların İslam dininden önceki cahiliyyede yaptıkları sapıklıkların ve akılsızlıklarının sadece bir kısmıdır. Zemahşerî, "el-Keşşâf isimli tefsirinde, cahilliye döneminin 'yemin şekli' ile ilgili olarak şunları söyler: "Cahilliye döneminde adamın birisi, eğer kendisinin bu şekilde çocukları doğduğu takdirde onlardan birisini -Abdulmuttalib'in yemin ettiği gibi- boğazlayacağına dair yemin ederdi." 381[51]

Nahl: 16/58-59

382[52]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 518-521. Kurtubî, Câmiul-Ahkamri-Kufan, 7/97

383[53]

Abdullah ibn Abbas (r.a.) ise Arapların cahilliği ile ilgili olarak şunları söyler: "Sen Arapların cahilliklerini bilmek istiyorsan, En'am Suresinin 139'uncu ayeti kerimesinden sonra yer alan Yüce Allah'ın: "Cahillikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı Allah'a iftira ederek haram sayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar (cahil-tiye döneminde böyle yapan Araplar) şüphesiz sapıtmışlardır. Zaten hidayete erenlerden olmamışlardır." (En'am: 6/140) buyruğunu okuyabilirsiniz. 384[54] Resulullalı (s.a.v.)'in Gönderilmesindeki Büyük Faydalar: Şimdi bizim, Arapların cahilliye dönemindeki cahilliklerini anlatma gibi bir düşüncemiz yok. Çünkü konumuz bununla ilgili değildir. Biz sadece Yüce Allah'ın, bize, Resulullah (s.a.v.)'i göndermesindeki lütfunu bilelim ve onunla bizi şirk ile cehaletin karanlıklarından İslam'ın nuruna çıkarması gibi büyük faydaları bize sunan Allah'a şükredelim diye az bir şeyi anlattık. Bu peygamberin siretinden anlatmamız gereken ilk önemli şey; Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v.)'e insanlığı şereflendirmesi, insanları onunla hidayete iletici ve hayrı müjdeleyici kılması, Allah'ın izniyle insanları yine O'na davet edici bir kandil ve aydınlatıcı bir ışık olması, en büyük faydalan ve en üstün değerleri Müslümanların lütfuna sunmasıdır ki buda, a-nndınci, hidayete iletici ve dosdoğru yolu gösterici peygamberlerin sonuncusu olarak gönderilmesidir. Şimdi de Rabbimizin yüce kitabı Kur'ân-ı Kerîm'de, Resulullah (s.a.v.) ile ilgili büyük faydaların anlatıldığı şu ayeti okuyalım: "Andolsun ki Allah, (genel olarak bütün) müminlere (Özel olarak ta Araplara) büyük bir lütufta bulunmuştur. Zira onlara kendi içlerinden, yine onlara Allah 'in ayetlerini okuyan, onları şirk, küfür, cehalet vb şeylerden) arındıran, kitabı (Kur'ân-ı Kerîmi) ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermiştir. Halbuki onlar, daha önce (Resulullah 'ı Peygamber olarak gönderilmesinden önce) apaçık bir sapıklık (ve cehalet) içinde idiler." (Al-i tmrân: 3/164) Resulullah (s.a.v.)'in Peygamber olarak gönderilmesi genel olarak bütün insanlara ve Özelde Araplara büyük bir lütuf ve yüce bir nimettir. Çünkü Resulullah (s.a.v.), yeryüzü halkına bir rahmet ve onları hidayete erdirmek üzere Peygamber olarak gönderilmiştir. Zira Resulullah (s.a.v.), kendisinin bu vasıflarıyla ilgili olarak şunları söylemektedir: "Ben ancak (insanlara) bir rahmet ve (onlara) bir hidayet (olmak için Peygamber olmak için gönderildiim." 385[55] Cenab-ı Allah, Resulullah (s.a.v).'i; "Biz, seni ancak a-lemlere bir rahmet (peygamberi olarak) gönderdik." (Enbiyâ: 21/107) şeklinde vasfetmiştir. İşte bu, Resulullah (s.a.v.) hakkında Kur'ân-ı Kerîmin nitelediği vasıflandırmanın en güzel bir şeklidir. 386[56] Resulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki Sıfatlan: Yüce Allah'ın Resulullah (s.a.v.) ile ilgili semavi kitaplarda vasfettiği sıfatları, bazı övülmüş özellikleri ve vasıfları yalnızca ona mahsus kıldığını dikkatli bir şekilde incelememiz gerekmektedir. Çünkü bu konu, Resulullah (s.a.v.)'in Peygamber olarak gönderilişini belgeleyen önemli bilgilerdir. Bundan dolayı bu konuyu tekrar anlatmaya ihtiyaç duyduk... İmam Buhârî, "Sahîh" adlı hadis kitabında şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Abdullah b. Amr b. As'a, Resulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki vasıflarından soruldu. -Zira Abdullah, müslüman olmadan Önce Tevrat'ı okuyan birisiydi- Bunun üzerine Abdullah: 384[54]

İbn Kesîr. Muhtasarı İbn Kesîr Tefsin. 1/ 624 (Hadis için b.k.z: Buhârî, Menakıb 1D(Ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 521-524. 385[55]

Müslim, Fezâil 3 26, Bin- 87; Tirmizî, Da'vât 118; ibn Mace. ikâme 25, 189; Ebu Davûd, Sünnet 10 (ç)

386[56]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 524-525.

- 'Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v.), Kur'an'da geçen bazı sıfatlarıyla Tevrat'ta da vasıflanmıştır. Şöyle ki: - 'Ey Peygamber! Biz seni insanlara bir şahit, bir müjdeci, bir korkutucu ve ümmiler (okuma-yazma bilmeyen o zamanın cahil Arapları) için de bir koruyucu olarak gönderdik. Sen elbette benim kulum ve resulümsün. Ben sana "el-Mütevekkil" ismini verdim. Bu Peygamber; kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda rast gele bağırıp çağıran birisi değildir. O, kötülüğü kötülükle uzaklaştırmaz. Aksine (kendisine yapılan kötülüğü) affeder ve bağışlar. Allah, eğilip (haktan) sapan bir milleti bu peygamberin irşadıyla "La ilahe İllallah" tevhit sözünü söylemeleri suretiyle doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah, bu tevhid kelimesiyle; birçok kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalpleri açacaktır." 387[57] Gerçekten Yüce Allah, bu söz ile; haktan eğilip sapan milletleri düzeltti, kör gözleri açtı, ölü kalpleri diriltti, İslam nurunu dünyanın dört bir tarafına yaydı, dünyaya nur ile adaleti ve hikmet ile ilimi doldurdu, "La ilahe illallah" Tevhid sancağını yüceltti, cahilliye döneminde yaşayan insanların; görmeyen, işitmeyen, hiçbir kimseye zarar veremeyen ve kendisine tapana bir fayda sağlamayan taşlara taptıktan sonra Allah'ın dinine toplu halde girmesini sağladı. Hakkın nurunu görmeyi sapıklığın kör ettiği gözleri, kelime-i tevhidi işitmeyi sapıklığın sağır ettiği kulakları ve Allah'ın varlığı ile birliğinin delillerini müşahede etmeyi sapıklığın perdelediği gözlen bununla açtı... Birde bakıyorsunuz ki, bu söz sebebiyle; gözlerde ve kulaklarda oluşan perde yok olmuş ve haktan eğrilip sapan milletlerin üzerine çökmüş bulut dağılmıştı!! Bundan dolayı da birçok nesillerin üzerine karanlığın çökmesinden bir müddet sonra (bu söz sebebiyle) hidayet, dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır. Birde bakıyorsunuz ki, bu söz sebebiyle; koyun çobanlan, milletlerin liderleri ve alemin hükümdarları olmuş!! İzzet, üstünlük, devlet ve hükümdarlık onların olmuş!! 388[58] Resulullah (s.a.v.)'in Ahlakı ve Şemaili: Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a.)'a, Resulullah (s.a.v.)'in ahlakı soruldu. O da: - 'Onun ahlakı "Kur'an" idi 389[59] diyerek lafız yönünden az ve mana yönünden çok geniş olan bu sözü söyledi. Bu çok önemli cümlenin manası; Resulullah (s.a.v)'in ahlakının ve şemailinin, Kur'ân-ı Kerîm'de canlı bir varlık olarak ortaya çıktığı ve vücut bulduğu şeklindedir. Zira Kur'an'ın çağırdığı fazilet, dinin teşvik ettiği ahlak ve cömertlik ancak Resulullah (s.a.v.)'de ve onun ahlakında ortaya çıkmış ve vücut bulmuştur. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v.); insanlar için mükemmel bir model, örnek bir şahsiyet, Kur'an'ın adaplarına ve yüce faziletlerine bürünen ve bunu konuşmakta olan canlı bir vücut haline getiren bir hâl almıştır, işte bütün bunlardan dolayı izzet ve celal sahibi Allah'tan, bu yüce peygambere şöyle güzel bir övgü gelmiştir: "(Ey Muhammedi) Gerçekten sen, 'büyük bir ahlak'a' sahipsin." 390[60] Bunun açıklamaya ve izaha ihtiyacı vardır. Şöyle ki: Her ne kadar bazı insanlar; olgunluk ile faziletin zirvesine yükselmiş de olsalar ve efendilik ile yüceliğin doruk noktasına ulaşmış ta olsalar, Yüce Allah, bu insanlarda bulunması mümkün olmayan özellikleri, şemailleri, vasıfları vb şeyleri Resulullah (s.a.v.)'e vermiştir. İşte bütün bunlar, Resulullah (s.a.v.)'in bu özellikler ve vasıflar ile insanlar arasında benzersiz kaldığı ve Kur'ân-ı Ke-rîm'in de bize en güzel bir şekilde vasıflandırdığı özellikleri ve şemailleridir. Nitekim Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.) hakkında şunları söylemektedir: 387[57]

Buhârî, Tefsir-i Feth Suresi 3, Büyü' 50; Müsncd, 3/174

388[58]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 525-527. Ahmed b. Hanbel, Müsncd, 6/183 (ç)

389[59]

390[60]

Kalem: 68/4

"Andolsun ki içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün ve müminlere karşı da rauf ve rahim bir Peygamber gelmiştir. " 391[61] Görüldüğü üzere Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)'i, en güzel övgüler ve çok önemli yüce vasıflarla ve özelliklerle vasıflandırmıştır. Zira Allah, Resulullah (s.a.v.)'i kendi kudsî isimlerinden olan "Rauf ve "Rahim" isimleriyle niteleyerek "müminlere karşı da 'Rauf ve 'Rahim, ."buyurmuştur. Abdullah ibn Abbas (r.a.) bu iki isim hakkında şöyle der: "Yüce Allah'ın bu kudsî iki isminin arası sadece Hz. Muham-med (s.a.v.)'de bir araya gelmiştir," İşte Resulullah (s.a.v.)'in bu durumu; Yüce Allah'ın, onu, alemler üzerine kadrü kıymetini yükselttiği ve bütün nebiler ile resuller üzerine üstün kıldığı bir makamdır. Şimdide bu ayeti kerimeyi dikkatli bir şekilde inceleyelim: Yüce Allah, bu peygamberi göndermek suretiyle bize olan yüce nimetini ve büyük faydalarım bildirmek için ayeti keri-me'nin Arapça metninde geçen "Lekad" sözcüğünde, "Lâm'u'l-Kasem" ile "Kad" edatları ard arda tekit üslubuyla şöyle gelmiştir:"Le kad câe küm Resulün" (Andolsun ki size bir Peygamber gelmiştir.) Yani ey insanlar! Size kadrü kıymeti büyük ve şanı yüce olan bir Peygamber gelmiştir. Daha sonrada Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İçinizden" yani sizin beşer cinsinizden Arap, Haşimî ve Kureyşî bir Peygamber. Siz onun kendi içinizdeki şerefini, soyunu, doğruluğunu, güvenirliliğini, temizliğini ve her türlü kötülüklerden uzak olduğunu bilirsiniz. Daha sonrada Yüce Allah, bu peygamberin bibliyografyasının güzelliğini apaçık bir şekilde şöyle anlatmaktadır: "Sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen." yani sizin günaha, zorluğa ve sıkıntıya düşmeniz kendisine zor ve güç gelen "Size düşkün" yani hidayet bulmanıza, dünyevî ve uhrevî faydaların size ulaşmasına düşkündür. "Müminlere karşıda rauf ve rahim." yani ümmetine karşıda alabildiğine sevgisi çok, şefkatli, merhametli, ümmeti için sadece bütün güzelliği ve ihsanı isteyen, hayr ve kurtuluşunu arzulayan bir kimsedir. İşte Kur'ân-ı Kerîm, Resulullah (s.a.v.)'in faziletliğini böyle övüyor. İzzet ve celâl sahibi Allah'ın bu seçkin peygambere olan güzel övgüsü baksana ne güzel!! 392[62] Resulullah (s.a.v.)'in, Ümmetine Şefkat ve Merhamet Görüntüleri: Biz, bu peygamberin ümmetine olan şefkat ve merhametinin çok az bir kısmını belki anlayabiliriz. Çoğunu ise anlaya-mayabiliriz. Ama yinede Resulullah (s.a.v.), ümmetinin; zillete düşmesinden, sapıtmasından veya -önceki ümmetlerin kendilerine gelen peygamberleri yalanlamaları veya Allah'ın şeriatından ve dininden yüz çevirmeleri sebebiyle azaba uğramaları gibi- azaba uğramasından ve helak olmasından korktuğu için onların böyle bir duruma düşebileceğini hatırladığı zaman gözleri doluyordu. Resulullah (s.a.v.)'in, ümmeti için korkuya ve endişeye kapılıp ağlamasının sebebi işte budur. Yüce Allah ise Resulullah (s.a.v.)'in bu durumunu gördüğünde ona şöyle güvence verdi: "Oysa sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azap edecek değildir. Yine onlar (in içlerinde) istiğfar e~ denler varken de Allah onlara azap edecek değildir." Bundan dolayı Yüce Allah, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamalarından ötürü geçmiş ümmetlere isabet eden kökten helak ve yok olmayı, Resulullah (s.a.v.)'in bereketi sebebiyle bu ümmetten kaldırmıştır. Hz. Peygamber(sav)'e gelince ise Allah onu, alemlere rahmet olarak göndermiştir. İşte bu özellikten Ötürü Resulullah(sav), bütün mahrukata bir rahmet, öldürülmekten kurtulan münafıklara verilen güvence sebebiyle onlara bir rahmet ve gelmekte olan azabı ertelemek suretiyle kafirlere bir rahmet olmuştur. Az önce geçen Kur'an'ın, Resulullah (s.a.v.) hakkındaki açık ifadesini dikkatli bir şekilde inceleyelim: "Oysa sen onların içerisinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azap edecek değildir." Sanki ayet 391[61]

Tevbe: 9/128

392[62]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 527-529.

şöyle demektedir: "Ey Muhammedi -Onlardan önce geçen ümmetlerde olduğu gibi- Allah'ın sana bir ikramı olarak onları kökten yok etme şeklinde helak etmeyecektir. İşte bu, Yüce Allah'ın bu ümmet sebebiyle yeryüzü halkına bahşettiği rahmet eserleri ile Resulullah (s.a.v.)'in ümmetine olan şefkat ve rahmet görüntü-lerindendir. Nitekim bu husus; Müslim'in, "Sahîh" adlı hadis kitabında Abdullah b. Amr b. As'tan şöyle rivayet edilmiştir: Enfâl: 8/33- "Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. İbrâhîm (a.s)'ın; "Rabbim! (insanların tapmakta oldukları) o putlar insanlardan çoğunu saptırdı. Doğrusu (insanlardan) bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi de (sana bırakırım). Çünkü sen, (dilediğini) bağışlarsın ve (dilediğine de) merhamet edersin." (İbrâhîm: 14/36) sözünü okudu. Ardından da Hz. İsa (a.s)'ın: "Eğer sen insanlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen aziz ve hakim olan-sm."(Maide: 5/118) sözünü okudu. Daha sonrada ellerini kaldırıp: - 'Allahım! Ümmetim, ümmetim' buyurdu ve ağladı. Bunun üzerine Şanı Yüce Allah: - 'Ey Cebrail! Muhammed'e git. -Rabbin en iyi bilen olmakla birlikte- niçin ağladığını ona sor?' buyurdu. Cebrail'de ona gelip (ağlamasının sebebini) sordu. Cebrail'de, Resulullah (s.a.v.)'den aldığı bilgiyi -bunu en iyi bilen Allah olduğu halde- Ona bildirdi. Yüce Allah: - 'Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona: 'Ümmetin konusunda muhakkak Biz seni razı edeceğiz, seni üzmeyeceğiz' de. 393[63] Nitekim Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)'in bu durumu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Rabbin sana yakında (nimetlerini) verecek ve sende (bunlara) hoşnut olacaksın. "' Ey Allah'ım! Bizi dünya ve ahirette Resulullah (s.a.v.)'e uyan ve seven ümmetinden kıl. 394[64]

393[63]

Müslim, iman (202)

394[64]

Duha: 93/5

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 529-531.

YEDIİ NCIİ BOÖ LUÖ M

ULU'L AZM OLMAYAN PEYGAMBERLER

Hz. İDRÎS (A.S) "Kitapta Idrîs'i de an. Hakikaten o, dosdoğru bir peygamberdi. Onu, üstün bir makama yücelttik." (Meryem: 19/56-57) Hz. İdrîs (a.s), Yüce Allah'ın, Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerinden haber verdiği peygamberlerden biridir... Onun ismini, Kur'an Sûrelerinin birkaç yerinde 1[1] anmış-tır... Hz. İdrîs (a.s), kati ve kesin bir surette nübüvvetine ve risaletine ayrı ayrı iman edilmesi gereken Peygamberlerden birisidir. Çünkü Kur'an; Hz. İdrîs (a.s)'ın ismini anmış, o-nun kişiliğinden bahsetmiş ve ona, peygamberlik (nübüvvet) vermekle ve dosdoğru (sıddîk) olmakla nitelendirmiştir. Yüce Allah, bu hususu şöyle haber vermektedir: "Kitapta İdrîs'i de an. Hakikaten o, 'dosdoğru' (sıddîk) bir 'Peygamber' (nebi) idi. " 2[2] Hz. İdrîs (a.s)'ın Soyu: O, İdrîs b. Yerd b. Mehlail... olup soyu,Hz. Âdem (a.s)'in ;Oğlu Şid (a.s)'a kadar dayanmaktadır. Hz. İdrîs (a.s)'m ismi; İbranilere göre, "Hanûh"tur. Bu, Arapça'ya "Uhnûh" olarak geçmiştir. Hz. İdrîs (a.s), Hz. Nûh (a.s)'ın atalanndandır. Bazı tarihçilerin iddiasına göre; Hz. İdrîs. (a.s), Hz. Nûh (a.s)'dan önce değil de İsrail oğullan döneminde yaşamıştır. Bu, yanlış bir iddiadır. Çünkü Haliz İbn Kesîr 3[3] ile bir çok güvenilir tarihçi, bu görüşü kabul etmemişlerdir. 4[4] Hz. İdrîs (a.s)'ın Doğumu ve Yetişmesi: Hz. İdrîs (a.s), Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Şid (a.s)'dan sonra kendisine "Peygamberlik" verilen Âdem oğullarının ilkidir. İbn İshâk'm anlattığına göre; Hz. İdrîs (a.s), kalemle yazı yazan ilk kişidir. Hz. İdrîs (a.s), Hz. Âdem (a.s)'m ömrünün 308 senesine yetişmişti. Çünkü Hz. Âdem (a.s), takriben 1000 sene gibi u-zun bir süre yaşamıştı. Nitekim bu husus, Hz, Âdem (a.s)'m kıssası ile ilgili yerde geçmişti. 5[5] Alimler, Hz. İdrîs (a.s)'m doğum yeri ve yetişmesi hakkında görüş ayrılığına varmışlardır: Bazı alimler derki: Doğrusu Hz. İdrîs (a.s), "Babil" de doğmuştur. Bazıları da derki: Hz. İdrîs (a.s), "Mısır" da doğmuştur. Fakat doğru olan, ilk görüştür. Hz. İdrîs (a.s), ilk bilgilerini, çocukluk yıllarında Hz. Şid (a.s)'dan almıştır. Büyüyünce, Allah, ona, "Peygamberlik" vermiştir. Hz. İdrîs (a.s), Peygamber olmasından sonra, Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Şid (a.s)'m şeriatından ayrılan bozguncuları u-yardı. Fakat Hz. İdrîs (a.s)'a, çok az bir topluluk itaat etti. Büyük bir çoğunluk ise, ona itaat etmedi. Bunun üzerine onların yanından ayrılmaya karar verdi. Kendisine itaat eden kimselere de, göç etmelerini emretti. Fakat vatanlarından ayrılmak, onlara ağır geldi. Hz. İdrîs 1[1]

Meryem: 19/56; Enbiya: 21/85. Meryem: 19/56. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 535. 3[3] Hafız İbn Kesîr, el-idâye ve'n-Nihâye, 1/99 (ç) 4[4] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 535-536. 5[5] Hafız İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/99. 2[2]

(a.s)'a: - 'Göç ettiğimizde, (Babil) gibi bir yeri nerde buluruz?' diye sordular. Hz. İdrîs (a.s)'da, onlara: - 'Allah için hicret ettiğimizde, (Allah, buranın dışmda) bir çok yerde bize rızık verir' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. İdrîs (a.s) ile ona itaat edenler, vatanlarından çıkıp Mısır diyarına vardılar. Orada Nil nehrini gördüler. Nil nehrinde durup Allah'ı teşbih ettiler... Hz. İdrîs (a.s) ile beraberindekiler, Mısır'a yerleşip orada insanları Allah'a ve güzel ahlaka davet ettiler. 6[6] Hz. İdrîs (a.s)'m 7[7] yeryüzünde kaîış süresi, 82 yıldır. Sonra Allah, onu, kendi katma kaldırmıştır. 8[8] Nitekim Yüce Allah'ta bu hususu şöyle anlatmaktadır:"idrîs 'i, üstün bir makama yücelttik. 9[9] Hz. İdrîs (a.s), çeşitli prensip ve öğütlerle insanları; Allah'ın dinine, yalnızca yüce yaratıcıya ibadet etmeye ve dün ya da Salih amel işleyerek ahiretteki azaptan kurtulmaya davet etti. Onları, bu geçici dünya hayatından yüz çevirip ebedi ahiret hayatına yöneltmeye teşvik etti. Onlara; namaz kılmayı, oruç tutmayı ve zekat vermeyi emretti. Manevi kirlilik o-lan cünüplük halinden temizlenmeleri hususunda titizlik göstermelerini istedi. Sarhoş edici bütün içecekleri haram kıldı ve bu hususta (taviz vermeyip) son derece ısrarcı davrandı. Denildi ki: Hz. İdrîs (a.s) zamanında 72 dil mevcut olup o dönemdeki insanlar bu dilleri konuşuyorlardı. Yüce Allah'ta, onların konuştukları bu dilleri, Hz. İdrîs (a.s)'a tamamen öğretmişti. Çünkü Hz. İdrîs (a.s)'m, kendi döneminde yaşayan her grubun dilini bilmesi gerekmekteydi. 10[10] Nitekim Yüce Allah'ta bu hususu şöyle anlatmaktadır: "(Allah'ın emirlerini ve yasaklarım) insanlara iyice açıklasın diye, her peygamberi, yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik." 11[11] Hz. İdrîs (a.s), şehircilik yönetimini öğrenen ilk kişidir. Bu sebeple de kavmine, şehirler kurmanın kurallarını çizip gösterdi. Her grup, kendi topraklan üzerinde bir çok şehir kurdu. Hz. İdrîs (a.s) zamanında 188 şehir kurutmuştur. Hz. îdrîs (a.s), hikmetli sözleriyle de meşhur olmuştur. Onun hikmetli sözlerinden bazıları şunlardır; - "Dünyanın en değerli şeyi, üzüntüdür. En kötü olanı ise, pişmanlıktır." - "Mutlu kişi, (ibret gözüyle) kendine bakandır. Rabbi katında onun şefaatçisi, Salih amelleridir." - "îmanla birlikte olan sabır, (kişiyi) zafere ulaştırır." Bunlar, Hz. İdrîs (a.s)'m pek çok hikmetli sözlerinden birkaç tanesidir... Salat ve selam, onun ve Peygamberimiz üzerine olsun. 12[12]

6[6]

Neccâr, Kasasırl-Enbiyâ, s. 26

7[7]

hz. İdrîs (a.s)'ın kıssasının detayı için, Taberî Tarihi, 1/172'ye bakabilirsiniz. Taberî derki: ;'Hz. İdrîs (a.s), "Uhnuh" diye adlandırılmıştır." Yine bu konuda \hu Kesîrin, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/94'e bakabilirsiniz.

8[8]

Hz. İdrîs (a.s)'m göğe çıkarılıp orada öldüğü ya da daha sağ olduğu ile ilgili ;» nişler, tamamen İsrailiyyaîrır. Çünkü Hz. İdrîs'in, halen sağ olduğu görııKa'bu'l-Ahbar'dan nakledilmektedir. Ka'bui-Ahbar'a göre; halen sağ dört Po. gamber bulunmaktadır. Bunlar: İl}âs ve Hızır yerde, İdrîs İle İsa ise göktedir. Kesîr, elBidayc, 1/337; İbn Hacer, el-İsabc, 1/432; Suyuti, ed-Dürrü'1-Mensuı 5/285). Hz. İdrîs'in sağ olmadığı ile ilgili olarak b.k.z: Doç Dr. A. Aydemir, a.g ı s. 227-233 Aynca Hasan Basri ise, ayeti kerimede geçen "'üstün yerin", cennet olduğunu söylemiştir. 9[9] Meryem: 19/56 11[11]

Dillerin ortaya çıkması ve çoğalması ile ilgili olarak b.k.z: Fahreddîn epRâzî, Tefsiri Kebîr, 2/265, Ank. 1988 (ç) îbrahîm: 14/4

12[12]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 536-538.

10[10]

Hz. HUD (A.S) "Ad kavmine de, kardeşleri Hûd'u (Peygamber olarak) gönderdik. Dedi ki:'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz, (putları ilah edindiğinizden dolayı Allah'a karşı) yalan uyduranlar dan başkası değildir. "Hûd: 11/50) Hz. Hûd (a.s)'m ismi, Kur'an'ı Kerim'in çeşitli surelerinin 7 yerinde 13[1] geçmektedir. Bu sureler şunlardır: A'râf Suresi ve Şuarâ Suresi.. Yine Kur'an'da, "Hûd Suresi" diye isimlendirilmiş tam bir sure de vardır... Yüce Allah, Hz. Hûd (a.s)'ı, Amalika kavminden "Âd Kabilesi" adı verilen büyük bir kabileye Peygamber olarak göndermiştir. Şam Yüce Allah, Âd kavmi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ad (kavmi) de, (diğer kavimler gibi kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar. Hani kardeşleri Hûd, onlara: '(Allah 'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?' demişti. " 14[2] Âd Kabilesi, "Baide Arap" kabilelerinden 15[3] birisidir. Hz. Nûh (a.s)'m oğlu Şam'ın çocuklarından türemişlerdir. Atalarından birine nispetle bu adı almıştır. Ki o da, "Âd" b. Avd b. İrem b, Sam'dır. 16[4] Hz.Hûd(a.s)'ın Soyu: Hz, Hûd (a.s), Abdullah b. Rebah b. el-Halud b. Âd'ın oğludur. Ad ise, kabilenin atasıdır. Böylece Hz. Hûd (a.s)'m soyu, Hz.Nûh (a.s)'ın oğlu Şam'a dayanmaktadır... Bu, İbn Cerîr et-Taberî'nin tercih ettiği görüştür. İbn İshâk ise, Hz. Hûd (a.s)'ın soyu için, bu soydan farklı bir silsile belirtmiştir. Doğru olan görüş ise, az önce belirttiğimiz görüştür. Üstad Neccâr da "Kasasu'l- Enbiyâ" adlı kitabında bu görüşü tercih etmiştir. 17[5] Ad Kabilesinin Yurtları: Ad kabilesinin yurtları, Arap yarımadasının güneyinde Yemen tarafında Hadramevt'in kuzeyine düşen "Ahkaf' denilen (ormanlık bir) yerdedir. Kuzeyinde, Rub'u Hali ve doğusunda ise Umman denizi vardır. Âd kabilesinin yaşadığı yerler, bugün kum yığını halinde çöldür. O kalıcı nimetlerden ve kültür ve medeniyetten sonra, orada ne bir dost ve ne de bir komşu kalmıştır. Nitekim Yüce Allah'ta bu hususu şöyle anlatmaktadır: "Ad kavminin kardeşi (Hûd'ü da) an. Çünkü O, Ahkaf ta kavmini uyardı. Kendinden önce ve sonra (başka) uyarıcılar da gelmiş olan kavmine: 'Allah 'tan başkasına ibadet etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum' demişti. 18[6] Ad, 'Birinci Ad' denilen Âd-ı İrem'dir. İkinci Ad ise, bunlardan daha sonra yaşamışlardır. Çünkü Yüce Allah (bu ikinci Ad kavmini diğerinden ayırarak) şöyle buyurmaktadır: "Görmedin mi, Rabbin ne yaptı 'Âd kavmine,' ülkelerde bir benzeri olmamış olan 'İrem şehrine,' 13[1] 14[2]

15[3]

Bununla ilgili olarak b.k.z: A'râf: 7/65; Hûd: 11/50, 53, 58, 60, 89; Şuarâ: 26/124 Şuarâ: 26/123-124 Tarihçiler, Arapları üç kısma ayırmışlardır:

1. Baide Araplar: Bunlar, ilk Araplar olup onlara aii detaylı bilgi yoktur. Birinci Âd, Semûd ve birinci Cürhümlüler; Baide Araplarındandırlar. 2. Müsta'rabe Araplar: Bunlar, sonradan Araplaşmış kavimlerdir. Hz. İsmail'e komşu olmuş İkinci Cürhümlüler, bu gruba girmektedir.Bundan dolayı Hz. İsrail'in çocuklarına, "Müsta'ribe Araplar" denilmiştir. 3. Halis Araplar: Bunlar, Sebe'ntn oğullandır. Sebe'nin asıl ismi, Abduşşems'dir. O da, Hz. Hûd (a.s)'ın torunlarındandrr. 16[4] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 539. 17[5] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 540. 18[6] Ahkaf: 46/21

yontulmuş kayaları vadi haline getiren Semûd kavmine... 19[7] Bu kabile, Amalüca kavminden olup güçlü, kuvvetli kimseler idiler. Çünkü Allah, onları, büyük vücutlu kılmıştır. Müreffeh bir hayata sahiptiler. Büyük ve yüksek köşkler inşa ediyorlar. Yanında akar sular ve göz alıcı geniş bahçeleri olan kalelerde ve hisarlarda oturuyorlardı. Nimetlere boğulmuşlardı. İsyan etmeye ve azgınlığa dalmışlardı, Kur'ân-ı Kerîm, onlara verilen nimet olgularını ve aynı zamanda azgınlıklarını da anlatmaktadır. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Siz her yüksek yere, bir alamet bina yapıp eğlenir durur musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalarsınız? Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size veren ve yine size davarlar, oğullar, bağlar ile pınarlar ihsan eden (Allah 'a karşı gelmek)ten sakının. 20[8] Ad kabilesine mensup kişiler, iri sağlam yapılı güçlü kuvvetli idiler. Yürüdükleri zaman, ağırlıklarından, ayaklarının altındaki yer sallanır gibi olurdu. Onlar, iri yapıları ve u-zun boyları ile dağlar gibiydiler. Onlar bu güç ve kuvvetlerine kapılarak Allah'a karşı kibirlendiler, (kendilerine gönderilen) peygamberlerin yolundan ayrıldılar ve azgınlıklarına devam ettiler. Bunun üzerine Allah'ta, onları, "şiddetli esen (Atiye) bir rüzgar" ile helak etti. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve 'Bizden daha güçlü kim var?' dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar, Bizim ayetlerimizi (mucizelerimizi) bile bile inkar ediyorlardı. Bundan dolayı Biz de, onlara, dünya hayatında aşağılık azabını tattırmak için o uğursuz günlerde bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı, elbette daha çok rüsvay edicidir. (Onlara o kıyamet günü) yardım da edilmez. 21[9] Âd Kavminin İbadetleri: Hûd (a.s)'ın kavmi, putperest kimseler olup Yüce Allah'a değil de putlara ibadet ediyorlardı. Onlar, Tufandan sonra putlara tapan ilk kavimdi. İbn Kesîr derki: "Âd kavminin üç putu vardı. Bunlar; 1. Sâdâ, 2. Semûdâ, 3. Herâ'dır." 22[10] Âd kavmi, Allah'a karşı isyan etmiş kaba, zorba ve kafir kimseler idiler. Hz. Hûd (a.s) ise onları uyarıyor, Allah'ın a-zabmdan sakındırmaya çalışıyor, onlara Nûh kavmini örnek veriyor, Yüce Allah'ın Nûh kavmine de nimetler verdiğini hatırlatıyor, bu nasihatine karşılık onlardan bir ücret istemediğini ve bir mükafat ile teşekküre de ihtiyacı olmadığını söylüyordu. Bütün bunlara rağmen Âd kavminden bir grup insan, büyük bir şekilde azgmlaşıp Hz. Hûd (a.s)'in davetine karşı koydular, söylediklerini küçümsediler, ona komplo kurmaya karar verdiler. (Bunun için ilk önce) Hz. Hûd (a.s)'ı, bunama ve deli olmakla suçladılar. Onu, 'İlahlarının ona bir kötülük dokundurmasıyla ve ilahlarının onu çarpması sebebiyle de saçma sapan konuşmakla' itham ettiler. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Âd kavminin azmış olanları:) 'Ey Hûd! Sen bize apaçık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle ilahlarımızı bırakâcak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz. Biz, 'Seni, ilahlarımızdan biri kötü bir şekilde çarpmış! * demekten başka bir söz söyleyemeyiz!' dediler. (Hûd) dedi ki: 'Ben Allah'ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki, ben, sizin ortak koştuklarınızdan uzağım. O'ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım.) Haydi hepiniz bana tuzak kurun. Sonra da bana karşı elinizden

19[7]

Fecr.89/6-8

20[8]

Şuarâ: 26/128-134

21[9]

Fussilet: 41/15-16

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 540-542. 22[10]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/121

geleni yapın' dedi. 23[11] Hz. Hûd (a.s), onlara, Allah'ın azabı ile ikaz etti. Fakat onlar, küfürlerinde ve inatlarında kalmaya devam ettiler. 24[12] Âd Kavminin Helak Edilişi: Ad kavmi, Allah'ın peygamberi Hz. Hûd (a.s)'a karşı taşkınlık edip isyan ettiği, onlara ikaz ve uyarma fayda sağlama-yıp sapıklıklarına devam edince, Allah, üç yıl boyunca onların üzerine yağmur yağdırmadı. Bela ve musibet artınca, yağmur duasına çıkıp yardım dilediler. Allah'ta, onlara, gökten koyu bir bulut gönderdi. Bulutu gördüklerinde, o gelen bulutun, yağmur dolu bir bulut olduğunu zannedip sevindiler ve birbirlerini müjdelediler. Çünkü yağmur duasına çıktıklarında, Allah'ın, dualarını kabul ederek rahmetiyle imdatlarına ulaştığını zannettiler. Fakat bulut, onları gölgelediğinde O bulutun simsiyah olduğunu görünce, korktular. Daha sonra onların üzerine kuru bir rüzgar esti. Allah, bu rüzgarı, onların üzerine yedi, gece sekiz gün korkunç bir şekilde estirdi. Bunun üzerine de Allah, onları helak etti... Sanki vücutları, kökünden sökülmüş kuru hurma kütükleri gibi olmuştu. 25[13] Allah, rahmetiyle, Hz. Hûd (a.s)'ı ve ona inananlan bu şiddetli azaptan kurtardı. Âd kavminden helak olanlar, başka yerde helak olmuşlar gibi kendilerinden ve beldelerinden geriye bir kalıntı ve karaltı gölge bile kalmamıştı. Çünkü rüzgar, her şeyi yerle bir etmişti. Bundan dolayı da rüzgar, onlardan geriye hiçbir şey bırakmayıp her şeyi alıp götürdü. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Ad kavmi, üzerlerine gelen) o bulutu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce, 'İşte bu, bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur' dediler. Hayır! O (bulut), sizin (Hûd'dan) acele gelmesini istediğiniz şeydir. O, içinde acı azab bulunan bir rüzgardır. O, Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, yok eder. Bunu üzerine onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu. işte Biz, suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız. 26[14] Bu rüzgar, "kasıp kavuran bir rüzgar" diye Adlandırılmıştır. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bu rüzgardan şöyle bahsetmektedir: Ad kavminde de (ibretler vardır.) Onların üzerine, 'kasıp kavuran (a/âm) bir rüzgar' göndermiştik. (Bu rüzgar,) üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip bırakıyordu. 27[15] Hz. Hûd (a.s), Ad kavminin helak edilişinden sonra ölünceye kadar Hadramevt beldelerinde ikamet etti. Hadramevt'in doğusundaki "Turyem" şehrine iki merhale uzaklıkta bir yere gömüldü. Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre; Hz. Hûd (a.s)?ın, Hadramevt'te yanında bir esmerlik bulunan ve kızıl kumdan bir tepe üzerinde gömülüdür Filistinlilerin iddiasına göre ise; Hz. Hûd (a.s), kendi yanlarında gömülüdür. Doğru olan görüş ise, ilk görüştür. 28[16] Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır 29[17]

23[11]

Hüd: 11/53-55

24[12]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 542-543. Hakka: 69/7; Kamer: 54/19 (ç)

25[13]

26[14]

Ahkâf: 46/24-25 (Birinci Âcl kavmi; "Sarsar - Soğuk ve dondurucu", "Atiye = Şiddetli esen" ve "Akîm = Kasıp kavuran" anlamlarına gelen bir rüzgarla yok edldİler. Ayrıca Mü'minûn: 23/41 'de belirtildiği üzere; buna ek olarak kendilerini bir de. "çığlık" yakal ayı vermişti, (ç) 27[15]

Zariyât: 51/41-42

28[16]

İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/115

29[17]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 543-545.

Hz. SALİH (A.S) "Andolsun ki, Semûd kavmine: 'Allah'a ibadet edin!' (demesi için) kardeşleri Salih 'i (onlara Peygamber olarak) gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler." (Nemi: 27/45) Hz. Salih (a.s)'ın Soyu: Hz. Salih (a.s)'m 30[1] soyu; Salih b. Ubeyd b. Asif.....şeklinde olup Hz. Nûh (a.s)'m oğlu Şam'a dayanmaktadır. Yüce Allah, Hz. Salih (a.s)'ı, "Baide Arap" kabilelerinden birine Peygamber olarak göndermiştir. O da, Semûd kabi-leşidir. Semûd kabilesi bu ismi, Hz. Nûh (a.s)'in oğlu Şam'ın torunlarından olan Semûd b. Amir'e nispetle bu Adı almıştır. Hz. İsmail'den önceki Araplara, "el-Arabu'1-Aribe" denilirdi. Bunlar pek çok kabileden oluşuyorlardı. Bazıları şunlardır: Ad, Semûd, Cürhüm, Medyen, Kahtan... v.b."el-Arabu'IMusta'rebe" ise, Hz. tsmâîl (a.s)'m neslinden gelen Araplardrr... Hz. İsmâîl (a.s), fasih açık Arapça'yı konuşan ilk kişidir. Arapça konuşmayı, Mekke-i Mükerreme'de annesi Hacer'in yanında konaklayan Cürhümlülerden öğrenmiştir. İşte burada kastedilen şey; Semûd kabilesinin, Hz. İsmâîl (a.s)'dan önce yaşamış olmasıdır. Çünkü Semûdlular, "el-Arabu'l-Aribe" dendir. 31[2] Semûd Kavminin Yurtları: Semûd kavminin yurtları, "Hicr" denilen yerdedir. İşte bundan dolayıdır ki, Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, onları, "Ashabu'1-Hicr" (Hicr Halkı) diye adlandırmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, 'Hicr halkı' da (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanlamıştı. Biz, Onlara mucizelerimizi vermiştik, fakat onlardan yüz çevirmişlerdi. 32[3] Hicr; Hicaz ile Şam arasında, karayoluyla yolcuların geçtiği ve bugün "Feccü'n-Nâga" diye bilinen yerdir. Semûd kavminin şehirlerinin kalıntıları şimdi bile açıkça görülmektedir. Bu yerler, Medain-i Salih (Salih peygamberin şehirleri) diye adlandırılmaktadır. Tarihçi Mes'udî derki: "Semûd kavminin çürümüş kemikleri baki olup kalıntıları Şam'dan gelen yol üzerinde açıkça görülmektedir. Hicr-i Semûd, Medyen ülkesinin güney doğusunda yer almaktadır. Bu da, Akabe körfezine yakın mesafededir. 33[4] Semûd Kabilesinin Soyu: Tarihçiler, Semûd halkının soyu ve yaşadıkları zaman hakkında görüş ayrılığına varmışlardır. Bazı tarihçiler derki: Semûd kavmi, Âd kavminden geriye kalanlardır" Bazıları da derki: Semûd halkı, Fırat nehrinin Batısından "Hicr"denüen bu yere göç etmiş Amalika kavminden geriye kalanlardır. Oryantalist bazı tarihçilerin iddiasına göre ise; Semûd halkı, Filistin'e girmeyip "Hicr" denilen bu 30[1]

Hz. Salih (a.s)'m İsmi, Kur'ân-ı Kerîrn'in 9 yerinde geçmektedir, İsminin g sureler şunlardır: A'râf: 7/73, 75, 77; Hûd: 11/61, 62, 66, 89; Şuarâ: 26/142; Nemi: 27/45 (c)

31[2]

Ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/120 (ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 546-547. 32[3]

Hicr: 15/80-81

33[4]

Mesüdî, Murûcu'z-Zeheb, 1/200 <ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 547.

bölgeye yerleşen Yahudilerden bir topluluktur... Bu görüş, batıl bir görüştür. Çünkü Yahudi kelimesi, ancak Hz. Mûsâ (a.s)'m İsrail oğullarıyla birlikte Mısır'dan çıkışından sonra ortaya çıkmıştır. Buna göre Semûd halkı, nasıl Yahudi olur?!! En doğru görüş; Semûd halkının, Ad kavminden geriye kalmış Araplar olduğudur. Yüce Allah'ın şu sözü de, bu görüşü doğrulamaktadır: "Düşünün kî, (Allah,) 'Ad (kavmin)den sonra (onların yurduna) sizi' hükümdarlar kıldı. Ve yeryüzüne sizi yerleştirdi: Yeryüzünün düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. 34[5] İbn Kesîr (rh.a) konu ile ilgili olarak şöyle der: "Bunlar, kendilerine 'Semûd' denen meşhur bir kabileydi. Dedeleri, Semûd'un adını almışlardı. Semûd, Cedis'in kardeşidir. Bu ikisi de, Asir b. İrem'in oğullandır. İrem ise, Hz. Nûh (a.s)'m oğlu Şam'ın oğludur. Semûd kavmi, Arab-ı Aribe'dendir. Hicaz ile Tebük arasında Hicr denen yerde yaşarlardı... Resulullah (s.a.v.) Tebük Gazvesine giderken, beraberindeki Müslümanlarla Semûd kavminin yurdu Hicr'e uğramıştı. Semûd halkının (kalıntı halinde) evlerinin bulunduğu 'Hicr' denilen yere sahabelerle birlikte konakladı. Sahabeler, Semûd halkının su içtikleri kuyulardan su çekip hamurlarını yoğurdu-lar ve (kazan kurup bu hamurları) pişirdiler. Resulullah (s.a.v.), sahabenin yemek yapmak için kazanlar kurduklarını haber alınca, onlara kazanlarım dökmelerini ve yoğurmuş oldukları hamurlan develere yedirmelerini emretti. Daha sonra Resulullah (s.a.v.), sahabeleri alıp Hz. Salih (a.s)'m devesinin su içmiş olduğu kuyunun yanına götürdü. Buhârî ile Müslim'de geçtiği üzere, Sahabelere: 'Şu azaba uğramışların yurduna ancak ağlayarak girin.Eğer ağlamayacaksanız, girmeyin. Yoksa onlara gelen musibet, size de gelir" buyurdu. 35[6] Semûd kavminin ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Semûd kavminin; A'râf: 7/74 ayeti kerimesinin de işaret ettiği üzere; Ad kavminden sonra ve ayrıca kesin olarak milattan ve Hz. Mûsâ (a.s)'dan önce yaşadıklarında şüphe yoktur. Buna delil, kavmini Allah'ın azabıyla korkutan Firavun ailesinden mümin kimsenin şu sözüdür: "İman etmiş olan (adam): 'Doğrusu ben, sizin için Nûh kavminin, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden (gelmesinden) korkuyorum. Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir. 36[7] Oryantalistlerin, 'Semûd halkının, Yahudi olduğu' iddiasını kabul etmeyenlerden birisi de, Üstad Abdulvahhab en-Neccâr'dır. Bu konuda daha geniş bilgi için Abdullahvahhab en-Neccâr'ın "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabına başvurabilirsiniz 37[8] Semûd Kavminin İbadeti: Semûd kabilesi, mutlak kudret sahibi Allah'ı inkar ederek putlara tapıyorlardı. Bunun üzerine Allah, onlara, Peygamber olarak Salih (a.s)'i göndermişti. Hz. Salih (a.s), onlara; Allahı'm kendilerine verdiği nimetleri hatırlatıyor, kurtuluş ile saadet yolunu gösteriyor, takva olmalarım emrediyor ve putlara tapmayı yasaklıyordu, 38[9] Onlar ise; sapıklıklarına devam ettiler ve putlara tapmaktan vazgeçmediler. Semûd kavmi, büyük bir bolluk ve nimet içindeydiler. Çünkü bol servetlere, parlak göz alıcı bahçelere ve akarsulara sahiptiler. Yüce Allah, verdiği bu nimetleri onlara şöyle hatırlatmaktadır: "Siz burada bahçelerin, pınarların içinde, ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven 34[5]

Arâf:7/74

35[6]

Buharı, Salat 53, Enbiyâ 17. Tefsirii Sure-i Hicr 2; Müslim, Zühd 38, 39;Müsned: 2/9, 58

36[7]

Gâfır (Mü'min): 40/30-31

37[8]

Neccar Kasasu'l-Enbiyâ, s. 59

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 547-549. 38[9]

B.k.z: A'Tâf: 7/73-74; HM: 11/61; Şııarâ: 26/152 (ç)

içinde bırakılacak mısınız? Bir de, dağlardan neşe ve zevkle evler yontuyorsunuz. 39[10] Hz. Salih (a.s)'a, Semûd kavminden az sayıda bir topluluk iman etti. Onların çoğu ise, Hz. Salih (a.s)'ı yalanladılar, onun risaletini inkar ettiler ve azgınlıklarını büyük bir şekilde sürdürdüler. Üstelik bir de, Hz. Salih (a.s)'dan, kendisinin doğruluğuna tanıklık edecek bir mucize getirmesini istediler. O da, onlara "deve mucizesini" getirdi. (Mucize olarak getirilen devede, Hz. Salih (a.s)'m doğruluğunu gösteren bir çok büyük alametler vardı. Çünkü deve, sert bir kayanın içinden çıkmıştı. Kayanın nasıl varıldığını ve içinden hamile bir devenin çıktığını gözleriyle görmüşlerdi. 40[11] Niçin Deve Bir Mucize Oldu ?: Bu devede; Hz. Salih (a.s)'m doğruluğuna ve Yüce Allah katından gelen açık bir mucize ile kesin bir harikulade olduğunu gösteren bazı ilginç şeyler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Devenin sert bir ka ya dan çıkmış olması... Böyle bir ka ya dan nasıl bir hayvan çıkabilir?!! 2. Devenin, kabilenin tamamının içtiği suyu içiyor olması... Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin. 41[12] Bir devenin büyük bir topluluğun içtiği suyu içmesi, garip bir durumdur. 3. Devenin, kabileye; içtiği su kadar süt veriyor olması... İşte bu da, garip bir durumdur. İmam Fahreddîn er-Râzî (rh.a) derki: "Bil ki Kur'an, Deve olayında bir mucizenin olduğunu göstermektedir. Fakat bunun, hangi bakımdan bir mucize olduğu, Kur'an'da belirtilmemiştir. Ama bunun, hiç şüphesiz, bir yönden bir mucize olduğunu anlıyoruz.42[13] Çünkü Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "İşte size bir mucize olmak üzere Allah'ın şu dişi devesi! Onu (kendi haline)bırakın, Allah'ın arzında otlasın. Ona bir kötülükle yaklaşmayın. Sonra sizi acıklı bir azab yakalar. 43[14] İşte bu mucize, Hz. Salih (a.s)'ın doğruluğuna açık ve kesin bir delildir. Çünkü Salih peygamberin kavmi bir gün eğer Salih Peygamber kayayı yararak ka ya dan bîr dişi deve çıkarırsa kendisine tabi olacaklarına ve iman edeceklerine dair söz vermişlerdi. İbn Kesîr bu konu ile ilgili olarak şöyle der: 'Tefsircileriıı anlattıklarına göre; Semûd kavmi, bir gün toplantı yerlerinde bir araya gelmişlerdi. Hz Salih (as), yanlarına giderek onları Allah'a kulluk etmeye davet etmiş, İlahi azabı onlara hatırlatmış, sapıklıktan sakındırmış, öğüt vermiş ve batıla yaklaşmamalarını emretmişti. Ama Onlar, Salih (as)'a: - 'Ey Salih! -Büyük bir kayayı göstererek- şu karşıdaki ka ya dan şu ve şu niteliklere sahip boylu postlu, hamile bir deve çıkarırsan belki sana inanırız. İman ederiz' şeklinde bir şart koşmuşlardı. Hz. Salih (a.s), onlara: - 'Bu isteğinizi tam olarak yerine getirirsem, benim getirmiş olduğum dine iman eder ve size tebliğ ettiğim ilahi mesajı doğrular mısınız.?' dedi. Onlarda: - 'Evet' dediler. Bunun üzerine Hz. Salih (a.s) bu hususta onlardan söz ve teminat aldı. Sonra namazgahına gidip onur ve üstünlük sahibi Allah'ın huzurunda namaz kılıp dua etti. Kavminin bu isteğinin gerçekleştirilmesini Rabbinden istedi. Allah'ta, orada bulunan kayaya; yarılarak istenilen nitelikteki büyük cüsseli hamile bir deveyi çıkarmasını emretti. Kaya da, bu ilahi emri hemen yerine getirdi. Devenin ortaya çıktığını müşahede ettiklerinde, bunun; büyük bir iş, dehşetli bir olay, Hz. Sâlih(a.s)'ın doğruluğunu ortaya koyan kesin bir delil, a-çık bir kanıt ve göz alıcı bir kudret olduğunu gördüler. Bu olay üzerine bazıları iman etti. Çoğu ise küfür ve inatlarına devam ettiler. Yüce Allah onlar hakkında, "Semûd kavmine, açık bir delil olmak üzere bir dişi deve vermiştik. 39[10]

A'râf:7/74

40[11]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 549-550. Şuarâ: 26/155

41[12]

42[13]

Fahreddîn er-Râzî, Tefsîri Kebîr, 10/487 Ank.

43[14]

A'râf:7/73

(Fakat onlar, bu deveyi boğazladılar) bu yüzden zalim oldular. '(Isrâ: 17/59) 44[15] Semûd Kavminin Helak Edilişi: Hz Salih (as), kavminin, deveye dokunmamaları hususunda uyarmış ve eğer deveyi öldürmeye kastederlerse kendilerine Allah'ın azabının geleceğinden de sakmdırmıştı.Yüce Allah bu hususu şöyle anlatmaktadır: 'Deveye bir kötülükle ilişmeyin yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir. 45[16] Bütün bunlara rağmen nasihat kabul etmeyen öğüt dinlemeyen, isyan ile taşkınlığın gözlerini kör ettiği, Allah'ın davetini kabul etmekten kaçıp kulaklarını sağır kıldığı zorbalar, deveyi öldürmekten başka bir şey düşünmüyorlar ve çabucak onu boğazlamak istiyorlardı. Yüce Allah bu hususu Kur'ân-i Kerîmde şöyle anlatmaktadır. "Derken o dişi deveyi, ayaklarını keserek Öldürdüler ve Rab'lerinin emrinden dışarı çıktılar da:'Ey Salih! Eğer sen gerçekten Peygamberlerden isen, bize, tehdit ettiğin azabı getir. 'Dediler.Bunun üzerine onları o, (şiddetli) sarsıntı yakaladı da yurtlarından diz üstü çökerek donakaldılar. 46[17] Yüce Allah, onların bu kıssasını, bize, Şems Sûresinde şöyle anlatmaktadır: Semûd kavmi, azgınlığı yüzünden Allah'ın peygamberi (Salih'i) yalanladılar. Çünkü onların en azgını, deveyi kesmek için ayaklandı. Allah'ın peygamberi (Salih) ise, onlara: 'Allah 'in (size gönderdiği) deveye ve suyuna bakın' dedi. Derhal onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Bunun üzerine Rableri, (işlemiş oldukları bu) günah sebebiyle (içinde yaşadıkları) o beldeyi, başlarına geçirdi ve her tarafım dümdüz etti. 47[18] Deveyi yakalayıp kesenlerin ilki, lanetli ve hain Kudâr b. Sâlif olup bu kişi, deveyi ayaklarından kesti. Bunun üzerine deve, yere yığıldı. Diğerleri kılıçlarıyla hemen koşup deveyi param parça ettiler. Yüce Allah'ın da bildirdiği üzere, bunlar, 9 kişi idiler: "O şehirde dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. 48[19] Bu kişiler, deveyi öldürdükten sonra; Hz. Salih (a.s)'ın, onları özellikle de Allah'ın azabından sakındırması ve deveyi kesmelerinden üç gün sonra bu azabı beklemelerini söylemesi üzerine Hz. Salih (a.s)'ı da öldürmeye karar verdiler. Yüce Allah'ın şu sözü bu hususu açıkça göstermektedir: "(Fakat Semûd halkından bir topluluk), o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Salih, (onlara): 'Yurdunuzda üç gün daha yaşayın (sonra helak olacaksınız). O söz, yalanlanamayan bir tehdit idi. 49[20] İşte Allah, Hz. Salih (a.s)'ı öldürmeyi düşünen grubun ü-zerine, gökten taşlar yağdırmak suretiyle kavimlerinden önce onları helak ve yok etti. İbn Kesir (rh.a) bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Hz. Salih (a.s)'ın mühlet tanıdığı üç günlük müddetin birinci günü, Semûd halkının yüzleri sapsarı oldu. İkinci günü ise, kıpkırmızı oldu. Üçüncü günü ise, yüzleri simsiyah oldu. Çünkü Hz. Salih (a.s), onlara, ilahi azabın geleceğini bildirmişti. Hz. Salih (a.s)'m mühlet tanıdığı üç gün sona erip dördüncü günün sabahında, güneşin doğmasıyla birlikte üstlerindeki gökten (çığlık şeklinde) şiddetli bir gök gürültüsü ve atlarından ise sarsıntı ve zelzele geldi. Ruhları dışa taştı. Canlan çıktı. Sarsıntılar ve gök gürlemeleri durdu. Sesler 44[15]

İbn Kesîr; El-Bidâye ve;n-Nihâye, 1/134

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 550-552. 45[16]

Şuarâ: 26/126 (Benzeri ayetler için b.k.z: A'râf: 7/73; Hûd: 11/64) (ç)

46[17]

A'raf: 7/77-78

47[18]

Şems: 91/11-15

48[19]

Neml: 27/48

49[20]

Hûd.:11/65

kesildi. (Onlara gelmesi bildirilen) hakikat yerini buldu. Yurtlarında cansız ve hareketsiz cesetler olarak diz üstü çökük vaziyette kalakaldılar. 50[21] Yüce Allah bu gerçeği şöyle haber vermektedir: "Bunun üzerine Rableri, (deveyi kesmek sureliyle işlemiş olukları) günahları sebebiyle o beldeyi başlarına geçirdi ve -her tarafını dümdüz etti. Allah bu şekilde azab etmenin sonucundan korkmaz. 51[22] Semûd halkı çeşitli şekillerde azaba uğradılar: 1. Onları yok eden, yıldırım (es-Sâikatu). 2. Onları yakalayan, gök gürültüsü (çığlık = es-Sayhatu). 3. Üzerinde gezdikleri yerin sarsılmasıyla oluşan, zelzele = sarsıntı (er- Recfetu). Onlar, sabahın erken vakitlerinde helak olmuşlardı. Kur'ân-ı Kerim, bu azab şekillerinin hepsini, şu şekilde haber vermektedir: Birincisi: Yüce Allah bu azab şekli ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Semûd kavmine gelince, onlara doğru yolu gösterdik. Ama onlar, körlüğü, doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın 'yıldırımı ' (es-Sâikatu) onları çarptı. 52[23] İkincisi: Yine Yüce Allah bu azab şekli ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz, Semûd kavminin üzerine; korkunç 'bir gök gürültüsü' (es-Sayhatu) gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oldular. 53[24] Üçüncüsü: Yüce Allah bu azab şekli hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Derken o dişi deveyi ayağını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: 'Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bize, tehdit ettiğin azabı getir' dediler. Bunun üzerine onları, o (şiddetli) 'sarsıntı' (er-Recfetu) yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar, 54[25] Hz. Salih (a.s) ile onunla birlikte iman edenler, işledikleri iğrenç kötülüklerden dolayı kendilerine verilen üç günlük mühletin dolmasından sonra kavimlerini kuşatan azabtan kurtuldular. Yüce Allah, bu konuyu ise şöyle haber vermektedir: "Salih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve: 'Ey kavmim! Andolsun ki, ben, size, Rabbanin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Fakat siz, bu öğütleri sevmiyorsunuz' dedi. 55[26] Âlûsfnin kaydettiğine göre; Hz. Salih (a.s) ile birlikte azabtan kurtulan müminlerin sayısı, 120 kişi idi. Helak olanlar ise çok sayıda olup (yaklaşık) 5.000 ev halkıdır. 56[27] En meşhur olan görüşe göre; Hz. Salih (a.s), kavminin helak edilmesinden sonra Filistin topraklarındaki Remle civarlarına gelip ölünceye kadar orada yaşamıştır. 57[28]

50[21]

İbn Kesir, El-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/136

51[22]

Şems: 91/14-15

52[23]

Fussilet: 41/17 !46

53[24]

Kamer: 54/31

54[25]

A'râf: 7/77-78

55[26]

A'râf: 7/79

56[27]

Alüsi Ruhu'l-Meani, 8/167-168

57[28]

îbn Kesîr, El-Bidâye veNihâye, 1/135

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 552-556.

Hz. LÛT (A.S) "Lût'u da (kavmine Peygamber olarak gönderdik). Kav-mine:Göz göre göre hâla o hayasızlığı yapacak mısınız? Bu ilahi ikazdan sonra hâla) siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam ede gelen bir kavimsiniz' demişti. "(Nemi: 27/54-55) Hz. Lût (a.s)'da, Allah'ın peygamberlerden birisidir. Yüce Allah, Hz. Lût (a.s)'ı, Kur'an'm; A'râf, Hûd, Hicr, Şuarâ, Nemi sureleri ile diğer surelerinde bahsetmiştir. 58[1] Hz. Lût (a.s)'in kavmi ile olan kıssası, bazı surelerde detaylı ve bazı surelerde ise kısa olarak geçmektedir. 59[2] Hz. Lût (a.s)'in Soyu: Hz. Lüt (a.s)'ın soyu; Lût b. Hârân b. Târah (Âzer) 60[3]..... dır. Hz. Lût (a.s)'m soyu, Hz. İbrahim (a.s)'m soyu ile burada birleşmektedir. Yüce Allah, Hz. Lût (a.s)'ı, Hz. İbrâhîm (a.s) zamanında Peygamber olarak gönderdi Hz. Lût (a.s), Hz. İbrahim (a.s)'ın kardeşinin oğludur. Hz. İbrâhîm (a.s) ise, Hz. Lût (a.s)'m amcasıdır. Çünkü Hz. İbrahîm (a.s)'ın kıssasında; Hz. İbrâhîm (a.s)'m, Hârân'ın, Nâhûr'un kardeş oldukları daha önce geçmişti. Bunların hepsi, Âzer'in çocuklarıdır. Hz. Lût (a.s) ise, Haran'in oğludur. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), Hz. Lût (a.s)'ın amcası olmaktadır. Hz. Lût (a.s), amcası Hz. İbrâhîm (a.s)'a iman etmiş ve onun rehberliğinde hidayete ermişti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Bunun üzerine Lût, İbrahim'e iman etti ve (ibrâhîm): 'Doğrusu ben Rabbim (in emrettiği yer)e hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet, sahibidir' dedi. 61[4] Daha sonra Hz Lût (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s) ile birlikte I-rak'tan (Filistin'e) hicret etti. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bütün mushafma/yo buluklarına tabi oldu. Daha sonra Yüce Allah, onu, Ürdün sınırları içinde bulunan "Sedum" halkına Peygamber olarak gönderdi. Hz. Lût (a.s) ile Peygamber olarak gönderildiği kavim arasında bir soy bağı yoktu. Çünkü Hz. Lût (a.s), bu kavimden biri değildi. Buna karşılık Hz. Salih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb peygamberler ise kendi kavimlerine Peygamber o-larak gönderilmişlerdi. Belki de Yüce Allah'ın; "Lût'u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani O, kavmine: demişti." (Nemi: 27/54) buyurması, kendi kabilesine Peygamber olarak gönderilmediğini göstermektedir. 62[5] Hz. Lût (a.s)'ın Peygamber olarak Gönderildiği Kavim: Hz. Lût a.s, amcası Hz. İbrâhîm a.s emri ve izni ile O'nun bulunduğu yerden ayrılıp Ürdün'ün doğusundaki 'Sedum' şehrine yerleşti. Orada; insanların en günahkar, en inkarcı, içi en çok kötü ve gidişat bakımından en fazla bozuk olan bir kavim yaşamaktaydı. Çünkü onlar, yol kesiyorlar ve toplantı yerlerinde kötülüğü işliyorlardı. Fakat hiç kimse onların yaptığı bu kötülüğe engel olmuyordu. Onlar, ne çirkin işlerle uğraşıyorlardı. Onlar, kendilerinden önce yeryüzü halkından hiç kimsenin yapmadığı en çirkin ve en kötü suçu işliyorlardı. Bu çirkin işin Adı, homoseksüelliktir. Kur'ân-ı Kerîm, onların durumunu, bize, Yüce Allah'ın şu sözüyle haber vermektedir: 58[1]

Hz. Lût (a.s)'m ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in 27 yerinde geçmektedir, isminin geçtiği sureler şunlardır: En'âm: 6/86; A'râf: 7/80; Hûd: 11/70, 74, 77, 81, 89; Hicr: 15/59, 61; Enbiya: 21/71, 74; Hacc: 22/43; Şuarâ: 26/160, 161, 164; Nemi: 27/54, 56; AnkebÛt: 29/26, 28, 32, 33; Saffât: 37/133; Sâd: 38/13; Kâf: 50/13; Kamer: 54/33, 34; Tahrîm: 66/10 (ç) Hz. Lût (a.s)'in kavmiyle olan kıssası ise şu surelerde geçmektedir: A'râf: 7/8Ö 84; Hûd: 11/77-83; Hicr: 15/61-77; Enbiya: 21/74-75; Şuarâ: 26/160-175; Nemi: 27/54-58; Ankebût: 29/28-35; Saffât: 37/133-138; Kamer: 54/33-40 (ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 557. 60[3] İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/100 (c). 61[4] Ankebût: 29/26 59[2]

62[5]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 557-558.

"Rabb 'inizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp ta insanlar içinde erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, sınırı aşmış bir kavimsiniz 63[6] Onların kalpleri o kadar katılaşmış, ahlakları o kadar bozulmuştu ki, iyiyi kötüden ayıramıyor ve kötülüğü de gizleme ihtiyacı duymuyorlardı. Öyle ki hiç çekinmeden açıktan açığa homoseksüellik yapabiliyorlardı. Bunun üzerine Allah, onlara, Hz. Lût'u Peygamber olarak gönderdi. Hz. Lût, onları; Allah'a çağırdı, onlara öğüt verdi, onları yaptıkları kötülüklerden caydırmaya çağırdı ve onları, Allah'ın azabı ile korkuttu. Fakat onlar, Hz. Lût (a.s)'m sözlerine aldırış etmediler ve yaptıklarından vazgeçmediler. Üstelik Hz. Lût (a.s) bu tavrında ısrar ederse, onu, aralarından çıkarma ve kovmakla tehdit ettiler. Yüce Allah onların bu tavrını Kur'ân-ı Kerîmde şu şekilde haber vermektedir. "Onlar: 'Ey Lût! (Bu davadan ) vazgeçmezsen, iyi bil ki, (memleketinden) kovulanlardan olacaksın!' dediler. 64[7] Hz. Lût (a.s)'ı ve onunla birlikte iman edenleri, (memleketlerinden) çıkarmaya karar verdiler. Çıkarma kararını almalarının sebebi ise; Hz. Lût (a.s) ile ona inananların, temiz insan oluşları ve kendilerinin yaptığı çirkin işleri yapmayışlandır. Çünkü kendileri, sapık kimseler idiler. Yüce Allah bu konuda şöyîe haber vermektedir: "Kavminin cevabı sadece 'Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar (bizim yapıklarımızdan) temiz, kalmak isteyen insanlarmış!' demelerinden ibaret oldu. 65[8] İşte bu; akılsızlığın, fikirsizliğin ve basiretsizliğin zirvesidir. Bu çirkin işlerden ötürü temiz insanlar yataklarından çıkartılıyor ve hicret etme zorunda bırakılıyorlar. Öyle ki o azgın günahkarlar şöyle diyorlardı: "Kavminin cevabı: 'Onları (Lût'u ve ona iman edenleri), memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış! ' demelerinden başka bir şey olmadı. 66[9] Hz. Lût (a.s) ile ona iman edenleri, memleketlerinden çıkarmalarının ve kovmalarının tek nedeni; ağızlarını doldura doldura söylemekten utanmadıkları "Hz. Lût ile ona iman e-denlerin, temiz insanlar olmalarıdır. Bu günahkar zorbalar nazarmda; iffet, temizlik ve pisliklerden özellikle de homoseksüellikten uzak kalmak, cezalandırılması gereken suç sayılmaktadır. Üstelik böyle bir şey, garip de karşılanmamaktadır. îşte azgınlığın, her asır ve zamandaki mantığı budur. Fakat "(İnsanlara) zulmedenler, hangi dönüşe döndürüleceklerini yakında bileceklerdir. 67[10] Hz. Lût (a.s)'in Misafirleri Olan Meleklerin Kıssası: Şanı Yüce Allah, o dönemdeki insanların en rezil ve en pisi olan Lût kavminin kötü olanlarını yok etmek ve onların altını üstüne getirmek istediğinde, onlara, melekleri gönderdi. Tarihçilerin kaydettiğine; Lût kavminin, beş kasabası ve buralarda yaşayan insanların sayısı, 400.000'den fazla idi. Melekler, önce yolları üzerinde bulunan Hz. İbrahim (a.s)'a uğrayıp yumuşak huylu bir oğlan çocuğunu ona müjdelediler ve Hz. İbrâhîm (a.s)'a; "Sedûm" ve "Amûre" halkını oluşturan Lût kavminden intikam almaya gittiklerini ve Allah'ın, iğrenç işlerle uğraşan o kasabalar içerisinde oturanların tamamının helak etmeyi emrettiğini söylediler. 63[6]

Şuarâ: 26/165 166

64[7]

Şuarâ: 26/167

65[8]

Neml: 27/56

66[9]

A'râf:7/82

67[10]

Şuarâ: 26/227

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 558-560.

Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), kardeşinin oğlu Lût'u da helak edilenler içerisinde olmasından endişelenerek onlarla tartışmaya başlayıp onlara: "Helak edilecekler arasında Lût'ta var mı?" diye sordu. Onlar da: "Yüce Allah; onu, ailesini ve müminlerden onunla birlikte olanları kurtaracaktır" diye cevap verdiler. Yüce Allah, bu olayı şöyle haber vermektedir: "Elçilerimiz, ibrahim 'e, (oğlu olacağına dair) müjdeyi getirdiklerinde: 'Biz (azgınlık ve iğrenç işler yapan) şu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı, zalim kimselerdir.' dediler. (İbrâhîm:) 'Ama orada Lût var!' dedi. (Onlar:) 'Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz.Onu ve ailesini elbette kurtaracağız, Yalnız kansı müstesna; O, geride (azabta) kalacaklar arasındadır. 68[11] Melekler, Hz. İbrahim'in yanından çıkıp henüz bıyıklan terlememiş genç delikanlılar suretinde Hz. Lût'un yanına girdiler. Meleklerin yüzlerinde, gençliğin ve güzelliğin parıltıları vardı. Melekler, kavminin başına gelecek hakikati Hz. Lût (a.s)'a bildirmediler. Hz. Lût (a.s), onları kendisine gelen misafirler sandı. Onlara hoş geldiniz dedi. Fakat onların öğle vakti gelmeleri Hz. Lût (a.s)'ı kederlendirmişti. Çünkü Hz. Lût (a.s), kavminin ahlaksız ve günahkar olanlarının onlara dokunmasından korkuyordu. Özellikle meleklerin son derece güzel olmaları ve onları yanına girerken kavminden birinin görerek onlara kötülük etmelerinden endişe duyuyordu. Bundan dolayı Hz. Lût ( a.s), onlara son derece şefkat gösteriyor, kavminin onların geldiğini duyup ta onlara karşı ahlaksızca saldırmalarından korkuyordu. Aynı zamanda ahlaksız kavmi, misafirlerine tecavüz etmek isterlerse ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Çok geçmeden korktuğu şey başına geldi. Kavminden bir takım erkekler, misafirleri görmek istiyorlardı. Hz. Lût (a.s) onlarla iyilikle mücadele ediyordu. Yumuşak ve hoş bir şekilde onları ikna etmeye çalıştı. Belki onlardan biri, taşkınlık ve sapıklığından vazgeçebilir ve misafirlerine karşı çirkin davranışlardan kaçınabilirdi. Onlara, kasabanın kızlarıyla evlenmelerini tavsiye etti. Çünkü bu; daha doğru daha güzel daha asaletti ve daha temiz bir işti... Fakat bu ahlaksızlar kötü maksatlarını Hz. Lût'a a-çıkça söylediler Çünkü bu edepsizler Sâdece bıyıkları terlememiş güzel genç delikanlı kimselere rağbet ediyorlardı. Bu hal karşısında Hz. Lût (a.s)'in gam ve kederi daha da arttı. Melekler Hz. Lût a.s)'ın bu durumunu hissettiler. Bunun üzerine melekler Hz.Lût (a.s)'a; kendilerinin insan olmadıklarını ve Allah'ın emriyle halkı zalim olan kasaba halkını helak etmek için gelen melekler olduklarım söylediler. Yüce Allah bu olayı Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır. "Elçilerimiz, Lût 'a gelince; (Kavmi bu güzel kılıklı misafirlere bir kötülük ederler diye) onlar yüzünden kederlendi ve göğsüne sıkıntı geldi. 'Bu, çetin bir gündür' dedi. (Melekleri, genç delikanlı şeklinde gören Lût'un ) kavmi, koşarak Lût'un yanına geldiler. Daha öncede o kötü işleri yapmaktaydılar. (Lût:) 'Ey kavmim! İşte şunlar, kızlarımdır. Sizin için bunlar daha temizdir, Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde (bu kötülükten alıkoyacak) aklı başında bir Adam, yok mu?' dedi. Onlar: 'Senin kızlarından bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen, bizim ne istediğimizi elbette bilirsin' dediler. (Lût:) 'Keşke benim size karşı (savunacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilsey-dinı dedi. {Melekler:) 'Ey Lût! Biz Rabbinin melekleriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle birlikte (yola çıhp) yürü. Eşinden başka sizden hiç biri geri kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azab),şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vaat olunan (helak) zamanı, sabahtır. Sabah yakın değil mi? 'dediler. 69[12] Melekler, işin gerçek yüzünü ve gelişlerinin gayesini, Hz. Lût (a.s)'a söylediler. Kavmi de, meleklere dokunmaya güç yetiremediler. Hz. Lût (a.s)'a; sabahın aydınlığı oluşmadan önce geceleyin ailesiyle birlikte kavminin bulunduğu yerden çıkmasını bildirdiler. Çünkü kavminin helak anı, sabah vakti olacaktı. Sabah, onların tümden helak ediliş ve yok ediliş vaktidir. Zira Yüce Allah, bu vakti şöyle bildirmektedir: "Onlara vaat olunan (helak) zamanı, sabahtır. Sabah yakın değil mi? dediler. 70[13] 68[11]

Ankebûl: 29/31-32

69[12]

Hûd: 11/77-81

70[13]

Hûd: 11/81

Lût Kavminin Helak Edilişi: Hz. Lût (a.s), misafirlerine (karşı bir zararın gelmeyeceğinden) emin olup münakaşaları ve gürültüleri içinde kavmini terk edip sabah olmadan kasabadan çıkmak için hazırlığa ladı. Kavmi, misafirlerini ele geçirmek için Hz. Lût'un evine hücum ettiklerinde, Allah, onların gözlerini kör etti ve bu sayede Hz. Lût'un evini bulamadılar. Yüce Allah, bu olayı şöyle haber vermektedir: "Onlar, Lût 'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen Biz, onların gözlerini kör ettik. 'Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!' dedik. 71[14] Güneş doğduğunda, kasaba, içinde bulunan kimselerle birlikte ıssız bir harabeye dönüşmüştü... Allah, onlara, çeşitli şekillerde azab etmiştir ve ayrıca onları, düşünen kimseler için bir ibret kılmıştır: 1. Onların kasabasını, üstünü altına çevirmesi. 2.. Onların üzerine, gökten (gök gürültüsü şeklinde) korkunç bir ses göndermesi. 3. Onların üzerine ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırması. Yüce Allah, bu azab şeklini şöyle bildirmektedir: "Emrimiz gelince, onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine '(balçık) çamurundan pişirilip istif edilmiş bir çeşit taş' yağdırdık. 72[15] Yine Yüce Allah, bu azab şekli ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Güneşin doğma vaktine girerlerken, onları, (gök gürültüsü şeklinde) 'o korkunç ses' yakaladı. Böylece kasabalarının, üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. 73[16] Hz. Lût'un Hanımının, Helak Edilenler İçerisinde Olması: Hz. Lût'un hanımı, helak edilenlerle birlikte helak oldu. Çünkü o, Allah'a iman etmemişti. Kavmine gelen azab, onu da içine aldı. Peygamber hanımı olması, ona bir yarar sağlamadı. Çünkü Allah, kafirleri helak edeceğini vaat etmişti. Yüce Allah, bu hususu şöyle anlatmaktadır: "Bunun üzerine Lût'u ve geride kalan yaşlı bir kadın dışında bütün ailesini kurtardık. 74[17] Süheylî der ki: "Hz. Lût'un hanımının adı, Vâlihe'dir. (Allah) iki kızıyla birlikte Hz. Lût (a.s)'i azabtan kurtardı." Bazı tarihçiler derki: "Bugün Lût gölü diye bilinen ölü deniz, bu olaydan önce mevcut olmayıp kasabanın üstünü altına çeviren zelzele sonucu meydana gelmiştir ve bu yüzden deniz seviyesinden 400 m. daha aşağıda olmuştur." Bu görüş, Lût golü çevresinde Lût kavminin yaşadığı şehirler ile ilgili yapılan yeni araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir. İbn Kesîr (rh.a) derki: "Allah, Lût kavminin yaşadığı bölgeyi, suyundan yararlanılamayan kokuşmuş göl haline getirdi. Bu gölün etrafındaki araziden de faydalanılamaz. Çünkü burası, bozuk çukurlar halindedir. İşte bu durum; bir ibret, bir öğüt ve Allah'ın kudretine ve yüceliğine karşı taşkınlık gösterip nefsine uyarak peygamberini yalanlayan ve Allah'ın emrine muhalefet eden kişiden intikam alma hususundaki izzetine delildir." 75[18] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 561-563. 71[14]

Kamer: 54/37

72[15]

Hûd: 11/82

73[16]

Hicr: 15/73-74

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 563-564. 74[17]

A'râf: 7/83 (Benzeri ayetler için b.k.z: Hicr: 15/60; Şuarâ: 26/170-371; Nemi: 27/57; Saffât: 37/135; Tahrîm: 66/10) (ç)

75[18] İbn Kesîr, Muhtasar Tefsiri İbn Kesîr, 3/523 Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 565.

Önemli Bir Konu: Bazıları: "Bir peygamberin hanımı, kocasına ihanet edebilir mi? Diye sorabilir ve örnek olarakta, Hz. Nuh ile Hz. Lût'un hanımlarının, kocalarına ihanet ettiğini Kur'an'm haber verdiğini dile getirebilir Buna şöyle cevap verilir: Peygamberlerin hanımlarının, kocalarına ihanet etmeleri ve onların zina suçunu işlemeleri, mümkün olamaz. Çünkü Allah, peygamberlerini; şereflerine zarar verecek lekelerden ve hanımlarını da fuhuş gibi çirkin işlerden korumuştur. Çünkü bu tür davranışlar, günahtan masum temiz peygamberlere eziyettir.. İşte Abdullah ibn Abbas bundan dolayı şöyle der: "Hiçbir peygamberin hanımı, kocalarına ihanet etmemiş ve fahişelik yapmamıştır. 76[19] Bu, Selef ve Halef imamlarının görüşüdür. İnkarcılığa gelince, bu, peygamberlerin hanımlarından i-nanmayanlar çıkmıştır. Hz. Lût'un hanımı, kafirdir. Hz. Nuh'un hanımı da kafirdir. Yüce Allah, bu iki kadım, (kafirlere) örnek olarak şöyle anlatmaktadır: "Allah, inkar edenlere; Nuh'un karısı ile Lût'un karısını Örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları, Allah 'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: 'Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!' denildi. 77[20] Burada "hainlik = ihanet" ile kastedilen; Allah'a iman etmemiş olmaları itibariyle "(Peygamber olan kocalarına) din konusunda (iman etmemeleri şeklinde meydana gelen) hainliktir. . İbn Kesîr (rh.a) bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Bu iki kadının hainliği, din konusundadır. Çünkü bu kadınlar, kocalarının dinine girmemişlerdi. Yoksa buradaki hainlik ile, onların, fuhuş yaptıkları kastedilmemektedir. Çünkü Allah, hiçbir peygamberin hanımının fahişelik yapmasını takdir etmemiştir. Bunun aksini söyleyen, büyük bir hata işlemiş olur. 78[21]

76[19]

İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nibâye, 1/182 (ç)

77[20]

Tahrîm: 66/10

78[21]

îbn Kesîr,el-Bidâyeve!n-Nihâye, 1/182

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 566-567.

Hz. İSMÂÎL (A.S) "Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten O, sözüne Sâdıktı ve bir resul ve nebi idi." (Meryem: 19/54) Hz. İsmâîl (a.s)'ın Soyu: Hz. İsmâîl (a.s), 79[1] Hz. İbrâhîm (a.s)'m oğludur. Annesi, Hacer'dir. Hz. İsmâîl (a.s), rüyasında kurban etmekle emredil-diği Hz. İbrâhîm (a.s)'ın çocuklarından büyük olanıdır. Hz. İsmâîl (a.s)'ın kıssası, daha öncede geçmişti. Hz. İsmâîl (a.s), Resulullah (s.a.v.)'in atasıdır. Çünkü Resulullah (s.a.v.), Hz. İsmâîl (a. s)' m neslindendir. 80[2] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Risaleti: Tarihçilerin tercih ettiği görüşe göre; Allah, Hz. İsmâîl (a.s)'ı, aralarında yaşadığı Arap kabilelerine Peygamber olarak göndermiştir. Bazı tarihçilerin iddiasına göre ise; Allah, Hz. İsmâîl (a.s)'ı, Yemen kabilelerine ve Yemen taraflarında yaşayan Amâlîka kavmine Peygamber olarak göndermiştir. Daha öncede geçtiği üzere; Hz. İsmâîl (a.s), Mekke-i Mükerreme'deki Kabe'nin yanmdâ Hicr denilen yerde büyümüş, orada yetişmiş, ve (orada bulunan) Cürhüm kabilesinden evlenmiştir. " Hz. İsmâîl (a.s)'m, aralarında yaşadığı Araplara Peygamber olarak gönderildiği, onun hayat tarihinden açıkça anlaşılmaktadır. 81[3] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Hayatı: Daha öncede Hz. İbrâhîm (a.s)'m kıssasında da geçtiği ü-zere; Hz. İbrâhîm (a.s), kendisine Salih bir evlat vermesi için Allah'a dua etmişti. Allah'ta onun bu duasını kabul edip ona Hz. İsmâîl (a.s)'ı vermişti. Hz. İsmâîl (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'ın cariyesi "Hacer"den dünyaya gelmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s) o sırada 87 yaşında idi. Buna, Yüce Allah'ın şu ayeti de işaret etmektedir: "ihtiyar olduğum halde bana İsmail'i ve İshâk'ı bahşeden Allah'a hamd olsun! Şüphesiz ki Rabbim, Yapılan duayı işitendir. 82[4] Hacer, Mısır'ın zorba hükümdarının Sare'ye hediye ettiği biı- köle bir cariye idi. Sare'de, belki ondan bir çocuk verir ü-midiyle onu, kocası Hz. İbrâhîm (a.s)'a vermişti. Çünkü o zamana kadar Sara, kısır olup çocuğu olmuyordu. Daha önce Hz. İbrâhîm (a.s)'m kıssasında da geçtiği üzere; bu olaydan sonra meleklerin, Hz. İbrâhîm (a.s)'a yaptıkları müjdeyle Sare, İshâk'ı doğurmuştur. Daha önce Hz. İbrâhîm (a.s)'m kıssasında da geçtiği üzere; kurban edilenin, Hz. İshâk değil de Hz. İsmâîl olduğunu ispat etmiştik. Ama burada Üstad Neccâr'ın "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında ince anlamlı bir ifadeye yer vereceğiz. Bu ifade de ise; kurban edilenin, Hz. İshâk değil de Hz. İsmâîl olduğu ile ilgili başka bir ispat şeklidir: "Kurban edilenin, Hz. İsmail (a.s) olduğuna dair delilim, Tevrat'ın bizzat kendisidir. Çünkü kurban edilen, 'Hz. İbrahim (a.s)'m ilk (biricik ve tek) oğlu' 83[5] diye nitelenmektedir. Hz. İbrahim (a.s), gördüğü rüya üzerine Allah'ın emrine uyarak biricik oğlunu kurban etme cömertliği göstermiştir. Bu ise, Hz. İbrâhîm (a.s)'in itaat ve teslimiyetin zirvesinde olduğuna delalet etmektedir. İşte bu, İslam'ın bizzat kendisidir. Hz. İshâk (a.s)'a gelince, hiçbir zaman Hz. İbrâhîm (a.s) için biricik ve tek evladı 79[1]

Hz. İsmâîl (a.s)'m ismi, Kur'ân-ı Kerîm'İn 12 yerinde geçmektedir. İsminin geçtiği sureler şunlardır: Bakara: 2/125, 127, 133, 136, 140; Âlimrân: 3/84; Nisa: 4/163; Etvâm: 6/86; İbrâhîm: 14/39; Meryem: 19/54; Enbiyâ: 21/85; Sâd: 38/48 (ç)

80[2] 81[3] 82[4]

83[5]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 568. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 568-569. îbrâhîm: 14/39 Tevrat, Tekvin, 22/2 (ç)

olmamıştır. Çünkü Tevrat'ta da geçtiği üzere, 84[6]Hz. İshâk (a.s), Hz. îsmâîl (a.s)14 yaşındayken doğmuştu. Hz. İs-mâîl (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ölümü sırasında bulunmuş ve onu gömmüştü. Hal böyle olunca, Hz. İshâk (a.s)'m kurban edilme iddiası, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın vaadi ile çelişmektedir. Hem kurban meselesi, Mekke'de gerçekleşmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s)'m bebek iken Mekke'ye getirdiği çocuk, Hz. İshâk (a.s) olmayıp Hz. İsmâîl (a.s)'dır. 85[7] Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır. 86[8] Hz. İsmâîl (a.s)'m Çocukları: Hz. İsmâîl (a.s)'ın 12 erkek çocuğu vardı. Bunların hepsi de, kabilenin reisleri idiler. Tevrat, bu çocukların isimlerini aktarmıştır. Bir de, kızı vardı. Kızını, kardeşi İshâk'ın oğlu Ays/İs ile evlendirdi. "Arab-ı Musta'rebe" denilen Araplar Hz. İsmâîl (a.s)'m neslinden gelmedir. Bu meselenin sonu, Hz. İsmâîl (a.s)'m neslinden olan ve peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in doğumuyla son bulmuştur. 87[9] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Ölümü: Tarihçilerden gelen meşhur görüşe göre; Hz. İsmâîl (a.s), 137 yaşındayken 88[10] Mekke'de Ölmüş ve (Kabe'nin yanında bulunan) Hicr'deki annesi Hacer'in kabrinin yanma gömülmüştur. 89[11] Tevrat'ta ise, Hz. İsmâîl (a.s)'m, Filistin topraklarında öldüğü ve oraya gömüldüğü anlatılmaktadır. Doğru olan görüş ise; 'Hz. İsmâîl (a.s)'m, Mekke'de öldüğü ve oraya gömüldüğü' şeklindeki Tarihçilerin görüşüdür. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır. 90[12]

84[6]

Tevrat, Tekvîn. 17/24-25 (ç)

85[7]

Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ, s. 103

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 569-570. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 570. 88[10] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/193; Taberî, Tarih, 1/162 (ç) 86[8] 87[9]

89[11]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/193; Îbmi'1-Esîr, el-Kâmil, 1/125; İbn Hişam, Sire, 1/6 (ç)

90[12]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 571.

Hz. İSHÂK (A.S) "Sâlihlerden bir Peygamber olarak İbrahim'e İshâk'ı müjdeledik. Kendisini ve îshâk'ı mübarek eyledik. Fakather ikisinin neslinden, iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenlerde olacaktır." (Saffât: 37/112113) Hz. İshâk (a.s)'ın Soyu: Hz. İshâk (a.s), 91[1] Hz. İbrâhîm (a.s)'tn oğludur. Annesi, Sare'dir. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ikinci çocuğudur. 92[2] Melekler, onu, Hz. İbrâhîm (a.s)'a müjdelemişti. İsrail oğullan peygamberleri, onun neslinden gelmiştir. Çünkü peygamberlik, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın soyunu oluşturan Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk (a.s)'a verilmişti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Peygamberliği ve kitabı da, İbrâhîm 'in soyuna verdik." Bununla ilgili açıklama ileride gelecektir. 93[3] Hz. İshâk (a.s)'ın Risaleti: Tercih edilen görüşe göre; Hz. İshâk (a.s), Şam ve Filistin topraklarında yaşayan Ken'anlılara Peygamber olarak gönderilmiştir. Bu yerler, peygamberlerin atası Hz. İbrâhîm (a.s)'m yaşadığı çevrede yer almaktadır. Hz. İshâk (a.s)'m risaleti, aralarında yaşadığı o kavimlere idi. 94[4] Hz. İshâk (a.s)'ın Hayatı: Hz. İbrâhîm (a.s) 100 yaşlarında iken 95[5], Yüce Allah'ın melekler aracılığıyla Hz. İshâk (a.s)'m doğumunu ona müjdelemesi üzerine, yaşlı ve kısır hanımı Sare, Hz. İshâk (a.s)'ı dünyaya getirmiştir... Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "(Meleklerin müjdeli haberi getirdiği) o esnada hanımı ayakta idi ve (müjdeli haberi duyunca) güldü. Ona da, İshâk'ı, İshâk'ın ardından da Ya'kûb'u müjdeledik. (İbrahim'in hanımı,) 'Vay halime! Ben bir koca kadın ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu, gerçekten şaşılacak bir şeyi' dedi. (Melekler:) 'Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, iyiliği boldur' dediler. 96[6] Hz. İbrâhîm (a.s), oğlu Hz. İshâk'a, kendi soyundan gelen bir kadınla evlenmesini vasiyet etti. Bu vasiyet üzerine Hz. İshâk (a.s), amcasının oğlunun kızı "Refka" Adlı kadınla evlendi. Ondan Ays/îs ve Ya'kûb adında iki (ikiz) oğlu oldu. 97[7] Ehli kitap, Ays'ı, "Aysû" diye ve Ya'kûb'u da "İsrail" diye Adlandırmıştır. İsrail oğullarından gelen Yahudiler, Hz. Ya'kûb'a nispet edilirler. 98[8]

91[1]

Hz. İshâk (a.s)'m ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in 17 yerinde geçmektedir. İsminin geçtiği sureler şunlardır: Bakara: 2/133, 136, 140; ÂH İmrân: 3/84; Nisa: 4/163; En'âm: 6/84; Hûd: 11/71, 71; Yûsuf: T2/6, 38; İbrâhîm: 14/39; Meryem: 19/49; Enbiyâ: 21/72; Ankebût: 29/27; Saffât: 37/112, 113; Sâd: 38745 (ç) 92[2]

Taberî, Tarih, 1/160; İbn Sa'd, Tabakât, 1/47 (ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 572. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 572-573. 95[5] Tekvin, 16/15-16, 21/5 (ç) Bu sırada Hz. İbrahim'in 120 yaşında olduğu görüşü ile ilgili olarakb.k.z: İbn Sa'd, Tabakât, 1/48; Mes'udî, Murucu'z Zeheb, 1/46 (ç) 93[3] 94[4]

96[6]

Hûd: 11/71-73

97[7]

Îbnü'1-Esîr, el-Kâmü, 1/126 (ç)

98[8]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 573.

Hz. Îshâk (a.s)'in Ölümü: Hz. İshâk (a.s), 180 yaşında iken, Ken'anlıların toprağında ölmüş ve (Filistin'deki) "el-Halil" (Habrûn) şehrinde babası Hz. İbrâhîm (a.s)'ın gömülü olduğu mağaraya defnedümıştır. 99[9]

99[9]

Taberî, Tarihu'r-Rüsül -Mülük, 1/314; İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihâye,1/180; İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/Î23

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 574.

Hz. YA'KUB (A.S) "Nihayet (ibrâhîm) onlardan (babası ve kavminden) ve Allah'ın dışında taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman Biz ona îshâk 'ı ve Ya 'kûb 'u bahşettik ve her birini Peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk ve kendilerine güzel ve üstün bir şan şöhret nasip ettik." (Meryem.: 19/49-50) Hz. Ya'kûb (a.s)'ın Soyu: Hz. Ya'kûb (a.s), 100[1] Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İshâk'm oğludur. Annesi; Tarihçilerin "Tarah" dediği Âzer'in oğlu Nahur'un oğlu Betvaîl'in kızı Refka'dır. 101[2] Hz. Ya'kûb'un on iki oğlu vardı. İsrail oğulları toplulukları, Hz. Ya'kûb (a.s)'a nispet edilirler. Hz. Ya'kûb (a.s)'a, "İsrail" de denilir. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Tevrat 'in indirilmesinden önce İsrail 'in (Ya 'kûb 'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü, İsrail oğullarına helal idi. (Onlara:) 'Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun' de " 102[3] Tevrat ehline göre; Allah, Hz. Ya'kûb'a, İbranice'de "Rûhullah" anlamında 'İsrail" adını vermiştir. Az önce de a-çıkladığımız gibi, burada kastedilen; İsrail'in, Hz. Ya'kûb'un ismi olduğunu ve Yahudilerin ona nispet edildiğini bilmemizdir. 103[4] Hz. Ya'kûb (a.s)'ın Hayatı: Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Ya'kûb (a.s), Ken'anlılarm ülkesi (Filistin)'de dünyaya geldi. Babası Hz. İshâk (a.s.)'m himayesi altında büyüdü. Annesi Refka, ona; Ya'kûb'un kardeşi Ays (îs)'m, Ya'kûb'u (ölümle) tehdit ettiği ve Ya'kûb'a zarar vermesinden korktuğu için, Irak'taki Babil ülkesinde yaşayan dayısı Lâbân'm yanma gitmesini ve (Ays'm öfkesi yatışmcaya kadar) orada ikamet etmesini istedi. Hz. Ya'kûb (a.s), annesinin isteği üzere dayısına gitmek üzere yola çıktı. Akşam olunca, yolda bir yerde yatıp uyudu. Rüyasında, meleklerin, kendisini, göğe çıkarıp Rabbiyle konuştuktan sonra geri indirdiklerini gördü. Rabbi, ona: "Seni mübarek kılacağım. Soyunu çoğaltacağım. Zaten bu topraklan, senin çocukların ve torunların için yarattım" diyordu. Gördüğü rü ya dan dolayı uykudan neşe içinde uyandı ve rüyayı gördüğü o yerde Allah için bir mabet yapmayı adadı. (Bir daha geldiğinde) o mekanı tanıyabilmek için orayı yağla boyadı ve o-rayı "Beytu İl" (Beytullah = Allah'ın evi) diye adlandırıp Hicr denilen yere yöneldi... Orası, bugün Hz. Ya'kûb (a.s) 'm inşa ettiği Beytü'l Makdis (Mescidi Aksa)'in bulunduğu yerdir. Daha sonra Hz. Yakûb (a.s) yoluna devam edip Irak'taki dayısının yanma vardığında dayısının iki kızı olduğunu gördü. Büyüğünün adı Leyyâ ve küçüğününki ise Râhîl idi...Hz. Yakup (a.s) dayısından evlenmek için küçük kızı Râhîl'i istedi. Râhîl, diğerine göre çok güzel ve daha alımlıydı. Dayısı, 7 yıl kendisine hizmet etmesi ve koyunlarını otlatması karşılığında kızını ona vereceğine söz verdi. Belirtilen müddet geçince, dayısı bir yemek ziyafeti hazırlayıp insanları bu yemeğe çağırdı. Sonra büyük kızı Leyyâ'yı geceleyin Ya'kûb'u gerdek odasına soktu. Leyyâ, çirkin görünümlü ve gözlerinin feri zayıflamış bir kızdı. Sabah olunca Hz. Ya'k'ûb birde baktı ki, Leyyâ ile evlenmiş. Hemen dayısının yanma gidip ona: - 'Beni aldattın. Ben senden Râhîl'i istemiştim' dedi. Dayısı da, ona; - 'Evde büyük kız dururken küçüğünü kocaya vermek bizde Âdet (sünnet) değildir. Eğer Râhîl'i 100[1]

Hz. Ya'kûb'un ismi, Kuran-i Kerîm'in 16 yerinde geçmektedir. İsminin geçiği sureler şunlardır: Bakara: 2/132,133, 136, 140; Âl-i İrnrân: 3/84; Nisa: 4/163; En'âm: 6/84; Hûd: 11/71; Yûsuf: 12/6, 38, 68; Meryem: 19/6, 49; Enbiyâ: 21/72; Ankebût: 29/27: Sâd: 38/45 (ç)

101[2]

Ibnü'1-Esir, el-Kâmil, 1/126

102[3]

Âl-i İmrân: 3/93 Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 575-576..

103[4]

istiyorsan, bana 7 yıl daha çobanlık et. Onu da sana vereyim' dedi. Bunun üzerine Hz. Ya'kûb (a.s) 7 yıl daha dayısına çobanlık etti. Müddet dolunca, Râhîl ile evlendi. Böylece Hz. Ya'k'ûb (a.s), iki kız kardeş ile evlenmiş oldu. Onların şeriatında bir erkeğin iki kız kardeş ile bir arada evli bulunması yasak olmayıp caizdi. Bu uygulama daha sonra, İslam şeriatında da olduğu gibi, Tevrat şeriatı ile nesh edildi. 104[5] Lâbân, her iki kızma birer cariye hediye etti. Leyyâ'ya hediye ettiği cariyenin Adı "Zülfa", Râhîl'e hediye ettiği cariyenin adı ise "Belhâ" idi. Her iki kadında, cariyelerini, Hz. Ya'kûb'a hediye etti. Sabah oîunca, Ya'kûb'un yanında 4 kadın olmuştu. Bu kadınlar, Hz. Ya'kûb (a.s) için, "Esbât" (İsrail oğullan kabileleri) denilen 12 çocuk dünyaya getirdiler. Hz. Ya'kûb'un Leyyâ'dan 6 çocuğu dünyaya gelmişti. Bunlar: 1. Rûbîl, 2. Şimon, 3. Lâvı, 4. Yahûzâ, 5. İsâhir, 6. Zâbilûn. Rûbîl, Hz. Ya'kûb'un en büyük çocuğudur. Hz Mûsâ (a.s), Lâvînin soyundan gelmiştir. Yahudi kelimesi ise Hz. Yakup (a.s) *ın oğullarından biri olan ';Yahûzâ"dan alınmıştır. Râhîl' ise iki oğlan çocuğu doğurmuştu. Bunlar: 1. Hz. Yûsuf(a.s)2. Bünyâmîn. Râhîl'in cariyesi Belhâ'nın iki erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Bunlar: l.Dân, 2. Niftâlîidi. Leyyâ'nm cariyesi Zülfâ'nın ise iki çocuğu olmuştu. Bunlar: 1. Câd, 2. Eşîr idi. Böylece Hz. Ya'kûb (a.s)'ın 12 çocuğu oldu. 6'sı Leyyâ'dan, 2'si Belhâ'dan ve 2'si de Zülfâ'dan dünyaya gelmişti. Bunların hepsi; rüyasında 12 yıldızın, Güneşin ve Ay' in kendine secde ettiği Hz. Yûsuf un kardeşleri idi. Bu konu, yakında Hz. Yûsuf (a.s)'m kıssasında anlatılacaktır. Hz. Ya'kûb (a.s)'m çocuklarının her birinden bir Yahudi kabilesi oluştu. Tarihçiler derler ki: "Bünyâmîn hariç Hz. Ya'kûb (a.s)'ın diğer bütün çocukları, Hz. Ya'kûb (a.s) Irak'ta dayısmın koyunlarını otlattığı sırada doğmuştu. Bünyâmîn ise, Hz. Ya'kûb (a.s)'m, Filistin'deki Ken'anlılarm ülkesindeki vatanına döndükten sonra doğmuştu. 105[6] Hz. Ya'kûb (a.s)'ın Ölümü: Hz. Ya'kûb (a.s), oğlu Yûsuf a olan kederinden dolayı gözlerini kaybetmişti. Çünkü Yûsuf un kardeşleri, ona, bir tuzak kurmuşlardı... Uzun müddet Yûsuf u kaybedip son derece acı ve kederden sonra Yûsuf a tekrar kavuşunca, Allah, ona, gözlerini geri verdi... Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Müjdeci gelince, (Yûsuf'un) gömleğim Ya 'kûb 'un yüzüne koydu ve (gözlen) görecek duruma geldi. O zaman: 'Ben, size, Allah tarafından (bir vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi?' dedi 106[7] Hz. Ya'kûb (a.s), oğlu Yûsuf a Mısır'da kavuştu... Hz. Ya'kûb (a.s), çok sevdiği oğlu Yûsuf a kavuştuktan 17 yıl sonra 147 yaşında iken öldü. Hz. Ya'kûb (a.s), oğlu Yûsuf a; kendisini, babası Hz. İshâk (a.s)'m yanma gömmesini vasiyet etti. Hz. Yûsuf ta, babasının bu vasiyetini yerine getirmek için naaşım Filistin'e götürüp Habrun'daki (elHalil şehrindeki) 107[8] mağaraya babası Hz. İshâk'ın yanma gömdü... Allah'ın salat ve selamı onların üzerine olsun. 108[9]

104[5]

Taberî. Tarîhu'r-Rüsûl vel-Mülûk. i/320; îbn Kesîr, el-Eidâye ve'n-Nihâye, 1/182

105[6]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 576-578.. Yûsuf: 12/96

106[7]

107[8]

Taberî, Tarîhu'r-Rüsûl vel-MüIûk, 1/320; İbmi'1-Esîr, el-Kamil, 1/72

108[9]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 578-579..

Hz. YUSUF (A.S) "(Yûsuf) ergenlik çağına ulaşınca, ona, hüküm ve ilim verdik. İşte güzel davrananları böyle mükafatlandın rız. " ûsuf: 12/22) Hz. Yûsuf (a.s)'ın Soyu: O; Yûsuf b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrahim'dir. Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı, kendilerine ayrı ayrı iman edilmesi zorunlu olan peygamberler arasında anmıştır... Yüce Allah, onu şöyle övmektedir: "İşte böylece Biz, kötülük ve fuhşu Yûsuf'tan uzaklaştırmak için (ona delillerimizi gösterdik). Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır, 109[1] Görüldüğü üzere Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı; iffet, kötülüklerden koruma, sabır ve doğru sözlü olmakla nitelendirmektedir... Nitekim Resulullah (s.a.v.)'de, Hz. Yûsuf (a.s)'ı şöyle Övmektedir: "Şerefli oğlu Şerefli oğlu Şerefli oğlu; Şerefli Ibrâhîm oğlu İshâk oğlu Ya 'kûb oğlu Yûsuf'tur. 110[2] Hz. Yûsuf (a.s)'in Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Yûsuf (a.s)'m ismi, Kur'an'da, tam olarak 26 defa zikredilmektedir. Bunların 24'ü; Yûsuf Sûresinde, biri En'âm Sûresinde ve diğeri de, Mü'min (Gâfîr) Sûresinde geçmektedir. 111[3] Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı, "Siddîk" (Doğru Sözlü) olmakla nitelendirmiştir. İşte bundan dolayı da Hz. Yûsuf (a.s), "Yûsuf es Siddîk" (Doğru Sözlü Yûsuf) diye adlandırılmıştır. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır. "(Gördüğü rüya üzerine zindandan kurtulmuş olan kişi, hâlâ zindanda olan Yûsuf'un yanma gelerek şöyle dedi:) 'Ey Yûsuf Ey Doğru Sözlü (Siddîk) kişi! (Rü ya da görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile..... hakkında bize yorum yap. 112[4] Hz. Yûsuf (a.s); Hz. İbrâhîm (a.s)'m soyundan, peygamberlik sülalesinden ve İsrail oğulları peygamberlerinin en meşhur olanlarından biridir. Çünkü Hz. Yûsuf (a.s), İsrail oğullarına gönderilmiş bir Peygamber idi... Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki (Musa'dan) önce Yûsuf'ta size açık burhanlar getirmişti. O vakit de onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip dunnuştunuz. Hatta o ölünce de 'Allah ondan sonra Peygamber göndermez dediniz..." 113[5] Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Yûsuf un kıssasının detaylı bir şekilde anlatıldığı bir sure vardır. Bu sure, "Yûsuf Suresi" diye anılan Kur'an'm uzun surelerinden birisidir. Bu sure de; Hz. Yûsuf un hayatı, kardeşlerinin kendisine kurdukları tuzak, Mısır Azizin hanımıyla arasında geçen sıkıntılı olaylar, zindana atılması, zindanda insanları Allah'a davet etmesi, sonra Mısır hükümdarının rüyasını yorumlaması, bunun üzerine zindandan çıkışı, yeryüzü hazinelerinin basma geçmesi, sonra kıtlık sebebiyle zahire almak amacıyla Mısır'a gelen kardeşleriyle tanışması, bir hile ile kardeşi Bünyâmîn'i yanında ah koyması, kısacası küçük iken gördüğü rüya üzerine bu peygamberin hayatı ile ilgili başından geçen olaylar, ince hikmetler ve parlak nasihatlerle geniş bir şekilde anlatılmaktadır. 114[6]

109[1]

Yûsuf: 12/24

110[2]

Buharı. Enbiyâ 19. Menakib 13, Tefsiru Sure-i Yûsuf 1; Tirmizî, Tefsiru Sure-i Yûsuf 1: Müsncd; 2/96,416; îbn Hacer, Fetlm'1-Bari, 8/361

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 580. 111[3]

Bununla ilgili olarak b.k.z: En'âm: 6/84: Yûsuf: 12/4, 7, 8, 9. 10; 11.17, 21. 29, 46. 51. 56. 58, 69, 76, 77. 80, 84, 85. 87, 89; 90. 90, 94. 99; Gâfir: 40/34 (ç)

112[4]

Yûsuf: 12/46.

113[5]

Yûsuf: 12/34. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 581-582.

114[6]

Esbât île Kastedilen Kimlerdir?: Daha önce de belirttiğimiz üzere; Hz. Ya'kûb (a.s)'m çocuklarından 12 tanesi erkek çocuğu olarak doğmuştu. Bütün İsrail oğulları kabileleri (Esbât), bu çocuklara nispet edilirler. Çünkü bütün İsrail oğulları, Hz. Ya'kûb (a.s)'ın bu çocuklarının soyundan gelmişlerdir. Hz. Yûsuf (a.s) ise; onların en şereflisi, en faziletlisi ve en değerlisi idi. Bir grup alimin ileri sürdüğü görüşe göre; Hz. Ya'kûb'un çocukları içerisinde, Hz. Yûsuf'tan başkası Peygamber olmamıştır. Hz. Yûsuf un kardeşlerinden hiç birine vahiy gelmemiştir. İbn Kesîr (rh.a)'de bu görüşü destekleyip şöyle der: "A-çıkçası bu kıssada kardeşlerinin sözleri ve davranışları ile ilgili anlatılanlar, Yûsuf un kardeşlerinin Peygamber olmadıklarını göstermektedir. Hz. Yûsuf un kardeşlerinin Peygamber olduklarım ileri sürenler, (bu görüşlerine) şu ayeti delil getirmişlerdir: "Biz, 'Allah'a ve O'mm katından bize indirilene; İbrahim, İshâk, Ya'kûb ve 'Esbât'a indirilene, inandık' deyin."(Bakara: 2/136) Bu iddiayı savunanlara göre; bu ayetteki Esbât'tan kasıt, Hz. Ya'kûb'un çocuklarıdır. Bu iddiaları, sağlam değildir. Çünkü burada Esbât ile kastedilen, İsrâiloğulları kabileleri ve halkıdır. İsrail oğulları içerisinde zaten kendilerine gökten vahiy gelen peygamberler bulunmaktadır. Hz. Yûsuf (a.s)'m, kardeşleri içinden nübüvvet ve risalede seçilmesi ve Hz. Yûsuf dışında kardeşlerinin hiç birinin Peygamber olduğuna dair bir ayetin olmaması, bizim görüşümüzü desteklemektedir. 115[7] Hz. Yûsuf (a.s)'m Rüyası: Tefsircilerin kaydettiğine göre; Hz. Yûsuf (a.s), ergenlik çağma girmeden önce garip bir rüya görmüştü. Rüyasında; on bir yıldızın, güneşin ve ayın kendisine secde ettiklerini görmüştü. Bu hal, Hz. Yûsuf u korkuttu. Bu rüya, ona ağır geldi. Uyanınca, babasına, gördüğü rüyayı anlattı. Babası, rüyayı; oğlunun şanının yüce olacağı, yüksek mertebelere, dünya ve ahirette üstün derecelere ulaşacağı ve babasının, anası ile kardeşlerinin kendisine boyun eğip itaat edeceği şeklinde yorumlayıp bu rüyayı gizlemesini ve kardeşlerine anlatmamasını istedi. Çünkü Hz. Ya'kûb (a.s), Yûsuf un kardeşleri, bu rüyayı duyarlarsa ona karşı kıskançlık edip, hileler kuracaklarından ve çeşitli tuzaklar tertipleyeceklerinden korkuyordu. Zira insanın doğasında, her zaman tuzak kurmak ve kıskançlık vardır. İşte bundan dolayı Hz. Ya'kûb (a.s), oğlu Yûsuf a, bu rüya ile ilgili sırrı gizlemesini tavsiye etti. Bir rivayette şöyle buyu rulmaktadır: "İhtiyaçlarınızı gidermek için, ihtiyacınızı gizleyerek a-vantaj sahibi olun. Çünkü nimet sahibi olan herkes, başkalarınca kıskanılır. 116[8] Yüce Allah bu rüyaya işaret ederek şöyle buyurdu: "Bir zaman Yûsuf, babası (Ya'kûb'a): 'Babacığım! Gerçekten ben (rü ya da) on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm' demişti. (Babası da:) 'Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır' demişti. 117[9] Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesinden anlaşılıyor ki; Hz. Yûsuf, rüyasını, babasına, kardeşlerinin olmadığı bir sırada anlatmış ve babası da, ona, rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tavsiye etmiştir. Tevrat'ta geçen ifadeye göre; 118[10] Hz. Yûsuf, rüyasını, babasına, kardeşlerinin huzurunda anlatmış ve babası da: "Desene ben, annen, ve kardeşlerin sana secde edeceğiz" diyerek ona kızmış. Tevrat'ta geçen bu olay, tamamen yanlıştır. Çünkü Tevrat, kesinlikle tahrif edilmiştir. Doğrusu ise 115[7]

İbn Kesîr, Muhtasar İbn Kesîr Tefsiri. 2/241

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 582-583. 116[8]

Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, H. No: 985 (ç)

117[9]

Yûsuf: 12/4-5

118[10]

Tevrat. Tekvin. 37/9-11 (ç)

Kur'ân-ı Kerîm*de geçendir. Zira "Kur*an*a, önünden de ve ardından da batıl gelemez. 119[11] Hz. Ya'kûb'un, Yûsuf’a Olan Sevgisi: Hz. Ya'kûb (a.s), çocukları içerisinde en çok Yûsufu seviyor ve Yûsuf ile Bünyâmîn'i, sevgi ve yakınlık yönünden diğer çocuklarına üstün tutuyordu. İşte bu; kardeşlerinin, Yûsuf ile öz kardeşi Bünyâmîtı'e karşı kıskançlık göstermelerine ve tuzak kurmalarına bir sebep teşkil ediyordu. Çünkü onlar daha küçük ve genç yaşta çocuk idiler. Bundan dolayı kardeşleri, Yûsuf a olan düşmanlıklarını ve ona yapacakları kötülüğü içlerinde gizlediler... Kardeşleri, babalarından; Yûsuf la arkadaşlık kurup kendileriyle birlikte Yûsuf un da çölde koşup oynaması için izin istediler. Bu durum, Hz. Ya'kûb'a zor geliyordu. Çünkü Hz. Ya'kûb, hem Yûsuf un ayrılığına dayanamıyor ve hem de onların ona bir zarar vermesinden korkuyordu. İşte bundan dolayı Hz. Ya'kûb, onları; "Yûsuf u götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım" (Yûsuf: 12/13) şeklinde oyalıyordu... Hz. Ya'kûb (a.s), kurdun, Yûsuf'a zarar vermesinden çok onların Yûsuf'a zarar vermesinden korkuyordu, işte Hz. Yakûb, bu sebeple Yûsuf'u, onlardan alıkoymaya çalışıyordu. Fakat kardeşleri, akıllılıkta bir benzen görülmemiş şekilde: "Biz (güçlü ve kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer kurt Yûsuf'u yerse, o zaman, biz gerçekten aciz kimseler sayılırız" (Yûsuf 12/14) dediler. 120[12] Hz. Yûsuf (a.s)'in Kuyuya Atılması: Hz. Ya'kûb, kendisinin Yûsuf tan dolayı onlardan korktuğunu ve kendisinin olmadığı bir yerde Yûsuf a bir tuzak kurmalarından çekindiğini onlara hissettirmemek için çaresiz bir şekilde Yûsuf u onlarla göndermek zorunda kaldı. Onların sözlerine uyup istemeyerek Yûsuf u gönderdi. Yûsuf u alıp gözden kaybolup; ona kötü sözler söylemeye vurmaya aşağılamaya başladılar. Sonra Yûsufu suyu az bir kuyunun içine attılar. Onlar Yûsufu kuyuya atınca Allah Yûsuf'a; bu zorluk ve sıkıntıdan mutlaka çıkıp kurtulacağını ve kendisinin izzet ve onur sahibi olduğu sırada, onlar farkına varmaksızın, kardeşlerinin yaptıkları bu kötü işi onlara mutlaka haber vereceğini vahyetti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Yûsuf'u götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, Biz, Yûsuf'a; 'Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar farkına varmaksızın, (bir gün) kendilerine haber vereceksin' diye vahyettik. 121[13] (O civardan) bir kafile geçiyordu. Sucularım, (su getirmesi için) kuyuya gönderdiler. Sucu, su almak için kovayı kuyuya salınca, Hz. Yûsuf, kovaya yapışıp tutundu. Adam, kovayı çekince, (Yûsuf'un ağırlığından ötürü) kovanın su ile dolduğunu sandı. Bir de baktı ki, kovaya asılı güzel yüzlü ve temiz yaratı-lışlı bir çocuk. Adam buna çok sevinip: "Müjde! işte bir oğlan. " (Yûsuf: 12/19) dedi. Yûsufu, bir ticaret malı olarak sakladılar. Mısır'a varınca, onu, köle olarak satmak istediler. "Kıtfîr" adında Mısır Azizi, onu, düşük bir fiyata kafileden satın aldı. Hz. Yûsuf; doğruluğu, üstün karakteri, güzel ahlakı ve güvenirliliği ile Mısır azizinin yanında güzel bir yere sahip oldu... Bu olay, milattan Önce takriben 1600 yıl önce gerçekleşmişti. Diğer taraftan Yûsuf un kardeşleri, Yûsufun gömleğini öldürdükleri bir koyunun kanma batırarak o kanlı gömleği babalarına götürdüler. Bununla, kendilerinin olmadığı bir sırada Yûsufu, kurdun kapıp yediğine babalarına inandıracaklardı. Fakat onlar, gömleği parçalamayı unuttular. -Zaten yalancılığın belası, unutmaktır- Bu hilede başarılı olamadılar. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: 119[11]

Fussilet: 41/42

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 583-584. 120[12] 121[13]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 584-585. Yûsuf: 12/15

"Akşamleyin ağlayarak babalarına gelip: 'Ey babamız! Biz. yarışmak için (sahraya) gitmiştik. Yûsuf'u da, eşyamızın yanında bırakmıştık (Ne yazık ki,),onu kurt yemiş. Fakat biz, doğru söyleyenler olsak bile, sen, bize inanmazsın' dediler. 122[14] Seleften bazısı derki: "Zulümden yakınan kimsenin ağlamasına aldanma. Ağlamakta olduğunu görmene rağmen, zulmettiği nice kimseler vardır! Yûsufun kardeşlerinin ağlamalarını düşünün. Geceleyin, zifiri karanlıkta ağlayarak babalarının yanma gelmişlerdi. Mazeretlerini açıklamak için değil de zulümlerini örtbas etmek için böyle yapmışlardı." Rivayet edildiğine göre; Hz. Ya'k'ûb ( a.s)'a, Yûsufun kana bulanmış gömleği getirildiğinde, onu ters çevirip incelemiş ve ona bakarak: "Ne yumuşak huylu bir kurt ki oğlumu yemiş de sırtındaki gömleği parçalamamış" dedi. Hz. Ya'k'ûb (a.s) bu sözü; onların yalanlarına inanmadığını, babalarına karşı u-muİmadık bir hile ve iş yaptıklarını anlatmak için söyledi. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır. "(Ya'kûb) dedi ki: belki de nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen)güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah 'tır. 123[15] Hz. Yûsuf (a.s )'ın, Azizin Hanımından Dolayı Başından Geçen Sıkıntılı Olay: Hz. Yûsuf a.s ) Mısır azizinin evinde her türlü ikram ve i-yiliğe kavuşmuş bir vaziyette kaldı. Aynı zamanda çok güzel ve yakışıklı idi.Büyüyüp delikanlı olunca Azizin hanımı ona aşık oldu.Aşkı gönlünü kapladı. Yûsufu kendisine çağırdı. Bu olay, Hz. Yûsuf (a.s )'ın karşılaştığı ikinci problemin başlangıcı idi. Birinci problemi, kardeşlerinin kendisine kıskançlık gösterip kuyuya atmalarıydı. Hz. Yûsuf (a.s) temiz ruhlu, iffetli, hal ve hareketlerinde dosdoğru idi. İşte bundan dolayıdır ki bu büyük fitneye karşı direndi. Kadının arzusuna ve saptırma faaliyetine karşı tam bir imanla iki sebepten dolayı karşı koydu. Birincisi: Babasının ve dedesinin evinde gördüğü güzel terbiye ve kalbini saran Allah'a olan imam. Çünkü babası ve dedesi de Peygamber ocağında büyümüşlerdi. İkincisi: Kadının kocasının kendisine çok iyilik ikram ve ihsanda bulunan efendisi oluşudur. Çünkü efendisi, malı ve namusu hususunda kendisine güvenmişti. Nasıl olurda efendisine ihanet edebilirdi. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Evinde bulunduğu kadın, Yûsuf'un nefsinden (murad almak) istedi. Kapılan iyice kapattı ve: 'Haydi gel' dedi. Yûsuf'ta: '(Böyle bir iş yapmaktan) Allah'a sığınırım. Çünkü 'kocanız; benim efendimdir, bana güzel davrandı. 'Durum şu ki: 'Zalimlerfelah bulmaz! dedi. 124[16] Azizin karısının kalbindeki aşk kadını tahrik etti. Vakit geçirmeden zorla Yûsuf'a sahip olmak istedi. Bunun için önce kapıları kapadı, işini sağlama alıp Yûsuf u açıkça kendisine yaklaşmaya çağırdı. Fakat Yûsuf, bu teklifi kabul etmeyip kadından yüz çevirdi. Kadın ise Yûsufu kendisine çağırmada ısrar etti. Kadının Yûsuf'a olan sevgisi, haya duygusuna galip gelmişti. Çünkü şehveti kendisini kuşatmıştı. Yûsuf u tutup ona bu işi zorla yaptırmak istiyordu. Yûsuf Allah'tan korktuğu için Allah onu böyle bir hareket yapmaktan korudu. Kadın, Yûsufu kendisine çekmeye çalışıyordu. Sonunda Yûsuf kadının elinden sıyrıldı. Bu defa Yûsuf un elbisesini arkasından yakalayıp elbiseyi yırttı. Kadın yine Yûsuf un peşini bırakmadı. Kapıya kadar koştular. Yûsuf kapıyı açıp kaçıp gitmek istiyordu. Kadın ise Yûsuf ile kapının arasına girip Yûsuf tan, isteğini ve arzusunu yerine getirmesini istiyordu. Tam bu sırada kadının kocası çıkageldi.İkisini şüpheli bir vaziyette buldu. Kadın bu defa kötü bir hile ve tuzağa baş vurup kocasına karşı suçsuz olduğunu göstermek için ağlayıp sızlamaya başladı. Kadının iddiasına göre; Yûsuf kadına karşı 122[14]

Yûsuf: 1-2/16-17

123[15]

Yûsuf: 12/18

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 585-587. 124[16]

Yûsuf: 12/23

cinsel tacizde bulunmuş. Kadın ise Yûsuf tan kaçmış. Yûsuf kadın ile bu çirkin işi yapmaya çalışmış. Kadın ise bundan kaçınmış. Böylece e-fendisini şerefine ihanet etmek istemeyen ve namusunu zedelemeyen kişi cezayı hak edecek, kurnaz, hilckarcı ve düzenbazda haklı çıkacaktı.Yüce Allah bu kolayı şöyle anlatmaktadır. "İkisi de kapıya koştular. Kadın, Yûsuf'un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında efendisini (kocasına) rastladılar. Kadın: 'Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan ya da acıklı bir işkenceden başka bir şey midir?' dedi. (Yûsuf) 'Hayır, o, kendisi benim nefsimden (murad almak) istedi' dedi. Kadının akrabasından biri, şöyle şahitlik etti: 'Eğer Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir. Yûsuf ise, yalancıdır. Eğer Yûsuf'un gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Yûsuf ise, doğru söyleyenlerdendir. 125[17] Bu, doğru bir tanıklık ve son derece ikna edici bir kanıttır... Tanık, kadının akrabalarından bir çocuk idi. Yûsuf un iddia edilen iftiradan beri olduğuna, temiz ve iffetli olduğuna delil olsun diye ve Yûsufu, kadının verdirtmek istediği şiddetli cezadan kurtarmak için Allah, o çocuğu böyle konuşturdu. Tanıklığın özeti şu şekildedir: 'Yûsuf kovalayan, kadın kaçan durumda ise, elbisenin önden yırtılmış olması gerekir. Eğer Yûsuf kaçan durumda ve kadın kovalayan ise elbisenin arkadan yırtılması gerekir.' Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır: '(Efendisi,) Yûsuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına:) 'Şüphesiz bu, sizin tuzağınızdır. Çünkü sizin tuzağınız gerçekten büyüktür. (Yûsuf'a dönerek:) 'Ey Yûsuf! Bu meseleyi kimseye söyleme. (Ey kadın!)sende günahının affını dile,çünkü sen günahkârlardan oldun1 dedi. 126[18] Olayın Şehirde Yayılması: Olay şehrin her tarafında kısa sürede yayıldı. Kadınlar, Azizin hanımı hakkında konuşmaya başladılar, bu işten dolayı onu kınayıp ayıplıyorlardı. Çünkü evin hanımefendisi, kölesine nasıl aşık olabilirdi? İnsan hiç hizmetçisini sever ve ona aşık olur muydu? Bu tür sözler, Azizin hanımının kulağına gitti. Bunun üzerine kadın, kendisini kınayan Mısır'ın ileri gelen şeref ve itibar sahibi arkadaşlarına haber gönderip evine davet etti. Yûsuf a olan sevgisini ve aşkım mazur görmelerini sağlamak için, onlara birde hile kurdu. Onların her birine oturacak bir yer hazırlattı. Bıçakla kesebilecek bir yiyeceği onlara ikram etti.Yûsuf u da süslenmiş vaziyette onlara yakın bir yerde hazır tutuyordu. Tam bıçaklan ellerine alıp önlerindeki yiyeceği kesmeye başladığı anda Yûsuf a onların huzuruna çıkmasını emretti. Kadınlar Yûsuf un güzelliği karşısında şaşırıp hayran oldular. Öylesine güzeldi ki şaşkınlıktan ellerinde olanı unutup ellerini kestiler ve (Yûsuf un cemalini seyretmenin verdiği hazdan dolayı) ellerindeki bıçak yarasının acısını hissetmiyorlardı. Öyle ki parmaklarından akan kanlar elbiselerini boyamıştı. Onlar ise ellerindeki meyveyi kestiklerini sanıyorlardı... Yûsuf un cemalinden faydalanmak için ve güzelliklerini hayal etmek için akıl uçup gitmiş ve göz ise fal taşı gibi yerinden fırlamıştı. Kadınlar eleştiri ve kınamadan vazgeçip Yûsuf un güzelliği karşısında hayran olup şöyle dediler. "Allah 'ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz bu asla bir beşer değildir.bu ancak bir melektir. 127[19] Kadın böylece Yûsuf a olan aşkının sırrını burada göstermiş oldu.Onlara sitem ederek şöyle dedi: "İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur.Ben onun nefsinde (murad ahnak)istedim.. Fakat o, (bundan) şiddetle kaçındı. Andolsun ki eğer o, kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana 125[17]

Yûsuf: 12/25-27

126[18]

Yûsuf: 12/28-29

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 587-590. 127[19]

Yûsuf: 12/31

atılacak ve elbette zelillerden olacaktır. 128[20] Adalet, Hz. Yûsuf un bu asil davranışı ve iffetinden dolayı tebrik edilmesini, kadının ise bu çirkin hareketi ve eliyle (Yûsuf un elbisesini yırtması sebebiyle) cezalandırılmasını gerektirir. Fakat iş tersine döndü. Kadının, kocasının ve kendisinin şeref ve haysiyetini önemsemeyip Yûsuf u ele geçirmek'için ona hile kurmanın bedeli, temiz ve suçsuz olan Yûsuf a ödettirildi. Yûsuf hapse mahkum edildi.Yaklaşık yedi sene hapis aldı...Yüce Allah bu konuyla ilgili olara şöyle buyurdu: "Sonra (Aziz ve arkadaşları,) kesin delilleri görmelerine rağmen halkın dedikodusunu kesmek için) yine de Yûsuf'u bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun görüldü. 129[21] Hz. Yûsuf, kadının işlediği suça rağmen haksız yere hapse atıldı. Hz. Yûsuf ile birlikte iki gençte hapse girmişti. Biri, hükümdarın sucu başı ve diğeri ise, aşçı başı idi. İkisi de, hapiste birer rüya gördüler. Rüyalarını, Hz. Yûsuf a anlattılar. Sucu başı, hükümdarın bardağının içerisine şarap doldurduğunu görmüş. Diğeri ise, başının üstünde ekmek olan bir tabak taşıdığını ve kuşların bu ekmekten yemekte olduklarını görmüştü. Her biri, gördükleri rüyayı yorum i amalarını Hz. Yûsuf 'tan istediler. Bunun üzerine Hz. Yûsuf, sucu başına: 'Sen, hapisten çıkıp eski işine dönüp hükümdara içki sunacaksın...' dedi. Aşçı basıya ise: 'Sen ise, asılacaksın. Kuşlar, başından yiyecekler' dedi. İş, Hz. Yusuf (a.s)'ın haber verdiği şekilde gerçekleşti. 130[22] Hükümdarın Rüyası ve Hz. Yûsuf un Hapisten Çıkması: Hz. Yûsuf un hapiste geçen sıkıntılı yıllarının sonunda, Allah, ona çıkış yolunu gösterdi. Hükümdar, uykusunda garip ve acayip bir rüya görmüştü; rüyasında nehirden yedi tane semiz güzel inek çıkıp merada otlamaya koyuldular. Ardından yedi tane de zayıf cılız ve çirkin görünüşlü inek nehirden çıkıp semiz inekleri yediler. Aynı şekilde yedi tane yeşil başağın üzerine yedi tane kuru başak yüklenip onları yediler. Hükümdar, rüyasından korku içinde uyandı. Bütün sihirbazları ve bilginleri toplayıp onlara rüyasını yorumlamalarını istedi.Fakat onlardan, gönlünü rahatlatacak bir cevap alamadı. (Daha önce Yûsufun yorumladığı rüya üzere hapisten çıkmış olan) hükümdarın sucu basısı, hükümdara; Yûsufun karışık rüyaları yorumlamadaki gücünü anlattı. Hükümdardan, müjdeli ve sağlam bir haber getirmesi için kendisini Yûsuf'un yattığı hapse göndermesini istedi. (Hükümdarın izin vermesi üzerine) hemen Yûsuf un yanına gidip ona hükümdarın gördüğü rüyayı anlattı. Hz. Yûsuf, rüyayı şöyle yorumladı: "Bu beldede yedi yıl bolluk olacak. Toprak cömertçe bol bol ürün verecek. Ardından yedi yıl kuraklık olacak. Yeşillikler yok olacak. Onlara git; bolluk yıllarında kuraklık ve kıtlık yıllan için yiyecekler biriktirmelerini söyle." Hükümdar, bu yoruma çok şaşırdı. Hemen hapisten çıkarılıp yanına getirilmesini emretti. Böylece ona, devletin vezirliklerinden birisini verip onu yanına alacaktı. Fakat Hz. Yûsuf, üzerinde suçluluk damgası olduğu için hapisten çıkmayı reddetti. Kendisini mahkum edenlerin, suçsuz olduğunu kabul edip bu çirkin suçlamadan kurtulup insanların, onun, temiz ve suçsuzluğuna şahitlik etmedikçe hapisten çıkmayacağını bildirdi.Bu, peygamberliğin üstün haysiyet ve şerefinin gereği idi... Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Adam hu yorumu getirince,) hükümdar: 'Onu bana getirin ' dedi. Elçi, Yûsuf'a geldiği zaman, (Yûsuf:) 'Efendine dön de ona: 'Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?' diye sor. Şüphesiz benim Rabbim, onların hilesini çok iyi bilir' dedi. (Hükümdar, kadınları yanın çağırıp onlara:) 'Yûsuf'un nefsinden (murad almak) istediğiniz zamanki durumunuz neydi?' dedi. (Kadınlar:) 'Hâşâ! Allah için biz ondan hiçbir kötülük görmedik' dediler. Azizin karısı da: 'Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsinden (murad almak) istemiştim. Şüphesiz ki Yûsuf, doğru söyleyenlerdendir. 131[23] 128[20]

Yûsuf: 12/32

129[21]

Yûsuf: 12/35

130[22]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 590-592 Yûsuf: 12/50-51

131[23]

Hz. Yûsufun kıssası, uzundur. Kur'ân~ı Kerîm, onun bu kıssasını detaylı bir şekilde anlatmıştır. En sonunda; babası, annesi ve bütün kardeşleri Mısır'a gelirler. Mısır'da üstün bir makama ve itibara sahip olduğu için Hz. Yûsufa, "selam" (tahiyyat) ve "hürmet" (lekrim) secdesi yaparlar. Babasına, küçük iken gördüğü rüyayı hatırlatır. Çünkü gördüğü rüya gerçekleşmiş oldu. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Hep beraber Mısır'a gidip) Yûsuf'un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını kucaklayıp:' Emin olarak Allah 'm iradesiyle Mısır'a girin ' dedi. Anne ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. (Yûsuf:) 'Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Beni zindandan çıkarıp şeytan benim ile kardeşimin arasım bozduktan sonra sizi çölden getirdiği için Rabbim ihsanda bulundu. Şüphesiz ki Rabbim, dilediğine lütfedicidir. Çünkü O, çok iyi bilendir ve hikmet sahibidir. 132[24] Hz. Yûsuf (a.s)'ın Başından Geçen Sıkıntı: Hz. Yûsuf (a.s), çok çetin sıkıntılarla karşılaşıp, zorlu bir hayat geçirdi. Bazen kolaylık, bazen zorluk, bazen rahatlık, bazen sıkıntılı, bazen darlık, bazen de genişlik içerisinde dönüp durdu. Bu büyük sıkıntı ve musibetlerin sonunda; Allah, ona, bol bir şekilde güç ve saygınlık ihsan etti. Çünkü hapisten çıkıp Mısır mülkünün başına geçmişti... (İşte geçirdiği bu sıkıntıların karşılığı olarak) Allah, onu, Mısır ülkesinin hazinelerinin başına geçirmişti. Her ülke ve beldeden insanlar, kıtlık sebebiyle Hz. Yûsuf un yanma gelmeye başladılar. Hz. Yûsuf a ihtiyaç duyanlar içerisinde, kuraklıktan zarar gören kardeşleri de vardı... Kardeşleri de (diğer insanlar gibi) yiyecek almak için Hz. Yûsuf un yanına geldiler. Hz. Yûsuf, onları tanıdı. Fakat onlar, Hz. Yûsuf u tanımadılar... İşte Hz. Yûsuf un çektiği bütün bu sıkıntılar, onun, bu büyük ilahi lütfa ve ikrama ulaşmasına bir sebep teşkil etti. Ariflerden bir zat bununla ilgili olarak der ki: "Nice ikram ve lütuflar, sıkıntılar içerisinde saklıdır." " Hz. Yûsuf (a.s)'m başında üç büyük sıkıntı geçmişti. Bunlar, şunlardır: Birincisi: Bu olay; kardeşlerinin, Hz. Yûsuf a kıskançlık gösterip ona tehlikeli bir tuzak hazırlayıp (ilk Önce) onu öldürmek isteyip sonra (bundan vazgeçerek) kuyunun içerisine atmakla yetindikleri sırada gerçekleşmişti... Allah'ın yardımı ve rahmeti, Hz. Yûsuf a olmasaydı, Hz. Yûsuf, ölür giderdi. ikincisi: Bu olay ise; Hz. Yûsuf'un daha çiçeği burnunda genç bir delikanlı iken Mısır Azizinin hanımının ona aşık olup onu kendisine çağırdığında (onun bu teklifi kabul etmemesi üzerine) kadının, Hz Yûsuf u kandırıp saptırmak için çeşitli hilelere başvurduğu sırada gerçekleşmişti... Fakat Allah, Hz. Yûsuf u, kadının tuzağından korudu ve onu bu büyük hileden kurtardı... Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Rabbi, Yûsuf'un (zindanın kadınların teklif ettiklerinden daha iyi olduğu ve onların hilesini kendisinden uzaklaştırmadığı takdirde onlara meyledip cahillerden olacağı şeklindeki) duasını kabul etti ve onların hilesini (Yûsuf'tan) uzaklaştırdı. Çünkü Allah(her şeyi) iyi işiten, pek iyi bilendir. 133[25] Üçüncüsü: Bu olay ise; Hz. Yûsuf un çirkin bir iftira sebebiyle haksız ve suçsuz yere zindana atılması ve orada yedi yıl kalmasıdır... Mısır hükümdarı bir rüya görüp bununla zihnini meşgul etmeseydi, uzun yıllar daha zindanda kalırdı. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Rüyasını yorumlayıp zindandan kurtulan sucu başına; kendisinin suçsuz olduğunu hükümdara anlatmasını, belki bu yerden, zindandan çıkabileceğini söyledi.) Fakat şeytan (zindandan çıkan) o 132[24]

Yûsuf: 12/99-100

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 592-594. 133[25]

Yûsuf: 12/34

kişiye, (Yûsuf'u) efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yûsuf), 'birkaç yıl daha' zindanda kaldı. 134[26] Hz. Yûsuf (a.s)'ın Masum Oluşu İlgili Önemli Bir Hatırlatma: "Peygamberlerin Masumiyeti" bahsinde, Yüce Allah'ın peygamberi Hz. Yûsuf (a.s)'in masumiyeti (günahsızlığı) ile ilgili on (10) madde aktarmıştık. Burada ise meşhur tefsirci Fahreddîn er-Râzî'nin bu konu ile ilgili önemli bir sözüne fazladan yer vereceğiz. Çünkü Fahreddîn er-Râzf nin bu sözü, bazı cahillerin iddiasının aksine Hz. Yûsuf un temiz olduğunu, günahsız olduğunu ve kadına meyletmeden uzak olduğunu göstermektedir... Fahreddîn er-Râzî der ki: "1. Yüce Allah, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna şu sözüyle tanıklık etmektedir: "İşte böylece Biz, kötülük ve fuhşu Yûsuf'tan uzaklaştırmak için (delillenınizi ona gösterdik.) Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır. 135[27] 2. Azizin hanımının akrabalarından bir şahit, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna tanıklık etmiştir. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Kadının akrabalarından biri şöyle şahitlik etti: Eğer Yûsuf'un gömleği öndenyırtümışsa,. " (Yûsuf: 12/26) 3. Ellerini kesen kadınlar, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna tanıklık etmişlerdir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Kadınlar:) Haşa! Allah için biz ondan hiçbir kötülük görmedik' dediler." (Yûsuf: 12/51) 4. Azizin hanımı da, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna şu sözüyle tanıklık etmiştir: "Azizin karısı da: 'Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsinden (murad almak) istemiştim. Şüphesiz o, doğru söyleyenlerdendir' dedi" (Yûsuf: 12/51) 5. Şeytan da, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna şu sözüyle tanıklık etmiştir: "iblis: 'Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan 'ihlasa erdirilmiş kulların' 136[28] hariç, hepsini mutlaka azdıracağım ' dedi. " (Sâd: 38/82-83) Buna göre Hz. Yûsuf u kadına meyletmekle suçlayan kişi, hangi tarafı tutuyor? Allah'ın tarafını mı? Yoksa Şeytanın tarafım mı? Hangi tarafı tutarsa tutsun, her iki taraf ta, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna tanıklık etmektedir. Hangi halde olunursa olsun, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğunu kabul etmekten başka bir yol yoktur. Çünkü Hz. Yûsuf (a.s), Azizin hanımına meyletmekten uzaktır. 137[29] Hz. Yûsuf (a.s)'ın Ölümü: Tarihçiler derler ki: "Hz. Yûsuf (a.s), uzun ayrılıktan sonra babasıyla tekrar buluştuklarında, Hz. Ya'kûb (a.s), 130 yaşında idi. Hz. Ya'kûb (a.s), bu buluşmadan 17 yıl sonra öldü. Hz. Yûsuf (a.s), 110 yıl yaşadı. Mısır'da ölüp oraya gömüldü. Kardeşlerine; 'eğer Mısır'dan bir gün çıkıp giderseniz, benim cesedimi de yanınızda götürün ve atalarımın yanma gömün' diye vasiyet emişti. Hz. Yûsuf (a.s)'m cesedi, Hz. Mûsâ (a.s) zamanında Şam'a götürülmüştü. Tercih edilen görüşe göre, Nablus'a gömülmüştü. Hz. Yûsuf (a.s)'ın ölümü, Hz. Mûsâ (a.s)'ın doğumundan da 64 yıl önceye rastlamaktadır. 138[30] 134[26]

Yûsuf: 12/42

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 594-596. 'Yûsuf: 12/24

135[27]

136[28]

Çünkü Hz. Yûsuf (a.s), Yüce Allah'ın, Yûsuf: 12/24'de belrttiği üzere, ihlasa erdirilmiş kullarındandır.

137[29]

Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 18/117

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 596-597. Taberî, Tarîhu'r-Rüsûl vel-Mülûk, "1/330-364; İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/78-88 İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/185-206

138[30]

Hz. Yûsuf (a.s), eceli yaklaştığı zaman, Rabbüıden; iman üzere canını almasını ve Salih kulları arasına katmasını istedi. "Ey Rabbim! Mülkten (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen, dün ya da ve ahirette benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat. 139[31] Allah, Hz. Yûsuf un bu duasını kabul edip onu en yüce makama nakletti. Allah, Hz. Yûsuf a büyük bir rahmet eyledi. Bize de, ölüm anında iman nasip etsin. Çünkü Allah, yapılan duayı işiten ve kabul edendir. 140[32]

139[31]

Yûsuf: 12/101

140[32]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 597-598.

Hz. ŞUAYB (A.S) "Medyen (Jıalhna da) kardeşlen Şuayb 'ı (Peygamber olarak gönderdik.): 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." (A'râf: 7/85) Hz. Şuayb (a.s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Şuayb (a.s)'ın ismi, Kur'ân-ı Kerîm'de; A'râf, Hûd, Şuarâ ve Ankebût Surelerinin çeşitli yerlerinde on defa geçmektedir. 141[1] Yüce Allah, Hz. Şuayb (a.s)'ı, Medyen halkına Peygamber olarak göndermiştir. Onlara, Ashabı Eyke (Eyke Halkı)'de denilir. Çünkü Yüce Allah, bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: " 'Eyke halkı'da, (kendilerine gönderilen)peygamberleri yalancılıkla itham etti. Hani Şuayb, onlara: '(Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?' demişti. 142[2] Bazı Tefsircilerin kaydettiğine göre; 143[3] Eyke halkı, Medyen halkından başka bir kavimdi. Allah, onlara; Medyen halkı helak olduktan sonra Hz. Şuayb (a.s)'ı Peygamber olarak göndermişti. Onlar da, Hz. Şuayb (a.s)'ı yalanlamışlardı. Bunun üzerine bulutlu bir günde, ilahi azab, onları yakalamıştı. Doğru olan görüş; Medyen halkının, Eyke halkıyla aynı olduğu ile ilgili görüştür. Çünkü Şuarâ Sûresinde; 144[4] Eyke Halkının, ölçüyü ve tartıyı eksik ölçüp tarttıkları anlatılmıştır. Bu ise, Medyen halkının Özelliğidir. Bundan dolayı da-Medyen halkı, Eyke halkı diye adlandırılmıştır. Çünkü (oraya) Eyke (denmesi), içerisinde ağaçların bol olduğu yeşillikli bir yer olmasındandır. Onlar orada hem ticaret ve hem de ziraat işleriyle uğraşırlardı. Arazilerinde, ağaçlar ve meyveler bol ve çoktu. Zengin bostanlara ve bahçelere sahiptiler. İşte bundan dolayı onlar, "Eyke Halkı" diye adlandırılmışlardır. 145[5] Hz. Şuayb (a.s)'ın Soyu: Hz. Şuayb (a.s)'ın soyu şu şekildedir: Mikail b. Yeşcür b. Medyen b. İbrahim'dir. Medyen, Hz. İbrahim (a.s)'ın çocuklarından biridir... Annesi, Hz. Lût (a.s)'m kızıdır. Allah, Hz. Şuayb (a.s )'ı; "Lût kavmi de (yakın bir zamanda helak oldukları için) sizden uzak değildir" (Hûd:11/89} sözünden dolayı Hz. Lût (a.s )'dan sonra ve Hz Mû.sâ (a.s)'dan önce Peygamber olarak gönderilmiştir. Çünkü Yüce Allah, (A'râf Suresi'nde ) ilkönce Hz. Nuh'u, sonra Hz. Hûd'u, sonra Hz. Salih'i, sonra Lût ve sonrada Hz. Şuayb'ı anmış ve bunun peşi sıra şöyle buyurmuştur: "(Adı geçen) bu peygamberlerden sonra Musa'yı, mucizelerimizle Firavuna ve kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. 146[6] İşte bu ayet; Hz. Şuayb (a.s)'in, Hz. Mûsâ ile Hz. Harun'dan önce Peygamber olarak gönderildiğini göstermektedir. Bazı tarihçiler, Hz. Şuayb (a.s)'ı, Hz. Musa'dan asırlarca sonra Peygamber olduğunu zannetmekle hata etmişlerdir. Çünkü bu görüş, az önce geçen (A'râf: 7/103) ayete ters düşmektedir. Bunlar. Kuran-ı Kerim'de adı geçmeyen peygamberlerden biri olan Şa'yâ (a.s) ile Hz. Şuayb (a.s)'ı birbirine karıştırıp Şa'yâ (a.s)'ı Hz. Şuayb zannetmişlerdir. İşte hata buradan kaynaklanmaktadır. Bunu, bazı araştırmacı alimler nakletmişlerdir. 147[7] 141[1] 142[2]

A’raf: 7/85, 88, 90, 92,;Hud: 11/84, 87, 91, 94; Şuara: 26/177; Ankebut: 29/36 (ç). Şuarâ: 26/176-177

143[3]

İbnü'i-Esîr, el-Kâmil, 1/158; İbn Asâkir, Tarih, 6/321; Hakim, Müstedrek, 2/569(Ç)

144[4]

Şuarâ: 26/176-191 (ç)

145[5] 146[6]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 599-600. A'raf: 7/103

147[7]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 600-601

Medyen Halkının Yurtlan Nerededir?: Medyen halkı; Hicaz bölgesinin kuzey yönündeki Şam istikametinde ve Akabe körfezine yakın topraklarda yaşayan Arap bir kavimdi. Taberî derki: Medyen ile Mısır arası, 8 gecelik 148[8] bir mesafedir. Anlaşılıyor ki, Medyen bugün "Maân" diye isimlendirilen yerdir. O yer, Filistin 'in güneyindedir. Medyen halkı, Hz. İbrâhîm (a.s)'m oğullarından biri olan Medyen'e nispet edilmektedir. Bu isim, Tevrat'ta ise, "Medyan" diye geçmektedir. Hz. İbrahim'in oğlu Medyen, bu kabile arasında yaşamış, onlarla akraba olmuş, sonra onlar arasında ailesi ve topluluğu çoğalmış ve bundan dolayı da onlara "Medyen halkı" denilmiş (ve bu isim zamanla bütün kabile için kullanılır olmuştur). 149[9] Hz. Şuayb (a.s)'in Kavmine Yaptığı Davet: Medyen halkı; ticaret ve ziraatla uğraşırlardı. Bu sebeple de çeşitli bolluklara ve nimetlere sahiptiler. Hz. İbrahim'den varis olan din üzere idiler. Fakat çok geçmeden dinlerini değiştirip Allah'ı inkar edip doğru yoldan saptılar. Bundan dolayı da aralarında çeşitli kötülükler yayıldı. Bunlardan birisi, ölçü ve tartılarda eksik ölçüp tartmalarıydı. İnsanların mallarının fiyatını düşürüp yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlardı. Yüce Allah, onlara, (Peygamber olarak) Hz. Şuayb (a.s)'ı gönderdi... Hz. Şuayb, onları; Allah'ın birliğine davet ediyor, hayatlarınm bu şekilde sürdürdükleri takdirde başlarına gelecek olan) ilahi azabı onlara hatırlatıyor, ölçü ve tartıda eksik ölçüp tartmalarını yasaklıyor, bozgunculuğu bırakıp ıslah edici olmalarını emrediyordu. Fakat onların az bir kısmı, Hz. Şuayb'a iman etti. Çoğu ise ona iman etmedi. Bu inkarcılar, sapıklık ve inkarcılıkta çok ileri gittiler. Yolların üzerine oturuyor, Hz. Şuayb'a gelen insanları dinlerinden çevirmek için gözetliyorlar, ona iman etmeye gelenlere engel oluyorlar ve ona iman edenlerin çeşitli tehditlerle gözlerini korkutuyorlardı... Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Tehdit ederek, inananları Allah'ın yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün, siz az (bir topluluk) idiniz de Allah sizi çoğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu, nasıl olmuştur. 150[10] Hz. Şuayb (a.s), davet ve nasihatlerinde ısrar edince, ona karşı düşmanlıklarını açığa vurdular. Sözünü anlamadıklarını ve maksadını bilmediklerini iddia edip eğer himaye edenleri olmasaydı, kendisini öldürecekleri tehdidinde bulundular. Yüce Allah, bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz. Eğer (seni koruyan) kabilen olmasa, seni mutlaka taşla Öldürürüz. Ne Sen, bizden üstün değilsiniz. 151[11] Daha sonra milletinin yoluna geri dönmedikçe ve kavminin dinine girmedikçe, Hz. Şuayb (a.s)'ı ve kendisine iman edenleri, yurtlarından çıkarmakla ve kovmakla tehdit ettiler. Yüce Allah, A'râf Sûresinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Kavminden ileri gelenler: 'Ey Şuayb I Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları, memleketimizden çıkaracağız ya da dinimize geri döneceksiniz' dediler. (Şuayb'da, onlara:) 'istemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak ve ya dinimizden döndüreceksiniz)?' dedi. 152[12] 148[8]

Taberî. Tarîhu'r-Rüsûî ve'1-Miiiûk, 1/325; fbn Kcsîr. el Bulâye ve'n-Nihâye, i/173

149[9]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 601. A'râf:7/86

150[10]

151[11]

Hüd: 11/91

152[12]

A‘raf: 7/88

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 601-603.

Hz. Şuayb (a.s)'ın Kıssasından Alınacak İbret: Ne garip bir kavim ki; kendilerine gönderilen Peygamber, onları; insani üstünlüklere ve güpe gündüz güneş gibi parlak bir insani hayata davet ediyor. Fakat kavmi, ona: "Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz" (Hûd: U/91) diyor. Bununla birlikte Hz. Şuayb (a.s)'ın daveti, son derece açık ve net olup onları, Allah'tan başkasına ibadet etmemeye çağırıyordu. Fakat onlar, Hz. Şuayb ile onunla birlikte iman edenleri, yurtlarından kovmakla ve çıkarmakla tehdit ediyorlardı. Hz. Şuayb ise, onlara, ölçü ve tartıda eksik ölçüp tartmama işini emrediyordu. Buna karşılık onlar, Hz. Şuayb'ı; en zayıfları ve en ahmakları olmakla suçluyor, onun namazıyla ve ibadetiyle eğleniyorlar ve alay ediyorlardı. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıkları (putları) bırakmamızı veya mallarımızdan (eksik ya da fazla verme hususunda) dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Hakikaten sen, yumuşak huylusun ve çok akıllısın (diyerek alay ettiler). 153[13] Gerçekten bilgili olan cahillerin, akıllı olan delilerin ve aklı kıt kimselerin, kendilerini; ahlaklı olmaya, iffetli olmaya, erdemli olmaya çağıran kimselere karşı alay etmesi, eğlenmesi ve kendilerince üstünlüklerini ortaya koyacak delillere sarılmaları ne gariptir?! Ne zamandan beri doğruluk, çirkin sayılmış?! Ne zaman erdemli olma, insanların kınadığı ayıplardan ders alır olmuş?! İşte batılın ve isyankarlığın mantığı budur! Nitekim Lût kavmi de, kendi peygamberlerine ve ona bağlı müminler hakkında şöyle demişlerdi: "Kavminin cevabı: 'Onları (Lût'u ve ona iman edenleri), memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmışi' demelerinden başka bir şey olmadı. 154[14] Yine Medyen halkının da, Hz. Şuayb (a.s)'a karşı durumu aynı mantık çizgisindeydi: "Halkının inkar eden ileri gelenleri: 'Eğer Şuayb 'a uyarsanız, and olsun ki siz kaybedersiniz' dediler. 155[15] Medyen Kavminin Helak Edilişi: Medyen halkının en büyük ahmaklıkları; Hz. Şuayb (a.s)'m, eğer doğru sözlü kimselerden ise, üzerlerine gökten bir parça 156[16] düşürmesini istemeleri olmuştur... Bunun üzerine onları; "bulutlu bir günün azabı" yakaladı... Allah (ilkönce) onların üzerine, yedi gün süren bir sıcaklık Musallat etti. Bu saye de suları çekilip yok oldu. Sonra onların üzerine bir hulut gönderdi. Sıcaktan korunmak için bu bulutun gölgesine sığındılar. Nihayet hepsi bu bulutun altında eksiksiz toplanınca, bulundukları yerde büyük bir zelzele oldu. 157[17] Onları bir çığlık 158[18]yakalayıverip onların üzerine gökten ateş yağdı. Böylece yanıp yok oldular. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Sonunda) Şuayb'ı, yalana saydılar da, kendilerini, o gölge (bulutlu) gününün azabı vakalayiverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi. 159[19] 153[13]

Hûd: 11/87

154[14]

A’râf: 7/82

155[15]

A'râf:7/90

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 603-604. 156[16]

Şuarâ: 26/185-188

157[17]

A’raf.7/88

158[18]

Hüd: 11/94

159[19]

Şuarâ: 26/189

Hz. Şuayb (a.s), kavminin helak olmasından sonra bir müddet daha yaşayıp sonra öldü. Bu olay, Hz. Yûsuf un ölümü ile Hz. Mûsâ'nm ortaya çıkışı arasında meydana gelmişti. Hz. Şuayb (a.s)'m kavminin helak edilişi ile ilgili olayların; İsrail oğullarının, Mısır'a göç etmelerinden sonra gerçekleştiği de, olası bir durumdur. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır. 160[20]

160[20]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 604-605.

Hz. EYYUB (AS) "Eyyûb'a gelince, o, Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!" diye yalvardı. Bunun üzerine Biz; tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona, aile fertlerine, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik." (Enbiyâ: 21/83-84) Hz. Eyyûb (a.s)'in Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Eyyûb (a.s)'ın ismi; Kur'ân-ı Kerîm'in Nisa, En'âm, Enbiyâ ile Sâd Surelerinde olmak üzere toplam 4 yerde geçmektedir. 161[1] Yüce Allah, Hz. Eyyûb (a.s)'ı, kendilerine ayrı ayrı olmak üzere iman edilmesi gereken peygamberler arasında zikretmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s)'m soyundan bahsedilen ayetteki sıralamadan anlaşıldığı üzere; Hz. Eyyûb (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'ın soyundandır: "Biz, İbrahim'e; îshâk'ı ve (Ishâk'ın oğlu) Ya'kûb'u da armağan ettik, hepsini de doğru yola (peygamberliğe) ilettik. Nitekim daha önce de Nuh'u ve 'ibrahim'in soyundan'; Davud'u, Süleyman 'ı, 'Eyyûb 'u, Yûsuf'u, Mûsâ 'yi ve Hârûn 'u doğru yola (peygamberliğe) iletmiştik. Biz, iyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız. 162[2] Hz. Eyyûb (a,s)'in Soyu: Alimler, Hz. Eyyûb (a.s)'in soyu hakkında ihtilaf etmişlerdir. : Ebu'I-Bekâ' derki: "Hz. Eyyûb (a.s)'m soyu hakkında hiçbir şey doğru değildir." % Fakat İbn Kesir, Hz. Eyyûb (a.s)'ın, Hz. îshâk (a.s)'m oğlu Ays (İs)'in sülalesinden geldiği ile ilgili görüşü tercih etmiş ve annesinin de, Hz. Lût'un kızı olduğunu, İbn Asakir'den naklen anlatmıştır. 163[3] Hz. Eyyûb (a.s)'ın soyu hakkında tercih edilen görüş; İbn İshâk'ın naklettiği şu görüştür: "Eyyûb b. Emûs b. Zârih b. el-Ays (İs) b. İshâk b. îbrâhîm a.s.)'dır. 164[4] Hz. Eyyûb (a.s)'in Başına Gelen Bela: Hz. Eyyûb (a.s); malı, ailesi ve beden ile ilgili şiddetli bir belaya tutulmuştu. Fakat Hz. Eyyûb, Yüce Allah'a hakkıyla kul olmanın modeli oldu. Tükenmez bir sabır gösterdi. Sıkıntılara katlanmadaki örnekliği, dillere destan oldu. insanlar, onun sabrı: "Eyyûb'un sabrı gibi sabır" diye anlatılır oldu... Yüce Allah'ta, Hz. Eyyûb (a.s)'ı, şu sözüyle şöyle övmektedir: "Gerçekten Biz, Eyyûb'u, sabırlı (bir kul) bulmuştuk. 165[5] Hz. Eyyûb (a.s); servete, mala ve çoluk çocuklara sahip zengin bir kimseydi. Geniş arazileri,tarlaları ve bostanları vardı. 161[1]

Nisa: 4/163; En'âm: 6/84; Enbiyâ: 21/83; Sâd: 38/41

162[2]

En'âm: 6/84-87

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 606-607. 163[3]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/220-221; İbn Asakir, Tarih, 3/191 (ç)

164[4]

İbn Kesîr,a.g.e? 1/220 (ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 607. 165[5]

Sâd: 38/44

Allah, (ilk önce) Hz. Eyyûb (a.s)'ı, bu nimetler ve bolluklarla imtihan edip ona; zenginlik, rahatlık, sıhhat, bol çocuk ve aile verdi. O ise; takvalı bir kul ve Allah'ın nimetlerini anan ve şükreden bir kimse idi. Dünya, onu, aldatamadı ve onu fitneye düşüremedi. Sonra Allah, bu nimetleri, onun elinden çekip aldı. Bunun sonucu olarak; malını, ailesini ve çocuklarını kaybetti. Sıkıntı verici ve bitkin düşürücü hastalıklar onu sardı. Fakat O, bu belaya karşı sabredip Allah'a hamd etme ve O'na övgüde bulunmaya devam etti. O halde bile takvasından, kulluğundan ve Allah'a olan teslimiyetinden hiçbir şey değişmedi. O; rahatlık ve bolluk zamanında da, belaya duçar olduğu zamanda da, Rahmanın rızasını elde etme ve Şeytanın hilesini boşa çıkarma açısından Allah'ın Salih kullarına örnek bir model oldu. Dediler ki: Hz. Eyyûb'un hanımı; Hz. Yûsuf un torunlarından Rahme Âdında Sâliha ve mü'mine bir kadındı... Bu kadın; Hz. Eyyûb (a.s)'a, hem rahatlık ve bolluk zamanında ve hem de bela ve sıkıntı zamanında da terk etmeyip hep yardımcı oldu. Bu sebeple de hem zenginlik ve hem de sıkıntı hallerinde kocasıyla birlikte (kendilerine verilen nimetlere ve sıkıntılara) şükreden ve sabır gösteren bir kimseydi. Sonra Şeytan, belaya uğradığı sırada Hz. Eyyûb'un yanma sokulup ona (halini Rabbini şikayet etmesi için teşvik etmeye) çalıştı. Fakat bunda başarılı olamadı. Bu defa bir fırsatını bulup hanımının yanma sokulup ona: - ~ "Daha ne zamana kadar sabredeceksin?" diye vesvese verdi. Bunun üzerine kadın, ümitsizlik ve morali bozuk bir vaziyette (Şeytanın bu vesvesesine kanıp) kocasının yanma gelerek ona: - "Bu sıkıntı daha ne zamana kadar sürecek?" diye sordu. Hz. Eyyûb, hanımının bu sözüne sinirlenip ona: - "Bolluk içerisinde ne kadar kaldın?" diye sordu. Hanımı: - "80 yıl" diye cevap verdi. Hz. Eyyûb, ona: - "Sıkıntı içerisinde ne kadar kaldın?" diye tekrar sordu. Oda: - "7 yıl" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Eyyûb, hanımına: - "Bunca rahatlık ve bolluk içerisinde geçirdiğim yıllara karşılık bu sıkıntıya katlanmadan bu sıkıntıyı üzerimden kaldırmasını Allah'tan istemekten haya ederim" dedi. Daha sonra da: - "Allah'a yemin ederim ki, eğer iyileşecek olursam, sana yüz (100) sopa vuracağım." dedi. Bu olay üzerine Hz. Eyyûb, hanımının, kendisine hizmet etmesini yasakladı. 166[6] Yalnız basma kalınca, Rabbine şöyle yalvardı: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhamet-lisisin! 167[7] . Allah Hz. Eyüp'ün duasını kabul edip belayı üzerinden kaldırdı.Allah O'na, ayağı ile yere vurmasını vahyetti. O' da ayağı ile yere vurdu, yerden O'nun için soğuk bir su fışkırdı. Bunun üzerine Allah ona o sudan içmesini ve yıkanmasını emretti. Böylece Allah ona şifa verdi.Eskisinden daha sıhhatli ve daha kuvvetli oldu. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurdu: "Eyyûb'a gelince, o, Rabbine: 'Başıma bu dert geldi.. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!' diye yalvardı. Bunun üzerine Biz; tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona, aile fertlerine, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik. 168[8] Yine yüce Allah bu konuyla ügili olarak şöyle buyurmaktadır; "(Ey Muhammedi) Kulumuz, Eyyüb'ü de an. Çünkü o, Rabbine nida etmiş ve: 'Doğrusu şeytan, bana bir yorgunluk ve azab verdi' diye seslenmişti. (Bizde, ona): 'Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su '(dedik. Bunu,) Bizden bir rahmet ve akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona, hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık. (Ona): 'eline bir demet sap al da onunla (hanımına ) vur, yeminini bozma' (dedik). Gerçekten Biz, Eyyûb'u sabırlı (bir kul) 166[6] 167[7]

168[8]

Taberi Tarîhu'r-Rüsûl vel-Mülûk, 1/322; îbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/208; İbnü'l-Esir, el-KâmiI, 1/74 Enbiyâ: 21/83 Enbiya: 21/83

bulmuştuk. O ne iyi kuldu. Daima Allah 'a yönelirdi. 169[9] Yüce Allah, Hz. Eyyûb'un; hanımına yüz sopa vuracağı ile ilgili ettiği yeminini bozmamasını, 100 başak sapından bir demet veya S 00 hurma yaprağından bir tutam alıp onunla hanımına vurarak yemini yerine getirmesini emretti. Allah böyle bir çağrıyı; Hz. Eyyûb'a olan merhameti, ve hanımının da ona, sıkıntılı günlerinde çok güzel hizmet etmiş olduğu için emir buyurdu. İbn Kesîr bu konu ile ilgili olarak derki: "İşte bu, Allah'tan korkan ve O'na itaat edenler için bir çıkış yolu ve çare idi. Bu çare; özellikle sabırlı, çilekeş, sadık, dürüst ve iyiliksever karısı için bulunmuştu. Allah, o kadından razı olsun... Yüce Allah, bu ruhsat ve çarenin sebebini şöyle açıklıyor; "Gerçekten Biz, Eyyûb 'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O ne iyi kuldu. Daima Allah'a yönelirdi." (Sâd: 38/44) Fıkihçılarm çoğu; bu ruhsatı; 'yemin' ve 'adak' konusunda kullanmışlardı. Diğer fîkıhçılar, bu işi daha genişleterek 'yeminlerden kurtulma hususunda hileler' adı altında fıkıh kitaplarında işlemişlerdir. Bu tür bahislerin başına da, bu ayeti yerleştirmişlerdir. Bu bahislerde ise, tuhaf ve garip şeylerden bahsetmişlerdir. 170[10] Hz. Eyyûb (a.s)'m Kıssası İçerisine Giren İsrailiyatlaratlar: Bazı kimseler, Hz. Eyyûb (a.s)'a musallat olan 'bela' hususunda inanılması caiz olmayan rivayetler aktarmışlardır. Bu rivayetler ise İsrâiliyattan nakledilmiş olup bunlardan hiç birisi Sahîh değildir. Bunlardan biri de şudur: Hz. Eyyûb (a.s)'m hastalığı artıp sıkıntısı uzaymca, yanında oturanlar, ondan tiksinmiş, insanlar ondan kaçar olmuş, yanma hiç kimse yaklaşmaz olmuş, bedeni öylesine çürüyüp kokmuş ki, her tarafından kurtlar dökülür olmuş. Bunun üzerine onu, beldelerinden çıkarıp şehrin dışında bulunan çöplük bir yere bırakmışlar..... Bu tür hikayeler, tahrif edilmiş Tevrat'tan yapılmış nakiller ya da Ehli kitabın sözlerindendir... İşte bu hikayeler, peygamberlik makamına ters düşmektedir... Tevhid Uleması, peygamberlerin, nefret verici hastalıklardan uzak olduğu hakkında görüş birliğine varmışlardır. Buna göre bu tür hikayeler ve sözler, peygamberlik makamına nasıl olurda uygun düşebilir?! Doğru olan ise; Hz. Eyyûb'a sıkıntı veren hastalığın, nefret verici bir hastalık olmadığıdır. Bu hastalığa dair anlatılan hikayeler ve sözler ile ilgili hiçbir şey, Kur'an'da ve Sünnet'te yoktur. Bu hastalık ancak normal bir hastalıktı. Ne var ki bu hastalık senelerce sürdü. Hatta 7 sene ya da 18 sene sürdüğü rivayet edilmektedir. Gerçek olan şu ki, Hz. Eyyûb (a.s), bu hastalığı, normal bir çok insanın katlanamayacağı kadar uzun bir müddet çekti. Sonra Hz. Eyyûb (a.s)'a gelen musibet yalnız bedenine isabet etmeyip bütün malını, mülkünü, çoluk çocuğunu ve ailesini alıp götürdü. İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurdu: "Bizden bir rahmet ve akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona, hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık 171[11] Hz. Eyyûb (a.s )in ölümü: Hz. Eyyûb (a.s), 93 yıl yaşadı.Allah, ona; çok mal ve çoluk çocuk verdi. 26 erkek çocuğu oldu. 169[9]

Sad: 38/41-44

170[10]

ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/210

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 607-611. 171[11]

Sâd: 38/43

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 611-612.

Bunlardan birisinin adı, Bişr idi. Bazı tarihçiler, bu Bişr ile ilgili olarak şöyle derler: "Bu, Kur'ân-ı Kerîm'in, peygamberler içinde ismini andığı Zülkifl'dir." Hz. Eyyûb (a.s), Rum halkına, Peygamber olarak gönderilmişti. İşte bundan dolayı (bazı tarihçiler,) Hz. Eyyûb'un, Rum halkından olduğunu söylemişledir. Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Eyyûb'un türbesi, Dimeşk (Şam) ve çevresindedir. 172[12]

172[12]

Îbmi'1-Esîr, el-Kâmil, 1/76-77; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/208-209

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 612-613.

Hz. ZÜLKİFAL (AS) "(Ey Muhammedi ) İsmail'i, Elyesa'ı ve Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir." (Sâd: 38/48) Hz. Zülkifl (a.s)'m Soyu: Tarihçilerin kaydettiğine göre: Zülkifl (a.s), 173[1] Hz. Eyyûb (a.s)' in oğludur. Soyu ise Hz. Eyyûb (a.s)'m soyu ile aynıdır. Zülkif (a.s)'ın asıl ismi, Bişr'dir. Yüce Allah, onu, Hz. Eyyûb (a.s)'dan sonra Peygamber olarak göndermiş ve ona, (bazı görevleri üstlenmiş kişi anlamında) "Zülkifl" adını vermiştir. Çünkü o, bazı taat ve ibadet görevini yüklenmiş ve bunları yerine getirmeyi üstlenmiştir. 174[2] Türbesi, Şam'dadır. Şam halkı, onun mezarının, Kasyun dağı denilen Şam'ın yakınında yükselen bir dağda olduğunu naklederler. Bazı alimlere göre; Zülkifl (a.s), Peygamber olmayıp İsrail oğulları içerisindeki Salih kimselerden biridir. İbn Kesîr, Zülkifl'in, Peygamber olduğu görüşünü tercih etmiştir. Çünkü Yüce Allah, onun ismini, peygamberlerle birlikte anmıştır... Yüce Allah, Enbiyâ Sûresinde şöyle buyurmaktadır: - "(Ey Muhammedi) İsmâîl'i, İdrîs'i ve Zülkifl'i de (an). Hepsi de sabreden kimselerdendi. 175[3] Yine Yüce Allah, Sâd Sûresinde ise Hz. Eyyûb'un kıssasını anlattıktan sonra şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) ismâîl'i, Elyesa'ı ve Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir. 176[4] İbn Kesîr devamla derki: "Zülkifl'in, Kur'an-ı Kerim'de bu büyük peygamberlerle birlikte anılması, onun, 'Peygamber' olduğunu göstermektedir. Rabbinden onun üzerine salat ve selam olsun. Meşhur olan görüş budur. 177[5] Kur'ân-ı Kerîm, Zülkifl'in ismini, peygamberlerle birlikte zikretmekten başka (onun hakkında hiçbir) şey anlatmamıştır. Yine onun daveti, peygamberliği ve kendilerine Peygamber olarak gönderildiği kavim ile ilgili de hiçbir kısa ve geniş bilgi vermemiştir. İşte bundan dolayı da, Tarihçilerin çoğunun, onun daveti hakkında verdiği bilgilere itibar etmedik. Yalnız bir noktaya dikkat çekmek gerekir: Kur'ân-ı Ke-rîm'de ismi geçen Zülkifl ile hadisi şerifte ismi geçen Kifl, aynı kişi değillerdir. İmam Ahmed ile Tirmizî, Kifl ile ilgili hadisi şöyle rivayet etmiştir: "Kifl, İsrail oğullarmdandı. İşlediği hiçbir günahtan korkmaz ve çekinmezdi. Yanma bir kadın geldi. Kifl, kendisiyle yatması için kadına altmış dinar verdi. Erkeğin kendi karısıyla yaptığı şekilde o kadının önüne oturunca, kadın titreyip ağlamaya başladı. Kifl, kadına: - 'Seni ağlatan nedir? Seni zorladım mı?' diye sordu. Kadın, ona: - 'Hayır. Ama bu (zina), daha önce hiç yapmadığım bir iştir. Muhtaçlık beni bu işe sürükledi' diye cevap verdi. Kifl: - 'Şimdi bu yaptığını daha önce hiç yapmamış mısın?' deyip akabinde kadının üstünden indi. Daha sonra da: - 'Dinarları alıp git' dedi. Daha sonra Kifl, Allah'a hiç isyan etmedi. Zaten o gece de öldü. Sabah olduğunda, kapısının üzerine:

173[1]

Hz. Zülkifl (a.s)'m İsmi, Kur'ârH Kerîm'in 2 yerinde geçmektedir. İsminin g^" tisi sureler şunlardır: Enbiyâ: 21/85; Sâd: 38/48(ç)

174[2]

Rivayetlere göre; Hz. Zülkifl (a.s) günde 100 defa namaz kılarmış, gündüzleri oruç tutup geceleri ise ibadetle geçirirmiş.

175[3]

Enbiyâ: 21/85-86

176[4]

Sâd: 38/48

177[5]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/211; Taberî, Tarîhu'r-Rüsûl vel-Müiûk, 1/464

- 'Allah, Kifl'i bağışlamıştır' ifadesi yazılmıştı. 178[6] İbn Kesîr derki: "Tirmizî dedi ki: Bu, hasen bir hadistir. Abdullah ibn Ömer'den mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Senedi üzerinde tartışılabilir. Sahîh olsa bile adı geçen kişi, (Kur'an'da adı geçen) Zülkifl değildir. Hadiste ismi geçen kişi, Sadece Kifl'dir. Bu da, Kur'an'da adı geçen Zülkifl'den başka bir adamdır. 179[7] Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre; Zülkifl (a.s); kavmi a-dina işlerini görmeyi, idarelerini yürütmeyi, aralarında adaletle hükmetmeyi tekeffül etti. Ve tekeffül ettiği (üstlendiği) şeyleri de yaptı da. Bu nedenle de, (bazı işleri üstlenmiş kişi anlamında) "Zülkifl" adım aldı. Yine tarihçiler, Zülkifl (a.s)'ın, bazı işleri üstlenmesi ile ilgili olarak bir takım rivayetler aktarmışlardır. Fakat bu rivayetler, soruşturulması, incelenmesi ve araştırılması gereken rivayetlerdir. İşte bunlardan dolayıdır ki, bu rivayetlerden bir bölüm anlattık. Çünkü sahîh rivayetler varken, bunlardan hiç birine ihtiyaç yoktur. Doğrusu Allah, doğru yola iletendir. 180[8]

178[6]

Tirmizî, Kiyame 48 (2496). Tirmizî, bu hadisin, hasen olduğunu söylemiştir.

179[7]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/211

180[8]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 614-616.

Hz. HÂRÛN (A.S) "Sonra onların ardından da Musa ile Hârûn 'u mucizelerimizle Firavun ile toplumuna (Peygamber olarak) gönderdik. Fakat onlar, kibirlendiler ve ( kendilerine gönderilen bu peygamberleri yalanlayarak) günahkar bir toplum oldular." (Yûnus: 10/75) Hz. Hârûn (a.s)'m 181[1] Soyu: Hz. Hârûn (a.s)'ın soyu şu şekildedir: Hârûn b. İmrân b. Kâhis b. Lâvîb. Ya'kûb b. îshâk b. İbrâhîm (a.s)'dır. Hz. Hârûn, Hz Mûsâ (a.s)'ın öz kardeşidir. Yüce Allah, Hz Harun'u; Hz. Mûsâ (a.s)'a, davetinde yardımcı olması için o-nunla birlikte Peygamber olarak göndermiştir. Hz. Mûsâ (a.s), tebliğ görevini yerine getirmede kendisine yardımcı ve vezir olmak üzere kardeşi Harun'u görevlendirmesini Allah'tan istediğinde, Allah, onun bu duasını kabul etmişti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Mûsâ dedi ki:) 'Bana, ailemden bir de vezir olarak kardeşim Harun'u ver. Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir ve onu işime ortak kıl. Böylece Seni bol bol analım. Şüphesiz ki Sen, bizi görmektesin. 182[2] Bunun üzerine Allah, kendi katından bir rahmet olarak Hz. Mûsâ (a.s)'a, (vezir ve yardımcı olması için) Hz. Harun'u armağan etti ve ona peygamberlik verdi. Çünkü Yüce Allah, bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Rahmetimizin bir sonucu olarak, Musa'ya, kardeşi Harun'u bir Peygamber olarak armağan etti. 183[3] Hz. Hârûn (a.s)'ın Hayatı ve Daveti: Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan üç yıl önce doğmuştu. Yüce Allah, onu, kardeşi Hz. Mûsâ ile birlikte İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderdi. Hz. Hârûn (a.s); düzgün konuşan ve sağlam yürekli bir kimse idi. İşte bundan dolayı Yüce Allah, onu, tebliğ görevinde kardeşi Hz. Mûsâ (a.s)'a yardımcı ve destekçi olması üzere zorba Firavuna kardeşi Hz. Mûsâ ile birlikte Peygamber olarak gönderdi. Yüce Allah, bu hususu, Hz. Musa'dan naklen şöyle buyurmaktadır: "Kardeşim Hârûn 'un dili, benimkinden daha düzgündür. Onu da, beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle gönder. Çünkü bana yalancılık suçlamasında bulunmalarından endişe ediyorum.. 184[4] Hz. Musa'nın tebliğ görevinden bahsedildiği zaman, buna bitişik olarak Hz. Harun'un tebliğ görevinden de bahsedilir. Bu nedenle de her ikisi; Firavun'a, Haman'a ve Karun'a Peygamber olarak gönderilmişlerdir. Yine her ikisi de, İsrail oğullarının peygamberleridir. Fakat Hz. Musa'nın, Hz. Harun'a göre, şanı daha yüce ve mertebesi daha üstündür. Çünkü Hz. Hârûn (a.s) diğer peygamberler gibi bir Peygamber iken, Hz. Mûsâ (a.s) Ulu'1-azm peygamberlerin büyüklerindendir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Mûsâ (a.s)'in doğması, büyümesi, Mısır'ı terk edip Medyen'e gelmesi, orada Medyen 181[1]

Hz. Harun'un ismi. Kur'ân-ı Kerîm'in; Bakara: 2/248; Nisa: 4/163; En'âm: 6/84; AHf: 7/122, 142; Yunus: 10/75; Meryem: 19/28, 53; Tâhâ: 20/30, 70, 90, 92: Enbiyâ: 21/48; Mü'minûn: 23/45; Furkân: 25/35; Şuarâ: 26/13, 48; Kasas: 28/34; Saffât: 37/114, 120 ayetlerinde olmak üzere toplam 20 yerde geçmektedir, (ç)

182[2]

Tâhâ: 20/29-35

183[3]

Meryem: 19/53

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 617-618. 184[4]

Kasas: 28/34

şeyhinin kızıyla evlenmesi, Tur dağına çıkıp orada Allah ile konuşması, peygamberlik görevini ona vermesi, hayatı süresince gelişen mucizeleri vermesi ve İsrail oğullan ile ilgili meydana gelen diğer büyük olaylara genişçe yer vermiştir. Hz. Mûsâ (a.s)'ın hayatı ile ilgili bilgilerin bir kısmını, U-lıı'1-azm peygamberleri içerisinde yer alan Hz. Mûsâ (a.s)'m bahsinde anlattık... Hz. Hârûn (a.s), tebliğ görevi sırasında hep kardeşi Hz. Musa'nın yanındaydı. Gerek yolculukta olsun ve gerekse de yerleşik hayat sürerken olsun, kardeşinin yanından hiç ayrılmamıştı. Hz. Mûsâ (a.s), Rabbiyle Tur dağında konuşmaya gittiğinde, kavmine; Tevrati kendilerine bir düstur ve şeriat olması için getirmeyi vaat etmişti ve yerine de kardeşi Hârûn (a.s)'ı bırakmıştı. Kardeşine; İsrail oğullarının maslahatlarına dikkat etmesini, işlerini düzeltmesini ve (içlerinden) herhangi bir kimsenin, onları din konusunda fitneye düşürmesine karşılık uyanık olmasını sıkı sıkı tembih etmişti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Mûsâ, (Rabbiyle konuşmaya gideceği zaman) kardeşi Hârûn 'a: 'Kavmim içinde benim yerime geç, onları ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma' dedi. 185[5] Kur'ân-1 Kerîm'in de anlattığı üzere; Hz. Mûsâ (a.s), Tur dağına çıktığında kavminden kırk gün ayrı kalmıştı. Bu sırada İsrail oğullan halkı içerisinde büyük bir bela ortaya çıkmıştı. Çünkü onlar Hz. Musa'nın yokluğunda buzağıya tapınışlardı. Bu buzağıyı, Samiri adında bir kişi, altından ve ziynet eşyalarından yapmıştı. Bu yaptığı heykelin içerisine, Cebrail'in, Firavun ve topluluğunu boğmak için indiği sırada atının ayağının bastığı yerden bir avuç toprak alıp attı... Bu buzağı, rüzgara karşı tutulunca inek sesine benzer bir ses çıkarıyordu. Bu şaşkın adam, bu buzağının; Hz. Musa'nın bahsettiği Rab olduğunu ve yerini bilmediği için de onu bulmak amacıyla Tur dağına gittiğini iddia etti. Hz. Hârûn (a.s), İsrail oğullarını, bu inatçı adamın fitnesinden korumaya ve sakmdırmaya çalıştı. Fakat kavmi, Hz. Hârûn (a.s)'m bu sözlerine aldırış etmediler ve Allah'ı bırakıp O'nun yerine puta taptılar. Hz. Mûsâ (a.s), Tur dağından dönüp de kavmini bu büyük fitne içerisinde bulunca, kavmine ve kardeşi Hz. Harun'a karşı çok kızdı. Bu sebeple de kardeşi Hârûn (a.s)'m sakalını ve başını tutup kendisine doğru çekti. Bunun üzerine Hz. Hârûn (a.s), kardeşi Hz. Musa'ya, başlarından geçen olayı, kendisinin kavmine karşı tavrını ve onların, emrine uymadıklarını söyledi. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Mûsâ kızgin(kavminin buzağıya tapmalarından dolayı Tur dağından) ve üzgün bir halde kavmine dönünce 'benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsanız Rabbinizin (sizinle ilgili) emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?' dedi. Tevrat'ın yazılı olduğu) levhaları yere attı. Ve kardeşi (Hârûn 'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi:) 'Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördü. Ve neredeyse beni Öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!'dedi 186[6] Bu kıssa, tefsir ve tarih kitapların da detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Daha geniş bilgi için bu kaynaklara başvurulabilinir. Hz. Hârûn (a.s), 122 yıl yaşadı. Kardeşi Hz. Mûsâ(a.s)rdan î 1 ay önce Rabbine kavuştu. Hz. Hârûn (a.s), İsrail oğullarının, Filistin'e girmelerinden Önce Tih çölünde öldü. Allah, ona Rahmet eylesin. 187[7]

185[5]

A'râf: 7/142

186[6]

A'râf: 7/150

187[7]

Hz. Hârûn (a.s)'in kıssası ile ilgili detaylı bilgi için Taberî'nin, Tarîhu'r-Rüsûl vel-Mülûk ile Ibn Kesîr'in. el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı kitaplarına başvurabilirsiniz.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 618-621.

Hz. DÂVUD (A.S) "Gerçekten Biz, bazı peygamberleri (diğerlerinden) üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u gönderdik " (İsrâ: 17/55) Hz. Dâvud (a.s )'ın Kur'an da zikredilmesi Hz. Dâvud (a.s )'ın adı; Bakara, Nisa, Mâide, En'âm, İsrâ, Enbiyâ, Nemi, Sebe', Sâd Surelerinde olmak üzere Kur'ân-ı Kerîm'in toplam 16 yerinde geçmektedir. 188[1] Hz. Dâvud (a.s), İsrail oğulları peygamberlerinden olup Hz. Ya'kûb (a.s)'ın oğlu Yahûzâ'nm soyundan gelmektedir. Yüce Allah, Hz. Dâvud (a.s)'a, hem peygamberlik hem de hükümdarlık verdi. Dünya ve ahiretin hayrını birlikte verdi. Çünkü, Dâvud (a.s), oğlu Hz. Süleyman (a.s) gibi, hem Peygamber ve hem de hükümdar idi. 189[2] Hz. Dâvud (a.s)'ın Soyu: Hz. Dâvud (a.s)'m soyu şu şekildedir: Dâvud b. Işâ b. Uveyd. Yahûzâ b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrahim (a.s) 190[3] Tevrat ve İncîl ehli, Hz. Dâvud (a.s)'m soyunun, kendi kitaplarında ayrıntılı bir şekilde geçtiğini söylemektedirler. Yine bunlar, Hz. Dâvud (a.s)'m, Hz. Ya'kûb'un oğlu Yahûzâ'nm soyundan geldiği konusunda tamamen görüş birliğine varmışlardır. Hz. Dâvud (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan sonra kendilerine semavi kitap indirilen peygamberlerden biridir. Çünkü Allah, ona, Zebur adlı ilahi kitabı vermiştir. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: " Davud'a da Zebur'u verdik." 191[4] Hz. Dâvud (a.s )'in İsrail oğulları Arasındaki Yeri: Hz. Mûsâ ile Hz. Harun'un ölümünden sonra İsrail oğulları peygamberlerinden Yûşa' b. Nûn denilen bir Peygamber, onların basma geçti. Bu Peygamber, onları, Mûsâ peygamberin lisanı üzere Tevrat'ta onlara vaat etmiş olduğu Arzı Mukaddes (Kutsal Şehir) denilen Filistin'e onları soktu. Ele geçirilen ar a-ziyi aralarında bölüştürdü. Ölünceye kadar da onların işi erini yürüttü. O öldükten sonra İsrail oğullarının işlerini, kendi içi e-rinden 356 yıl müddetle "kadılar" üstlendi. Bu ara döneme, "Kadılar Dönemi" denilir. Bu ara dönemde İsrail oğullarının üzerine zayıflık ve gü ç-süzlük çöktü. İçlerinde masiyetler ve kötülükler yayıldı. Şeriatı zayi ettiler. Saflarına putçuluk girdi. Bundan dolayı d a Yüce Allah, onların üzerine, kendilerine yakın toplulukları musallat etti. Bu sebeple de Amâlika, Aramiler, Filistinliler ve daha bir çok toplulukla savaştılar. Bu düşmanlarına karşı yaptıkları savaşlann çoğunu kazanamayıp yenildiler. İbn Cerîr et-Taberi, "Tarihlinde derki: "Sonra İsrail oğullarının işleri karıştı. Aralarında günahlar ve hatalar çoğaldı. 188[1]

Bununla ilgili olarak b.k.r.Bakara: 2/251; Nisa: 4/163; Mâide: 5/78; En'âm: 6/84; İsrâ: 17/55; Enbiyâ: 21/78, 79; Nemi: 27/15, 16; Sebe': 34/10, 13; Sâd: 38/17, 22, 24, 26, 30

Hz. Dâvud (a.s)'m kıssası, ise şu sürelerde geçmektedir: Bakara: 2/246-251; Enbiyâ: 21/78-80; Nemi: 27/15-16, Sebe': 34/10-11; Sâd: 38/17-26 (ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 622. Hz. Dâvud (a.s)'m soyu için b.k.z: îbn Cerîr et-Taberi. Tarih, 1/247; İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/223; fon Asâkir. Tarih, 5/190; îbn Sa'd, et-Tabakât, 1/55; Hakîm, Müstedrek, 2/585 (ç) 191[4] Nisa; 4/163. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 622-623. 189[2] 190[3]

Peygamberlerden öldürebildiklerini öldürdüler. Bunun üzerine Allah, onlara gönderdiği peygamberlerin yerine; onlara zulmeden ve kanlarını döken zorba hükümdarlar musallat etti. Yine onlara, bunlardan başka düşmanlar da musallat etti. Düşmanlarından biriyle dövüştüklerinde, yanlarında bir 'Misak-ı Tabut' bulunurdu. Ehli kitap, bu sandığı, 'Anlaşma Sandığı' (Ahd-ı Tabut) diye adlandırmıştı. Bu sandığın içe ri-sinde, Tevrat'ın yazılı olduğu levhalar ile Hz. Mûsâ (a.s)'ın asası bulunmaktaydı. Nitekim şu ayeti kerime, buna işaret etmektedir: "Peygamberleri, onlara: 'Tâlût'un hükümdarlığının alameti, Tabut'un size geri gelmesidir. Onun içinde, Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, meleklerin taşıdığı, Mûsâ ile Hâ-rûn ailesinin bıraktıklarından bir miktar bakiyye vardır. " (Bakara: 2/248) İsrail oğullan, bu sandığın bereketi ile savaş kazanmayı umuyorlardı. Gazze ve Askalanlılarla yaptıkları bir savaşta, yenildiler. Bunun üzerine düşmanları, sandığı İsrail oğullarının ellerinden aldılar. Bu olay üzerine İsrail oğullarının hükümd a-n, (sandığı kaybetmenin verdiği) üzüntüden öldü. İsrail oğullar, çobansız koyun sürüsü gibi ortada kaldılar. Nihayet Allah, onlara, peygamberlerden "Şamuyel" denilen bir peygamberi gönderdi. Kitap ehli, buna, "Samueî" demektedir...İsrail oğulları, bu peygamberden, düşmanlarına karşı savaşmak için ke n-di içlerinden birisini başlarına bir hükümdar tayin etmesini istediler. 192[5] Yüce Allah, İsrail oğullarının işlerini Kur'ân-ı Kerîm'de bize şöyle anlatmaktadır: "Mûsâ 'dan sonra, İsrail oğullarından ileri gelen kimseleri görmedin mi? Ne yaptılar! Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: 'Bize bir hükümdar gönder ki, başımıza geçsin de Allah yolunda savaşalım' dediler. (Peygamber, onlara:) 'Size savaş yazılır da ya savaşmazsanız!' dedi. (Onlarda:) 'Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde neden savaşmayalım?' dediler. Üzerlerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Al-lahzalimleri iyi bilir. 193[6] Peygamberleri, Allah'tan gelen bir vahiy ile, onların üzerine, Tâlût'u hükümdar yaptı. Tâlût'u, onların üzerine hükümdar yapmasının sebebi, Tâlût'un güçlü bedeni ile bilgiye sahip olmasından dolayı idi. Fakat İsrail oğulları, Tâlût'un hükümdar olarak üzerlerine atanmasını kabul etmeyip peygamberlerine: "Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken, o, bize nasıl hükümdar olur?' dediler, (peygamberleri de, onlara:) 'Allah, onu, sizin üzerinize seçti. Bilgi ve beden yönünden ona, sizden daha çok üstünlük verdi. Allah, mülkünü dilediğine verir, Allah, her şeyi kuşatır ve her şeyi bilendir' dedi. 194[7] Tâlût, İsrail oğulları üzerine hükümdar olunca, Allah, İsrail oğullarının elinden çıkmış bulunan sandığı ona geri vermek suretiyle onu desteklemiştir... Tâlût, güçlü ve kuvvetli bir ordu kurup düşmanları ile savaşmak için yola çıktı. Yolda giderken, önlerine bir nehir çıktı. Zor çöl yolculuğundan ötürü ordusu son derece susadığından onları imtihan etmek istedi. Bunun için ilk önce, bu nehirden, susuzluklarını gidermek için yalnızca bir yudum su içenin dışında su içmelerini yasakladı. Bu, Tâlût'un, ordusunun dayanıklılığını ve irade güçlerini ölçmek için yaptığı bir imtihan ve deneme idi. Yüce Allah, bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Tâlût askerlerle beraber (cihad için bulunduğu memleketten) ayrılınca: 'Biliniz ki, Allah sizi bir ırmakla imtihan e-decek. Kim ondan içerse benden değildir. Ancak eliyle bir avuç içen hariç, kim ondan hiç tatmazsa, bendendir' dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan içtiler. 195[8] Bu olay üzerine Tâlût ile birlikte sadece 319 kişi kaldı. Süddi'nin ifadesine göre; askerlerin toplam sayısı 80.000 kişi idi. Bu kimseler, zayıf iradeli kimseler 192[5]

Taberî, Tarîhu'r-Rüsûl vel-MülÛk, 1/472

193[6]

Bakara: 2/246

194[7]

Bakara: 2/247

195[8]

Bakara: 2/249

olmalarında dolayı geri döndüler. Çünkü Tâlût, onlarla birlikte düşmana karşı savaşmak istemedi. Putperest Filistinlilere karşı savaşmak için emrine uyan bu bir avuç insanı yeterli buldu. Düşman ordusunun komutanı, Câlût denilen insanları korkutan şiddetli zorba bir kimse idi. İsrail oğulları ondan korkup: "Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak bir hiçbir gücümüz yoktur' dediler. Kendilerinin, sonunda Al-lah'm huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında: 'Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah 'in izniyle galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir' dediler. 196[9] Câlût, (ilk önce) karşılıklı dövüşmek istiyordu. Karşısına, Hz. Ya'kûb'un oğlu Yahûzâ'nın soyundan gelen Dâvud adında küçük bir genç çıktı. Yalnız onun gibi yaşça küçük birisinin, savaş meydanına çıkması hiç hesapta yoktu. Çocuğu karşısında görünce, onu çok küçümseyerek: - 'Geri dön. Çünkü seni öldürmeye acıyorum' dedi. Dâvud'da, ona: 'Fakat ben seni öldürmek istiyorum' dedi... Bunun üzerine ikisi arasında karşılıklı savaş meydana gelip Dâvud, Câlût'u öldürdü. Câlût'un ordusu, çok kötü bir şekilde yenildi. Böylece Dâvud (a.s), tam bir zafer kazandı. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın izniyle Câlût'un ordusunu yendiler. Dâvud, Câlût'u öldürdü. Allah, Davud'a, hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi. Dilediği ilimlerden ona öğretti... 197[10] Bu zamandan itibaren Dâvud (a.s)'m adı, İsrail oğulları arasında yayıldı. Allah, İsrail oğullarını, önceki perişanlık ve zilletten kurtardı. Onun önderliğinde bir çok zaferler kazandılar ve üstünlükler elde ettiler, İsrail oğulları, Tâlût'un Ölümünden sonra toplanıp hükümdar olması hakkında bu genç delikanlıya biat ettiler. Böylece daha yaşı, 30 bile değilken onlara hükümdar oldu... Halk arasında adaletle hüküm verir, hepsine eşit davranır, Tevrat'ın hükümlerini aynen uygulardı. Nihayet Yüce Allah, ona, vahiy yoluyla dört semavi kitaptan biri olan Zebur'u indirdi. 198[11] Hz. Dâvud (a.s)'m Risaleti ve Daveti: Hz. Dâvud (a.s) 40 ulaşınca, Yüce Allah, ona, hem hükümdarlık ve hem de peygamberlik verdi... Onu, İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderdi. İçerisinde öğütler, ibretler, incelikler ve zikirler bulunan Zebur'u ona indirdi. Ayrıca ona, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti verdi. Hz. Dâvud (a.s)'in sesi çok güzeldi. Güzel kaside ve ilahiler okurdu. Güzel sesi, (insanlar arasında) örnek olarak anlatılır oldu. Bundan dolayı (güzel sesli kimselere): "Davud'un mizmar (kaval)lartndan bir mizmar verildi." denilir. Ebu Mûsâ el- Eş'ari'nin sesi de güzeldi. Bir gün Kur'an okurken, Resulullah (s.a.v) onun sesini işitip durdu. Onun Kur'an okuyuşunu dinledi. Güzel sesi ve harika Kur'an okuyuşu hoşuna gitti. Ona: - 'Sana Dâvud ailesinin nıizmarlanndan bir mizmar verildi' buyurdu. Ebu Mûsâ: - 'Ey Allah'ın Rasulü! Kur'an okuyuşumu dinliyor muydun?' diye sordu. Resulullah (s.a.v.)'de: - 'Evet' diye cevap verdi. Ebu Mûsâ: - 'Beni dinlediğinizi bilseydim, Sizin için sesimi daha da güzelleştirirdim' dedi. 199[12] Hz. Dâvud (a.s) Zebur'u okuduğunda, uçan kuşlar; en yakın yere konar, onu dinler, sözlerini onunla birlikte tekrar e-derlermiş. Hatta dağlar bile sabah akşam onun okuyuşuna eşlik edermiş.Kulakların bir benzerini daha duymadığı bir sesle Zebur'u okurmuş.Cinler, insanlar ve kuşlar onun sesini duymak için etrafına toplanırlarmış. Hatta bunlardan bazısı, (onu) dinleyeceğim diye beklerken 196[9]

Bakara: 2/249

197[10]

Bakara: 2/251

198[11]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 623-627. Buhârî, Fezaİlu:l-Kur'an 31; Müslim, Salatu'l-Musafûin 235-236; Tirmizî, Meraki 55; Nesâî, İftitah 55; İbn Mâce, İkame, 176; Müsned: 2/369(ç)

199[12]

acından ölürmüş. 200[13] Hz. Dâvud (a.s ), o tatlı güzel sesiyle Allah'ı teşbih ve hamd eder, içerisinde Yüce Allah'ın sözü olan Zebur'u okuyup dağlar ve kuşlarda onunla birlikte (Allah'ı) teşbih e-derlerdi.Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Biz, sabah akşam Dâvud'la birlikte teşbih eden dağları ve toplu halde huşları, onun emri altına vermiştik. 201[14] Yine Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "And olsun ki Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. 'ey dağlar ve kuşlar! Onunla birlikte teşbih edin dedik. 'Ona, demiri de yumuşattık. 202[15] Hz. Dâvud (a.s,) Zebur'u; acıklı ve süratli bir şekilde okumasına rağmen (okuduğu cümlelerin anlamlarını) düşünüp taşınır, bir terennüm ve nağmeli bir sesle okurdu. Okurken huşuyu da ihmal etmezdi. Bu husus hadisi şerifte şöyle geçmektedir: "(Zebur'u) okumak, Davud'a kolaylaştırıldı. Hayvanının eyerlenmesini emrederdi de hayvanı eyerleninceye kadar kendisi Zebur'u okumuş olurdu. Elinin kazancından başka bir şey deyemezdi. 203[16] Hz. Dâvud (a.s); bu büyüklüğüne, hükümdarlığına ve üstün makamına rağmen Yüce Allah'a çokça ibadet ederdi. Hz. Dâvud (a.s), geceleri ibadet eder, gündüzleri oruç tutar, Gününün büyük bir bölümünü mescidde veya namazgahında geçirirdi. Çünkü Hz. Dâvud (a.s), ibadet, taat, salih a-meller hususunda bitmek tükenmek bilmeyen bir güce sahipti. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Kulumuz ve o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o, Allah 'a yönelendi. 204[17] Abdullah ibn Abbas derki: "(Ayette geçen 'eyd' kelimesi, 'taatte ve ibadette güçlü olmak' (anlamını ifade eder)." Buhârî ile Müslim'in Sahîh'lerinde konu ile ilgili şöyle bir hadis geçmektedir: "Allah'ın en çok sevdiği namaz, Davud'un namazıdır. Allah'ın en çok sevdiği oruç, Davud'un orucudur. O, gecenin yansında yatar, üçte birinde (kalkıp) ibadet ederdi. Altıda birinde uyurdu. Bir gün oruç tutar ve bir gün oruç tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında da kaçmazdı. 205[18] Yüce Allah'ın, Sadece Hz. Dâvud (a.s)'a Verdiği Özellikler: 1. Dağların, sabah akşam Hz. Dâvud ile birlikte teşbih etmeye amade kılınması, "Doğrusu Biz, sabah akşam Dâvud'la birlikte teşbih eden dağlan, onun emri altına vermiştik. 206[19] 2. Zebur'u okurken, onunla birlikte kuşların da ona eşlik etmesi. "Kuşları da (onun emri altına vermiştik) Hepsi de ona yo-nelmekteydi. 207[20] 3. Hz. Davud'a, kuş dilinin öğretilmesi. "Bize, kuş dili öğretildi. 208[21] 200[13]

îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/11

201[14]

Sâd: 38/18-19

202[15]

Sebe': 34/10

203[16]

Buhârî, Enbiyâ 37, Tefsiru Sure-i îsrâ' 6; Müsned: 2/314, 6/37, 167; Taberanî, MıTcemu's-Sağir, 1/15

204[17]

Sad: 38/17

.

205[18]

.

Buhârî, Teheccüd 7, Enbiya 37, 38; Müslim, Siyam 189-190; Ebu Dâvud, Savm 66; Nesâî, Siyam 14, 68, 76,; İb Mâce Siyam 31; Darimi, Savm 42; Müsned: 2/314, Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 627-630. 206[19]

Sâd: 38/18

207[20]

Sâd: 38/19

208[21]

Neml: 27/16

4. Demiri, elinde hamur gîbi yumuşatması. "Davud'a, demiri yumuşattık. 209[22] 5. Yüce Allah'ın, Hz. Davud'a, savaş tehlikesine karşı zırh yapma sanatım öğretmesi. "Davud'a, savaş sıkıntılarınızdan sîzi koruması için zırh yapmayı öğrettik. 210[23] 6. Yüce Allah'ın, Hz. Davud'un hükümdarlığını güçlendirip düşmanlarına karşı onu muzaffer ve kavmine karşı ise, heybetli kılması. "Davud'un hükümdarlığım güçlendirdik. 211[24] 7. Yüce Allah'ın, Hz. Dâvud (a.s)'a; hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti vermesi "Davud'a, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti verdik. 212[25] Hz. Dâvud (a.s)'a Karşı Yapılmış Büyük Bir Yalan: Bazı tefsirciler, senedi sağlam olmayan ve inanılması da caiz olmayan Ehli kitaptan gelene dayanarak bir kısım İsrâili rivayetleri tefsir kitaplarında nakletmekle çok çirkin bir hata işlemişlerdir. Çünkü bu rivayetler, hem Ehli kitabın saçmalık-lanndandı. Hem de 'Peygamberlerin Masuiyeti' (Günahsızlığı) konusundaki Müslümanların akidesine ters düşmektedir. İşte araya bu batıl hikayelerden birisi de, Hz. Dâvud (a.s)'ın, ordu komutanının hanımına aşık olması meselesidir. Hikayenin özeti şu şekildedir: "Dâvud, evinin damında gezinirken, banyo yapan bir kadın görüp (aşık olup) şaşkınlıktan düşecek olmuş. Bu kadın, askeri komutanlarından 'Uriya' adında bir komutanının hanımı idi. Ondan kurtulup hammıyla evlenmek istedi. Bu sebeple adamın eline bayrağı vermiş ve (ordunun) başına geçirip onu savaşa göndermiş. Askerlerine de, düşmanla karşılaştıkları sırada onu ön safta yalnız bırakıp ondan geride kalmalarını öğütlemiş. Bu vesileyle adam, öldürülmüş. Dâvud'da aşık olduğu bu kadınla evlenmiş. 213[26] Ehli kitap, Davud'un, kadının kocasının yokluğunda kadınla zina ettiğini, sonra da o adamdan kurtul(up aşığına kavuş)mak için böyle bir hileye başvurduğunu ve Süleyman'ın da aşık olduğu bu kadından doğduğunu iddia etmişlerdir. 214[27] Bu yüce peygambere karşı daha bir çok saçma sapan yalan ve iftiralar ortaya atmışlardır. İşte bu hikaye de, Hz. Davud'a karşı uydurulmuş bir hikayedir... Ehli kitabın kitaplarını okuyan kimseler, o kitapların içerisinde, peygamberlerin, büyük günah işlediklerine ilişkin bir çok mesele bulur. Onlar, bu hikayeleri, kendi işledikleri suçları ve büyük günahları temize çıkarmak için uydurmuşlardır. İbn Kesîr derki: "Tefsirciİerin bir çoğu, bu hususta bir çok hikayeler ve haberler anlatmışlardır. Bunların çoğu da, İsrâiliyyattır. Bir kısmı da, tereddütsüz uydurma ve yalandır. Beyzavî'de derki: "Hz. Davud'un, Uriya'yı ordunun başına geçirip birkaç kez savaşa göndererek öldürttüğü ve böylece hanımıyla evlendiğinin söylenilmesi, kupkuru bir iftiradır. İşte bundan dolayıdır ki, Hz. Ali: 'Kim kıssacıların, Hz. Dâvud hakkında rivayet ettiklerini anlatırsa, ona, yüz altmış sopa vururum' demiştir. 215[28] 209[22]

Sebe': 34/10

210[23]

Enbiyâ: 21/80

211[24]

212[25]

Sâd: 38/20 Sâd: 38/20

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 630-631. 213[26]

Tabeiî, Tefsir, 23/146 vd; Suyuti, ed-Dürrü'I-Mensur, 5/300 vd; Taberî, Tarih, 2/563-566; İbmi'1-Esir, el-Kamil, 1/224-227; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/13; Ahisi, Tefsir, 23/185; İbn Kesîr, Tefsir, 6/53; Tevrat E Samuel, il/2-27, 12/1-16 (ç) 214[27]

Tevrat, 2. Samuel, 12/1-16 (ç)

215[28]

B.k.z: Beyzavî. Tefsini'l-Beyzâvî; Zemahşerî, Tefsir, 4/81; Râzî, Tefsir, 26/192

Bu iftira ve yalan, bir Peygamber hakkında olduğu için a-ğıriaştırılmış bir iftira cezası (haddi kazif) dır. Fakat Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı kıssanın içinde; Hz. Dâvud (a.s)'ın masu-miyetliğini zedeleyen ve Ehli kitabın anlattığı iftira ve yalan ile ilgili herhangi bir bilgi asla yoktur. Ne yazık ki bazı tefsirciler, bu İsrâiliyyat haberleri tahkik ve tespit etmeden (tefsirlerine) almışlardır... Bazı insanların hakkında hataya düştükleri ayeti kerimeleri alıp araştırmacı tefsircilerin anlattıkları bir şekilde bu ayetlerin anlamlarını açıklayacağız. Yüce Allah, Sâd Sûresinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammedi) Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanıp Davud'un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan ürkmüştü. (Onlar:) 'Korkma. Biz birimizin diğerine haksızlık ettiği iki hasım davacıyız. Aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme. Bizi, doğru yolun ortasına götür' dediler. (İçlerinden biri:) 'Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benimse, bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver deyip tartışmada beni yendi' dedi. Dâvud: 'And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarını gasp ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da, ne kadar az!' dedi. Dâvud, kendisini denediğimizi sandı da Rabbine mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi. 216[29] Araştırmacı tefsircilerin kaydettiğine göre, olayın detayı şu şekildedir: Hz. Dâvud (a.s), yaptığı işleri günlere ayırmıştı; bir gününü ibadete, bir gününü (insanlar arasında meydana gelen problemler hakkında) hüküm vermeye, bir gününü vaaz ve irşada, bir gününü de kendisine ayırmıştı... Halvet gününde, melekler, insan şeklinde odasının duvarını tırmanıp onun yanma girmişlerdi. (O gün) kapıda bir bekçi durup onun yanına girmek isteyenleri engellerdi. (İşte böyle bir günde) Hz. Dâvud (a.s), ansızın Önünde bazı insanlar görünce onlardan ürkmüştü. Onlar ise, ona: "Korkma. Biz, aramızda bir dava olan kimseleriz. 'Birimiz diğerine haksızlık etti. Aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme.' (Sâd: 38/22) Yani hüküm verirken, haksızlık etme ve zulmetme. 'Bizi, doğru yolun ortasına götür' (Sâd: 38/22) Yani hakkın kendisine ki o da, adalettir. (İçlerinden biri:) 'Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var.' (Sâd: 38/23) Bu da, dişi koyundur. Burada dişi koyun sözü, kadından kinayedir. Çünkü onun yanında 99 kadın vardı. Benimse, bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver deyip tartışmada beni yendi' dedi. (Sâd: 38/23) yani münakaşada bana üstün geldi. Bunun üzerine Dâvud ona şöyle cevap verdi: 'And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle, sana haksızlıkta bulunmuştur.' (Sâd: 38/24) burada o kişinin yaptığını çirkin görme ve açgözlülüğünü ayıplama vardır. Çünkü o kişi, 99 dişi koyunu(karısı) olduğu halde diğerinin bir dişi koyununu (karısını) kendisininkine katmak istemiştir. 'Dâvud, kendisini denediğimizi sandı.' (Sâd: 38/24) yani onu imtihan ettiğimizi bildi, inandı. 'Rabbine mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi.' (Sâd: 38/24) yani Rabbine dönüp tövbe etti. Çünkü Hz. Dâvud (a.s) davalı kimsenin sözünü dinlemeden hızlı bir şekilde hüküm vermeye çalışmıştı. Bu ise, bir hak gaspıdır. Çünkü iki tarafın sözünü tam olarak dinlemeden hüküm vermek caiz değildir. Olay, bundan ibarettir, Buna ilave edilecek bir şey yoktur. Çünkü Hz. Dâvud (a.s) kendisine gelecek herhangi bir kötülüğe karşı (korunmak için) Rabbine istiğfar etmişti. Zira Hz. Dâvud (a.s) mihrabı tırmanıp yanma giren kimselerin, kendisine bir zarar ve kötülük vereceklerini düşünerek, onları suikastçı zannedip öldürmeyi içinden geçirdi.Bu olayda Ehli Kitabın ortaya attığı iftira ve yalan ile ilgili herhangi bir şey yoktur. Bu olayda Hz. Davud'un, ordu komutanının hanımına sevgisi ve aşkı nerededir?Yine savaşta komutanım ordusunun başına geçirip öldürttükten sonra onun karısını ele geçirmek için planlar hazırlaması bu olayın neresindedir? Bu, çok büyük bir yalan ve iftiradır. Biz ehli kitabın, kendi Resullerine ve nebilerine iftira atmalarına şaşmıyoruz. Biz, bazı müslüman alimlerin, peygamberlere ilişkin bu tür İsrâiliyyat kaynaklı hikayelere ve iftiralara aldanıp bunlara, kitaplarında (gerçekmiş gibi) yer vermelerine ve hatta daha da ileri giderek bunları, Kur'an kıssalarından biriymiş gibi anlatmalarını garipsiyoruz. Bu masallar Peygamberlik makamındaki Hz. 216[29]

'Sâd: 38/21-24

Dâvud a.s )a hiç yakışır mı? Çünkü Yüce Allah, Hz. Dâvud (a.s) hakkında: "O, ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi, " (Sa 'd: 38/30), "Yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır." (Sa 'd: 38/25), ve "Ona, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici konuşma kabiliyeti vermiştik " "(Sa 'd: 38/20) buyurmuştur. 217[30] Bundan daha garip olanı; Hz. Dâvud (a.s) hakkında buna benzer açık hikaye ve iftiralara Tevrat'ta rastlamamrzdır. Çünkü Tevrat'ta Hz. Dâvud (a.s) ile ilgili yine şöyle bir iftira geçmektedir: "Dâvud, putperest hanımlarının isteklerini yerine getirmek için put tapmağına girip orada dini ayinlere katılıyordu." Derim ki: Alimlerin rivayetleri naklederken onların kaynağını araştırmaları özellikle de Ehli kitabın kitaplarında geçen İsrâili hikayeleri alıp anlatırken (naklederken)çok dikkatli olmalıdırlar. Çünkü Semavi kitapların içerisine tahrif ve bozulma girmiştir.Bu tür hikayelerin hepsi, temiz islamm temiz akidesine aykırı olup batıl ve reddedilmiş haberlerdir. 218[31] Hz. Dâvud (a.s)'ın Ölümü: Ehli kitap: "Dâvud, 77 yıl yaşadı, sonrada öldü" der. İbn Cerir, bu görüşü kabul etmeyip şöyle der: "Bu görüşte bir yanlışlık var. Çünkü Hz. Dâvud (a.s), 100 yıl yaşadı. Bu, İmam Ahmed'in rivayet ettiği şu hadiste geçmektedir: "Âdem, kendi zürriyeti, belinden çıkartıldığı zaman aralarında peygamberleri gördü, bu peygamberler arasında parlak yüzlü birisini görüp: - 'Ey Rabbim! Bu da kimdir?' diye sordu. Cenabı Allah'ta: - 'Bu, senin oğlun Dâvud'dur' diye cevap verdi. Adem: - 'Ey Rabbim! Bunun ömrü ne kadar olacaktır' diye sordu. Allah: - 'Altmış yıl olacaktır' diye cevap verdi. Adem: - 'Ey Rabbim! Bunun ömrünü artır' dedi. - 'Hayır, olmaz. Ancak senin ömründen alıp onunkine katarım' dedi. Âdem peygamberin ömrü, 1000 yıl idi. Cenabı Allah, onun ömründen 40 yılı alıp Dâvud'unkine ekledi. Bu hesaba göre, Âdem'in ömrü sona erdiğinde, ölüm meleği, Âdem'in ruhunu teslim almak için yanma geldi. Âdem: 'Daha benim 40 yılım var' dedi. Kendi ömründen 40 yılı Dâvud peygambere verdiğini unutmuştu. Bunun üzerine Cenabı Allah, Âdem'in ömrünü yine 1000 yıla ve Dâvud'unkini ise, 100 yıla tamamladı. 219[32] Hz. Dâvud (a.s)'m hükümdarlığı böylece 40 yıl daha sûrdu. Allah'ın salat ve selamı, onun ve diğer peygamberlerin üzerine olsun. 220[33]

217[30]

Bu uydurma iftira ite ilgili olarak b.k.z: M. Ali Sâbûnî, Safvetü't-Tefasir, 3/54

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 631-635. Tirmizî, Tefsiru Sure-i A'râf 2 ; Müsned: 1/252, 299, 371; İbn Sa'd, Tabakât, 1/28-29; İbn Kesir, el-Bidaye: 2/46; İbn Cerir et-Taberi, Tarihu’r-Rusul ve’l-muluk: 1/252 (ç). 218[31] 219[32]

220[33]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 636-637.

Hz. SÜLEYMAN (A.S) "Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşmuş orduları Süleyman'ın hizmetine toplandı; hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu." (Nemi: 27/17) Hz. Süleyman (a,s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Süleyman (a.s)'ın ismi, Kur'ân-ı Kerîm'de; Bakara, Nisa, En'âm, Enbiyâ, Nemi, Sebe' ve Sâd Surelerinin 16 yerinde geçmektedir. 221[1] Hz. Süleyman (a.s), İsrail oğulları peygamberlerindendir. Allah, ona, peygamberlik ve hükümdarlık vermiştir. Bu iki . özellik kendisinde de babası Hz. Dâvud (a.s)'da da bulunuyordu. Hükümranlığı ve ülkesi geniş, saltanatı güçlü idi. Allah, ondan sonra hiç kimseye bu kadar büyük saltanat vermemiştir. Çünkü Allah, Hz. Süleyman (a.s)'in (bununla ilgili yaptığı) duayı kabul edip ondan sonra hiçbir kimseye vermediği bu büyük hükümranlık ve saltanatı Sâdece ona vermiştir. Nitekim Yüce Allah, bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Süleyman: 'Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen, daima bağışta bulunansın ' dedi. Bunun üzerine Biz de, (ona;) istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. 'İşte Bizim bağışımız budur, ister ver, ister tut hesapsızdır' dedik. 222[2] Hz. Süleyman (a.s)'in Soyu: Hz. Süleyman (a.s)'m soyu; Süleyman b. Dâvud b. İşâ b. Uveyd. şeklinde olup Hz. Ya'kûb'un oğlu Yehûzâ'nm soyundan gelmektedir. Sonuç olarak ise, soyu, Hz. İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. Ehli kitap, Hz. Süleyman (a.s)'m soyunu uzunca bir şekilde nakledip onun, "büyük bir hikmet sahibi bir kimse olduğunu" söylerler. İşte bundan dolayıdır ki, ona, "Süleyman Hakîm" derler. Kesinlikle "Peygamber" lakabını takmazlar. 223[3] Hz.Süleymân (a.s)'ın (Adaletli) Hüküm Vermesi: Hz. Dâvud (a.s), oğlu Süleyman'a; kendisinin yerine hükümdar olmasını vasiyet etti. Hz. Dâvud (a.s) ölünce, Hz. Süleyman (a.s) 12 yaşında hükümdar oldu. İbnü'1-Esîr ise, "el-Kânıil" adlı eserinde; Hz. Süleyman (a.s)'in, 13 yaşındayken hükümdarlığa geçtiğini kaydetmektedir. 224[4] Hz. Süleyman (a.s); yaşının küçük olmasına rağmen üstün akıl ve zeka sahibi birisi idi. Organizasyonu ve yönelimi güzeldi. Çünkü Allah, ona, daha küçükken bile hüküm verme ve güzel yargılama kabiliyeti vermişti. Kur'ân-ı Kerîm, onun bu üstün özellik ve zekasının bir kısmından bahsetmektedir. Bu olay, babası Hz. Davud'a bir fetva sorulması sırasında gerçekleşmiştir. Bu olay 221[1]

Bununla ilgili olarak b.k.z: Bakara: 2/102, 102; Nisa, 4/163; Errâm: 6/84; Enbiyâ: 21/78, 79. 81; Nemi: 27/15, 16, 17, 18, 30, 36, 44; Sebe': 34/12; Sâd: 38/30, 34 Hz. Süleyman (a.s)'ın kıssası ise şu sürelerde geçmektedir: Bakara: 2/102-103; Enbiyâ: 21/78-82; Nemi: 27/15-44; Sebe': 34/12-34; Sâd: 3S/30-40 (ç) Sâd: 38/35-39

222[2]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 638-639. 223[3]

Neccâr, Kasasu’l-Kur’an, s. 318

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 639. 224[4]

Îbnü'1-Esîr ise, el-Kâmil, 1/228-229 (ç)

hakkında; babası başka bir şekilde ve Hz. Süleyman ise bir başka şekilde cevap verdi. Fakat Hz. Süleyman'ın cevabı, hakkı daha iyi ihtiva ediyor ve doğruya daha yakın idi. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekin (tarlasının) içine dağılıp (ekine) zarar vermişti. Biz, onların (bu konuda verdikleri) hükmü görüp bilmekte idik. (Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik. Çünkü Biz, Davud'a ve Süleyman'a, hüküm (peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik." Yüce Allah'ın, "(Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik" ifadesi; Süleyman'ın verdiği hükmün, daha doğru olduğunu gösterir. "Çünkü Biz, Davud'a ve Süleyman'a, 'hüküm' (adaletli hüküm verme kabiliyeti = hükümranlık) ve 'ilim' verdik 225[5] ifadesi ise; onların her ikisinin de, Allah tarafından bahşedilmiş hüküm ve ilim sahibi olduklarını gösterir. Tefsirciler, bu olayı detaylı bir şekilde şöyle anlatmaktadırlar: Bir adamın koyunları bir gece vakti bir kavmin ekin tarlasına girip orada bulunan ekinleri yemişler ve ekinleri yok etmişler. Davalı taraf, Süleyman'ında orada olduğu bir sırada Dâvud peygambere gelip olayı olduğu gibi ona anlatmışlar. Bunun üzerine Dâvud Peygamber, koyunları, geceleyin telef edilen ekinin yerine tarla sahibine verilmesine karar verdi. O sırada 11 yaşında olan Süleyman Peygamber bu kararın dışında şöyle bir karar belirtmiş: "Koyunları, ekin sahibine ver. Onların sütlerinden, yavrularından ve yünlerinden faydalansınlar. Ekin tarlasını da, koyun sahibine ver. Eski haline gelinceye kadar onu ıslah edip düzeltsin. 226[6] Bu karar, her iki taraf içinde daha iyi idi. Çünkü bunun sonucunda; koyun sahibi, koyunlarına sahip olacak ve tarla sahibi de, tarlasına sahip olacaktı. Yine Hz. Süleyman'ın hüküm ve karar vermedeki görüşünün doğruluğu ile ilgili Buhârî ile Müslim'de, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "(Dâvud Peygamber döneminde) iki kadın vardı. Bunların iki de oğlu vardı. Bir kurt gelerek birinin oğlunu götürdü. Büyük olan kadın, küçük olana: - 'Kurt senin çocuğunu götürdü' dedi. Küçük olan kadın ise: - 'Hayır, senin oğlunu götürdü' dedi. Aralarında anlaşamayınca, Dâvud peygambere başvurdular. Dâvud Peygamber, çocuğun büyük kadına ait olduğuna karar verdi. 227[7] Bunun üzerine bu iki kadın, (daha iyi bir sonuç almak için) Süleyman peygamberin yanına gittiler. Süleyman Peygamber (onların davalarını dinledikten sonra): - 'Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölüp aranızda bölüştüreceğim' dedi. Küçük olan kadın: - 'Yapma. Allah aşkına, çocuk onun olsun' dedi. Bunun üzerine Süleyman Peygamber, çocuğu, küçük kadına verdi. 228[8] Bu olay, doğru ve hile yolunu ortaya çıkarmadaki açık üslubu göstermektedir: Hz. Dâvud (a.s), büyük kadının delili, küçüğünkinden daha güçlü olduğu için büyük kadın lehine karar vermişti. Çünkü büyük kadın, kendi açısından hakkı açığa çıkarmada bazı kanıtları olduğunu ortaya çıkarıyor. Hz. Süleyman (a.s) ise hak sahibini ortaya çıkarmada mükemmel bir yöntem tutuyor. Çünkü bu iki kadın, olayı (çözüme kavuşturması için) Hz. Süleyman'a geldiklerinde, onlara: 225[5]

Enbiya: 21/78-79

226[6]

Bununla ilgili olarak b.k.z: tbn Kesîr, Tefsr, 3/186-187; Nesefî Tefsir 3/85-86

227[7]

Alimler, Hz. Davud'un, çocuğu, büyük kadına vermesi hususunda şu görüşleri Hen sürmüşlerdir:

1- Çocuk, büyük kadına benziyor olabilir. 2- O zamanın şeriatm-da büyük olanları tercih hükmü olabilir. 3- Çocuk, büyük kadının kucağında «elmis olduğundan dolayı olabilir. 228[8]

Buhari, Enbiya 40; Müslim, Akdiye 20 (1720); İbnu’l-Esir, el-Camiu’l-usul, 8/520.

"Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölüp aranızda bölüştüreceğim1' demişti. Bunun üzerine büyük kadın, gafletinden ve aptallığından susmuştu. Küçük kadın ise annelik şefkatinden ve merhametinden dolayı hiç düşünmeden: "Yapma. Allah aşkına, çocuk onun olsun" demişti. Bunun üzerine Hz. Süleyman, çocuğun onun olduğu üe ilgili olumlu kanaat elde edip çocuk hakkındaki hükmü küçük kadın lehine vermişti. Çünkü Hz. Süleyman, kadının çocuğa olan şefkati sebebiyle çocuğun kadına ait olduğunu anlayıp küçük kadın lehine karar vermişti. 229[9] Hz. Süleyman (a.s)'m Beytü'l-Makdisi Yaptırması: Hz. Süleyman (a.s), babası Hz. Davud'un vasiyetini yerine getirmek için, hükümdarlığının dördüncü yılında Beytü'l-Makdisi inşa etmeye başladı. 230[10] Bu hususta çok mal harcadı. Binayı yedi yılda bitirdi. Kudüs şehrinin etrafına surlar yaptırdı. Rivayet edildiğine göre; "Süleyman Peygamber, Beytü'l-Makdis'i inşa etme işini bitirince, Yüce Allah'tan üç şey istedi. Bunların ikisini ona verdi. Bunlar: 1. (Allah'tan,) kendi hükmü gibi doğru ve isabetli) hüküm verebileceği bir güç istedi. Allah'ta, bunu yalnızca ona verdi. 2. (Yine Allah'tan,) kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık vermesini istedi. Allah'ta, bunu yalnızca ona verdi. 3. Mescidin yapımını tamamladıktan sonra mescidine gelip de sadece namaz kılmak için hareket eden bir kulu, annesinden yeni doğmuş gibi günahsız olarak oradan çıkarmasını istedi. (Fakat Allah, bunu, ona vermedi.)" 231[11] îbn Kesîr, bu rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: "(Peygamber Efendimiz:} 'İşte Cenab-ı Allah'ın, bunu bize vermiş olacağını ümit ederiz' buyurdu." Hz. Süleyman (a.s) Beytü'l-Makdis'in inşaatını bitirince, "hükümdarlık sarayını" yaptı. Tarihçiler derki: Hz. Süleyman (a.s), bu hükümdarlık sarayını 13 yılda tamamladı. Ayrıca "kurban kesme yeri" yaptırdı. Çünkü Hz. Süleyman (a.s), "onarım ve bayındırlık" işlerine çok büyük önem verirdi. (Bunun yanı sıra birde,) "deniz filosuna" sahipti. Tarihçiler derki: Hz. Süleyman (a.s), Hindistan'dan kendisine altın, gümüş ve ticaret eşyası getiren "bir gemiye" sahipti. Savaş için "at" besleyip hazırlamaya da özel bir titizlik gösteriyordu. Onun şeriatında kadınların sayısı ile ilgili bir sınırlama olmadığından ipekli sırmalı çok sayıda hanımı Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 639-642. îbn Kesîr'in de belirttiği üzere; Mescidi Aksa'yı İlk defa inşa edip yaptıran kişi-Hz. Süleyman olmayıp Hz. Ya'kûb (a.s)'dır. Çünkü Hz. Ya'kûb (a.s)'ın kıssasında da geçtiği üzere, Mescidi Aksa'yı İlk yapan kişi, Hz. Ya'kûb (a.s)'dır. Hz. Sülgmân'm Mescidi Aksa üe ilgili yaptığı şey, sadece onarma ve yenileme faaliyetinde bultn maktan ibarettir. Çünkü bir hadisi şerifte Ebu Zerr el-Gıiarî, Resululah (s.a.v)'e: "Ey Allah'ın Resulü! Yeryüzünde ilk inşa edilen Mcscid, hangisidir?" diye sordu. Resululah (s.a.v): 229[9]

230[10]

- "Mescidi Haramdır" buyurdu. Ebu Zerr: - "Ondan sonra hangisidir?" diye tekrar sordu. Resululah (s.a.v)'de: - "Beytül-Makdistir" diye cevap verdi. Ebu Zerr tekrar: - "Bu iki mescid arasında ne kadar bir zaman geçmiştir?" diye sordu. Resululah (s.av) de: - "40 yıl" diye cevap verdi. (Buhari, Müslim, Nesai, îbn Mace) O halde Mescidi Haram'i ilk inşa eden kişi, Hz. İbrâhîm (a.s) olmaktadır. Çünkü Mescidi Haram'm, Hz. İbrâhîm (a.s)'dan Önce yapıldığı ile ilgili rivayetler, asılsızdır. Ayrıca Ku'an-ı Kerim ayetleri de, Mescidi Haram'ın, Hz. İbrâhîm (a.s) tarafından yapıldığını ifade etmektedir. O halde tarihi açıdan Hz. Süleyman ile Hz. İbrâhîm arasında 1000 yıldan iâzla bir zaman dilimi vardır. Bundan dolayı da Hz. Süleyman'm, BeytÜ'lMakdis Mescidini, ilk defa yapması ilgili tarihi rivayetler, yukarıda geçen hadise ters düşmekt-dir. Buna göre Beytül-Makdis Mescidinin, ilk defa Hz. Ya'kûb tarafından yaptırıldığı ile ilgili rivayet, doğruluk bakımından daha ağır basmaktadır. Çünkü Hz.' ibrâhîm ile Hz. Ya'kûb arasında yaklaşık olarak 40 yıl kadar bir zaman dilimi vi-dır. Ki bu da, en doğru olandır, (ç) 231[11]

Nesâî, Mesacid 6; İbn Mâce, İkame 196; Müsned: 2/176

vardı. Resulullah (s.a.v)'in bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dâvud oğlu Süleyman şöyle dedi: Ben bu gece 100 hanımımla ilişkide bulunacağım. Onlardan her biri, bir erkek çocuk doğuracaktır. O çocuklar, Allah yolunda kılıçla cihad edeceklerdir. Fakat bunu söylerken 'inşallah' demedi. O gece 100 hammıyla ilişkide bulundu. Onlardan hiç biri çocuk doğurmadı. Sadece içlerinden birisi, yarım bir insan doğurdu." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer 'inşallah' deseydi, hanımlarından her biri, Allah yolunda kılıçla savaşacak bir erkek çocuk doğururdu. 232[12] Yüce Allah'ın Hz. Süleyman (a.s)'a Verdiği Nimetler: Cenab-ı Allah, Hz. Süleyman (a.s)'a, büyük nimetler ve meziyetler sundu. Bunu da, onu, büyüklüğe ve şerefliliğe bir ad olması için ve yüce bir hükümdar görüntüsü vermek için yapmıştı. Çünkü Yüce Allah, ona, büyük imkanlar bahşetmek suretiyle ona dünya ve ahiret üstünlükleri sağlamıştır. İşte Yüce Allah'ın, Hz. Süleyman (a.s)'a bahşettiği bazı nimetler şunlardır: Birincisi: Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s)'a, peygamberlik verdiği gibi onu, babasının saltanatına ve hükümdarlığına mirasçı kılması. Böylece Hz. Süleyman (a.s), hem Peygamber ve hem de hükümdar olup iki şerefi bir arada toplamıştır. Yüce Allah'ta bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Süleyman, Davud'a (hem peygamberlik, hem ilim ve hem de hükümdarlık bakımından) mirasçı oldu. " 233[13] İbn tCesîr bu konu ile ilgili olarak ise şöyle der: "Yani Hz. Süleyman, peygamberlik ve hükümdarlık bakımından Hz. Davud'a mirasçı oldu. Buradaki mirasçılıktan kasıt, mal bakımından olan mirasçılık değildir. Çünkü Hz. Davud'un, Hz. Süleyman'dan başka oğullan da vardı. Durum böyle olunca, Hz. Davud'un malı, sadece Hz. Süleyman'a miras olarak kalacak değildi. Ayrıca sahîh hadiste sabit olduğuna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'Biz peygamberler topluluğu, miras bırakmayız. Bıraktık-larımız olursa da, o sadakadır. 234[14] Doğru konuşan ve.sözü tasdik edilen Peygamber Efendimiz, (burada) peygamberlerin mallarının miras olarak bırakılmayacağını haber vermektedir. "Bilakis onların bıraktıkları mallar, kendilerinden sonra yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine sadaka olarak verilir. 235[15] İkincisi: Allah'ın, Hz. Süleyman (a.s)'a, kuş dili ile diğer hayvanların lisanlarını 236[16] öğretmesi. Böylece Hz. Süleyman (a.s), kuşların ve hayvanların konuşmalarını, diğer insanların anlamadığı bir şekilde anlardı. Hüdhüd, karınca ve diğer hayvanlarla konuştuğu gibi bazen diğer hayvanlarla da konuşurdu. İbn Asâkir'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Süleyman Peygamber, yoldan geçerken erkek bir serçenin, dişi bir serçenin etrafında dolanmakta olduğunu gördü. Yanında bulunanlara: - 'Bu erkek serçenin ne dediğini biliyor musunuz?' diye sordu. Etrafındakiler: - 'Ey Allah'ın peygamberi! Ne diyor?' diye karşılık verdiler. Süleyman Peygamber: 232[12]

Buhârî, Nikah 119; Müslim, Eyman 22, 24; Nesâl, Eyman 43; Tirmizî, Nüzur 7. Bazı rivayetlerde ise "Geceleyin 90 hanımımla ilişki de bulunaoğım" ifadesi geçmektedir. Bununla ilgili olarak ise b.k.z: İbrü'1-Esir, el-Camiu'I-Usul, 11/665 (Bazı rivayetlerde, Hz. Süleyman'ın, yukarıdaki arzusınu 60, 70, 90, 100, hatta 700 ve 1000 hanımı için kullandığına dair ifadeler var. Bu rra-yetler, en hızlı bir şekilde olsa dahi bir gece de bu kadar kadını dolaşmanın imkansız oluşu ve "İnşallah" demenin çocukların doğumunu engellemesi gibi ifadelerden ötürü eleştirilere uğramıştır. Her nekadar bu kadar bir kadm bir gecede dolaşılması "mucize" ile açıklanmak istenmişse de, yine de kabule şayan bulunmamıştır. Bununla ilgili olarak b.k.z: Doç. Dr. Abdullah Aydemir, a.g.e. s. 188-189; İbn Kesir, Tarih, 2/29-30; Abdulvehhab en-Neccar, a.g.e, s. 33i) (ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 642-644. 233[13] 234[14]

Neml: 27/16. Buharı, Meğazi 14, 38; Müslim, Cihad 51, 52; Ebu Dâvud, İmara I9 (ç)

235[15]

İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/218

236[16]

Buna, "Ve bize, her şeyden (bolca bir pay) verildi." (Nemi: 27/16) ayeti delil olarak gösterilmiştir, (ç)

- 'Erkek serçe, dişi serçeyi istiyor ve ona: 'Benimle evlenirsen, seni, Şam'da dilediğin eve yerleştiririm' diyor. Çünkü Şam'ın evleri, güzel taşlarla inşa edilmiştir. Oralara herkes giremez. Ancak bir dişi ile evlenmek isteyen her erkek, mutlaka yalan söyler. 237[17] Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Süleyman, Davud'a (hem. peygamberlik, hem ilim ve hem de hükümdarlık bakımından) mirasçı oldu. Dedi ki: 'Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi. Ve bize, her şeyden (bolca bir pay) verildi. İşte bu, açık bir lüiuftur." 238[18] Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Süleyman 'm cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu) karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: 'Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler' dedi. (Süleyman,) karıncanın bu sözüne gülümsedi....." 239[19] Üçüncüsü: Yüce Allah'ın, Hz. Süleyman (a.s)'a, daha küçük yaşta Adaletle hükmetmeyi vermesi. Buna; daha önce de naklettiğimiz, Kur'ân-ı Kerîm'in, "(Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik" (Enbiyâ: 21/79) şeklinde hakkında hüküm verdiğini ikrar ettiği olay ile daha öncede geçtiği üzere bir kurdun iki kadının birisinin çocuğunu alıp götürmesi hakkında verdiği hüküm ile ilgili olay delil teşkil etmektedü". Dördüncüsü: Yüce Allah'ın, rüzgarı Hz. Süleyman (a.s)'m emri altına vermesi. Rüzgarı, dünyanın hangi tarafına isterse o tarafa estiriyor ve böylece kısa zamanda uzak mesafeleri kat ediyordu. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Süleyman 'a, sabah gidişi bir aylık mesafe ve akşam dö-nüsü de bir aylık mesafe olan rüzgarı emrine verdik. " 240[20] Ayetin anlamı şöyledir: Hz. Süleyman, bu rüzgar ile sabahtan öğleye kadar bir aylık mesafeyi kat ediyor ve öğleden akşama kadar ise bir aylık mesafeyi kat ediyordu. Böylece de bir günde iki aylık mesafe kat ediyordu. Hasan el- Basri derki: "Süleyman Peygamber sabahleyin Şam'dan hareket eder, öğleye doğru İstahr denilen yere konaklar. Orada öğle yemeğini yerdi. Akşama doğru oradan dönerek Kabil'de gecelerdi. Şam ile îstahr arası, bir aylık mesafedir. Yine İstahr ile Kabil arası da bir aylık mesafedir." İbn Kesîr bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Hz. Süleyman'ın, tahtadan yapılma (çok büyük) bir tahtırevanı ( ya da uçan halısı) vardı. İstediği bütün köşkleri, çadırları, mallan, atlan, develeri, (insanlardan ve cinlerden oluşmuş) Adamları, bunların dışında hayvanları ve kuşları ona yükleyebiliyordu. Bir yolculuğa çıkmak istediğinde, (yukarıda sayılan şeyleri ona yükler ve) rüzgar da onu (alıp istenilen yere) götürürdü." Derim ki: Bu, o kadar garip ve acayip bir şey olmayıp Allah'ın kudretinin yanında çok basit bir şeydir. Kaldı ki bugün insanlar, uzak memleketlere jet uçağıyla gidebilmektedir. Bir beldeden diğer uzak bir beldeye hızlı bir şekilde yol alabilmektedir. Bunun bir benzeri olarak; Allah'ın, rüzgarı, bir vasıta olarak peygamberi Hz. Süleyman (a.s)'a vermesi, inkar edilemez. Çünkü rüzgarın Hz. Süleyman'ın emri altına verilmesi olayı, Hz. Süleyman (a.s)'a mahsus kılman mucizelerden sadece biridir. Üstad Neccâr, "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında tahtırevan (uçan halı) olayını kabul etmemektedir. Halbuki Allah'ın kudreti, nice garip ve acayip şeyleri meydana getirdiğine göre bunu inkar etmeye hiç de gerek yoktur. Biz, -Kur'an'mda belirttiği- rüzgarın, Hz. Süleyman'ın, emriyle uzak mesafeleri kısa zamanda yol aldığına inanırız. Ama rüzgar, tahtırevanı nasıl alıp götürür? Tahtırevanla köşkleri nasıl taşır? Atları nasıl götürür? Bu konuları Allah'a bırakır, Kur'an'in bu konuda anlattıklarını nakletmekle yetiniriz. Zira Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Süleyman'a, fırtınayı (boyun eğdirmiştik. Bu fırtına) Süleyman'ın emriyle, içinde bereketler 237[17]

238[18]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/19

Neml: 27/16 Neml: 27/18 240[20] Sebe': 34/12 239[19]

yarattığımız vere akıp gi-derdi. 'Biz, her şeyi (yapmasını)' biliriz. " 241[21] Biz, Üstad Neccâr'da dahil, mucizeleri ve acayip olaylan kabul ederiz. Fakat biz, bu konuda ölçülü davranmalıyız ve aşırıya kaçmamalıyız. Belki de Üstad Neccâr'in, bu tahtırevan meselesini kabul etmemeye sevk eden şey; bazı hikayecilerin bu tahtırevanı acayip ve garip bir biçimde anlatması veya bazı tefsircilerin de bu tahtırevanın özellikleri hakkında anlatılanlara dayanmadaki aşırılıkları olabilir. Beşincisi: Yüce Allah'ın, cinleri ve şeytanları Hz. Süleyman (a.s)'m emri altına vermesi. Bunlar, H. Süleyman (a.s)'a, mücevherler ve kıymetli mercanlar çıkarmak için denizlere dalıyorlar ve insanoğlunun gücünün yetemeyeceği; yüksek gökdelenler, büyük saraylar, yerinden oynatılamayan sağlam kazanlar, havuzlara benzer büyük çanaklar vb. işler yapıyorlardı. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Süleyman 'a, sabah gidişi bir aylık mesafe ve akşam dönüşü de bir aylık mesafe olan rüzgarı (emrine verdik.) Yine Süleyman için, erimiş bahri da kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, Süleyman 'in önünde çalışırdı. Onlardan kim, emrimizden sapsa, ona, alevli azabı (attırırdık. Onlar, Süleyman 'a; kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, yerinden oynamayan sağlam kazanlardan ne dilerse yaparları. Ey Dâvud ailesi! Şükredin. Çünkü (verdiğim nimetlere karşı) şükreden azdır. " 242[22] Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s)'ı, bütün şeytanların üzerine otorite yapması sebebiyle; Hz. Süleyman (a.s.,) onlardan dilediğini zor işlerde çalıştırıyor ve insanlara kötülük yapmalarını engellemek için de onlardan dilediğini zincirlere bağlıyordu. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(Süleyman için) bina kuran ve (denizlerden mücevherler ile değe.rli süs eşyaları çıkarmak için) dalgıçlık yaparı şeytanları ve demir zincirlere bağlı diğerlerini (onun emrine verdik)- 243[23] Bu özellik, Hz. Süleyman'dan başka hiçbir peygambere verilmemiştir. İşte bu; büyüklüğün zirvesi ve dün ya daki hükümdarların otorite ile hükümranlıklarının son noktasıdır. Bu sebepledir ki, hükümdarlardan hiç birisi Hz. Süleyman'ın elde ettiği mertebeye ulaşamamıştır. (Hz. Süleyman'ın bu özelliği ile ilgili olarak) İmam Buharı, Sahîh'inde Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Geçen gece cinlerden bir ifrit, namazımı bozmak için karşıma çıktı. Allah'ta bana imkan verip onu yakaladım ve hepinizin onu görmesi için caminin direklerinden birine bağlamak istedim. Hemen o anda kardeşim Süleyman (Peygamberin: 'Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver." (Sâd: 38/35) şeklindeki duasını hatırladım. Bu sebeple de onu (orada) köpek kovar gibi bırakıverdim." 244[24] Altıncısı: Yüce Allah'ın, Hz. Süleyman için, erimiş bakın, kaynağından sel gibi akıtması. Bakır, Hz. Süleyman için, suyun fişkırdığı gibi özel bir kaynaktan erimiş olarak fışkırıyordu. Hz. Süleyman ise onu dilediği şekilde kullanıyordu. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Süleyman için, erimiş bakın da kaynağından sel gibi akıttık. " 245[25] İşte bu, Hz. Süleyman 'a özgü bir özellikti. Nitekim Allah, babası Davud'a da demiri yumuşatmıştı. Bu sebeple de demiri, ateşe ve çekice gerek duymadan elinde hamur gibi istediği şekle sokabiliyordu. Bununla ilgili olarak ise Allah şöyle buyurmaktadır: "Davud'a da demiri yumuşattık." 246[26] 241[21]

Enbiyâ: 21/81

242[22]

Sebe’: 34/12-13

243[23]

Sâd: 38/37-38

244[24]

Buhârî, Enbiyâ 40, Salât 75; Müslim, Mesâcid (541); Müsned: 2/298 Sebe': 34/12 Sebe': 34/10 (Merhum Mevdudi, Hz. Davud'a demirin yumuşatılması ile ilgili olarak şöyle der: "Bu gerçek, arkeolojik ve tarihi araştırmalarla da desteklenrnekfc-dir. Çünkü bu araştırmalara goie, Demir Devri,'MÖ. 1200 ile 1000 yıllan arasında başlamıştır. Bu da, Hz. Davud'un yaşadığı dönemdir. İlk önce

245[25] 246[26]

Abdullah ibn Abbas'ın anlattığına göre; (ayette geçen) "el-Kıtr" (Erimiş bakır) kelimesi, "en-Nuhâs" (Bakır) anlamındadır. Bu erimiş bakır kaynağı, Yemen'dedir. Bu kaynağı, Cenab-ı Allah, Hz. Süleyman için (yerden) fışkırttı. Bunun üzerine Hz. Süleyman, bu erimiş bakırı kaynağından alıp binalar ve başka şeyler yapmada kullanıyordu. 247[27] Bazı alimler der ki: "Belki de bu erimiş bakır kaynağı, volkanik ülkededir." Yedincisi: Hz. Süleyman (a.s)'m; insanlardan, cinlerden ve kuşlardan oluşmuş bir ordusunun bulunması. Hz. Süleyman (a.s), onların yapacağı işleri düzenler ve işlerini ayarlardı. Bir sefere çıkacağı zaman, onlar, toplu bir merasim alayı şeklinde onunla birlikte çıkarlardı. Askerler ve görevliler, her taraftan olacak şekilde Hz. Süleyman'ı bir halka içerisine alıp insanlar ve cinler, onunla birlikte yürürlerdi. Kuşlar ise, kanatlarıyla Hz. Süleyman'ı sıcaktan koruyorlardı. Bu ordu birlikleri içerisinde her gruba ait liderler ve başkanlar vardı. Onlar, ihtişamlı günlerde ve askeri törenlerde orduyu harekete geçirirlerdi. Gözler, bunun bir benzerini daha görmemişti... Kur'ân-ı Kerîm, bize; Hz. Süleyman'ın, bu ordusuyla bir sefere çıktığı esnada bir karınca vadisinden geçerken bir karıncanın arkadaşlarıyla konuşması ve Hz. Süleyman'ın ise bu karıncanın konuşması ve arkadaşlarını (Süleyman'ın ordusundan korunmak için yuvalarına kaçmaları şeklinde yaptığı) uyarışını anlayıp bu konuşmadan dolayı tebessüm etmesi ve Allah'ın, kendisine bol bir şekilde bu büyük nimeti vermesi sebebiyle O'na şükretmesi ve bu nimete karşı yaptığı teşekkürü yerine getirebilmeyi Rabbinden istemesi ile ilgili olayı bize anlatmıştır. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşmuş orduları, Süleyman 'in hizmetine toplandı. Hepsi bir arada (onun etrafında) düzenli olarak sevk ediliyorlardı. Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit, bir karınca: 'Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin. Yoksa Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin' dedi. (Süleyman) karıncanın bu sözüne gülümseyerek: 'Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni, Salih kulların arasına kat' dedi. 248[28] İbn Kesîr derki: "Ayeti kerimenin bağlamından anlaşıldığı üzere; Hz. Süleyman'ın, alay kıtası içerisinde ata binili olduğuna ve -bazılarının da iddia ettiği gibi- tahtırevan üzerinde olmadığına, eğer tahtırevan üzerinde olsaydı karıncaya ondan bir zarar gelmeyecekti. Çünkü tahtırevan üzerinde ihtiyaç duyduğu askerler, atlar, develer, yükler, çadırlar, davarlar ve bütün bunların üzerinde kuşlar vardı. Nitekim Allah, izin verirse bu konuyu ileride açıklayacağız. 249[29] Özetle; Hz. Süleyman (a.s), ayeti kerimede sözü edilen karıncanın, kendisiyle ve ordusuyla ilgili; ayaklar altında kalıp ezilmemeleri için arkadaşlarına, yuvalarına girmelerini söylemesi ve sonrada "Yoksa Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" (Nemi: 27/17) şeklinde hem Hz. Süleyman'ın şahsma ve hem de iyi ordusuna karşı anlayışlı ve saygılı olduğunu gösterir İşte bu; ayeti kerimede sözü edilen karıncanın, Hz. Süleyman ile ordusuna karşı saygılı olduğuna ve iyi kimseler ile kötü kimseleri ayırt etmesine bir delil değil midir? Süddi'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Süleyman Peygamber zamanında insanlara kıtlık geldi. Suriye ve Anadt-lu'da M.Ö. 2000-1200 yılları arasında yaşayan Hititler, demiri eritip şekil vermek için bir metod icat etmişler. Fakat bunu diğff insanlardan gizlemişler. Bu nedenle de demir, yaygm bir kullanıma geçmemiştir. Daha sonra Filistinliler de demiri kş-fetmiş, fakat onlarda bunu bir sır olarak saklamışlardı. İsrail oğulan hükümdarı Tâlût'un (Seul), Hititlere ve Filistinlilere defalarca yenilmelerinin nedeni, karşıh-rmdakilerin savaşlarda demiri kullanmasıydı. M.Ö. 1020'de Tâlût (1004965) Allah'ın eınri İle İsrail oğullarının hükümdarı olduğunda Sâdece tüm Filistin'i ve İi-dün'ü değil, Suriye'nin bir bölümünü de İsrail krallığım kattı. İşte o zaman Hititle-rin ve Filistinlilerin bu kadar gizledikleri zırh (ve kılıç) yapımı sırrı açığa çıktı ve demirden günlük ucuz eşyalar bile yapılmaya başladı. Filistin'in güneyinde demir madenleri bakımından zengin bir bölge olan Edom'da yapılan yeni arkeolojik kazılar, demir eritme ve şekil verme İşleminde kullanılan ocaklan ortaya çıkarmıştır." Yine Akabe körfezinde, Elat'ın yakınlarında Hz. Süleyman (a.s) zamanında bir iiman olan "Ezion-Geber"de yapılan kazılarda açığa çıkan bir ocağın, bııgüıkü modern eritme fmıllannda kullanılan yöntemlere uygun bir ştkilde inşa edildiği sanılmaktadır."Mevdudi, Tefhimırl-Kuran, 3/322-323) 247[27]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve!n-Nihâye, 2/28

248[28]

Neml: 27/17-19

249[29]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve:n-Nihâye, 2/28

Bunun üzerine Süleyman Peygamber, halka, yağmur duasına çıkmaları için emir verdi. Halkta yağmur duasına çıktı. Yolda giderken, bir karıncanın, ayaklan üzerine dikilip ellerini açarak: - 'Allahım! Ben, Senin yaratıklarından biriyim. Biz, Senin lütfuna muhtacız" şeklinde dua ettiğini gördüler. Bunun üzerine Süleyman Peygamber, (etrafinda bulunanlara): - 'Haydi geri dönün. Şu karıncanın yüzü suyu hürmetine üzerinize yağmur yağacak' dedi. 250[30] Hz. Süleyman (a.s)'ın, Sebe' Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası: Kur'ân-ı Kerîm, bize, Sebe' kraliçesiyle aralarında geçen kıssayı anlatmıştır. Bu kıssadan; hükümdarlar ve büyük kimseler için ince bir anlam olduğu, hükümranlığının Beytü'lMakdis'ten Yemen sınırlarına kadar geniş olup hükümdarların ve kralların ona boyun eğdiğini, hükümdarlığını İslama davet aracı olarak kullandığını; hiçbir kafir hükümdar, zorba kral ve güçlü bir sultan bırakmaksızın hepsini Allah'ın dinine girmeye davet ettiğini, bunlardan her kim de bu daveti kabul etmemişse ona karşı kılıcı güzel bir hakem olarak kullandığını, böylece Allah'ın dinini dünyanın her bölgesine ve her yanma yaydığını bildirme yer almaktadır. Ordusunun; insanlardan, cinlerden ile kuşlardan oluştuğunu, bunlardan her birinin ayrı bir görevi olduğunu ve bunların hepsinin, orduların hükümdarlarına yaptığı gibi, Hz. Süleyman'ın yanında her an hazır olduklarını ve nöbet tuttuklarını daha önce belirtmiştik. Abdullah ibn Abbas'm belirttiği üzere; Hüdhüd kuşunun görevi de, sefer esnasında ıssız çöllerde ve yerin altında (Hz. Süleyman ve ordusu suya ihtiyaç, duydukları zaman onlar için) su arayıp bulmaktı. Bu sebeple (Allah'ın ona verdiği bir güç sayesinde) bu gibi yerlere gider ve onlar için su var mıdır? diye bakmırdı. 251[31] Hz. Süleyman, bir gün kuşları teftiş etti. Hüdhüd kuşunu göremedi. Hüdhüd'ün yerinde olmamasını, bir suç saydı. Bu kayboluşunun sebebi ile ilgili geçerli bir mazeret getirmediği taktirde onu keseceğini, ya da ona azab edeceğini söyledi. Hüdhüd çıkıp gelince, ona, kaybolup gidişinin nedenini sordu. Hüdhüd ise; Yemen'in Sebe' beldesinde olduğunu, orada Bel-kıs adında bir kraliçe olduğunu, bu kraliçenin orada bulunan halka hükmettiğini, kendisinin çeşitli mücevherlerle süslü büyük bir tahtının olduğunu, kraliçenin ve ahalisinin Allah'ı bırakıp güneşe tapan ve secde eden putperest bir topluluk olduğunu ve bu büyük memleketin durumu ile içerisinde Allah'ı bırakıp inkarcı putperest olan topluluklar ile ilgili haberleri anlattı. Hz. Süleyman (a,s), bu habere şaşırdı. Çünkü dün ya da Allah'tan başkasına tapan nasıl bulunabilirdi? Hüdhüd'ün, doğru mu yoksa yalan mı söylediğini anlamak için onu denemek istedi. Bunun için kraliçe Belkıs'a götürmesi için ona bir mektup verdi. Hüdhüd mektubu Yemen'e götürüp Beîkıs'ın yatağının üzerine bıraktı. Mektupta; Belkıs'ı Allah'a ve peygamberine itaat etme ve Hz. Süleyman'ın hükümranlığı ile otoritesine karşı baş eğip kabullenme ve boyun eğme yer almaktaydı. Kraliçe mektubu alıp açtı. İçerisinde şu yazılı idi: "Bu mektup, Süleyman'dandır. Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır). 252[32] Kraliçe, mektuba tek başına cevap vermek istemedi. Devlet adamlarını, vezirlerini ve danışmanlarını toplayıp onlara mektubun mahiyetini ve içerisinde sert bir üslubun yer aldığını bildirdi. Bunun üzerine içlerinde üstünlük duyguları kabarıp kraliçeye: 250[30]

İbn Kesîr, el-Bidâye veVNihâye, 2/20 (ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 644-654. 251[31]

Hüdhüd kuşunun böyle bir özelliğe sahip olduğu ile ilgili Kur'âm Kerîm'de ve Sünnet'te bir bilgi yoktur. Bu, tefsircüer ile tarihçilerin illeri gelenlerinin görüşüdür. Bunu, nerden aldıklarını bilmiyoruz. Acaba bu, bir hüküm çıkarma sonucunda mı? Yoksa Ehli kitaptan alınmış bir bilgi midir? Durum ne olursa olsun, bir takım mahlukata, ötekilerinde bulunmayan bazı özelliklerin bulunması uzak bir şey değildir, (ç) 252[32]

Neml: 27/30-31

"Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın" dediler. 253[33] Kraliçe Belkıs, zeki ve akıllı bir kimse olup meseleyi akıllıca düşündü. Adamlarının güç ve üstünlükleri ile ilgili söylediklerine aldanmadı. Onlara: - "Hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman orasını harap ederler" dedi. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır' dedi. 254[34] Onlara başka bir görüş sundu. Çünkü ansızın karşısına çıkan bu meseleyi çözmeye daha yakın bir yol bulmuştu. Bu da, Süleyman'a, hediye gönderecek, böylece ona yaltaklanacak, bu hediye nedeniyle isteğinden vazgeçip vazgeçmediğini öğrenmiş olacak, bu hediyeyi de zeki adamlarıyla gönderip Süleyman'ın kuvvetleri hakkında bilgi edinmiş olacak ve oradan gelecek haberler ışığında ne yapması gerektiğine karar verecekti. Üstad Abdulvahhab en-Neccâr "Kasasu'I-Enbiyâ" adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Açıktır ki; Belkıs, elçileri aracılığıyla, haksız yere tehdit mektubu gönderen ve kendisine tereddütsüz bir şekilde boyun eğerek gelmesini isteyen bu hükümdarın durumunu öğrenmek için hediye göndermek istemektedir... Daha sonra elçiler, Belkıs'a; Süleyman'ın gerçek yönü, emri altındaki askeri kuvvetler ve onun emrine boyun eğmediği taktirde ona karşı hile yoluyla üstün gelmesinin mümkün olmadığı ile ilgili bol bilgilerle döndüler. Böylece Belkıs, elde edeceği kanıta göre davranacaktı. Hatta bir iş yapmak istediğinde, sonuçlarını araştırdıktan sonra o işi yapardı. Elçiler, Süleyman (a.s)'a hediye ile gelince, Hz. Süleyman, hediyeyi kabul etmeyip onlara; kendisinin güzel bir durumda olduğunu, servetinin; kraliçenin ve ahalisininkinden daha çok olduğu ve bu sebeple de getirdiği mallara ihtiyacı olmadığını söyledi. Ayrıca kraliçe ve halk, yapılan daveti kabul etmedikleri taktirde ordularını, onların şehirlerine göndereceğini, onların ise buna güçlerinin yetmeyeceğini, aşağılık ve hakir bir şekilde şehirlerinden çıkarılacağını belirtti. 255[35] Elçiler kraliçeye geri dönüp geldiler. Ona; Süleyman'ın hükümranlığının büyüklüğü, ordusunun çokluğu ve kuvvetinin fazlalığı ile ilgili gördüklerini anlattılar. Ayrıca gönderilen hediyeyi kabul etmediğini, dostluk kurmak istemediğini ve muhteşem ordusuyla bu ülkelere saldırmaya kararlı olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine kraliçe, teslim olmaya ve boyun eğmeye karar verdi. Yol hazırlıklarını yaptırıp bir grup adamıyla birlikte Süleyman' a gitmek üzere yola çıktı... Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır. "(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra: 'Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba uğratacağım ya da boğazlayacağım' dedi. Çok geçmeden(Hüdhüd) gelip: 'Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe 'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe 'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkan verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan ah koymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkladığınızı bilen Allah 'a secde etmezler. (Halbuki) O, çok büyük arşın sahibi Allah'tan başka tapılacak yoktur' dedi. (Süleyman, Hüdhüd'e) 'Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın? bakacağım. Şu mektubu götür, onu kendilerine ver. Sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak' dedi. (Süleyman'ın mektubunu alan Sebe kraliçesi:) 'Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı' dedi. Mektup, Süleyman 'dandır. Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır), (Kraliçe devamla:) 'Beyler, 253[33]

254[34]

255[35]

Neml: 27/33 Neml: 27/34 Ustad Abdulvahhab en-Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ, s. 334

ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz ki) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam' dedi. Onlar: 'Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın' diye cevap verdiler. Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler' dedi. (Elçiler, Süleyman'a hediye ile) gelince, Süleyman, onlara: 'Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah 'm bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz- (Ey elçiler!) Onlara var (söyle). İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir. Onları, muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız' dedi. 256[36] Hz. Süleyman, Sebe' kraliçesinin, kendisini ziyarete geldiğini öğrenince, ülkesinin merkezinde camdan yapılma büyük bir köşk yaptırdı. (Köşkün giriş kısmında Belkıs'in) geçeceği yere su döktürmüş, suyun üzerini de camla kapatmıştı. Üzeri camla kapatılan bu giriş kısmının altındaki suya, balık ile diğer su hayvanlarını yerleştirmişti. Camla kaplı havuzu görenlere derin bir su imajı veriyordu... Daha sonra Hz. Süleyman, kendi tahtında oturdu. Belkıs köşke girince, yolu üzerinde su olduğunu düşünerek eteğini yukarı doğru çekti. Süleyman, ona: - 'Bu, camdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi. İşte bu, Yemenliler için bir benzeri daha görülmemiş muazzam bir şeydi. Hz. Süleyman, Belkıs'a; egemenliğinin ve saltanatının delillerini ortaya koymak ve rüyalarda dahi göremediğini bizzat gözleriyle görmesini sağlamak istedi... Bu da; kraliçenin güzel tahtını, bu köşkte onun üzerinde oturmasını sağlamak için tahtını getirmesiydi. Bunun için askerlerine, Belkıs'ın tahtını kendisine getirecek güçlü bir kimseyi söylemelerini emretti. Bunun üzerine cinlerden bir ifrit seçildi. Bu ifrit, Hz. Süleyman'a, yarım günü geçmeyecek kadar kısa bir zamanda tahtı getirmeye gücünün yeteceğini bildirdi. Orada velayetiyle meşhur, ilim ve iman sahibi bir kimse,, Hz. Süleyman 'a: "Gözünü açıp kapamadan, ben, sana onu getiririm" dedi. (Nemi: 27/40) Bir de baktı ki taht, yanı başında hazır bir vaziyette duruyordu. Tefsircilerin kaydettiğine göre; bu zat, Âsaf b. Barhiyâ'dır. O, Hz. Süleyman'ın teyzesinin oğludur. Velayet ve doğru sözlü bir kimsedir. Bu da, onun ke-rametindendir. Kerametler ise, Allah'ın veli kullar için sabittir. Bu tür kerametleri, ancak kibirli kimseler kabul etmez. (Üstad el-Lukkânî) "Cevhere'Me denilir ki: "Velilerin kerameti, sabittir. Kim velilerin kerametini inkar ederse, sözünü fırlatıp at." Bazı tefsirciler de, Belkıs'ın tahtını getirenin, bizzat Hz. Süleyman olduğunu ve tahtı taşıma işinin, Hz. Süleyman için bir mucize olduğunu ileri sürenler vardır. Fakat İbn Kesîr ile Süheyli, bu görüşü kabul etmeyip şöyle demişlerdir: "Bu, gerçekten garip bir görüştür. Çünkü sözün akışı, bu görüşü doğrulamaktadır. 257[37] Hz. Süleyman, Belkıs'ın uyanıklılığını ve kavrayış derecesini ölçmek için (maiyetindekilere,) tahtın bazı yerlerini değiştirmelerini emretti. Belkıs (tahtın önüne) gelince, taht, dış görünüşü garip bir şekilde değişmiş olarak getirilip tahtı Belkıs'a takdim edilip ona: "Bu, senin tahtın mıdır?' diye soruldu. Bunun üzerine Belkıs: "Tıpkı o" diye cevap verdi. Bu; Belkıs'ın, çok akıllı ve derin kavrayışlı bir kimse olduğunu göstermektedir. Çünkü Belkıs, tahtını, Yemen'de kapılar ardına kilitlediği için ve hiçbir kimsenin acayip bir şekilde buraya alıp getireceği aklına gelmediği için bu tahtın kendi tahtı olduğunu uzak gördü. Belkıs, bu parlak delilleri ve harikulade olayları görünce, müslüman oldu ve kavmi ile birlikte bulundukları sapıklıktan da sıyrıldı. Peşi sıra da: "Rabbiml Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim, Süleyman 'in maiyetinde alenilerin Rabbi Allah'a teslim oldum', 256[36]

'Neml: 27/20-37

257[37]

İbn Kesîr,Tefsir, 3/367

dedi." (Nemi: 27/44) Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır: "(Sonra Süleyman, maiye tinde kilere:) 'Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilir?' dedi. Cinlerden bir ifrit: 'Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var' dedi. Kitap'tan ilmi olan bir kimse ise: 'Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm' dedi. (Süleyman, kraliçenin) tahtını yanı başına yerleşivermiş görünce, (Süleyman): 'Bu, şükür mü edeceğim? Yoksa nankörlük mü edeceğim? diye beni denemek üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim, müstağnidir ve çok kerem sahibidir' dedi. (Devamla:) 'Onun tahtını bilemeyeceği bir şekle sokup getirin bakalım tanıyabilecek mi? Yoksa tanımayanlardan mı olacak?' dedi. Kraliçe gelince: 'Senin tahtın da böyle mi?' dendi. O da: 'Tıpkı ol Zaten bize daha' önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik. Belkıs 'ı, Allah 'tan başka taptığı şeyler ( o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi, inkarcı bir kavimdendi. Ona: 'Köşke gir!' dendi. Kraliçe onu görünce, derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleyman: 'Bu, billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi. Kraliçe de: 'Rabbim! Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim. Süleyman 'in maiyetinde alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum' dedi. 258[38] Hz. Süleyman (a.s)'ın İmtihan Edilmesi: Zayıf rivayetlere ve İsrâili hikayelere hevesli bazı kimseler, Hz. Süleyman'ın imtihan edilmesi meselesini acayip bir şekle sokmuşlardır. Kur'ân-ı Kerîm bu meseleye şöyle işaret etmektedir: "Andolsun ki Biz, Süleyman'ı imtihan ettik; tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik. Sonra o, yine eski haline döndü. 259[39] Bazı hurafeciler de hakkında Yüce Allah'ın hiçbir şey indirmediği Hz, Süleyman'ın yüzüğünü anlattılar. Hz. Süleyman, bu yüzüğü parmağına takarmış ve bunu da cinler ile ifritlerde bilirmiş. Bir gün yüzük denize düşmüş. Bu sebeple de Hz. Süleyman, hükümdarlığını kaybetmiş. Şeytan da Süleyman'ın yerine gelip onun hükümdarlık tahtına oturmuş... Ve daha bir çok risalet ile nübüvvete ters ve akıl ile naklin kabul etmediği batıl şeyler. Bu tür hikayeleri; İbn Kesîr, Fahreddîn er-Râzî, Beyzavi gibi araştırmacı alimler ile daha bir çok saygın alimler kabul etmemişlerdir. İbn Kesîr bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Bazı tefsirci-ler, bir grup Selef topluluğundan bununla ilgili bir çok rivayetler nakletmişlerdir. Fakat bu hikayelerin çoğunu ya da hepsini, İsrâiliyattan almışlardır. Bu rivayetlerin çoğunda ise, güçlü bir münkerlik vardır. 260[40] Ayeti kerimede sözü edilen imtihan ile, Hz. Süleyman'ın bedeninde meydana gelen bir imtihan kastedilebilir. Çünkü Hz. Süleyman, şiddetli bir hastalığa yakalanıp zayıflamış ve kuru kemik haine dönmüştü. Öyle ki hastalığının şiddetinden tahtının üzerinde ruhu alınmış bir beden gibi kalmış. Sonra iyileşip eski sağlıklı haline dönmüştür... Bu, Fahreddîn er-Râzî'nin, naklettiği bir çok görüşlerden tercih ettiği görüştür. ya da imtihandan kasıt; Hz. Süleyman'ın, "Ben bu gece 100 hanımımla ilişkide bulunacağım. Onlardan her biri, bir erkek çocuk doğuracaktır. O çocuklar, Allah yolunda kılıçla cihad edeceklerdir. Fakat bunu söylerken 'inşallah' demedi. O gece 100 hanımıyla ilişkide bulundu. Onlardan hiç biri çocuk doğurmadı. Sadece içlerinden birisi, yarım bir insan doğurdu. (Kadın çocuğu doğurdu ve çocuğu getirip) Hz, Süleyman'ın tahtının üzerine bıraktı. Hz. Süleyman, bu 258[38]

Neml: 27/38-44

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 654-661. 259[39]

Sâd: 38/34

260[40]

İbn Kesîr, Tefsir, 4/37-40

çocuğu görünce, hatasını anlayıp Allah'a tevbe etti" sözü olabilir... Bu hadis, daha önce geçmiş olup Sahîh kitaplarda rivayet edilmiştir. Beyzavi, Nesefî ve daha birçokları ise bu görüşü benimsemişlerdir. Bütün bunlara rağmen yüzük kıssası hakkında gelen rivayetlerin hepsi, batıl ve iftiradır. Çünkü Nesefî (rh.a) bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Yüzük olayı ve Şeytan ile putperestlerin Hz. Süleyman'ın tahtına oturması ile ilgili rivayet edilenlere gelince, bunların hepsi, Yahudilerin batıl haberlerindendir." 261[41] Hz. Süleyman (a.s)'m Ölümü: Hz. Süleyman (a.s), 52 yıl yaşadı. İbn İshâk'm naklettiği tercih edilen görüşe göre, hükümdarlıkta 40 yıl kaldı. Sonra da öldü. Hz. Süleyman (a.s)'m ölümü, garip bir şekilde gerçekleşmiştir. Çünkü insanlar ve cinler, ölümünden bir yıl geçtikten sonra ancak onun öldüğünü anlayabildiler. Ancak dayandığı bastonu bir kurtçuk kemirip (bastonun aşınması üzerine) yere yuvarlandıktan sonra onun öldüğünü fark ettiler. Zira Hz. Süleyman, Beytü'l-Makdis'e girip orada bastonuna dayanarak ölmüştü. İbn Kesir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Süleyman Peygamber, ölüm meleğine: - 'Ruhumu teslim alacağın zaman bana önceden bildir' dedi. Ölüm meleği, Süleyman peygambere gelip: - 'Ey Süleyman! Senin canını almakla emrolundum' dedi. Bunun üzerine Şeytanları çağırıp kendisi için kapısı olan billurdan bir köşk yaptılar. Süleyman Peygamber, köşkün içerisine girip namaza durdu ve bastonuna dayandı. Ölüm meleği, Süleyman peygamberin yanma girip ruhunu, bastonuna dayalı bir şekilde teslim aldı. Cinler ise onun sağ olduğunu düşünerek önünde çalışıyorlardı. Allah'ın gönderdiği bir kurtçuk, dayandığı bastonunu kemirmeye başladı. Bastonun içi boşalınca, Süleyman yere düştü. Cinler bunu görünce, dağılıp gittiler. Cinlerin gaybı bilmediği ise, "Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azab içinde kalmazlardı. " (Sebe': 34/14) ayeti kerimesinde belirtilmektedir. 262[42] Yüce Allah bu kıssayı şöyle anlatmaktadır: "(Süleyman'ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak bastonunu yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Bu suretle yere kapanıp yıkılınca, öldüğü anlaşıldı. Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azab içinde kalmazlardı. 263[43] Burada hoş bir işaret var ki, oda; cinlerin, gaybı bildiklerini insanlara vehmettiriyorlardı. Halbuki Hz. Süleyman ölünce, onlar onun öldüğünü fark etmediler bile. Üstelik de Hz. Süleyman'ın yüklediği zor işlerde çalışmaya devam ediyorlardı. Bu da; onların, gaybı bildikleri şeklindeki iddialarını yalanlamaktadır. Hz. Süleyman (a.s), Beytü'l-Makdis'e gömülmüştür. 264[44]

261[41] 262[42]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 661-663. İbn Kesîr, Teftir, 3/538

263[43]

Sebe 34/14

264[44]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 663-664.

Hz. İLYÂS (A.S) "Şüphe yok ki, İlyâs da (İsrail oğullarına) gönderilmiş peygamberlerdendi. (İlyâs,) halkına:'Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan (Allah) 'ı bırakıp Ba7 (putuna) mı taparsınız?' demişti. " (Sajfât: 37/123-125) Hz. İlyâs (a.s)'ın Kur'ân-ı Kerîm de Zikredilmesi: Hz. İlyâs (a.s)'nı ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in; En'âm Suresinin bir yerinde ve Saffât Suresinin iki yerinde olmak üzere toplam üç yerinde geçmektedir. İki yerde 'Ilyâs' ifadesi, bir yerde ise 'İlyâsîn' ifadesi geçmektedir. 265[1] Yüce Allah İlyâs'rn ifadesi ile şöyle buyurmaktadır. "ilyâs 'a (llyâsîn 'e) selam olsun. 266[2]' İbn Kesîr, İlyâsin ifadesi iie ilgili olarak şöyle der: "Araplar, bir çok isimlerin sonuna 'nun' harfini eklerler. Örneğin; İsmail'e İsmâîlin, İsrail'e İsrâîn, İlyâs'a İlyâsîn derler. 267[3] Hz. îlyâs (a.s)'ın soyu: Soy alimleri, Hz. İlyâs (a.s)'rn soyu ile ilgili olarak şöyle derler: İlyâs b. Yâsîn b. Fenhâs b. el Ayzâr b. Hârûn. Tarihçi İbn Cerir et-Taberî, Tarih'inde, Hz. İlyâs (a.s)'m bu soy zincirini tercih edip nakletmiştir. 268[4] Fakat bir çoklarıda, Hz. İlyâs için başka bir soy zikretmişlerdir. Yalnız İbn Cerir'in tercih ettiği bu soy silsilesi ile ilgili bazı ihtilaflar vardır. Ancak bunların hepsi; Hz. İlyâs (a.s)'ın, Hz. Harun'un zür-riyetinden oluşunda ve böylece soyunun Hz. İbrahim (a.s)'a dayandığında ittifak etmişlerdir. Hı. İlyâs (a.s), kesinlikle İsrail oğulları peygamberlerindendir. 269[5] Hz. İlyâs (a.s )'m Daveti: Hz. îlyâs (a.s)'in daveti, İbn Cerîr et-Taberî'nin, Ta-rih'inde, İbn İshâk'tan naklen özetle şöyle geçmektedir: "Hz. İlyâs (a.s), İsrail oğullarını; putlara tapmaktan vazgeçmeye ve yalnızca bir Allah'a ibadet etmeye davet edince, onu dinlemeyip ondan uzaklaştılar. O da: - 'Allahım! İsrâü oğulları, davetimi dinlemeyip benden kaçtılar. Senden yüz çevirip başka şeylere taptılar. Onlara verdiğin nimeti geri al' dedi. Bunun üzerine Allah, ona: 'Onlarm nzık işini, senin eline verdik. Bu hususta söz senindir' diye vahyetti. İlyâs: 'Allahım! Onlara yağmur verme' diye dua etti. Bunun üzerine Allah, onlara, üç yıl boyunca bir damla yağmur yağdırmadı. Öyle ki hayvanları ve ağaçları (susuzluktan) helak oldu. İnsanlar çok şiddetli bir şekilde sıkıntıya düştüler... Hz. İlyâs, onlara bu bedduayı yapıp gözden kayboldu. Bulunduğu yere rızkı geliyordu. Bu nedenle İsrail oğulları herhangi bir evden ekmek kokusu duysalar, İlyâs buradadır diyerek içeriye girip Hz. İlyâs'ı arıyorlardı. Fakat her defasında Hz. İlyâs'ı bulamayınca, ev halkına kötü davranıyorlardı. Bir defasında Hz. İlyâs, İsrail oğullarından bir kadının e-vine sığınmıştı. Kadının, Elyesa' b. Ahtûb 265[1]

Bununla ilgili olarak b.k.z: Eıfâm: 6/85; Saffât: 37/123, 130 (ç)

266[2]

Saffât: 37/130

267[3]

İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 1/339

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 665. 268[4]

İbn Cerîr et-Taberî, Tarîhur-RüsüI vel-Mülûk, 1/239 (ç)

269[5]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 665-666.

adında hastalıklı bir oğlu vardı. Kadın, Hz. îlyâs'ı saklayıp onun durumunu İsrail oğullarına duyulmamıştı. Kadının bu iyiliği karşısında Hz. İlyâs, kadının oğlunun iyileşmesi için dua etmişti. Allah'ta o-nun duasını kabul edip çocuğu hastalıktan kurtardı. Bunun ü-zerine çocuk, Hz. İîyâs'a inanıp tasdik etti ve ona bağlandı. Hz. İlyâs nereye gitse, onu da beraberinde götürüyordu. Hz. İlyâs yaşlanmıştı. Elyesa' ise genç bir delikanlı idi... Hz. İlyâs, İsrail oğullarına: - 'Putlara tapmaktan vazgeçerseniz, bu sıkıntıyı sizden kaldırması için Allah'a dua ederim' dedi. Bunun üzerine İsrail oğullan, putları kaldırıp attılar. Hz. İlyâs'da, onlardan sıkıntının kalkması için Allah'a dua etti. Allah'ta onlardan sıkıntıyı kaldırdı. Onlara bolca yağmur gönderdi. Bunun üzerine (ekinleri ve ağaçlarının tekrar yeşermesi sebebiyle) şehirleri canlandı. Fakat onlar, eski hallerinden dönmediler ve hakk'a da yapışmadılar. Hz. İlyâs, onların bu durumunu görünce, kendi canını alması için Allah'a dua etti. Cenab-ı Allah'ta, onun bu duasını kabul edip onun canım aldı ve onun ruhunu, kendi katma yükseltti. Bunun akabinde Cenab-ı Allah, Hz. İlyâs'dan sonra Elyesa'yı İsrail oğullarına Peygamber olarak gönder-di. 270[6] İbn Kesîr de, Hz. İlyâs'm daveti ile ilgili olarak şöyle der: "Hz. İlyâs, Şam'ın batı tarafında bulunan Ba'lebek halkına Peygamber olarak gönderilmişti. Onlann, Ba'l adım verdikleri bir putu vardı. Onlar bu puta tapıyorlardı. Kur'ân-ı Kerîm, onların taptığı bu put ile ilgili olarak şöyle demektedir. "(İlyâs, Peygamber olarak gönderildiği kavmine:) 'Allah 'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan (Allah)'ı bırakıp putuna) mı taparsınız? Sizin ve evvelki atalarınızın ilahı Allah'a (ibadeti terk ediyorsunuz? Öyle mi?)' demişti. (Saffât: 37/125-126) 271[7] Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Süleyman (a.s)'dan sonra İsrail oğullarının ülkesi 272[8] M.O. 933'te ikiye bölündü: 273[9] Biri, Hz. Süleyman'ın sülalesinden gelen bir hükümdar tarafından yönetilirdi. Bu hükümdarların ilki, Hz. Süleyman'ın oğlu Ruhbeâm'dır. İkincisi ise, Hz. Yûsuf un oğlu Efrâîm'in torunlarından biri tarafından yönetilirdi. Onların ilk hükümdarı ide, Curbeâm'dır. İsrail oğulları devleti, Hz. Süleyman'dan sonra hükümdarlar ile ileri gelenler arasında devlet yönetimiyle ilgili ihtilaflar çıkması ve aralarında küfür ile sapıklığın yayılması sebebiyle dağıldı. İsrail oğullarından Ehâb adında bir hükümdar, (Sayda prensesi olan putperest) hanımının, kendi kavminin (inancı olan) putperestliği İsrail oğulları içerisinde yaymasına göz yumdu. Çünkü bu kadının kavmi, putlara tapıyordu. Böylece İsrail oğulları içerisine putperestlik (tekrar) yayıldı. İsrail oğulları, Kur'ân-ı Kerîm'in de bildirdiği Ba'l adında bir puta tapmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, -davetini anlattığımız- Hz. İlyâs'ı, onlara Peygamber olarak gönderdi. 274[10] Hz. İlyâs (a.s)'ın Ölümü: Hz. İlyâs (a.s) ölünce, 275[11] Cenab-ı Allah, İsrail oğullarını düzeltmesi ve doğru yola getirmesi için onlara Elyesa' adında bir Peygamber gönderdi. Bunun üzerine Elyesa' (a.s), onları, (tapmakta oldukları putları bırakıp) bir ve kahhar olan Allah'a ibadete davet etti. 276[12] 270[6]

îbn Cerîr et-Taberî, Tarîhu'r-Rüsûl vel-Mülûk, 1/239-240 (ç)

271[7]

îbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 1/339 (ç)

272[8]

İsrail oğullarının kurduğu birleşik devletin üç hükümdarı oldu. Tâlût (m.ö. 1020 1004), Hz. Dâvud (M.Ö. 1004-985) ve Hz. Süleyman (M.Ö. 965-926). Bu hükümdarlar, Hz. Musa'nın yarıda bıraktığı işi tamamlayıp Filistin'i tamamen ele geçirdiler.

273[9]

Hz. Süleyman'dan sonra Filistin devleti İkiye bölündü. Bunlardan birincisi, Filistin'in kuzey bölgeleri ile Ürdün'ün önemli bir bölümünü içme alan bu İsrail deflerinin başkenti, Sameriyye idi.İkincisi ise Güney Filistin ile Âdum'u içine alan Yahûdiyye devletinin başkenti, Kudüs İd Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 666-669. Görüldüğü üzere yazar, Hz. İlyâs (a.s)'ın, bedenen Allah katına yükseldiği ve halen yaşamakta olduğu ile ilgili İsrâilî görüşü kabul etmeyip öldüğü görüşünü savunmaktadır. Çünkü Hz. İlyâs'm, gök yüzüne çıkarıldığı ile ilgili ol arak; Tevrat, ikinci Krallar, 2/11'e bakılabilmir. Hz. İlyâs'm, normal bir insan gibi bu dünya dan gelip geçtiğini ifade eden rivayetler, çok kuvvetli mantıkî deliller içermektedir. Bununla ilgili olarak b.k.z: Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslamî Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 229-230 (ç)

274[10] 275[11]

276[12]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 669.

Hz. ELYESA' (A.S) "İsmail'i, Elyesa'ı ve Zülfüfl'î de an. Hepsi de iyi (kullarımız) dandır." (Sâd: 38/48) Hz. Elyesa' (a.s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Elyesa' (a.s)'m adı, Kur'ân-ı Kerîm'in iki yerinde geçmektedir. Bunlardan biri, "İsmail'i, Elyesa'ı, Yûnus'u ve İlyâs'ı da (an). Hepsini, (kendi zamanlarında) alemlere üstün kıldık. " (En 'âm: 6/86) ayetinde ve diğeri ise az önce belirttiğimiz Sâd: 38/48 ayetinde geçmektedir. 277[1] Hz. Elyesa' (a.s)'ın Soyu: İbn Cerîr et-Taberî'nin, Tarih'inde, Hz-. Elyesa' (a.s)'ın soyu ile ilgili şu bilgilere yer verilmektedir: "Eîyesa' (a.s), Ahtûb'un oğludur. Hz. îlyâs'ın amcasının oğlu olduğu da söylenmiştir. 278[2] Hafız İbn Asakir, Hz. îlyâs'm soyunu şu şekilde kaydetmiştir: "Asıl ismi, Esbât'tır. Soyu ise; Esbât b. Adiy b. Şûtlem b. Efrâîm b. Yûsuf (a.s) şeklindedir. 279[3] Hz. Elyesa', İsrail oğullan peygamberlerindendir. Fakat hayatı hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerine ayrı ayrı iman edilmesi gereken (peygamberler içerisinde) zikredilmesi dışında bir bilgi verilmemiştir. 280[4] Hz. Elyesa' (a.s)'ın Daveti: Hz. Elyesa', Hz. İIyâs'ın ölümü üzerine davet görevine başladı. İsrail oğullarım, Allah'ın nebisi Hz. îlyâs'ın şeriatına ve metoduna sarılarak Allah'a davet etti. Hz. Elyesa' zamanında bidatler ve günahlar artış göstermişti. Çünkü o dönemde zalim hükümdarlar çoğalmıştı. Bunlar, peygamberleri katlediyorlar ve müminleri yurtlarından çıkarıyorlardı. Bu sebeple de Elyesa' (a.s), onları Allah'ın azabıyla korkuttu. Fakat onlar, Hz. Eîyesa'nın bu davetinden yüz çevirmişlerdi. Daha sonra Allah, Hz. Elyesa'nm canını aldı. İsrail oğullarına da, kötü bir azabı musallat etti. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, bu azabı şöyle anlatmaktadır: "Sözlerinden dönmeleri, Allah 'in ayetlerini inkar etmeleri, suçsuz yere peygamberleri öldürmeleri ve 'kalblerimiz, hlıflanmıştır' demeleri sebebiyle... (onlara türlü türlü belalar verdik. Onların kalbleri kılıflı değildir.) Tam aksine küfürleri sebebiyle Allah, o kalbler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı hariç artık iman etmezler. Bir de, inkar etmelerinden ve Meryem'in üzerine büyük bir iftira atmalarından (dolayı onları lanetledik.) 281[5] Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Elyesa', davetini, Şam bölgesindeki şehirlerden biri olan 'Pânyâs şehrinde yapmıştır. Bu şehir, halen mevcut olup Lazkıye bir yerde bulunmaktadır. Yine de doğruyu en lah'tır. 282[6]

277[1] 278[2]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 670. İbn Cerîr et-Taberî, Tarîhu'r-Rüsûl vel-Mülûk, 1/239 (ç)

279[3]

İbn Asâkir, Tarih, 3/98 (ç)

280[4] 281[5]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 670-671. Nisa: 4/155-156.

282[6]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 671-672.

Hz. YUNUS (A.S) Doğrusu Yûnus da, gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye binmişti. Gemi de olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de yenilenlerden oldu." (Saffât: 37/139-141 ) Hz. Yûnus (a.s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Yûnus (a.s)'m ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in; Nisa, En'âm, Yûnus ve Saffât Sûresinde olmak üzere dört yerde geçmektedir. 283[1] İki yerde ise, Allah'ın ona taktığı lakap ile anılmaktadır. Bunlardan biri, "Zünnûn" (Balık sahibi)'dur. Onun bu lakabı, Enbiyâ Sûresinde şöyle geçmektedir: "Zünnûn (Yûnus) 'a gelince, o ö/keli bir halde (halkını bırakıp) gitmişti. Bizim, kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içerisinde: 'Senden başka hiçbir Hah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zalimlerden oldum' diye niyaz etti. 284[2] Diğeri ise, "Sahibu'J-Hut" (Balık sahibi) 'turnBu lakabı da, Kalem Sûresinde şöyle geçmektedir: "Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. "Balık sahibi" (Yûnus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etti. Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka çini çıplak kınanacak bir halde oraya atılacaktı. 285[3] Görüldüğü üzere, Hz. Yûnus'un ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in dört yerinde "Yûnus", bir yerinde "Zünnun" lakabı ile diğer bir yerinde ise "Sahibu'1-Hut" lakabı olmak üzere toplam altı yerinde geçmektedir. 286[4] Hz. Yûnus (a.s)'ın Soyu: Tarihçiler, Hz. Yûnus (a.s)'m soyu ile ilgili herhangi bir bilgi kaydetmemişlerdir. Ama isminin, Yûnus b. Metta olduğunda ittifak etmişlerdir. Metta'mn, Hz. Yûnus'un annesi olduğu da söylenmiştir. Bu nedenle de Hz. Yûnus ile Hz. İsa dışında hiçbir Peygamber annesine nispet edilmemiştir. Kitap ehli, Hz. Yûnus'u, l(Yûnân b. Emtây" şeklinde Adlandırmışlardır. Hz. Yûnus, İsrail oğulları peygamberlerindendir. Soyu, Hz. Ya'kûb'un oğullarından Bünyâmîn'e ulaşır. Bünyâmîn ise, Hz. Yûsuf un öz kardeşidir. 287[5] Hz. Yûnus (a.s)'ın Daveti: Yüce Allah, Hz. Yûnus'u, Irak'taki Musul toprağında bulunan "Ninova" halkına Peygamber olarak gönderdi. Çünkü Ninova halkı arasına pulculuk girmiş ve içlerinde putlara tapma yaygınlık kazanmıştı. Onların, "Uştâr" adım verdikleri bir putu vardı. Hz. Yûnus (a.s), Şam bölgesindeki beldelerden Ninova'ya giderek oradaki halkı Allah'a davet etti. Fakat halk, onun davetini kabul etmeyerek risaletini yalanladılar.Yüce Allah, bu tür memleket halkının çoğunun durumu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz hangi memlekete bir uyarıcı gondennişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri, 'Biz, size gönderilmiş olan şeyi hemen inkar ediyoruz' derler." 288[6] Hz. Yûnus (a.s), Ninova halkına; öğüt veriyor, nasihat e-dîyor ve onları Allah'a davet ediyordu. Bu şekilde aralarında yıllarca kaldı. Fakat Hz. Yunus, onlardan; hakka tıkanmış kulaklar ve kılıflı kalplerden başka bir şeyle karşılaşmadı. Onları Allah'ın yoluna getirmede gücü yetmedi. Daha sonra 283[1] 284[2]

285[3]

Nisa: 4/163.En’am.6/86 Yunus.10/98 Saffat 37/139 (ç) Enbiyâ: 21/87-88 Kalem: 50/48-49

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 673-674. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 674. 288[6] Sebe: 34/34 286[4] 287[5]

onlara, eğer Allah'a iman etmezlerse, başlarma ilahi azabın geleceğini vaat etti.Kavminin durumunda bir değişiklik olmayınca, kendilerine üç gün sonra ilahi azabın geleceğini vaat ederek kızgın bir şekilde aralarından ayrılıp gitti. Bunun yanı sıra onların, Hz. Yûnus'u tehdit ettikleri, kızdıkları ve kovaladıkları, bunun sonucunda Hz. Yûnus'un, onlardan kaçtığı da söylenir. Hz. Yûnus (a.s), Yüce Allah'ın, kendisine oradan çıkması ile ilgili emri gelmeden önce aralarından çıkıp gitmişti. Çünkü Hz. Yûnus (a.s), memleketini terk edip ailesiyle birlikte oradan çıkması ile ilgili Allah'ın emri gelmeden önce çıkışından dolayı kendisini hesaba çekmeyeceğini ve sıkıntıya düşürmeyeceğini sanmıştı... Yüce Allah'ın şu sözü, bu görüşü desteklemektedir: "Zünnun (Yûnus)'a gelince, o, öfkeli bir halde (halkını bırakıp) gitmişti. Bizim, kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmıştı. 289[7] Hz. Yûnus (a.s), Rabbine değil de kavmine öfkelenerek çekip gitmişti. Çünkü Rabbine öfkelenmesi, Allah'a karşı yapılmış bir isyan sayılır. Üstelik böyle bir şey, 'peygamberlerin masumiyetine ters düşer. Bu konuda daha önce "Masumiyet Bahsinde" detaylı bilgi vermiştik. Daha geniş bilgi için oraya bakabilirsiniz. Abdullah ibn Mes'ud, Mücahid ve Seleften bir topluluk dediler ki: "Hz. Yûnus (a.s), onların aralarından çıkıp gidince ve onlar da başlarına gelecek olan azabı hak edince, Cenab-ı Allah, onların kalplerine pişmanlık ve tevbe bıraktı. Peygamberlerine yaptıklarından ötürü pişman olup Allah'a yöneldiler. Canlarına eziyet vermek için de kıldan örülmüş giysiler giyindiler. Sonra da Yüce Rablerine feryadı figanla yalvarıp yakardılar. Hayvanlar ile yavrularını birbirinden ayırdılar. Allah'ın huzurunda boyun büküp sükunet gösterdiler. Erkekler, kadınlar, oğullar, kızlar ve analar hep ağlaştılar. İrili-ufaklı hayvanlar, davarlar ve binekler bağrıştılar. Develer ile yavruları, inekler ile buzağıları ve koyunlar ile kuzuları böğürüp meleştiler. Çok korkunç bir an yaşadılar. Hz. Yûnus'a yaptıkları haksızlık nedeniyle Cenab-ı Allah; kendi gücü, şefkati ve merhameti gereğikaranlık gece parçaları gibi başlarının üstünde dönen azabı, onların üzerinden kaldırdı. İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yûnus'un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz memleketlerden) herhangi bir memleket halkı, keşke (kendilerine azab gelmeden) iman etse de imanları kendilerine fayda verseydi. Onlar iman edince, onlardan dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir müddet daha (dünya nimetlerinden) faydalandırdık. 290[8] Hz. Yûnus (a.s), Balığın Karnında: Hz. Yûnus (a.s), kavminden ayrılıp denizin kenarına vardı. Orada yolculuğa hazır bir gemi buldu. Gemiye binmek için gemi halkından izin istedi. Onda bir hayr olduğunu anladılar ve onun gemiye binmesine izin verip onu gemiye bindirdiler. Denizin ortasına vardıklarında, şiddetli rüzgar esmeye ve deniz dalgalanmaya başlayınca: - "Aramızda bir günahkar var" dediler. Bunun üzerine aralarında kura çekmeye ve kura kime çıkarsa, onu denize atmaya karar verdiler. Kura, Hz. Yûnus'a çıkınca, ona, başından geçeni sordular. O da, kavmi ile arasında geçlei anlatınca, hayret edip onu denize atmak istemediler. Onu deniz sahiline bırakmaya karar verdiler. Fakat Hz. Yûnus, Allah'ın, onlara olan gazabının dinmesi için kendisini denize atmalarını istedi. Onlar da, Hz. Yûnus'u denize attılar. Allah'ın emri ile, onu, büyük bir balık yuttu. Balık, Hz. Yûnus'u, Allah'ın koruması ve himayesi altında karanlıklar içerisinde gezdirdi. Mucize tamam olunca, Allah, balığa; Yûnus peygamberin etinden bir şey eksiltmemesini ve kemiklerini kırmamasını vahyetti. Balık, onu taşıdı ve Hz. Yûnus'u, Allah'ı teşbih ve istiğfar eder bir vaziyette denizin karanlıklarında diri olarak gezdirdi. 289[7]

Enbiyâ: 21/87

290[8]

Yûnus: 10/98

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 674-676.

Hz. Yûnus (a.s), denizin karanlıkları içerisinde: "Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zalimlerden oldum" (Enbiyâ: 21/87) diye niyaz etti. 291[9] Allah'ta, onun bu duasını kabul ederek onu kederli halden kurtardı. Allah, balığa, Hz. Yûnus'u sahilde düz ve geniş bir alana atmasını vahyetti. Hz. Yûnus, rahatsız olduğu halde, balık, onu sahile çıkardı. Hz. Yûnus, üç gün üç gece kaldıktan sonra kendini hasta ve bitkin olarak kıyıda buldu. Kurtuluşundan dolayı Allah'a hamd etti. Allah, onun üzerine gövdesiz bir ağaç bitirdi. O da, o ağacın meyvesinden yedi ve gölgesinde oturdu. Böylece Allah, onun rahatsızlığını giderdi ve duasını kabul etmiş oldu. Hz. Yûnus (a.s), başına gelenlerin, ilahi bir uyan olduğunu ve Allah'ın izni olmadan kavmine kızarak aralarından ayrılışından dolayı olduğunu anladı. Bu konuda onun için geçerli bir ictihad olsa da bu ictihad, nefsine zulmeden salih kullar için kabul edilebilir. Ama peygamberler için asla kabul edilemez. Fakat Hz. Yûnus, kavmini, Allah'ın emrini beklemeden terk etmekle kınanmayı ve ilahi uyarıyı gerektiren şeyi işlemiştir. 292[10] Yüce Allah, Hz. Yûnus (a.s)'m gemiye binişini ve ondan sonra başına gelenleri şöyle anlatmaktadır: "Doğrusu Yûnus da, gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu gemiye binmişti. Gemide olanlarla karşılıklı kura çektiler de yenilenlerden oldu. Yûnus, (gemide bulunanlara Allah'a karşı yaptığı ile ilgili) kendisini kötülerken onu bir balık yuttu. Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette iken kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne (gölge yapması vb. şeyler için) kabak türünden geniş yapraklı bir bitki bitirdik. Yûnus 'u, yüz bin veya daha çok kişiye Peygamber olarak gönderdik Sonunda ona iman ettiler. Bunun üzerine Biz de, onları, bir müddete kadar yaşattık. 293[11] Hz. Yûnus (a.s), (sağlığına kavuşup) yürümeye güç yeti-rince, kavmine döndü. Kavmini, Allah'a tevbe edip Allah'a iman etmiş ve emrine uyup onu tasdik etmek için peygamberleri Hz. Yûnus'un dönüşünü bekler vaziyette buldu.Onlann içerisinde kalıp onlara (Allah'ın emri ile yasaklarını) öğretiyor, kılavuzluk yapıyor, Allah'a giden yolu gösteriyor ve onları dosdoğru yola iletiyor. Cenab-ı Allah, Ninova halkına; Hz. Yûnus, onların içinde kaldığı sürece ve ondan sonra ki müddet içinde, (sapıtıp bo-zulmadıkları ve) inanmışlar olarak kaldıkları sürece çeşitli nimetler verdi. Fakat onlar daha sonra bozulup sapıtınca, Allah, onların şehirlerini yerle bir eden kişiyi, onların başına musallat etti. Tarihçiler, bu olayları nakletmişler ve ibret alacaklar da, bunlardan ibret almışlardır. Abdullah ibn Abbas'm rivayetine göre; Hz. Yûnus (a.s), sayısı, 120.000 kişi olan bir kavme Peygamber olarak gönderildi. Çünkü Yüce Allah, Hz. Yûnus'un Peygamber olarak gönderildiği kavmin sayısı ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Yûnus 'u, yüz bin veya daha çok kişive Peygamber olarak gönderdik 294[12] Ayrıca bu konuda bazı rivayetler de nakledilmiştir. Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah'tır. 295[13]

291[9]

Bir hadisi Şerifte; Hz Yûnus (a.s)'ın bu duasıyla dua eden kişinin duasının mıl-iaka kabul edileceği bildirilmiştir. B.k.z: Müsned: 1/170; Hakim, Miistedrek, 2/488; Münzİrî. Terğib, 2/583 (ç) 292[10]

Bu bilgi, Üstad Abdurrahman Habenneke'ntn, "el-Akidetü'1-İslamiyye" adlı kitabından alınmıştır.

293[11]

Saffâl: 37/139-148

294[12]

Enbiya: 21/147

295[13]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 676-679.

Hz. ZEKERİYYÂ (A.S) Zekeriyyâ'yı da (an). Hani o, Rabbine; 'Rabbim! Beni yalnız bırakma. Sen, varislerin en hayırlısısm. (Her şey, sonunda senindir.)" (Enbiyâ: 37/89) Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in; Ali İmrân, En'âm, Meryem ile Enbiyâ Surelerinde olmak üzere sekiz yerinde geçmektedir. 296[1] Hz. Zekeriyyâ'mn kıssası, Ali İmran ile Meryem Surelerinde 297[2] detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Özellikle de Meryem Sûresinde, Hz. Zekeriyyâ'mn kıssasına, "Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sâd. (Bu,) Rabbinin, Zekeriyyâ kuluna olan rahmetinin yadıdır. Hani o, gizli bir sesle..." şeklinde surenin başından başlayıp on beşinci ayetine kadar bilgi verilmektedir, Hz. Zekeriyyâ (a.s), kesinlikle İsrail oğullan peygamberle-rindendir. Çünkü Hz. Zekeriyyâ, Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman'ın zürriyetindendir. Soyu, "İsrail" diye bilinen Hz. Ya'kûb'a kadar ulaşmaktadır. Hz. Zekeriyyâ (a.s), kendilerine ayn ayrı iman edilmesi gereken peygamberlerden biridir. 298[3] Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın Soyu: Tarihçiler, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın soyunu sağlam ve güvenilir bir sıralama ile belirtmemişlerdir. Yalnız Hafız İbn Asakir, "et-Tarihu'1-Meşhur" adlı kitabında, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m soyunu, Hz. Süleyman'a ulaşacak şekilde on dört atadan oluşmuş uzunca bir biçimde nak-letmiştir. 299[4] Biz burada kısaca şu soy silsilesini belirtelim: Zekeriyyâ b. Dân b. Müslim b. Sâdûk b. Huşbân.....Ruhbeâm b. Süleyman b. Dâvud (a.s.) Üstad en- Neccâr, "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında; Hz. Yahya'nın babası Hz. Zekeriyyâ'dan başka bir Zekeriyyâ daha bulunduğunu ve bunun kıssasının, Kur'ân-ı Kerim'de asla geçmediğini kaydedip devamla derki: "Bu, Zekeriyyâ b. Berhiyâ'dır. Hıristiyanların yanında onun, bir kanun kitabı bulunmaktadır. Yaklaşık olarak Hz. İsa'dan üç asır önce Daryos zamanında yaşamıştır. Bu kişi, kitabının dokuzuncu bölümünde; Hz. Ömer'in hilafetini, Kudüs'ü ele geçireceği ve merkebinin üzerine binili olarak sükunetli ve muzaffer olarak gireceğini söylemiştir. Fakat Hıristiyanlar, onu, ""Mesih" diye adlandırmışlar ve Yahudiler de gelmesi beklenen Mesih Deccal diye yorumlamışlardır. 300[5] Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın Risaeti Ne Zamandı?: Cenab-ı Allah, Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. İsa'nın doğumundan önce İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderdi. Hz. Zekeriyyâ (a.s), İsrail oğullarını, Allah'a davet etmeye ve (başlarına gelecek ilahi) azabla korkutmaya başladı. Çünkü Hz. Zekeriyyâ (a.s); isyan ve azgınlığın arttığı, kötülüklerin yayıldığı, günahların çoğaldığı ve İsrail oğullarını manevi bozulmalar ve çözülmeler ile maddi sapmaların, azgınlaşan şiddetli dalgalar halinde kapladığı bir devrede Peygamber olarak gönderilmişti... Zira 296[1]

Al –i İmran 3/37 37 38 En am 6/85 Meryem 19/2,7 Enbiya21/89(ç)

297[2]

Âl-i İmrân: 3/37-41;Meryem 19/1-15(ç)

298[3]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 680. İbn Asâkir, Tarih, 5/381 (ç)

299[4]

300[5]

Üstad en-Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ, s. 268

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 681.

İsrail oğulları o kadar bozulmuşlardı ki, Allah'ı ve ahiret gününü unutmuşlardı. Allah'ta, onların başına, zorba ve zalim hükümdarları ve valileri musallat etti. Bu hükümdarlar ile yöneticiler; yeryüzünde fesatçslıfc çıkarıyorlar, tüyler ürperten suçlar işliyorlar ve peygambere karşı hürmet ve dinin kutsallığına karşı ilgisiz davranıyorlardı. Çünkü onların dini, şeytanın kendilerine fısıldadığı şeylerden ve ibadetleri de nefislerinin isteklerinden ibaret idi. Salih kimselere, takva sahibi kimselere ve peygamberlere musallat oluyorlar, hatta hiç çekinmeden onların kanlarını döküyorlardı. Zalimlik ve zorbalık yönünden bu hükümdarlar ile yöneticilerin en önde geleni, Hz. Zekeriyyâ'mn oğlu Hz. Yahya'yı; sevgilisini memnun etmek için öldürülmesini ve başının bir tabak içerisinde kendisine sunulmasını emreden Filistin valisi "Herodes" idi. (Nitekim bu konuyu, Hz. Yahya (a.s)'m kıssası bahsinde inşallah anlatacağız) Hz. Zekeriyyâ (a.s), bir cok zalim yönetici ve valilerle karşılaştı. Çünkü o sırada İsrail oğullan; her türlü haksızlık, zorluk, eziyet ve sıkıntı içerisinde idi. Bundan dolayı İsrail oğullarına gelen biıjçok eziyetten, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'da nasibini alıyordu. Öyle ki sıkıntılar ve musibetler birbirini takip ediyordu. . Artık Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m; kemikleri zayıflamış, saçma beyazlık düşmüş ve eza ile zorluklara karşı tahammül edecek gücü kalmamıştı. Buna rağmen İsrail oğullarının, sapıtıp fitneye düşmesinden korkuyordu. İşte bundan dolayı Hz. Zekeriyyâ (a.s), Rabbinden; ihtiyarlığında kendine yardım edecek, risaleti tebliğ etmede kendisine halef olacak ve bu dünya hayatının sıkıntıları içinde kendisini yalnız bırakmayacak bir evlat vermesini istedi. Yüce Allah, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'ın çocuk istemesi ile ilgili kıssasını şöyle anlatmaktadır: "Zekeriyyâ yi da (an). Hani o, Rabbine; 'Rabbim! Beni yalnız bırakma. Sen, varislerin en hayırlısının. (Her şey, sonunda senindir.) Biz, onun da duasını kabul ettik ve ona, Yahya 'yi verdik Eşini de, kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli hale getirdik Onlar (bütün peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar, Bize, derin saygı duyarlardı. 301[6] Hz. Yahya'nın Doğumu: Hz. Zekeriyyâ (a.s), Hz. İsa'nın doğumundan önce İsrail oğullarına ilahi daveti yaymak ve açıklama üzere Peygamber olarak gönderilmişti... Bilindiği üzere Hz. İsa, İsrail oğullarına gönderilen peygamberlerinin sonuncusu idi. İşte bundan dolayıdır ki hem Hz. Zekeriyyâ ve hem de Hz. Yahya, Hz. İsa'yı, doğumundan delikanlı oluncaya kadar hep koruyup gözettiler, înciller'de geçtiği üzere; Hz. Zekeriyyâ ve Hz. Yahya', göklerin krallığının yaklaşmasına yakın bir dönemde Peygamber olarak gönderilmişlerdir. Cenab-ı Allah, Hz. Zekeriyyâ (a.s)'a; risalet görevini vermeden önce ve İsrail oğullarını sapıklık ile mutsuzluktan kurtarması için onu seçmeden önce, o, mabedin (Beytü'l-Makdis'in) hizmeti için bir araya gelmiş din adamlarından biri idi. Daha sonra Cenab-ı Allah, Peygamber olarak seçip onu, İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderdi. Hz. Meryem'in babası İmrân; İsrail oğullarının önderi, ileri geleni ve en büyük hahamları idi. İmrân Ölünce, kızı Meryem'in (bütün) sorumluluğunu, Meryem'in teyzesinin kocası Hz. Zekeriyyâ üstlendi. * Hz. Zekeriyyâ (a.s), kendini Allah'a adayan bu iffetli hanımefendiyi korurken onda, Allah'ın kudretinin akılları hayrete düşüren acayiplikleri görüyordu... Kur'ân-ı Kerîm, bize, bu olayın bir kısmını şöyle anlatmaktadır: "Rabbi, Meryem'e, hüsnü kabul gösterip onu güzel bir bitki olarak yetiştirdi. Zekeriyyâ 'yi da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ, onun yanına, Mabede (Beytü'l-Makdis 'teki ibadetgahına) her girişinde orada bir rızık bulur ve: 'Ey Meryem! Bu, sana nerden geliyor?' der. O da: 'Bu, Allah tarafındandır. Çünkü Allah, dilediğine sayısız rızık verir' derdi. 302[7] 301[6]

Enbiyâ: 21/89-90

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 681-683. 302[7]

Âl-i imrân: 3/37

Hz. Zekeriyyâ, Meryem'in ibadetgahına girdiği zaman o-nun yanında memlekette ya da diğer insanların yanında bulunmayan yiyecek bulurdu. Allah, Hz. Meryem'e, onun ummadığı yerden çeşitli ikramlarda bulunurdu. Hz. Zekeriyyâ ise, şaşkınlık içerisinde - 'Bu, sana nereden geliyor?' diye sorduğunda, Hz. Meryem: - 'Allah tarafından geliyor?' diye cevap verirdi... Hz. Zekeriyyâ; yaşı ilerlemiş, saçma beyaz düşmüş ve ih-tiyarlamıştı. Hanımı ise çocuğu olmayan kısır bir kadındı... Hz. Zekeriyyâ; Allah'ın, Hz. Meryem'e olan ikramlarını, akılları şaşkına çevirip hayrete düşüren mucizelerini görünce, Allah'ın rahmet ve fazlını umarak Rabbinden; kendisinden sonra, peygamberliğe geçecek, İsrail oğullarına kılavuzluk etmeye varis olacak ve Salih kullarından olacak bir çocuk vermesini istedi. Yüce Allah, Hz. Zekeriyyâ (a.s)*in bu duası ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Zekeriyyâ Meryem 'in yanında (çeşitli yiyecekler görünce,) Rabbine: 'Rabbim! Bana, tarafından hayırlı bir nesil bağışla. İnanıyorum ki, Sen, yapılan duayı hakkıyla işitensin' diye dua etmişti. 303[8] Hz. Zekeriyyâ, Rabbinden bir çocuk istediğinde 99 yaşında ve hanımı da 98 yaşında idi. Hz. Zekeriyyâ, Sâdece çocukları sevdiği için çocuk istemiş değildi. Bilakis Rabbinden; İsrail oğullarını uyarma hususunda kendisine halef olacak ve kendisinin taşıdığı davet yükünü üzerine alacak içi^ bir çocuk istemişti. Çünkü Hz. Zekeriyyâ, ölümünden sonra İsrail oğullarının din ile ilgili işlerini, cahil ve fasık liderlerin üstlenmesinden, ve bu kimselerin, Allah'ın şeriatı ile hükmüne uygun olmayan işler yapmalarından korkuyordu. İşte bundan dolayı Rabbinden çocuk istedi. Bunun için de Rabbine, gizli sesi duyan ve temiz kalpli kimsenin dışında hiçbir kimsenin işitenıeyeceği şekilde gizlice seslenip Rabbinden, takva sahibi Salih bir çocuk vermesini istedi. Allah'ta, onun bu duasını kabul edip seslenişine cevap olarak; ihtiyar'olmasına rağmen ona, kısır hanımından "Yahya" adında zeki bir çocuk verdi. Halbuki ihtiyarlamış ve çocuk doğuramayacak yaşta olan bir kadın nasıl çocuk doğurabilir? Fakat bunu ancak; acayip şeyler yapan, olağanüstü şeyler yaratan ve dua ettiği zaman ihtiyaç sahibi kimselerin çağrısına cevap veren Allah'ın kudreti yaptırır... Yüce Allah, Meryem Sûresinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sâd. (Bu,) Rabbinin, Zekeriyyâ kuluna rahmetinin bir yadıdır. Hani o, gizli bir sesle Rabbine: 'Rabbim! Benim kendimde kemik yıprandı. Baş, bembeyaz alev aldı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde bedbaht olmadım. Doğrusu ben, arkamdan, iş başına geçecek olanlardan endişe ediyorum. Hanımım da, kısırdır. Tarafından bana, bir veli (oğul) ver. Ki o, hem bana ve hem de Ya 'kûb hanedanına da varis olsun. Rabbim, onu, rızana layık kıl!' diye seslenmişti. Allah'ta: 'Ey Zekeriyyâ! Biz, sana, bir oğul müjdeleriz ki, onun Adı, Yahya 'dır. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık' buyurdu. (Zekeriyyâ:) 'Rabbim! Hanımım, kısır olduğu ve ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl bir oğlum olabilir?' dedi. (Melekler) dedi ki 'Öyledir, (fakat bunu, sana) Rabbin buyurdu: 'O (işi yapmak) Bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım' dedi. 304[9] Hz Zekeriyyâ (a.s), yaşlı ve ihtiyar olmasına rağmen Hz. Meryem'in teyzesi olan hanımı Eşyâ'dan Salih bir çocuğu oldu. Hz. Yahya, babasının gözetiminde iyi bir hayat yaşadı. Daha sonra Hz. Yahya (için) asıl büyük fitne; yaşlı, ihtiyar ve onurlu babası daha sağ iken dalalet ehlinin arzularına kurban edilerek kesilmesi idi. Salih bir Peygamber olan Hz. Zekeriyyâ (a.s)'m ölümü de, zalim valilerin elinde oldu. O da, ölüm şerbetini, oğlunun içtiği bardaktan içti. Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Zekeriyyâ (a.s), testereyle biçilerek şehit edilmiştir. 305[10]Böylece Rabbine, şehid ve kendisinden razı olunmuş olarak 303[8]

Â1-i imrân: 3/38

304[9]

Meryem: 19/1-9

305[10]

Hz. Zekeriyyyâ (a.s)'ın; normal yolla mı öldüğü, yoksa şehit edilerek mi? Öldürüldügü konusu alimler arasında tartışmalıdır. Yazarımız, Hz. Zekeriyyâ(a.s)'m, şehid edilerek Öldürüldüğü görüşü kabul etmektedir, (ç)

kavuştu. 306[11]

306[11]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 683-686.

Hz. YAHYA (A.S) "Ey Yahya! Kitab (Tevrat) 'a kuvvetle sarıl' (dedik). Henüz daha olgunluk çağında iken ona, hikmet (peygamberlik) verdik Tarafımızdan ona, kalp yumuşaklığı ve temizlik de (verdik). Çünkü o, takva sahibi bir kimse idi." (Meryem: 19/12-13) Hz. Yahya (a.s)'m, Kur'ân-i Kerîm'de Zikredilmesi: Hz. Yahya (a.s)'m ismi, Kur'ân-ı Kerîm'in; Ali îmrân, En'âm, Meryem ile Enbiyâ Surelerinde olmak üzere dört yerinde geçmektedir. 307[1] Cenab-ı Allah, Hz Yahya (a.s)'ı çok övmüş ve onu; iyi, takvalı, dürüst ve dosdoğru olmakla nitelendirmiştir. Yüce Allah, onunla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır; "Tarafımızdan ona, kalp yumuşaklığı ve temizlik de (verdik). Çünkü o, takva sahibi bir kimse idi. Ana-babasma iyilik ederdi. İsyankar bir zorba değildi. 308[2] Yüce Allah, Hz. Yahya (a.s)'a, daha 30 yaşlarında iken peygamberlik verdi. Nitekim Cenab-ı Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Henüz daha olgunluk çağında iken ona, hikmet (pevgam-berlik) verdik. 309[3] Yüce Allah, Hz. Yahya (a.s)'ı; efendi, nefsine hakim ve şehvet ve kötülüklerden uzak kılmıştır. Nitekim Cenab-ı Allah, bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir Peygamber olarak Yahya 'yi müjdeler. 310[4] Hz. Yahya (a.s)'m Soyu: Hz. Yahya (a.s)'m soyu; Yahya b. Zekeriyyâ b. Dan b. Müslim b. Sâdûk b. Huşbân..... şeklinde olup Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman'a kadar ulaşmaktadır. Hz. Yahya (a.s), Hz. Ya'kûb'un oğlu Yehûzâ'nın torunla-nndandır. Araştırmacı soy ehli alimlerine göre; Hz. Dâvud (a.s), Yehûzâ'nın torunlarındandır. 311[5] Hz. Yahya (a.s)'ın Doğumu: Hz. Yahya, Hz. İsa'dan üç ay önce doğdu. Muasır olarak uzun müddet birlikte yaşadılar. Allah'ında müjdelediği üzere; dürüst, takva sahibi, ve gösterişten uzak olarak büyüdü. O, gençliğinde çöle gider ve orada çekirgelerle gıdalanırdı. Çünkü o, Allah'ın kendisine verdiği basit yiyeceklerle yetinir ve ibadeti çokça yapar, çokça Allah'a yalvarır ve Allah korkusundan dolayı çokça ağlardı. Rivayet edildiğine göre; Mücahid, Hz. Yahya'nın bu durumu ile ilgili olarak şöyle der: "Hz. Yahya'nın yiyeceği ot idi. Allah korkusundan o kadar ağlardı ki, eğer gözyaşı gözünün üzerinde kalsa, elbette onu yakardı. 312[6] 307[1]

Bununla ilgili olarak b.k.z: Âl-i İmrân: 3/39; En'âm: 6/85; Meryem: 19/7, 12: Enbiyâ: 21/90 (ç)

308[2]

Meryem: 19/13-14

309[3]

Meryem: 19/12

310[4]

AI-iİmrân:3/39

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 687-688. 311[5]

İbn Asâkir, Tehzib, 5/38 ibn sad, Tabakât, 1/55 (ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 688. 312[6]

İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/54 (ç)

îbn Asâkir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gün, anne ve babası, Hz. Yahya'yı aramaya çıktıklarında, onu, Ürdün Gölü yakınında buldular. Yanma vardılar. Onu, Allah'a karşı olan korku ve ibadet içinde (buldular. Onun bu halini görünce,) onları şiddetli bir ağlama tuttu." Yüce Allah, Hz. Yahya'ya, olgunluk yaşında hikmet (peygamberlik) verdi. (Tevrat ile ilgili) şeriatı, şeriatın esaslarını ve hükümlerini öğrenmeye koyuldu. Öyle ki benzeri bulunmayan ve derin bir alim oldu. Din konusundaki fetvalar ona sorulurdu. 30 yaşma geldiğinde, ona, risalet ve nübüvvet verildi. Yüce Allah, Hz. Yahya'ya bu konu ile ilgili olarak şöyle hitap etmektedir: "Ey Yahya! Kitab (Tevrat) 'a kuvvetle sarıl' (dedik). 313[7] Hayseme'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Yahya ile Hz. İsa, teyze çocuklarıydılar. İsa, yün elbiseler giyerdi. Yahya ise, kıldan dokunmuş elbiseler giyerdi Hiç birinin ne dinarı, ne dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi ve ne de sığınacakları bir barınakları vardı. Nerde akşam orda sabah yaşayıp giderlerdi. Birbirlerinden ayrılmak istediklerinde, Yahya; - 'Bana tavsiyede bulun!' deyince, Hz. İsa: - 'Asla öfkelenme!' derdi. Hz. Yahya: - 'Ben bunu beceremem' deyince, Hz. İsa, ona: - 'Mal biriktirme ve saklama' diye tavsiye etti. Hz. Yahya: - 'Bunu, belki yapabilirim' dedi. 314[8] Hz. Yahya (a.s), zühd hayatı yaşayıp çoğunlukla insanlarda uzak yaşar, çölde gezip dolaşır, ağaçların yapraklarım yer, nehir sularmda*\çer ye bazı zamanlarda ise çekirge yemek su-retiyle gıdalanırdı.VBazen kendi kendine: "Ey Yahya! Senden daha çok nimet içinde kim var?'diye sorardı. 315[9] Hz. Yahya (a.s)'ın Daveti: Hz. Yahya (a.s), İsrail oğullarını Allah'a davet ediyor ve onlara göklerin krallığının yaklaşmakta olduğunu müjdeliyordu. Hz. Yahya'nın davet metodu, hikmet ve güzel öğütten ibadet-_ emretti..? Bu konu ile ilgili olarak İmam Ahrned, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Şüphesiz ki Cenab-ı Allah, Yahya (peygambere); hem kendisinin amel etmesi ve hem de İsrail oğullarına da onlarla amel etmelerini emretmesi için beş direktifi vahyetti. Fakat o, bunu yapmakta gecikince, İsa, ona: - 'Senin, kendileriyle amel etmen ve kendileriyle amel etmeleri için de İsrail oğullarına emir vermekle emrolunduğun beş direktif var. Bunları, ya tebliğ et ya da ben, bunları, İsrail oğullarına tebliğ edeceğim' dedi. Yahya: - 'Kardeşim! Eğer sen, benden daha önce tebligatta bulunursan, azablandırılmaktan ya da yere batırılmaktan korkarım' dedi. Ravi (devamla) derki: 'Bunun üzerine Yahya, İsrail oğullarını, Beytü'l-Makdis'te topladı. Mescid, İsrail oğullarıyla tıklım tıklım doldu. Kendisi minbere çıkarak Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra: 'Onur ve üstünlük sahibi Yüce Allah, bana, beş direktif vahyetti ki, onlarla, hem ben amel edeyim ve hem de sizin onlarla amel etmeniz için size emir vereyim' dedi. Birincisi: 'Allah'a kulluk edesiniz ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmayasmız. Allah'tan başkasına kulluk edip başka şeyleri O'na ortak koşanın durumu şuna benzer:'Bir kimse, kendi öz malından altın ya da gümüş para vererek bir köle satın alır; bu köle, çalışıp elde ettiği kazancı efendisinden başkasına verirse Allah'tan başkasına ibadet eden ve O'na başka varlıkları ortak koşan kimse gibi olur. Hangi birinizin kölesinin böyle olması hoşunuza gider? Cenab-ı Allah, sizi yarattı ve size rızık verdi. Siz de, O'na kulluk edin ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın! 313[7]

Meryem: 19/12

314[8]

İbn Kesîr, el-Bidâye ve:n-Nihâye. 2/52

315[9]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 688-690.

İkincisi: Size, namaz kılmanızı emrediyorum. Çünkü Cenab-ı Allah, başka tarafa yönelip iltifat etmeyen kulunun yüzüne karşı yüzünü diker ve ona bakar. Siz de namaz kılarken başka tarafa yönelmeyin ve bakmayın. Üçüncüsü: Size oruç tutmanızı da emrediyorum. Cenab-ı Allah, oruç tutan kimseyi, yanında miskten bir torbacığı bulunan kimseye benzetmiştir, Oruç tutan herkesin kuşağı altında bu miskten torbacığm içindeki koku hissedilir. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Dördüncüsü: Size Sadaka vermenizi de emrediyorum. Sadaka veren kimse, düşman tarafından tutsak edilen, eli ensesine bağlanan ve boynu vurulmak üzere ortaya getirilen kimseye benzer. Bu kimse, düşmanlarına: 'Beni salı vermeniz için size fidye versem ne dersiniz?' der. Böyle dedikten sonra az ya da çok miktarda fidye vererek kendisini tutsaklıktan kurtarır. Beşincisi: Size, onur ve üstünlük sahibi Allah'ı çokça anmanızı da emrediyorum. Allah'ı çokça anan kimse, düşman tarafından süratle takip edilip kovalanan ve sağlam bir kaleye sığman bir kimseye benzer. Kul da, onur ve üstünlük sahibi Allah'ı anmakta iken şeytana karşı sağlam bir kaleye sığınmış olur. 316[10] Ehli Kitaba Göre Vaftizin Anlamı: Hıristiyan din bilginleri; Hz. Yahya'yı, "Yûhannâ" diye adlandırmışlar ve onu, "Vaftizci" (Muammedân) diye lakaplandırmışlardır. 317[11] Çünkü Hz. Yahya, Hıristiyanlarca yapılan vaftiz işini üstlenmişti. Bu, günahlardan tevbe etmek için suyla yıkanılıp takdis etme işidir... Hz. Yahya, Ürdün çevresinde peygamberliğini açıklayıp insanları (günahlarından arınmak için) tevbe etmeye çağırdı. Bunun üzerine Kudüs halkı ile Ürdün'e yakın kasaba halkı, Hz. Yahya'nın yanına geldi. Hz. Yahya, onları, nehirde vaftiz edip onlara, göklerin krallığının yaklaşmakta olduğunu haber verdi. Hz. Yahya, Hz. İsa'yı Ürdün nehrinde vaftiz edip takdis .etti. O sırada Hz. İsa, 33 yaşında idi; Yahudiler, Hz. Yahya'ya: - 'Bu, (o beklenilen) Mesih 318[12]midir?' diye sordular. Hz. Yahya'da: - 'Hayır' diye cevap verdi. Bunun üzerine Yahudiler: - 'Peki o, Peygamber midir?' diye tekrar sordular. Hz, Yahya: - 'Hayır' dedi. Yahudiler: O halde Mesih ve Peygamber olmayan birisini niçin vaftiz yaptın?' diye sordular. Hz. Yahya'da: - 'Ben, sadece çölde: 'Allah'ın yoluna hazırlanın! Allah'ın Yoluna hazırlanın Allah’ın yolu hedefiniz olsun!' diye çağıran bir sesim' diye cevap 319[13] Hz. Yahya Niçin Öldürüldü?: Tarihçiler, Hz. Yahya'nın öldürülmesi ile ilgili bir çok sebep naklederler... Bunların en meşhur olanını, İbn Kesîr rivayet etmiştir. Yine bu rivayeti; Üstad en-Neccâr, "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında şu şekilde aktarmaktadır: 316[10]

Tirmizî, Edeb 78; Müsned: 5/244

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 690-692. 317[11]

Hz. Yahya'nın, insanları vaftiz ettiğine dair bilgi, Matta İncilinin çeşitli yerlerinden geçmektedir.

318[12]

İsrail oğulları, 3 peygamberin gelmesini bekliyorlardı. Bunlar, şunlardır: 1.Tekrar geleceğini zannettikleri "İlya," 2. Mesih İsa, 3. Herkesin bildiği ve kendlerinİn de "O Peygamber" diye bahsettiği Peygamber. 319[13]

Üstad Abdurrahman Habenneke, el-Akidetü'1-İslamiyye, s. 216

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 692-693.

"Filistin hükümdarı/valisi Herodes, 320[14]belalı ve fasık bir kimse idi. Bunun, erkek kardeşinin 'Herodya' adında çok güzel bir kızı vardı. Kızın amcası, onunla evlenmek istiyordu. Kız ile annesi de, bu evliliğe razı idiler. Fakat Hz. Yahya, bu evlilik işini Öğrenince, böyle bir şeyin olamayacağını belirtmişti. Çünkü bu evlilik işi, -Müslümanlara göre haram olduğu gibi- Ehli kitabın şeriatına göre de haram,idi. Bu nedenle de kızın annesi, Hz. Yahya'ya karşı kalbinde kin besleyip onu bir hile ile öldürmeye karar verdi. Bu sebeple de kızı Herodya'yı, en güzel bir şekilde süsledi ve en güzel elbiseler giydirdi ve Herodes'un huzuruna yolladı. Kız, Herodes'un aklım başından çelinceye kadar dans etti. (Böylece kız, Herodes'u etkisi altına aldı.) Herodes, kıza: - 'Dile benden ne dilersen?' dedi. Herodya, annesinin, kendisine öğrettiği gibi: - 'Şu tabakta, Yahya'nın başını istiyorum' dedi. Herodes, kızın bu isteğini kabul edip Yahya'nın başının kendisine getirilmesini emretti. Bunun üzerine Yahya (a.s)'ı, namazda iken öldürdüler ve onu, bir koyun boğazlar gibi boğazladılar. Daha sonra başını, kanlar içinde tabağa koyarak Herodes'a getirdiler... Bunun üzerine Herodya'nın, o anda helak olduğunu söylenir. 321[15] Bu kıssa, bize; İsrail oğulları hükümdarlarının zulüm ve haksızlıkta ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir. Çünkü bu hükümdarlar, bir anlık isteklerinden veya dine hürmeti ve semavi şeriatlara saygısı olmayan cahil, fasık kimselerin arzularını yerine getirme uğruna peygamberleri öldürmeye ve Salih . kulların kanlarını dökmeye cüret etmişlerdir. Ne garip bir şey!! Çünkü İsrail oğulları, bu kötü âdeti başlatanların ilkidir. Hatta Peygamber öldürmek, onların sapıklıklarının ve taşkınlıklarının bir alameti ve işareti olmuştur. Hz. Yahya, Hz. Zekeriyyâ, Hz. İsa'ya karşı tertiplenen o-laylar ve sayılarını ancak Allah'ın bildiği peygamberlerin, hem insanlığın ve hem de Allah'ın düşmanları Yahudilerin ellerinde suçsuz yere kanlan dökülmüştür. Kur'ân-ı Kerim, bize; Yahudilerin, yeryüzünde işledikleri suçlan şöyle anlatmaktadır: Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah ise boz322[16] guncuları sevmez. Yine Yüce Allah, Yahudilerin, peygamberleri öldürdüklerini açıklama mahiyetinde şöyle buyurmaktadır: "Ne zaman gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir Peygamber gelmişse ona karşı büyüklük tasladınız. Size gelen peygamberlerden bir kısmım yalanlarken, bir kısmını da öldürüyorsunuz. 323[17] Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak devamla şöyle buyurmaktadır: "Yahudilere: 'Şayet siz, gerçekten inanmıyor idiyseniz, daha önce Allah'ın Peygamberlerini neden öldürüyordunuz?' deyiverin. 324[18] Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Haksızyere Peygamberleri öldürenler.. 325[19] Hz.Yahya'nın öldürülmesi olayında zorba ve hükümdarın zulmüne karşı çıkan pek çok alimdg 320[14]

Romalılar, genellikle fethettikleri yerlere, yerli vali ve hükümdar atama eğriminde oldukları için Filistin'de kendilerine tabi olan yerlilerden oluşmuş bir devlet kurulmasına izin verdiler. Bu devlet, M.Ö. 40 yılında son derece akıllı ve seki olan Herodes adlı bir Yahudinin eline geçti. Aynı kişi, tarihe, "BüyükHerodes" adıyla geçmiştir. Herodes, iktidara sahip olduktan sonra aldığı çeşitli akıllı tedbirler ve izlediği dirayetli siyaset sayesinde Yahudi devi etinin,s ınırlannı benzeri görülmemiş bir şekilde genişletti. Öyle ki M.Ö. 40'tan M.Ö. 4'e kadar bütün Filistin ve Ü-dün'ün büyük bir bölümüne hakim oldu. Herodes, bir yandan dini lider ve din a-damlarını himaye ederek Yahûdiferin desteklerini kazandı, diğer yandan da Roma kültür ve medeniyetini yayarak Roma İmparatorluğunu da memnun etti. Fakat Yahudiler, siyaset ve devlette söz sahibi olmalarına rağmen din, ahlak ve maneviyat açısından büyük kayıplara uğradılar. Hz İsa'yı Öldürmek isteyen Heredos bu büyük Heredos'tur. Hz. Yahya'yı şehit eden ise onun torunu olan Heredos olmuştur. Herodes'tan sonra devlet, 3'e bölündü, (ç) 321[15]

Üstad en-Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ, s. 369

322[16]

Maide: 5/64

323[17]

Bakara: 2/87

324[18]

Bakara: 2/91

325[19]

Â1 i-imrân:3/21

öldürülmüştür. Bunların başında Hz. Yahya'nın babası Hz. Zekeriyyâ gelmektedir. Daha Önce de geçtiği üzere; bazı tarihçiler, oğlu Hz. Yahya'nın öldürülmesinden sonra, Hz. Zekeriyyâ'nm testere ile biçilerek Öldürüldüğünü belirtmişlerdir. Said b. Müseyyeb'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Buhtu'n-Nasr, Şam'a geldi. Orada Hz. Yahya'nın fokurdamakta olan kanı ile karşılaştı, bunun nedenini sorunca, kendisine meseleyi anlattılar. O da, 70.000 kişiyi orada öldürünce, Hz. Yahya'nın kanı sakinleşip durdu. 326[20] .- İşte Hz. Yahya'nın durumu, böyle üzücü bir şekilde sona ermektedir. İbn Asâkir, Zeyd b. Vakid'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Onun başı, Şam Mescidi 327[21] yapılırken kıble tarafında mihraba yakın olan doğu köşesinde bulunduğunda Hz. Yahya'nın kafasını gördüm. Derisi ve saçları hiç değişmemişti. 328[22] Başka bir rivayette ise buna şu ilave cümle yapılmıştır: "Sanki henüz yeni öldürülmüş gibiydi." Derim ki: Hz. Yahya'nın saçının ve derisinin değişmediği ile ilgili durum, garip değildir. Çünkü Resulullah (s.a.v.) bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: "Allah, toprağa, peygamberlerin vücudunu yemeyi haram kılmıştır. 329[23] Hz. Yahya'nın öğrencileri, Hz Yahya'nın öldürülmesinden sonra (öldürüldüğü yere) gelip cesedini aldılar ve gömdüler. Daha sonra Hz. İsa'ya gelip ona Hz. Yahya'nın öldürüldüğünü anlattılar. Hz. İsa, onun Öldürülmesi olayına çok üzüldü... Hz. İsa, davetini açıklayıp insanlara öğüt verdi. Ona, bir çok kişi tabi oldu. Fakat Yahudiler, onu, ansızın yakalayıp öldürmeyi planladılar. Allah'ta, onu göğe kaldırıp onların tuzaklarından kurtardı. Bu, Hz. İsa'nın hayatı anlatılırken daha önce geçmişti. 330[24] SONUÇ Peygamberlerin hayatlarım, yaşadıkları tarihler soyları a-rasındaki bağları ve davetlerini detaylı olarak araştıracak kişinin imkan dahilinde aşağıda özetleyeceğimiz önemli noktalan göz önünde bulundurması gerekmektedir: 1.Allah, bize; yeryüzüne gönderilen peygamberlerin hepsi hakkında bilgi vermemiştir. Ancak en önemli ve insanlık tari-' hinde büyük iz bırakmış olan peygamberleri anlattı ki, onlarda; UIu'1-azm ve Kur'ân-ı Kerîm'de adı geçen diğer peygamberlerdir. Yüce Allah'ın şu sözü buna şöyle işaret etmektedir: "(Ey Resulüm!) Gerçekten Biz, senden önce, pek çok Peygamber gönderdik; onlardan bir kısmını sana haber verdik. Bazısını da, sana haber verip anlatmadık. 331[25] 2. Yeryüzünde kendilerine Peygamber gönderilmeyen bir ümmet yoktur. Yüce Allah, her ümmete mutlaka bir Peygamber göndermiştir. Çünkü Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: " Her ümmet içinde, mutlaka bir uyarıcı (Peygamber) bulunmuştur332[26] Yine Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Biz, her ümmete, bir Peygamber gönderdik.333[27] 3. Hz. Adem (a.s) ile Hz. Nûh (a.s) arasında 1000 yıl gibi bir fetret devri vardır. Kur'ân-ı Kerîm, bu fetret döneminde Hz. İdrîs (a.s)'dan başka bir peygamberden bahsetmem ektedir. 326[20]

İbn Kesîr, el-Bidaye, 2/55 (ç)

327[21]

Şam Mescidi (Camiî), Emeviler döneminde zamanın hükümdarı Abdulmelik b. Mervan döneminde başlanıp Veîid döneminde bitirilmiştir

328[22]

İbn Kesîr, el-Bidaye, 2/55 (ç)

329[23]

Ebu Dâvud, Salat 201, Vitr 26; Nesâî, Curna 5; İbn Mâce, İkame 79, Cenaİz 65; Darirnî, Salat 206; Müsned: 4/8; Îbnü'l-Esîr, el-Camitrl-Usul, 9/265

330[24]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 693-696. Mü'min: 40/78

331[25]

332[26]

Fatır 35/24

333[27]

Nahl: 16/36

4. Yüce Allah, bize; Hz. Nûh (a.s)'dan sonra sadece oğlu Şam'ın soyundan gelen peygamberleri anlatıp diğerlerinden bahsetmemiştir. 5. Hz. İbrahim (a.s), Hz. Nûh (a.s)'dan sonra olup onun soyundandır. Çünkü Yüce Allah, Saffat Sûresinde bu konu üe ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: Şüphesiz İbrahim, Nûh 'un milletindendi. Çünkü İbrahim, Rabbine, kalbi selimle geldi. 334[28] Hadîd Sûresinde de geçtiği üzere; Yüce Allah, risalet ile nübüvveti, Hz. Nûh (a.s) ile Hz İbrahim (a.s)'ın soyuna vermiştir. Çünkü Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "And olsunki Biz, Nuh'u ve İbrahim'i, (Peygamber olarak) gönderdik. Peygamberlik (Nübüvvet) ile Kitabı da, onların soyuna verdik. Onlardan kimi doğru yoldadır.İçlerinden bir çoğu da, yoldan sapmışlardır. 335[29] 7. Kur'ân-ı Kerîm'de adı geçen Peygamberlerin 18 tanesi, Hz. İbrahim (a.s)'ın iki oğlu Hz. İsmâfl (a.s) ile Hz İshâk (a.s)m soyundandırlar. Sadece Hz. Lût (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'m kardeşinin oğludur. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "İbrahim'e, İshâk'ı ve Ya'k'ûb'u bağışladık. Peygamberliği ve Kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Onu, dün ya da mükafatlandırdık. Şüphesiz o, ahirette de salihler (zümresindendir 336[30] 8. Hz. İsmâîl (a.s), Mekke'de doğup büyüdü. Bir Arap kabilesi olan Cürhüm kabilesinden birisiyle evlendi. Onun soyundan, peygamberliğin kendisiyle son bulduğu, önceki ve sonrakilerin en üstünü olan son Peygamber "Hz. MUHAM-MED (S.A.V)" geldi. 9. Hz. İshâk (a.s), Şam toprakları (içerisinde yer alan Filistin'de doğup büyüdü. İs/Ays ve Ya'k'ûb adında iki oğlu oldu. İs/Ays'm soyundan, Hz. Eyyûb (a.s) ile oğlu Zütkifl Peygamber oldu. Kendisine "İsrail" de denilen Hz. Ya'k'ûb (a.s)'ın, İsrail oğullarının kabilelerini oluşturan 12 tane oğlu vardı. Daha önce de kaydettiğimiz üzere; İsrail oğullarına gönderilen peygamberlerin hepsi, Hz. Ya'k'ûb (a.s)'m soyundandır. 10. Kur'an'da adı geçen "Esbat", Hz. Ya'k'ûb (a.s)'m çocuklarıdır. Peygamberlik, onlar arasında şu şekilde ortaya çıkmıştır: a. Hz. Ya'k'ûb (a.s)'in Lavi adlı oğlunun soyundan; Hz. Mûsâ, Hz. Hârûn, Hz. İlyâs, Hz. Elyesa' Peygamber olarak gelmiştir. b. Yahuza adlı oğlunun soyundan ise; Hz. Davûd, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahya, Hz. İsa Peygamber olarak gelmiştir. c. Bünyamin adlı oğlunun soyundan ise; Hz. Yûnus Peygamber olarak gelmiştir. Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah'tır. Bu kitap, Allah'ın yardımıyla tamamlandı. Duamızın sonu; hamd. alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salat ve selam, Efendimiz Hz. Muhammed (s.av.)'e, aile halkına ve. 337[31] sahabilerinin üzerine olsun.

PDF Hazırlayan Yunus YAZICI 25/02/2014 Bostancı

334[28]

Saffat: 37/83-84

335[29]

Hadîd: 57/26

336[30]

Ankebût: 29/27

337[31]

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 697-699.

Peygamberler Tarihi-Muhammed Ali Sabuni.pdf

İşte elinizdeki bu kitap, Me kke-i Mükerreme'deki Ümmü'1-Kura Üniversitesi Şeriat Fakültesi. "Tarih. Bölümünde Ä°slami Araştırmalar yapmakta olan öğrencilere ...

3MB Sizes 13 Downloads 331 Views

Recommend Documents

ALI B. AHMAD _ THESIS - Ali Bawasheakh Ahmad.pdf
There was a problem previewing this document. Retrying... Download. Connect more apps... Try one of the apps below to open or edit this item. ALI B. AHMAD _ ...

I a ali
Spider man trilogy 1080p.Iaali.468649730697. ... Stevejobs book pdf.265739272266065.Accidentallove 2015. ... ali.Sellaturcica.Iaali.Gwen stefani great hits.

Aman Ali _Announcement.pdf
... from an American Ramadan Roadtrip. with Aman Ali. Aman Ali is an award-winning storyteller in New York City and one of the few young American Muslim.

ali sahid karim.pdf
Gallic acid 1.22. Cinnamic acid 1.80. Stilbene 2.39. Ellagic acid 2.87. Catechin 3.47. Tannin 4.53. Anthocyanin 5.02. Whoops! There was a problem loading this ...

karwan ali omer.pdf
The Council of the school of Physical Education. University of sulaymania. In Partial Fulfillment of The Requirements. For the Degree of Master In Physical ...

Resume - Ali Jafari.pdf
Roto, tracking, camera projection, color correction, and Chroma keying using proprietary keying tools. East of LA VFX. Jan. 2018 - Jan. 2018. • Composited ...

Resume - Ali Jafari.pdf
Managed render wrangling for all productions in Los Angeles render farm. Experience and Accomplishments: • Managed multiple render farms using Thinkbox ...

bryar ali mhamad.pdf
Page 3 of 119. bryar ali mhamad.pdf. bryar ali mhamad.pdf. Open. Extract. Open with. Sign In. Main menu. Displaying bryar ali mhamad.pdf. Page 1 of 119.

ali 2001 cut.pdf
Will smith 39 s 10 best movies movie tv newsand interviews. Top 8. boxing movies of all time moviepilot.com. Pink, try, ali, 2001, rocky,. 1976, the fighter, 2010, ...

. ali g indahouse.pdf
images photos fynnexp. Ali g in da house movie mistake picture 3. Freemartinis best part ofali g indahouse. Ali g. in da houseclips, interviewsand. trailerscujer.

ali sahid karim.pdf
Gallic acid 1.22. Cinnamic acid 1.80. Stilbene 2.39. Ellagic acid 2.87. Catechin 3.47. Tannin 4.53. Anthocyanin 5.02. Page 3 of 122. ali sahid karim.pdf. ali sahid ...

ali sahid karim.pdf
Phenolic compounds Rt. Gallic acid 1.22. Cinnamic acid 1.80. Stilbene 2.39. Ellagic acid 2.87. Catechin 3.47. Tannin 4.53. Anthocyanin 5.02. Page 3 of 122.

Umar Ali Syed
Research internship, Speech Group. Gene Network Sciences. February 2003 - May 2004. Bioinformatician. Cornell University. January 2001 - February 2003. Research assistantship, Department of Computer Science. Oral presentation, Neural Information Proc

Sabir Ali September 17, 2008
Menachem Schneerson, a Russian born rabbi, called for the Messiah to come by. Sept 9, 1991, the start of the Jewish New Year. 1992. A Korean group called Mission For The Coming Days had the Korea Church a buzz in the fall of 1992. They foresaw Oct 28

Alan O. Ali - Msc Thesis.pdf
Page 3 of 184. Alan O. Ali - Msc Thesis.pdf. Alan O. Ali - Msc Thesis.pdf. Open. Extract. Open with. Sign In. Main menu. Displaying Alan O. Ali - Msc Thesis.pdf.

Sana Ali Aamir Resume (A4) -
Awarded merit-based London Business School Fund Scholarship. The Fuqua School of ... International Exchange Program Participant, Fall 2014. 2004 - 2008.

Ali Hejazizo – Curriculum Vitae - GitHub
Advanced Programming. · C++ Programming. ○␣ Bachelor of Science. 2011–2015. Amirkabir University of Technology. Tehran-Iran. - Electrical and Computer ...

pdf-12103\ali-ibn-abi-talib-2-volumes-by-dr-ali-m ...
Retrying... pdf-12103\ali-ibn-abi-talib-2-volumes-by-dr-ali-m-sallabi.pdf. pdf-12103\ali-ibn-abi-talib-2-volumes-by-dr-ali-m-sallabi.pdf. Open. Extract. Open with.

CV. Prof. Ali Suman.pdf
Training Course on Fish Stock Assesment, Bogor, 1993. 3. Kursus Perencanaan Proyek, Jakarta, 1997. 4. Training Course for Fishery Manager, Bangkok, 2005.

Ali-Ahmad-NM802.pdf
to make a visit to Saudi Arabia to meet with King Salman. bin Abdulaziz al Saud and explain why solar power might. be a better bet than nuclear reactors, small ...

Sabahattin Ali - Kuyucaklı Yusuf.pdf
Hariciye Koğuşu (E Sefa - 1930), Yaprak Dökümü (R. N. Güntekin- 1930), Fatih-Harbiye (P. Safa - 1931), Çıkrıklar Durun- ca (S. Ertem-1931), Kızılcık Dalları (R. N. Güntekin, 1932), Yaban (Y. Kadri Karaosmanoğlu- 1932), Kanun Namına (Reşat Enis, 1932)

Nusrat Fateh Ali Khan must.pdf
... of the apps below to open or edit this item. Nusrat Fateh Ali Khan must.pdf. Nusrat Fateh Ali Khan must.pdf. Open. Extract. Open with. Sign In. Main menu.

119 - Ali A. Alnodel.pdf
published accounting information. Recently international financial reporting standards has. attracted significant concerns from regulators, investors, academics ...

Sabahattin Ali - Değirmen.pdf
Yeni Dünya (2003). Sırça Köşk (2003). Kağnı/Ses/Esirler (2003). Page 3 of 287. Sabahattin Ali - Değirmen.pdf. Sabahattin Ali - Değirmen.pdf. Open. Extract.